İzledim

BRIDGERTONE – Gölge Oyunları

Bridgertone’a dair  2. yazı yine Gülsüm’ün kaleminden… Keyifli okumalar ^^

Dizi yorumuna başlamadan önce fragmanlardan yola çıkarak başlığın ne olması gerektiğine tam olarak karar verememiştim. Bölüm isimlerine göz attım ve orada sezonun ilk bölümünün ‘out of the shadows’ olduğunu gördüm. Bu durum benim için ilgi çekici. Çünkü gölge olma durumu sezon başrolünün yaşadığı ana mesele ve bundan artık çıkış yaptığımızı hatırlatıyor. Özellikle karakterin özgüvenini kazanması, finale doğru yapılan balo ve savunma da buna işaret ediyor. Sonuç olarak ise bu yazının başlığı için bir Sherlock Holmes filmi göndermesini uygun buldum. Çünkü aynı zamanda Sherlock ile Pen arasındaki benzerlik gözlem güçlerinin ve zekalarının toplumlarına göre ileri olması. Girizgahı böyle yapmış olayım. Şimdi son dörtlünün üstünden geçmeye başlayabilirim. Bakalım Bridgerton’un 3.sezonunun ardından bu son dörtlü bizlere neler getirmiş, bizden neler götürmüş?

— Dikkat Spoiler İçerir —

Bridgerton’u en genel çerçevede şöyle yorumluyorum. Belki de İngilizlerle Türkleri en benzettiğim nokta da burası: Kadınları sürekli bir pozisyonda veya karşı cinsin iki dudağı arasına sıkıştırmaya kalkan bir çeşit toplum ahlakçılığı altında bir dizi izledik, izliyoruz ve mümkünse alfabetik sırayla buna devam edeceğiz. Burada dişini gösteren, kalemiyle öne çıkan Pen vardı. Ve hep de oradaydı ancak gölgelerde kalmaya o kadar alışmış ve zekasıyla birlikte gözlem gücünü o kadar yükseltmişti ki yazar kimliği ile kendi kimliği arasındaki ikircikli durum ayyuka çıktığında sözde yakın arkadaşı bunu fark edebilmişti. Bir gölge içinde yazdığı için karakter bölünmesine eşlik eden geçişler benim için her zaman çok netti. Bu noktada Colin’in de LW ve Pen’i ayırma çabasını bir noktada haklı bile bulabilirim. Bunu portrelemek başarı bence. Nicola Coughlan’a buradan teşekkürlerimizi gönderelim. Penelope’nin bu dizinin en başından itibaren küçük bir balon içinde her zaman gerçekten de konuşmaktan fazlasını yaptığını, her zaman tek bir sesinin/kaleminin olduğunu, kendisinin bile tam olarak farkına varamadığı bir gücünün olduğunu görebiliyordum. Bu sezonla birlikte öz güvenini kazanmasını belki de en mutlu izleyen kişi ben oldum. Çünkü böylece Whistledown’ın bir güç olduğunun farkına vardı ve bu gücü Pen dışında kimsenin sahiplenmemesi gerekiyordu. Penelope’nin kısaltması olarak kullanılsa da ‘Pen’ biliyorsunuz, İngilizce’de ‘kalem’ anlamına gelen bir kelime.

 

‘Pen’elope

 

Whistledown için çalan çanlar, Polin üzerinde elbette bir tehdit ve stres faktörü olarak durmalıydı ama bir anlık Kiralık Aşk Defne dramına girdik ve Eloise yüzünden 5.bölüm boyunca nişan haberinin sevinci boğazımda kaldı resmen. 5.bölüm, gerçekten bölüm isminin (Tick Tock) hakkını verecek şekilde dekore edilmişti edilmesine ama bazen gerginliğin dağıtılması gerekli gibime geliyor. Pen elbette bir giz içinde dedikodu yazarı olarak ünlenip insanların ahını aldı ancak bu sezondaki ihtiyatlı ve aşkına karşılık bulduktan sonraki yumuşak tutumuna bakarsak karakterinin farklı bir boyuta geçtiği anlaşılabiliyordu. Özgüveniyle birlikte aslında elinde tuttuğu gücü daha farkında kullanması gerektiğini görmüş oldu. Bahsettiğim Pen’in karakter dönüşümü tam da bu. İnsanlardan nefret ediyorum modunda gölgeler prensesi olmadı. Özgüvenini kazandığı için artık gölgelere ve oyunlara ihtiyacı olmadığı zaten belliydi ancak tabi ki Whistledown’a da gerekli değer verilmeliydi. Bu anlamda Pen ile LW arasındaki ilişkinin sağlıksız tarafı da bertaraf edilmiş oldu zannımca. Elbette tercihim kimliğinin anonim kalması olurdu çünkü dizideki gizemi elinde tutuyordu. Ancak dizide bu haliyle söylendiği için içime sindi sanırım.

 

 

Bu gizem üstünden en ilginç bulduğum şey ise iki karaktere olması gerektiğinden daha fazla anlayışla yaklaşmamdı. Biri Cressida, diğeri ise Portia’ydı. Cressida, hikâyenin kötüsü olarak bir aks sunsa da o bile anlaşılabilir geldi bana. Cressida, istemediği bir evlilikten sıyrılabilmek için LW’yi kullandığında, Pen’e aslında bir tür tercih yapma şansı da verdi. Colin’i üzmeden LW’den vazgeçebilmek zor olsa da o anın gereğiydi. Aynı anda Bridgertone ve LW olamayacaktı. Parçasını başkasında bırakmak zor bir tercihti tabi ki ama aşk için buna değerdi. Cressida elbette kötü davranışlarıyla öne çıksa da bu sezonda Colin ve Pen’e ilişki noktasında biraz yardımı da dokundu. Debling’i yönlendirmesine dayanarak konuşuyorum. Cressida, LW’u kullanarak o istemediği evlilikten sıyrılsa da biraz daha düşünceli bir şekilde hareket edebilseydi, Pen misilleme yapmak zorunda kalmazdı. Pen’in karşı cevabının biraz gaddarca olduğunu kabul edelim. Gözlem gücünü öyle bir öne sürdü ki savaşa tüm silahlarını getirmiş bile olabilir. Gerçekten toplumda sadece var olma çabasını böyle göstermek oldukça zekice. Aslında Cressida kendisini öne atmak yerine Pen’in kimliğini ifşa edebilseydi ve bununla tehdit etseydi muhtemelen parasını alıp kaçabilecekti. Yani durumu kullanabilecek kadar cevval bir zekâ gösteremedi ve biraz da egosunun kurbanı oldu. Belki de karakter için adalet dersem tam böyle bir şeyi düşünürdüm.

 

 

Portia ise ilişkiye verdiği tepkiyle ve LW konusunda gerçekten hak verilebilir bir tablo sundu. Debling ne dersek diyelim aslında dışarıdan bakıldığında mantıklı bir tercihti. Hatta Pen gizli şekilde LW olarak kalmak isteseydi, Debling çok çok daha nokta atışı bir tercih olurdu. Portia’nın başta Polin’e karşı olması, tam bir anne tepkisiydi. 3 sezonda göremediğimiz anneliği böyle bir karşı tutumla göstermesi aslında tuhaf ama rahatsız edici değildi. LW konusunda Pen’e hakkını teslim etmesi, geçmişte yaptıklarından pişmanlık duyması da karakterle bağlantı kurabilmeme yaradı. Tabi kızı geçen sezonlarda göremeyişinin ve ihmal etmesinin bir telafisi değil ama başlangıç için fena değil. Kızının peşine 2 gram düşse LW olduğunu en başından çözerdi zaten. Erkek egemen toplumda gücün erkeklerden alındığını gören bir kadın için babasız 3 kız yetiştirmek elbette güç bir şey. Biraz anlayış göstermekten zarar gelmez. Kızının LW olmasına bir güç gözüyle bakabilmesi, ataerkillik kafasıyla yaşamaya zorlanan bir kadın için zor bir itiraf bile olabilir. Bu noktadan sonra Pen ile dolandırıcılık faaliyetlerini gizleyebilmesi de ‘aile her şeydir’ söyleminin İngiliz yolu sanırım. Herkes için daha iyisini diliyorum. Herkes hatasıyla vardır sonuçta.

Pen’in LW yoluyla bir servet edinmiş olabileceğini düşünmüştüm. Malum Featheringtonlar maddi açıdan hep zordalardı. Kendisini bu şekilde kurtarmasına hep seviniyordum. LW’den gelen parayı nereye harcadığını hep merak ediyordum. Ailesinin zorluğuna gitmesi annesiyle arasını yapan güzel bir kilometre taşı oldu sanki. Sonuç olarak Pen burada annesine varlığını, toplumda da nefes alabildiğini göstermiş oldu. Bu durumun Colin’e hiç gösterilmeden halledilmesi de mükemmel bir çözüm bence. Featheringtonlar konusunda, Bridgertoneların aşağılama tutumu hep vardı. Daha fazla gözden düşmelerine gerek yoktu. Parçaların böyle oturmuş olması oldukça yerinde olmuş bence. Cressida’ya Pen’in boyun eğeceğini zaten düşünmüyordum. Gerçi Colin şantaj parasını 2 katına çıkarmasaydı Penelope bu meseleyi kendi kendisine de çözebilirdi. Dürüstlükten gidelim derken herkesin Pen’in bir servet kazanmasına şaşırmasına ve Pen’in bir Bridgertone olarak kimliğini 2 gün bile gizleyememesine bir süre güleceğim. Neyse Colin de sonuçta elinden geleni yaptı. O kadar sinirine rağmen karısının şantaj malzemesi olmasına boyun eğmemesine aşkının bir tezahürü diyelim.

Whistledown’u gölgesinden çıkaran sezon balosu ise, iyi kurgulanmış ve özenilmiş olduğu belli olan çeşitli fiziki ve düşünülmüş alt unsurlara sahipti. Fark ettiğim noktalardan biri Pen’in o baloda yelpazesini nasıl kullanması gerektiğini öğrenmesi sanırım. Özgüvenini temsil eden şey, bu küçük yerleştirme bana kalırsa. Düşünce olarak bakıldığında ise Penelope’nin kimliğinin afişe olması, öylesine geçiştirilebilecek bir konu elbette olmayacaktı. Bu balo bir diğer taraftan Pen’in egosunu temsil ediyordu. Malum balonun ne kadar gösterişli olduğu ortada.  Kendisi istemediği sürece gölgesinden çıkmayacağını da gösteriyordu. Kraliçeye ve kayınvalidesine yazdığı mektupla bu gayet anlaşılır göründü. Kraliçe peşinde olsun veya olmasın, elinde mükemmele yakın bir güç tutuyordu bence. Bu baloyla birlikte Penelope güç zehirlenmesi yaşamadan LW’den sıyrılmış oldu. Çok hassas bir dengede duruyordu bu konu bence. O yüzden savunmasını ve tövbesini en az Colin kadar büyüleyici buldum. Pen’in toplumda canlar yaktığı düşünülürse tüm cemiyete açık bir tür temyize ihtiyacı vardı. Gerçi cemiyetin o anki şaşkınlığının ardından gelen kelebek şovu, görsel bir şölen olsa da toplum hafızasının geçiciliği hakkında anlamlı bir göndermeye de işaret ediyor bence. Dikkatler oldukça hızlı dağıldı. Bu durum ilk yorumda belirttiğim ‘toplumsal değerler hakkında fikirler veriyor’ yargımı doğruluyor sanırım.

Bu sezonun sözde ‘glowup çifti’ açısından geçen dörtlüdeki hoşnutsuzluğumun eksiksiz şekilde bu ikinci dörtlüye sirayet etmesi çok üzücü. Son dörtlüde artık ana odak noktamı kaybedip dizinin akıcılığı içerisinde sürüklenmeyi tercih ettim ve keyif de aldım ancak çiftin anlatımı / detaylandırılması / iletişimi beklentimi hiçbir ölçüde karşılayamadı. Koskoca bir sezonu kısa ve öz sahne mantığına yaslamak kafamda hiçbir yere oturmuyor. Zaten neden otursun ve daha azıyla yetinelim? Elimizde kitaplar ve olaylar da varken izlediğimiz bu şeye razı edilmek çok daha aşağılayıcı.

 

Tabi çift sahnelerini tamamen çöpe atacak değilim. Penelope’yi Colin ileyken mutlu görmek, birbirlerini koruduklarını görmek, danslarını izlemek, gözlerini birbirlerinden alamayışına şahit olmak, her zaman birbirlerine parlayan gözlerle baktıklarını görmek beni çok keyiflendirdi. Düğün kahvaltısındaki dansın 2005 yapımı Pride&Prejudice göndermede bulunması da derinliği artıran o tek unsurdu belki. Biliyorsunuz ki P&P Darcy ve Elizabeth’in birbirlerini tanıdıklarını zannederek önyargılarının esiri olarak gururlarını konuşturduğu kült bir kitaba referans veriyor. O sahnenin kurulumu da özellikle bu durumun en net tezahürü olarak sunulmuştu. Özellikle Pen ve Colin birbirlerini tanıdığını zannetse de, Colin’in Pen’i hiç tanımadığını hissettiği düşünülürse. Sadece göstermelik bir referans olmaması aslında etkileyici olan. Yanlış anlaşılmanın yerinde bir yalan asılı duruyor sonuçta. LW’un ilişki dinamiğini etkilemesi ise oldukça beklendik ancak konunun aşık atışmasına dönmesi açık ara bu sezonun en güzel kararı olmuş bence. Colin’in yazarlığını öğrendiğim andan itibaren hep bir yere gitmesini istemiştim. Senaryonun bu yönüyle böyle karşılaşmak beni çok memnun etti. Açıkçası sürekli ‘yalan söyledin, sana güvenemem, bir dolaplar çeviriyorsun’ tadındaki kavgalar insanları kısır döngüye sokuyor ve oradan çıkmak bazen çok zor olabiliyor. Aşık atışmasının yanı sıra sonunda arkadaşlıklarının meyvesini burada yemiş olduk galiba.

 

 

Düğün normal şartlarda dizinin aslında en önemli sahnelerinden biri olması gerekirken Whistledown meselesi dikkat dağıtmasının yanında her şeyin üstünde bir egemenlik kurdu ikinci dörtlüde. Her şeyin üstünde egemen olmasa da kolaylıkla esas çifti ezip geçtiğini söyleyebilirim. Dizideki dengenin bozulduğu en belirgin an da aslında bu düğün sahnesi. Keşke üzerine bir nebze düşünülebilseydi. Malum Kraliçe bile düğün kahvaltısına teşriflerde bulunup gözdağı verdi. Gerçekten çok gerekliyse Bridgertoneların tamamını ayağına çağırırsın. En mutlu zamanı bölmezsin.  Ancak çift üzerinde bir yalan bulutu yer almasına karşın güzel bir düğün yaptığımızı düşünüyorum. Aslında LW yüzünden düğün falan alabileceğimizden bir an emin olamamıştım. Yakınlaştıkları için ‘onur adamı Colin’in evleneceğini söylemesi bahaneden başka bir şey değil. Pen’in tabi ki ona çıkış kapıları bırakarak onu zorlamamasına çok sevindim. Belki bir ölçüde nikâhın iptal edilmesi aşağılayıcı olurdu ancak hataları biliyor iki taraf da.

Düğünde Penelope’nin gelinliği sade olmasına karşın çok şeker bir kıyafetti. Colin’in kıyafeti hakkında yorum yapacak değilim de öfkesinin düğün sırasında biraz dağıldığını görmek çok sevindiriciydi. Gözlerinde yine bir kızgınlık bulutu sezseydim, anın büyüsü kesinlikle kaçacaktı. Geçen geceden sonra bir şeyler onda yumuşamaya başlamıştı. Ta ki kraliçenin teşriflerine kadar. Bu arada dizide tuhafsadığım iki durum var. Birincisi gecenin körlerinde Colin LW’yi yakaladığında, laflarını sokup sokup kızı öylece ortada bırakması. Normalde sinir boyutu ne olursa olsun bir centilmen arabaya kadar eşlik eder. İkincisi düğün bölündükten sonra, düğüne devam edilmemesi. Çat diye evlere dağıldı insanlar. Bunlar küçük şeyler ve topladığımızda seyir zevkini oldukça düşüren noktalar bence.

Pen’e dizi boyunca bencilce sebeplerine rağmen hak vermiş olsam da Colin’e söylediği yalanların bedelini biraz olsun ödemesi gerektiği aşikardı. Yani yalan tolere edemeyecek en son insan Penelope sonuçta. Bu tip bir saklama durumu aynı zamanda Colin’e saygı duyulmadığını gösteriyor. Aynı zamanda tartışabilmeleri de aslında ilişkilerinin ne kadar sağlıklı olduğunu anlatıyor. Birbirlerinden vebalı gibi kaçtıklarını görmek daha yaralayıcı olurdu. Ben tartışmalarında biraz paşacı bir tutum gösteriyorum ama LW’yi yakaladığında Colin’in affetmeyeceğim laflarına karşılık ‘abartma Colin’ de dedim. Sezon başı zaten aşırı ifadelerinden ikrah gelmişti. Üstüne gece yatmadan, yüksek sinirle ağzımızı açmamalıyız. Penelope sevdiği ya işte. Kendisi de konuştukça kalbinin acıdığı ortada. Gözler anlatır her şeyi malum. Luke Newton’a da bu sezonki oyunculuğu için teşekkür gönderelim. Kısıtlı ekran süresinde az da olsa aurasıyla güzel bir iş ortaya çıkarmış oldu. Oyunculuğunu geçen sezonlarda yetersiz buluyordum ancak bu sezon parlayacağını düşündüğü için olsa gerek hakkını vermeye çalışmış. Başarıları daim olsun.

 

 

Anlam atfedilecek bir diğer sahne, Colin’in ilginç şekilde itici olmayan fevriliğini içeren, Portia’nın itiraz halindeyken ettiği aşk deklarasyonu. Tam ‘aşk’ kelimesini içerecek şekilde hem de. Pen’in arkasında böylesi durulması, güçlü bir kadın dahi olsa hayatı boyunca sevgi hissedememiş Pen için olduğundan çok daha fazlasını ifade ediyor. Bunun için Pen’in gözlerine bakmak yeterli. Özgüvensizliğinin çıkışa geçtiği o noktada, sevgisine tekrar karşılık aldığını görmek eminim hepimiz için çok sevindirici olmuştur. Nişanlılığın kendi içindeki yapısı belki sevişme içermemeli ama sanırım bunu es geçseydik çifte dair elimizde kuş kadar şey kalabilirdi. Kilisede evlilik tarihleri verilirken Pen’in aşk itirafı noktasında artık üstüne düşeni yapması da tamamen Colin’in aşkına kani olmasından. Hayatı boyunca tanıdığı sözde arkadaşına daha fazlasını hissettiğini anlatması için uygun zaman belki de tam bu zamandı. Kilisedeki danslarındaki şekerli halleri de devamında bize eşlik etti ki, tatlılıklarına biraz daha düşelim. Ağzımıza bal çalınmasından zerre farkı olmayan bir tutum aslında.

Böyle tek tük çift sahnesi saydığım için aslında hicap duymalıyım. Aslında dizi kendi içinde hicap duysun, bana ne. Ben de bilirim ki kalabalık kadrolu dizilerde verim esastır. Ancak verimli olunması gereken asla asıl çift değildir. Pen&Colin kendi sezonlarında yan çiftten daha aşağı seviyeye kadar düşecektiyse, dizilerin reklam propagandalarını çekilen dizinin içeriğine göre yapmak çok daha sağlıklı olur. Geçen sezonlarından tek farkı, Colin’in bakış problemleri, öpüşmeleri ve 2 adet sevişme sahnesi ise, en temizi ‘Whistledown’u afişe ediyoruz’ ile sunum yapılması beklentileri olması gereken düzeye düşürürdü. Gerçi bir ölçüde böyle oldu da. Ancak dengeli bir aktarım olacağını da düşünmüştüm. Burada Colin karakterine can veren Luke Newton’a ayıp edildi zannımca. Dizinin adı Bridgertone. Karakterin adı Colin Bridgertone. Ama Colin’e ulaşmak çok zorlaştırılmış. Colin’in en azından Pen’e karşı duyguları konusunda beni ikna edemeyen yapısına dayanarak diyorum ki, bize geçirilemeyen duyguların müsebbibi oyuncu değil, onun ekran süresi ve dizide yazılan senaryodur. Nicola&Luke’u dizinin PR ve tanıtım galalarında dizideki sürelerine göre daha fazla gördüm. Ve bunları izlemekten kaçınmıştım ki sezonun büyüsünü kaçırmayayım. Bilseydim gerçekten bunları izlerdim. En azından uyumlu iki insanı ekranda daha uzun süre görmüş olurdum. En iyisi çift ve Colin konusundaki eleştiri düzeyini burada tutayım.

 

 

Pen, 3 sezon boyunca geçirdiği dönüşümün en büyüğünü sanırım bu sezon bizimle paylaşabildi. Bu noktada Colin’e de emeğini teslim etmeliyiz. Colin’i açıkçası karşı dairenin züppe ve şımarık çocuğu olarak mimlemeye daha yakındım. Bilirsiniz bu tip özgüvenli görünen züppelerin her zaman ilgi çeken bir tarafı vardır, bu çabasız olur. Yurtdışına çıkışının ona sezonun en ilgi cezbeden adam olma şerefini bahşetmesi, belli bir auraya sahip olması bu ikinci parttan sonra artık bana pek yapay görünmedi. Gezisi, Colin karakterine bir katman daha eklemişti zaten. Penelope ise bu çekiciliği besleyen en önemli unsurdu, çünkü onun ilham kaynağıydı. Demek istediğim şu aslında: Bir bütün olarak ele alındığında Colin’in çekiciliği en azından benim için Pen’i seçmesinden ve ne olursa olsun onu bırakmak istemeyişinden geliyor. Ayrıca Pen’in onu görüş şekli benim de fikrimi sanırım bir noktada etkilemiş olabilir. Yine de gerçeklik kontrolünü Colin üstünden yapacak olursam, Colin bir ölçüde Penelope ile var olabilen bir karakter, kendisinin de kabul ettiği bir zayıflığı var. Pen’in ona güç verdiğini görebiliyorum. Bu kötü bir şey değil. Bazen ilişki dinamikleri ve karakterler tam da böyle kurulur. Penelope orada onun için olmasaydı veya yurtdışında yaşadıklarını günlük haline getirmeseydi yine sadece züppe olarak adlandıracağım kesindi. Yazarlık performansının bir kısmını bizimle paylaşmış olması üzücü. Belki biraz daha edebi üslubunu tanıyabilirdik. Penelope’yi hep biliyorduk malum. Bu arada dizide saygısızlık argümanının kullanıldığı yeri tekrar gözden geçirmek istiyorum. Pen’in Colin’in kendisini tanıyamadığını söylediği, ilgi çekme çabası olarak adlandırdığı durum bana yine de çok anlamsız bir sorgulama gibi gelmiyor. Yani sapla samanı birbirine karıştırmayalım. Yurtdışı maceralarının ardından duygusuz bir Kazanova olmak ile çekici/özgüvenli olmak bambaşka şeyler. Colin’de Marina’dan sonra ona kalan soğukluğu elbette görüyordum ancak fıtratında var olan sıcaklık Pen’in aşık olduğu şey aslında. Bunu son dörtlünün sonunda geri kazandığımız için de Colin’in yapay olmadığını söylüyorum. Hem de insanlara belli sınırlar koyarak ve muhtaç olmayarak istenen sıcak karakterine kavuştu.

Yazının ilk bölümünü okumuş muydunuz? BRIDGERTONE – Dearest Gentle Reader

 

Gelelim sezonun diğer karakterlerine.

 

 

Öncelikle Eloise ile başlayacağım. Kesinlikle istemeyeceğim tarzda bir arkadaşlık ve görümcelik örneği göstermesinin yanında Bridgertone laf cambazlığını üstünde taşıyan ılık su solculuğundan bir ölçüde sıkılmıştım. Penelope konusunda bir noktaya kadar haklı olduğunu biliyorum tabi ama Pen’e ‘Colin senin LW olduğunu öğrendikten sonra sevmeyecek’ demesini haksız buluyorum ve o kadar katılamadım ki. ‘Yalan söyleme, Colin’e haksızlık bu’ de geç. Neden ‘sevmeyecek’ diyor ki? Pen için Colin’in sevgisi henüz çok çok yeni bir bilgiyken, bunu sindirecek bir süre bile geçirememişken, heyecanı daha çok tazeyken gerçeklik kontrolü yapmak Eloise’e mi düştü gerçekten? Öfkesini anlarım, ihanete uğramış hissini anlarım ama hoşnutsuzluğunu böyle sergilemesi onu haklıyken bile haksız yapıyor. Penelope’ye sadece uydu muamelesi yaptığını anladığım bir sezon olduğu için de biraz Eloise’den uzaklaştığımı hissediyorum. Bir koca araması elbette tam Penelope’ye göre olan bir davranıştı. Bunu kendisi arkadaşını iyi analiz edemediği için görememiş ki daha. Kendisi gibi olduğunu düşündüğünü sanıyorum ama sonuçta Pen romantik kitaplarla da ilgilenen bir hanım ablamız. Özgüveni düşük ve şansının az olacağını düşündüğü için somut adımları ancak atabilmiş. Eloise’in çok kendi merkezli bir arkadaşlık anlayışı var. Cressidayla bile böyle götürmeye çalıştı. Kız orada istemediği bir evlilik yapacağını söylüyor. Arkadaşıysa gidip onun için de kafasını çalıştırması gerekirdi. Kendisiyle bu kadar doluyken dünyayı nasıl değiştireceğinden gerçekten emin değilim. Egosu yüzünden atın üstünde durabileceğini bile düşünmüyorum. Sosyetesinin küçük balonu içinde temel bir değere etki etme becerisini kazanabilmesi için bir işe sahip olması gerektiğinin belki farkına varır. Dünyayı değiştirmek için ise öncelikle tanıması gerekiyor. Buna bağlı olarak en azından çevresinde en ufak bir farklılığa sebep olabilirse çok sevinirim. En azından konuşmanın bir tık ötesine geçmiş oldu İskoçya’ya giderek. Umarım aradıklarını bir yerlerde bulabilir.

 

Anthony ve Kate’in hamilelik haberini biraz geç paylaşmak zorunda kalışlarına azıcık üzüldüm. Herkesin kendince önemli bulduğu haberleri ve ajandaları vardı. Öncelikleri ailelerine göre düzenlemeleri onların aileye verdiği değeri gösteriyor. Anthony’nin abilik jestleri o kadar tanıdık ki kendi abimle konuşuyormuşum gibi bile hissettim yer yer. Bu anlamda eşiyle birlikte ailede herkese destek olma çabaları çok değerli. Bunun yanında kendi kurdukları aileleri için Hindistan turuna gitmeleri de ilişki içindeki adaleti yansıtıyor. Anthony’nin ailesine yaklaşımı çok doğru temellere sahip. Hep böyle ilerlemesini umuyorum. Zorla kazanmış olsalar da mutluluğu bulmuş olmalarına çok seviniyorum. Tamam, geçen sezon için favorim değillerdi. Ancak ekranda kapladıkları yerden asla rahatsız değilim. Colin’in bir sıkıntısının olduğunu öğrendiklerinde, düğüne erken gelmeleri ve konuşmaları bence bir ölçüde yönlendiriciydi. Bu anlamda da aile vurgusunun farklı kardeşlerden gelen tezahürlerinden biriydi. Colin kardeşlerinden destek gördü evlilik sürecinde malum. Benedict oradaydı. Eloise de sonlarda orada olabildi. Bu açıdan Bridgertonelar aile yönünden çok sağlıklı ilişkiler kurmuş aslında. Colin’in saçma arkadaşlıkları yerine 8 kişiden oluşan aşiretimsi ailesi bence yeterliydi her yönden. Ayrıca annesi Violet ile gerçekten dertleşebilmesini de çok isterdim.

Bir üst jenerasyonda ise Violet ve Lord Anderson arasında bir şeylerin geçeceği çok belli gibi. Lady Danbury ile erkek kardeşi arasındaki çekişmenin altını doldurdukları için çok sevindim. Violet adamdan etkilendiğini çok açık etti. Dans ettiklerine göre ikinci baharın vakti gelmiş diyebiliriz belki.

 

 

Geçen yorumda Benedict’i bir yere koyamıyorum derkenki kastım, Francesca ile beraber Mayfair’e LGBT bayrağı dikmesi değildi bu arada. Tabi ki arayış falan normal de sayısı biri geçen ve gereksiz üçlü sevişme görmek de tam olarak Benedict’in gitmesi gereken yolu tarif etmiyor sanki. Birisi el atacaksa Violet el atsa çok iyi olacak bence. Sonuçta bir Bridgertone kolay yetişmiyor. Kendisinin bağlılığa hazır olmayışını düşünürsek mümkün olabilecekse önümüz sezonda başını bağlamaya yaklaşabiliriz. Gerçi Brokeback Dağı’nı arkada sürekli izleyen bir kafayla karşı karşıyayız belli ki. Emin de olamıyorum asla.

Francesca’ya gelirsek herkesin ilişki dinamiği herkesinkine benzeyecek diye bir şey kesinlikle yok. Kilmartin ile özel bir dil kurduğunu düşünerek evlilik kararı almasını biraz acele edilmiş buldum. Sanki kendisi de Lord Kilmartin’den tam olarak emin değilmiş gibi göründü bana. Anası Violet’e bir şeyleri ispatlama peşine düşeceğine bazı şeyleri kafasında toparlaması gerekiyordu bence. Kız güzel olduğu için bir ölçüde şekilci davranarak taliplerini yanına yakıştıramıyordum ancak başımıza beterin beteri gelebilir. Micheal Stirling’e en yakın kavram şu an Micheala Stirling malum. Gerçekten dizinin genel bir montaj kurbanı olmasının yanında karakterlerin de bir tür montajlamadan geçmesi beni çok geriyor. Şu ana dek hetereseksüel karakterlerle kurulu bir evren içerisine öyle istendiği için öylesine yerleştirilmiş hikâye aksları ve eğilimleri hissediyorum. Umarım hislerimde yanılırım. Bu arada herkesin elbette söz hakkı var. Ama elimizde kitaplar ve olaylar varken, yapılanlar ufaktan bir saygısızlık olmuyor mu? Gerekliyse olmalı tabi ama Netflix’te yayınlanan içeriklerdeki genel hikâye desenlerinden ve kalıplarından gerçekten çok sıkıldım. Popülist ve bir yandan da propaganda amacı güdüyor. Tuhaf ve rahatsız edici olan bu.

 

 

Sözlerimin sonuna gelirken tekrar Polin’e dönmek istiyorum. Evli mutlu çocuklu çiftimizden geriye kalan pencere önündeki öpüşmeleri, aslen ilişkilerinin de bir özeti niteliğinde bana kalırsa. En azından anlamlı bir mekansallıkla son buldu bu sezon.  Pen’in sonunda dış seste dahi kendi sesine kavuştuğunu da gördük. Öyleyse onun sözleriyle bitireyim bu yazıyı.

 

Sevgili nazik okuyucu, birdenbire dilim tutuldu. Suskunluğumun nedeni müstehcen çiftleri koruma arzusu değil. Gerçi kulağıma birkaç fısıltı geldi. Suskunluğum neşeden geliyor. Bu yazarın kendisine haksızlık ettiğini düşünen herkese samimi özürlerimi sunarım. Sizin için her şeyin en iyisini dilerim. Geleceğe bakmanın zamanı geldi. Ne getirirse getirsin. Bu yazar gelecek tahmininde bulunmanın faydasız olduğunu iyi bilir. Ama kapanan her bölümle hikâyenin daha zenginleştiği ve derinleştiği muhakkak. Birlikte uzun bir yolculuk yaptık. O yüzden bu son ve inanılmaz derecede kısa cümleyi yüreğim acıyarak Leydi Whistledown olarak söylüyorum. Hoşça kalın. Edebi kişiliğim emekliye ayrıldığına göre kendimi resmi olarak tanıtayım. Eskinin mahcup kızı, şimdinin gazete yazarı, gözlemci, kalem erbabı. Çok özel biri değilim ama iyi anlarım da var. Umarım sevgili okur, yolculuğumuzun sonraki kısmında siz de benimle o anların tadını çıkarırsınız.

Saygılarımla.

Penelope Bridgertone.

 

Bu ana kadar okuyabildiyseniz sabrınız için çok teşekkür ederim. Bridgertone için yine de herkesin emeklerine sağlık. Hoşça kal kısa ama etkileyici bir kelimeye dönüşebildi bu sezon sanırım. Öyleyse siz de hoşça kalın…

 

Diğer Yabancı Dizi Yazıları için: Tıklayınız

Noel Pazarları
AVRUPA – En Güzel Noel Pazarları
sığacık ada masalı
SIĞACIK SEFERİHİSAR – Ada Masalı’nın Çekildiği Yer, Nam-ı Diğer Kırlangıç Adası
Alaçatı Tatil
ALAÇATI – Sanki Ege’de bir Vaha
gezdim gördüm san diego
AMERİKA – San Diego
Mekanlar Tarifler
Sütlü Tatlı
Yılbaşında Yapabileceğiniz 5 Şahane Sütlü Tatlı
LONDRA – Londra’da Öğleden Sonra Çayı
künefe
Bir Değil İki Değil Çok Çeşitli Künefe
BRIDGERTONE
BRIDGERTONE – Gölge Oyunları
BRIDGERTONE – Dearest Gentle Reader
Şimdiki Aklım Olsaydı (Si lo Hubiera Sabido)
ŞİMDİKİ AKLIM OLSAYDI (Si lo Hubiera Sabido) – Ne Dilediğine Dikkat Et!
Poldark
POLDARK – Korkunun, Umutsuzluğun ve Sevginin Derinliklerinde
bergen
BERGEN – Bir Tek Şarkı Söylerken Utanmadım Ben
romantik komedi filmler
Latte Kıvamında Romantik Komedi Filmleri
Yarına Tek Bilet Elle Çekim
YARINA TEK BİLET – Belki de Karşılaşmalar Tesadüf Değil Kaderdir
BİZ BÖYLEYİZ – Olsaydı Nasıl Olurdu?
Deli Bayramı
DELİ BAYRAMI – Kim Akıllı Kim Deli, Nasıl Ayırt Etmeli?
evlat oyunu
EVLAT – Her Şey Çok Zor
übü hep übü
ÜBÜ HEP ÜBÜ – Übülük Müessesesi Üzerine
yaşamaya dair
YAŞAMAYA DAİR – Yaşamayı Ciddiye Alacaksın
Copy link
Powered by Social Snap