Sefirin Kızı’nda 42. Bölüm ile uzun zamandan sonra reytinglerdeki artış sevindirici, hikaye geliştikçe daha da güzel olacak… Total’de 3,69 reyting ve AB’de 2,63 reyting ile 15. ve ABC1’de 3,37 reyting ile 13. oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Diziye yönelik değişiklikler yapılmaya başlanalı neredeyse iki ay oldu. Ancak bu değişikliklerden ötürü diziye yöneltilen eleştirilerde herhangi bir azalma yaşanmadı. Hatta azalmanın aksine eleştirilerin hızlanarak büyümeye devam etmesi, aslında sosyal medyanın nasıl tehlikeli bir iletişim aracı olduğu konusunda insanı düşünmeye sevk ediyor. İnsanın izlediğini her zaman beğenmesi beklenemez elbette. Ancak gelen eleştirilerin büyük bir çoğunluğunun artık diziyi takip etmediğini iddia eden eski izleyicilerden gelmesinin çok ilginç ve de düşündürücü olduğu da inkâr edilemez. Ancak onların unuttuğu şey, bu hikâyenin Alaca Kuş’un olduğu kadar Efe’nin de hikayesi olduğuydu. Şimdi Sancar’ın hikayesini anlatma zamanı.
Geçen bölümde velayet davasından söz ederken Melek’in babasından ve evinden zorla koparılacağını ima eden bir resim kullanmıştım. Nedeni de bu velayet davasının ve Güven’in Efeoğlu konağından Melek’i alarak çıkmasının daha önce de yaşanmış olmasıydı. Eskiden yazılan hikâyeye dikkat etmiyorlar diye eleştirenlere inat, yeni senaristler senaryolarını yazarken devamlı olarak bu eski hikayelerle aralarında paralellik kurma peşinde koşuyorlar. Şu anda anlatılan her şeyin aslında geçmişte kökleri olduğu mesajını verir gibi sonsuz bir dejavu hissi uyandırıyorlar görmesini bilenlere.
Kendimi bir anda dizinin üçüncü bölümünde buldum. Geri dönüp o sahneyi izledim. Ve o kadar ilginç ki bu defa bir öğleden sonra çocuk hizmetlerinden bir görevli ve polis eşliğinde kapıya dayanan Güven’in sahnesinde ufak tefek nüanslar mevcuttu. Bu defa annesi yanında olmayan Melek için savaşan koca bir Efeoğlu ailesi vardı kapıda. Öncelik de babaannesi Halise hanımdaydı. Kim derdi bir gün Halise’nin ağzından çıkan kelimelere hak vereceğimi. Cehennem buz tutmuştur herhalde.
Halise biz izleyicilerin içinden geçeni bir hışımda Güven’in suratına söyleyiverdi. Onlar Melek üzülmesin diye insanlık etmiş ve onun konağa gelip Melek’i görmesine izin vermişlerdi. Sonuçta hiçbir dedelik vasfını yerine getirmemiş olsa da o Melek’in dedesiydi. Ancak o bu iyiliğe her zamanki gibi “nankörlük” ederek karşılık verdi. Bundan dolayı ne zaman Güven hakkında konuşmaya başlasam tarafsızlığımı kaybediyorum. Acaba çok mu yükleniyorum diye düşünüyorum bazen. Sonra böyle anlar geliyor ve ne kadar haklı olduğumu hatırlatıyorum.
Melek’i almaya geldiğinde söylediği sözlere sinirlenen Yahya, yeğeni Melek’i vermemek için Güven’in üstüne atıldığında olanlar oluyor. Ve kazayla onu durdurmaya çalışan Melek’i itekleyerek düşmesine neden oluyor. Yahya’nın niyetinin iyi olduğunu biliyorum. Hatta uzun zaman sonra ilk defa yeğenini düşürdüğü için içinin acıdığını görerek ona üzüldüm ama doğru yol bu değildi. Zira tam da o sırada gelip kızının gitmesini engellemeye çalışan Sancar’a sosyal hizmetlerden gelen kadının yaptığı uyarı da bu yöndeydi.
Sancar kızına düşkün her baba gibi aslında kelamını anlatma derdindeydi, haklıydı da. “Kızının evi orasıydı” herkes tarafından sevildiği, değer verildiği hatta yuva sıcaklığını hissettiği ilk ev orasıydı. Babalarına düşkün kızlar ne dediğimi daha iyi anlar ama bir kız çocuğu için en iyi yer babasının kanatlarının altıdır. O yüzden de karşı çıkması çok normaldi. Ama bu durum karşısında bile ilk öncelliğinin Güven’e olan nefreti değil de kızını teselli etmeye çalışması olması bile aslında hakkında bilinmesi gereken her şeyi söylemeye yetiyordu.
Bu defa Melek de farklıydı. İlk seferinde “Baba beni kurtar” diye bağırarak ağlayan Melek, bu defa yaşananları tetikleyenin dedesine gitmiş olduğu gerçeği olduğunun bilinciyle daha sakindi. Babasının onun velayetini alabilmesini zorlaştırmamak için dedesinin aracına kendi rızasıyla bindi. Ancak ne onun gönlü ağlamamaya ne de Sancar’ın gönlü onu, Güven ile yalnız bırakmaya dayanabildi. Seni mutlaka geri alacağım diye kızına umut olmaya çalışan Sancar, Güven ile Melek’in peşine düşerken olay çıkarmaması için onun peşine düşen de Kavruk’un ta kendisiydi. Bu sahneleri gördükten sonra Kavruk’un kesinlikle “dostluk” kavramının ötesinde adeta “kardeş” nasıl olur dersini verdiğine ikna oldum.
Sancar Melek’i götürüldüğü eve kadar takip ettiğinde bir sürprizle daha karşılaştı. Varış noktası Işıklı ailesinin eski eviydi. Aynı anda evi ona satan Müge de bir sürprizle karşı karşıyaydı. Güven dediğini yapmış ve Melek’i alarak bu evde kök salmaya karar vermişti. Sadece ben değil bunu babam da onaylıyor, ne zaman Müge’yi görsem işi insani duyguları çözümlemek olan bir insan için fazlasıyla saf olduğunu düşünürüm. Üstelik karşısındakinin niyetini anlayamamış olmak konusunda kendine özgü bir yeteneği var. Yoksa kim olduğunu bile bile Güven ile son zamanlarda geliştirmiş olduğu bu dostluğu başka türlü açıklamak mümkün değil.
Yeni senaristlerinden kaleminden çıkan fikirler içinde belki de en nefret ettiklerimden biri Güven ile Müge arasındaki dostluk ilişkisidir. Nare’yi dinlemesine ve dertlerinin kökeninin babası olduğunu bilmesine rağmen torunu konusunda niyetinin iyi olduğuna nasıl inanır aklım almıyor. Anlayabilen varsa da beri gelsin. O yüzden de Işıklı ailesine her şeye rağmen kendi ailesiymiş gibi davranan Sancar’ın Müge’ye yönelik sitemini çok haklı buldum. Sancar ona her konuda arka çıksın, o nasıl olur da Güven ve velayet sorunu hakkında Sancar’ı uyarmazdı. Sancar bunu öğrenince Müge ile gerilen ipler kopma noktasına gelir mi merak ediyorum.
Olan Melek’e olacak dediğimde velayet savaşlarını hiç düşünmemiştim ama annesi tarafından terk edilmiş bir kız çocuğunu babasından da ayırıp böylesi bir travma ve strese maruz bırakmak tam da Güven gibi kendinden başka hiçbir şey düşünmeye bir adama göreydi. Sorarım size karşısında böyle bir adam varken Sancar nasıl içi rahat bir şekilde kızını ona teslim edip o evinden önünden ayrılsın? Senaristleri tam da Sancar’ın babalığının eleştiriler aldığı bir dönemde asıl kötü babanın nasıl olduğunu seyircilere gösterdikleri için tebrik ediyorum.
Halise’ye bölüm başında bir hak verdim ya beni pişman etmese olmazdı. Daha torununun konaktan ayrılmasının üstünden birkaç dakika geçmişti ki hemen konakta suçlamalara başladı. Suçlamalara başladı dediysem de inanmayın. Onun bu yaptığı düpedüz “cadı” avı. Etrafınızda mutlaka öyle insanlar vardır. Kendi suçlarını başka insanların üstüne atarak zeytin yağı gibi üste çıkmaya çalışırlar. Bu hikâyede o insan Halise. Kendisi nerede gereksiz bir konu var onunla meşgul oluyorken çocuk yetiştirme konusunda hiçbir deneyimi olmayan Zehra ve Elvan’ı emanetine iyi bakmamakla suçluyor.
Daha önce de çocuk yetiştirme konusunda ne Halise’nin ne de Güven’in iyi olmadığını belirtmiştim. Halise kendi çocuklarını bile yanlış yetiştirmiş bir kadın. Yahya’dan kısır olduğunu saklamak Efeoğlu aile ismine söz getirmemek için babalık testi sonuçlarını değiştirmek, büyük oğlunun peşine adam taktırtıp hiç tanımadığı ve tanımaya bile çalışmadığı bir kadını buradan göndermek için entrikalar çevireceğine torunuyla ilgilenseydi. Zehra’yı nefes aldığı bir iş alanı olduğu Elvan’ı da boşanma sonrasında kendine bir hayat kuruyor diye suçlama hakkı yok. Elvan ne yapsın yani bir ömür eski eşinin ailesiyle hiçbir şey olmamış gibi yaşasın.
Annesinin detayları düşünmeden ardında bıraktığı kıza sahip çıkmak için Elvan’dan bütün hayatını bir kenara kaldırmasını beklemek çok bencilce. Kendi işini kurup ayaklarının üstünde durmaya çalıştığı hatta kendine yeni bir hayat kurduğu için kimsenin onu suçlamaya ya da ona kendini suçlu hissettirmeye hakkı yok. Hele de kendi yapması gereken şeyi Elvan yapmadı diye “tevekkeli değil Allah sana çocuk vermedi” demeye hiç hakkı yoktu, aslında çocuğu olmayanın Yahya olduğu da düşünülünce. Elvan’ın yerinde olsam, bir daha konağa adımımı atmazdım. Zaten konakta kalmasının altında da yalnız kalma korkusu var. Umarım en yakın zamanda bu korkuyu yener de o evden gider.
Sancar kızını geri almanın peşinde koşuştururken Mavi, her şeyden habersiz bir şeyler yazmakla meşguldü. Mavi’nin bu yazma alışkanlığı nereden geliyor bilmiyorum ama bu şekilde Sancar’a mektuplar yazan Nare ile benzer olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Mavi artık her ne yazıyorsa onları yırtıp yakma ihtiyacı duymuyor üstelik parmağındaki yüzüğü de çıkardı. Umarım bu iyiye işarettir. Zira Bora her ne kadar Sancar ondan hazzetmese de iyi bir komşu. Apar topar giden Elvan ve Melek’in ardından olanları o kadar merak etti ki Mavi’ye Sancar’ı aramasını söyledi. Ancak sahildeki son karşılaşmadan sonra Mavi Melek’i merak etmesine rağmen bunu yapmaya çekindi. İş dükkân sahibini arayarak Elvan’ın numarasını alan Bora’ya kaldı.
Bora Bodrum dolaylarında haberlerin ve dedikoduların ne kadar hızlı yayıldığını bu bölgeye taşındıktan sonra ne kadar iyi tecrübe etmişse, Efeoğlu konağında neler olup bittiğini öğrenmek için kahvehanelerde dolanmayı teklif etti. Öğrendiği ise bu havadisi ulaştırmak için doğrudan Mavi’nin yanına koştu. “Sancar Efe’nin kızını alıp dedeye vermişler. Bir velayet davası varmış ortada zaten” cümlesi dudaklarından döküldüğü anda kızının velayetinin kendisinde olmadığı o babayla arasında hemen bir bağ kurdu. Tam da o anda velayetin ne kadar zorlu bir süreç olduğunu bilen Mavi ile kendi geçmişine doğru bir yolculuk yapmaya başladık.
Bölüm boyunca Mavi’nin geçmişine yapılan bu geçişler o kadar iyiydi ki bu konudaki başarılarından dolayı kurgu ekibini tebrik etmek istiyorum. Bu geçmişe yönelik sahnelerle birlikte hem Mavi’nin ölmesini dileyecek kadar nefret ettiği eski eşinin kim olduğunu hem de kendisine neler yaşattığını ana hatlarıyla da olsa görmüş olduk. Mavi kendini boşadığı için egosu zarar gören her özgüvensiz adam gibi kapısına dayandığı eski eşinin gözleri önünde öfke nöbeti geçiren, onu bencil olmakla suçlayan, kızının velayetini alacağını söyleyerek tehditler savuran bu eski eş, bir de utanmadan Mavi’nin mahkemeyi kandıran bir şeytan olduğunu iddia ediyordu. O yüzden de Mavi’nin bu laflar üzerine Sedat’a kafa tutması gerçekten çok hoşuma gitti.
Kavruk’un evin önünde nöbet tutacağına ve gözünden düşen bir yaş gördüğü taktirde mahkeme kararını dinlemeyip eve girip Melek’i alacağına dair söz vermesinden sonra Sancar, avukatlarla görüşmeye zeytinliğe gitti. Kavruk’un gerekirse Güven’i vurur hapiste de yatarım demesi, Melek’in babası dışında kulübeye neden sadece Kavruk’u kabul ettiğini daha iyi anlamamı sağladı. Sancar, olan bitenden habersiz bir şekilde gafil avlanmasına neden olan avukatları olanları neden ön göremedikleri konusunda bir güzel haşladı.
Sosyal medyada bu konuda Sancar zeki ve hep bir adım önde olan bir adamdı. Yeni senaristler onu ne hale getirdi şeklinde birçok eleştiri yapıldı. Ben konuyu şu şekilde yorumladım: Sancar başarısız olan kaçırma girişiminden sonra böyle bir velayet davasıyla karşılaşacağını biliyordu hatta avukatına talimatta vermişti. Ancak Güven’in bu girişimlerine bu kadar çabuk ve sinsice gizliden gizleye başlayacağını bilmiyordu. Melek’in velayetinin Sancar tarafından Nare’ye bırakıldığı detayını unutmayan yeni senaristler, Sancar’ın olan bitenden habersiz olmasını davanın Nare’ye açılmış olmasına bağlamak gibi mantıklı bir açıklama ile geldiler.
Sancar, kızının yanından alınmasına neden olan hakkında toplanmış delillere baktığında Melek’in Mavi’ye git dediği videoyu da gördü. O görüntü mahkemede bir geçerlilik sahibi değil ve ben ona baktığımda sadece annesini doğal olarak özleyen bir kız çocuğuyla birlikte özel hayatın gizliliğine karşı bir ihlalden başka bir şey görmüyorum. Hakkındaki delillere rağmen söz konusu kızı olduğunda yılmayan Sancar, Güven’in geçmişteki kumar bağımlılığı dahil olmak üzere yaptığı tüm kötülükleri ortaya çıkarmaları için avukatlarına talimat verdi.
Sancar’ın zeytinlikte olduğunu öğrenen Mavi daha önce sahilde söylediklerine rağmen zor zamanlarında yanında olabilmek için Bora ile birlikte zeytinliğe gitti. Sancar ile arası iyi olmamasına rağmen Mavi’ye birlikte içeri girmeyi teklif etmesi bence çok hoş bir jestti. Ben biliyorum Sancar ve Bora ileride iki iyi arkadaş olacaklar. Mavi dışarıda bekleyen Bora’ya “Sen bekle. Ben zaten konuşmayacağım. Bir bakıp geleceğim” dedi. Bora’ya bunun garip gelmesini anlıyorum. Zira konuşmayacaksa bir insanın neden içeri gireceğini anlamak susarak konuşmamış insanlar için pek de aklın alabildiği bir konu değil.
Mavi Melek’e verdiği sözü tutmak isterken kendine lanet okuyan ve elindeki bardağı parçalayan Sancar’ı görünce dayanamadı. “Sancar sen ne yapıyorsun? Sen ne yaptın? Hastaneye gitmemiz lazım” diyerek bir hışımla içeri daldı. Ancak Sancar’ın ne bir hastaneye gitmeye ne de elinde parçalanan bardağın neden olduğu acıya tepki vermeye hali vardı. Mavi’nin sanki kendi canı yanıyormuş gibi sanki Sancar ile birlikte o da aynı acıdan mustaripmiş gibi davranması daha önce ifade ettiğim bir özelliğini perçinliyordu: Empati yeteneğini. Sancar’a doğru koşuşturuşundan, eline pansuman yapmak istemesine kadar üzerine titrediği her anda onun acısını bizzat kendi içinde hissettiğine dair en ufak bir şüphem olmadı.
Sancar’ın kızından dolayı elinin acısını görecek gözü yoktu belki ama kızının yokluğu boğazında düğümlenen bir acıydı. O yüzden de “Tutma kendini. Tuttukça daha katlanılmaz olur. Bırak. Ben burada yokmuşum gibi bırak.”” demesi sizin için büyük bir an mıydı bilemem ama benim için bölümün belki de en özel anıydı. Bazen hepimiz başımızı yaslayıp ağlayacak bir omuz ararız. Çünkü ağlamak, hiçbir çaba sarf etmek zorunda kalmadan rahatlamamızı sağlayan en kolay yoldur. Sancar’ın olan biten karşısında en çok ihtiyaç duyduğu şey de yanında ağlayabileceği bir insandı. Her yazımda ifade ediyorum herkese kol kanat geren Sancar’ın omuzuna yaslanabileceği kimsesi yoktu. O insan olduğu için Mavi’yi izlemeyi bir ayrı seviyorum.
Erkeklere daha çocukken güçlü olmaları ve asla ağlamamaları öğretiliyor ama kimse onlara onların da insan olduğunu hatırlatmıyor. Onların da kırılgan olabilecekleri, duyguları olduğunu ve bunları hissetmeye hakları olduğu öğretilmiyor. Ama günün birinde bir kadın geliyor ve gözlerinin içine bakarak canının acıdığını anlıyor. Sana ben yokmuşum gibi acını yaşa diyerek nefes alabileceğin bir alan sağlıyor. Bence bu büyük ve kıymeti bilinmesi gereken bir nimet.
Boğazda düğümlenen acının atılmasını izleyen Sancar’ın hayatındaki bütün kadınlara yönelik hesap sorma sahnesine şahit olma şansına eriştiğime mutlu oldum. Cevabını bildiği halde Mavi’ye “Neden gittin? Neden anlatmıyorsunuz ya? Böyle elinizi kolunuzu sallayarak gitmek kendinizi güçlü mü hissettiriyor? On yaşındaki haliniz bile aynı. Küçük hanım gecenin bir vakti çekip gitmiş. Kimse Sancar’ı düşünmesin. Kimse Sancar’ı dert etmesin” derken ben kendisine hak verdim. Hayatındaki bütün kadınlar bir anda gitmeye hazırlar. Yirmi yıllık ömrüm dediği Nare bile yılda sadece birkaç gün gördüğü sonrasında ise onu arkasında bırakan bir aşktı.
Onlar gitmeye alışmış da Sancar da hep gitmelerine alışmış, değil mi? Hayatındaki kadınlar genellikle gittikleri yerden dönmediklerinden tüm birikmiş kırgınlığını Mavi’de dile getirmesi bana mantıklı geldi. Ancak bölümün en özel anı kendini bırak ise en eğlenceli anı da “Madem veda ediyorsun neden öpüyorsun? Öpüyorsan neden veda ediyorsun?” anıydı. O anki bakışlarını görüp de Sancar’ın etkilenmediğini ya da Mavi’ye başka bir gözle bakmadığını söyleyecek insan ya kendini kandırıyordur ya da bu işlerden anlamıyordur, diyorum.
Sancar Melek’in de Mavi’nin de kendine anlatmadıklarından dolayı yaralanmıştı. İlk defa tüm çıplaklığıyla kendisiyle yüzleşti. Ben “gerçekten de bir kadın yok eden bir adam mıyım” diye. Sancar sadece hep kaybetme korkusuyla yaşamış ve bu yüzden de kendini korumak için etrafına kalın duvarlar örmüş bir adam sadece. Bunu görüp ona dürüst olan bir Mavi var yanında, bu sayede de kendiyle yüzleşebiliyor. Mavi Sancar’ın neye ihtiyaç duyduğunu anlayabilen bir kadın. Gerektiğinde kırgınlıklarını bir kenara bırakabilen bir kadın. O yüzden de kendisine en çok ihtiyaç duyduğu gecede Sancar’ı asla yalnız bırakmayacak bir kadın.
Eski senaristler bize böyle sahneleri neden yazmadı peki? Uçurumdan değil; birbirlerini anladıkları bu küçük anlardan söz ediyorum. O kadar zor muydu? Büyük büyük hareketlere avazı çıktığı kadar bağırmalara ihtiyaçları yoktu ki âşık olmak için. Sadece el ele tutuşup konuşmadan birbirlerinin gözlerinin içine baksalar da olurdu. Sancar ve Mavi de ne kadar güzel oldu inkâr edilemez bir şekilde gözümüzün önünde.
Sancar Güven’in aslında kendi kızının tecavüzüne bile göz yummuş bir adam olduğunu ve bunu gizlemek konusunda ne kadar iyi olduğunu anlattıkça Mavi’nin geçmişinden kareler görmeye devam ettik. Bu sefer evli oldukları bir zamana ait bir arkadaş toplantısıydı. Dedim ya bazen kadın düşmanlığını tetikleyen neden belli bir coğrafyada geleneklerle yetiştirilmemiz değildir; ne kadar eğitimli olursa olsun özgüveni eksik ama egosu yüksek her erkek kendinden daha başarılı olduğu için bir kadına düşman olabilir. Arkadaş ortamında yapılan muhabbette herkes karısının başarılarını övdüğünde onun gururlanması gerekirken önce güzel görünüyorsan ne söylediğinin pek de bir önemi yoktur gibi bedeni objeleştiren bir ifade kullanması sonra da ben yaş tahtaya basmam şeklinde bir söylemde bulunması aslında ne kadar da “ezik” bir adam olduğunu ortaya koyuyordu.
Üstelik kendisine sadece evde arkadaşlarla yemek planı yaparken kendisine de sorması gibi makul bir istirhamda bulunan karısına ben ne istersem onu yaparım. Evime birini çağırırken sana mı soracağım. Benden daha başarılısın diye kendini benden daha üstün mü görüyorsun diye avazı çıktığı kadar bağırmasına inanamadım. Hele de bir iş seyahatinin altında sen kimlerle birlikteydin diye hesap soran bir üslubun çıkması ve üstüne yürümeye kalkması atalarımız boşuna dememiş “okumak cehaleti giderir, eşeklik baki kalır” diye.
Gece hep Sancar’ın paylaşımlarıyla mı geçecek daha önce içindekilerini paylaşma imkânı bulamayan Mavi de anlatmaya başladı. İlk olarak yüzüğünü neden çıkardığından söz etti. Daha sonra ise hayatın dileklerimize nasıl şekil verdiğini dile getirdi. Kocasının ölmesini isterken kızının öldüğünü anlattı. Kocasının aslında tam olarak da Güven gibi bir adam olduğundan söz etti. Hatta kocasının yaptığı ve kızını kaybetmesine neden olan kazayı bile anlattı. Aklıyla alt edemediği eski karısını kızını elinden alarak ehlileştirmeye çalışan Sedat’ın, Mavi’nin “kızımı bana ver” şeklinde bağırmalarının hemen ardından tam da gözlerinin önünde yaptığı kazayı. Düşünmesinin bile acı verici olduğu bu anı gördükten sonra onun neden kendini suçladığını daha iyi anladım.
Çok sıradan bir günde kaşla göz arasında yitirilen bir hayat insana beş dakika erken gelseydim neler yapabilirdim diye ister istemez düşündürüyor. Hayatındaki küçük bir iniltiyle birlikte insan hiç ummadığı bir anda sevdiklerini kaybedebiliyor. Üstelik bütün bunların nedeni de bir zamanlar sevip evlendiğin tanıdığını düşündüğün bir adam yüzünden oluyor. Bunun için Mavi gibi bende kızlarımızı masallara inandıran toplumu suçluyorum. Herkes beyaz atlı prensini bulmayı anlatıyor ama evlendikten sonra o mutluluğun nasıl sürdürüleceğini ya da evliliğin nasıl bir şey olduğunu anlatmıyor. Hayatını birleştirdiğin insanın yanlış bir seçim olduğunu anladığında hayatının nasıl bir enkaz haline gelebileceğini söylemiyor.
İnsan gerçekten de ne dilediğine dikkat etmeli. Zira kelimeler ağzımızdan döküldükten sonra kendi gerçekliklerini yaratmaya başlıyorlar. Sonra bir bakıyorsun, o sözcükler tamamen senden bağımsız bir şekilde hiç düşünmediğin yerlere gitmiş. Kelimelerin değerini bilme konusunda Mavi de benim gibi düşünüyor olmalı ki yaşadıklarını yazdığı defteri okuması için Sancar’a verdi. Mavi’nin yazmayı seven bu yanının Nare’ye benzediğini söylemiştim. Ancak Nare’nin “ben sana sadece güzel şeyleri yazdım” şeklindeki anlayışının aksine içinden geleni olduğu gibi yazıya dökmesi bana daha gerçekçi geldi.
O yüzden Sancar da Mavi’nin bu doğallığı karşısında kendini olduğu gibi ifade edebiliyor. Bunu Sancar kendi de “Şimdiye dek konuşabildiğim tek kadınsın” diyerek itiraf ediyor. Ne diyebilirim ki hayatta gerçekten de bazı soruların cevapları yok tıpkı şu dünyada tesadüflerin de olmadığı gibi. Neden o? Neden şimdi? Söz konusu insan kalbi olduğunda bu soruların bir cevabı olmuyor. Doğru an ve doğru insan vakti zamanı geldiğinde sen istemesen de bir şekilde seni buluyor. O yüzden neden Mavi diye sormanın hiçbir anlamı yok. Hayat bir avuç işaretlerden ibaret ve insan o işaretleri bir kere gördükten sonra hiç görmemiş gibi davranamıyor. Mavi’nin başını Sancar’ın omuzuna dayaması, Sancar’ın hazır olduğunda anlatırsın demesi hep buna işaretti aslında.
Spot ışıklarının üstünde olduğu her anda Zehra’nın aslında ne kadar cesur bir kadın olduğunu belirtiyorum. Düşündüğünü ve hissettiklerini ifade etmekten asla çekinmeyen Zehra, bu sefer annesine abisini savunmak için kafa tutuyordu. “Sancar abim taştan heykel olsun. Hiç acıda çekmesin istiyor musun? Ona hiçbir duygu işlemesin. Üzülmeye de sevilmeye de hakkı olmasın mı? Nare kendi isteğiyle çekti gitti. Kendine yeni bir hayat kurmak istedi, kız. Abim ne yapsın? Nare’nin arkasında bıraktığı enkazda nöbet mi tutsun? Bu adam yeterince acı çekmedi mi? Zaten abim kızına tapıyor. Melek için her şeyi yapar. Ama sırf bunu sana ispat etmek için başka birine karşı bir şeyler hissetmesin mi?” o kadar güzel bir savunma ki üstüne söylenebilecek bir şey olduğunu sanmıyorum. Bu evde gerçekten de Sancar’ı anlayan ne hissettiğini neye ihtiyacı olduğunu bilen biri varmış dedirtti bana. Tabi bu cevabın aslında seyirciye verilmiş bir cevap olması da cabası.
Sosyal hizmetlerle yapılan görüşmelere gelecek olursak eğer Güven’in konakta kalabalık olmaları nedeniyle Melek’in bir düzeni olmadığından dem vururken Halise’nin evdeki kadınların her birinin kendi koyduğu kurallara uyduğunu söylemesi çok manidardı. Halise’nin hal ve tavrının velayet konusunda bir yardımı oldu mu bilemem ama umut ediyorum ki bu evde baskı olduğu izlenimini vermemiştir. Elvan’ın sözleri de etkili olabilirdi eğer Güven onu köhne bir zihniyetin ürününe çevirmemiş olsaydı. Ne de olsa o da kimsesiz büyüdüğü için sevginin ne kadar değerli olduğunu biliyordu. Ancak boşandığı adamın ailesiyle yaşamasını ailenin “namus” anlayışına bağladığından Elvan’ın evdeki varlığı başlı başına bir sorun haline geldi.
Güven’in tuttuğu bakıcı kurduğu düzenden, vermekte olduğu Fransızca ve müzik derslerinden ve disiplinden söz ederken sosyal hizmetlerin “peki ya, sevgi” diye sormasına o kadar şaşırdı ki direkt olarak benim işim disiplin vermek diyerek topu Güven’e atmış oldu. İçimden sen düzenden ve bütün bir günün planlanmasından bahsediyorsun ama bu çocuk ne zaman oyun oynayacak hesaplamamışsın. Hatta sen karşındakinin bir çocuk olduğunu unutmuşsun diyerek bağırmak geçti ki sosyal hizmetler eminim bu durumu fark etmişlerdir.
Ben en çok da Zehra’nın sosyal hizmetlerle yapmış olduğu görüşmeyi sevdim. Zehra’nın yeğenini ne kadar iyi tanıdığını ve onunla oynadıkları oyunları anlattığı sahne benim için çok değerliydi. Çünkü bazı aileler bu yaşta ne öğrense kardır diyerek çocuklarının aslında birer çocuk olduğunu unutuveriyorlar. Onlar bilgi kadar çocuğun hayal gücünün gelişmesinin de ne kadar değerli olduğunun farkında değiller. Hatırlıyorum da ben o yaştayken neredeyse her hafta yeni bir oyun yaratırdım. Hayal gücümün bir sınırı yoktu. Yaratıcılık için hayal gücünün varlığı çok önemli. Bunun asla unutulmaması gerek.
Sancar’ın Güven’in şiddet eğilimi ve Melek’e kötü davranıldığına dair iddialarına karşı kızını el bebek gül bebek yetiştirdiği ve kızının kendine kötü davranıldığı bir an olduğunu söylediği taktirde onu kendinin bırakacağını söylemesi iddialı bir kapanıştı. Kaldı ki bu ikili içinde ev içi şiddet başvuran biri varsa o da aslında Güven’in kendisi. Çünkü her şiddet biçiminde dayak olması şart değildir. Melek’i saatlerce müzik çalışmaya zorlaması da bir şiddet türü. Melek’e eziyet etmiş oluyor. Onu saçlarını hep aynı şekilde yapmaya ve istemediği şekillerde giyinmeye zorluyor. Onu geçtim karanlıktan korktuğunu söyleyen bir çocuğa “sen benim torunumsun. Hiçbir şeyden korkmazsın” diyerek ışığı söndürüp gitmesi büyük bir acımasızlık.
Kızının yokluğuna ve o adamın elinde olmasına artık dayanacak gücü kalmamış olan Sancar’a kızını yasal bir şekilde alabilmek için çok güçlü bir şansı olduğunu yeniden hatırlatmaya çalıştı. Hayatından daha önce çıkıp giden insanlar gibi kızını alıp buralardan kaçma hayallerine hiç ihtiyacı olmadığı konusunda ona umut aşıladı. Benim de kaçmaya hakkım olsun dediğinde Sancar’a hak vermediğimden değil; kaçmanın hiçbir zaman çözüm olmadığını düşündüğümden bu fikre karşı çıktım.
Sancar için gözlem yapmak adına eve yanaştığında Güven’in gösteriş yapmayı planladığı partisi için Melek’e kemanla eziyet ettiği sahneyi gördüğünde son anılarda su üstüne çıktı. Kızının çaldığı müzik aletini babasına göstermeye çalışırken Sedat’ın elindeki müzik aletini alarak sinirle koltuğun üstüne fırlattığını gördüğümde, sadece kötü bir eş değil; kötü bir baba olduğunu da anlamış oldum. Ancak senaristlerin Fransızca ve müzik eğitimi alan Melek’in karşısına çok iyi Fransızca bilen ve kızına müzik yaptıran Mavi’yi çıkarmalarının bir tesadüf olamayacağını düşünüyorum. Hele de kızın durumunu anladığı halde Sancar’ın duruma müdahale edip velayetini alma konusunda hata yapmaktan korumaya çalışması asla tesadüf olamaz.
Gelelim Mavi’nin “Harley Quinn” olduğu sahneye. Mavi’nin kendisinden pek de beklemediğim bir hareketti. Ama Mavi’nin belli ki tahmin edilemeyen karanlık bir yanı var. Sorun değil aslında hepimizin içinde karanlık bir yan var. Sadece ortaya çıkmak için doğru anı ve insanı bekliyor. Bunun dışında kılık değiştirerek konağa girip Melek’e de makyaj yaparak neredeyse ön kapıdan dışarı çıkarması gerçekten zekiceydi. Ben Melek ile Mavi arasında bir ilişki kurulmasını beklerken onların bu şekilde bir maceraya atılmaları benim için de bir sürpriz oldu. En çok da Melek’in gitmesini söylemiş olduğu Mavi’yi karşısında kılık değiştirmiş bir şekilde görünce olumsuz bir tepki vermek yerine sadece “neden gitmedin” demesine şaşırdım.
Mavi’nin “burada kalmak istemiyorsan seni alıp çıkarım” sözünün üstüne dedesinin ona yapabileceği kötülükleri ve başının derde girebileceğini söylemesi babasının kızı olduğunu kanıtlar cinsten bir davranıştı. Melek her daim başka insanların iyiliğini düşünen bir kız olacak. Melek aslında dedesinin manipülasyonları olmasa Mavi ile arasında bir bağ kurmaya hazırdı. Bilmiyorum belki de kızını kaybettiği halde hala bir anne olduğunu ve şefkatini hissediyor ama bir şekilde ikisi arasında dertlerinin devasının birbirlerinde olduğu bir bağ oluşmaya başladı. Ve ben her ne olursa olsun Mavi’nin niyetinin Melek’i alıp kaçmak olduğunu düşünemiyorum. Mavi’nin ne dert ortağı olduğu Sancar’a ne de babasının özlemini çeken Melek’e bunu yapabileceği bana doğru gelmiyor. Bu kaçış Güven’i sosyal hizmetler karşısında zor durumda bırakmak ve kaynağının Sancar’a bağlanmamasını sağlamak için yapılmış bir oyun olsa gerek diyerek tamamlıyorum.
Aşk göze değil kalbe görünür. Aşkın gerçekten nasıl bir duygu olduğunu bilenler bu sözün ne demek istediğini daha iyi anlarlar. Gözle görünür, elle tutulur bir nesne olarak ifade edilemeyeceği gibi onun kalbe düştüğünü de ancak o aşkı taşıyan kişinin kalbi bilebilir. Çoğu zaman o insan bile anlamaz o aşkın ne zaman kalbine düştüğünü. Çünkü insanın duyguları söz konusu olduğunda ister altı yıl ister yirmi yıl isterse de iki ay olsun, bir önemi olmaz. Çünkü kalp için zamanın bir hükmü olmadığı gibi mantığı da yoktur. Onun doğru ölçüsü sadece doğru insanın gelmesidir.
Bu hafta velayet davasının neden olduğu karmaşanın en çok da Sancar’ı yaraladığı ve Mavi’nin geçmişini öğrendiğimiz bir bölüm olması nedeniyle aslında bünyesinde ifade edebileceğimiz daha birçok temayı ve anı barındırdığının farkındayım. Ancak Sancar’ın, Mavi’nin ve Melek’in yaşadığı travmaları ifade etmek için onları bu haftalığına bir kenara bırakmak zorunda kaldım. Özellikle de Bora-Elvan ve Zehra-Kavruk ilişkilerini. Umut ediyorum ki haftaya yeni gelişmelerle onlara da köşemde bir yer ayırabileyim. Ve senaristler de diziyi ayakta tutacak bu ilişkilere daha fazla değinme adımını atsın. Şimdilik benden bu kadar diyerek affınıza sığınıyorum.
Göz atmanızı öneririz: Sefirin Kızı Bölüm Yorumları