Teşkilat 8. bölümü ile de zirvede. Total’de 12,00 reytingle, AB’de 12,71 reytingle ve ABC1’de 14,17 reytingle üç grupta da gün 1.si oldu. Bölüm değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Bu hafta yayınlanan sekizinci bölüm ekibin Mete Başkan’a düzenlenen kanlı suikast girişimi sonrasında bu terör eyleminin sorumlusu olarak gördükleri Fadi’ye ulaşabilmek için düzenledikleri bir dizi operasyonlar faaliyetleriyle aksiyon dozu yüksek ve aynı zamanda Başkan’ı baba, abi ya da aileden biri gibi gören ekip üyelerinin bu suikast girişimi karşısında verdikleri tepkilerinin yanı sıra aileye duydukları özlemlerden dolayı duygusallığın da kendini açıkça hissettirdiği bir bölüm oldu. Ekip bölüm boyunca tek bir amaç doğrultusunda suikast girişiminden sorumlu olanları Türk adaletine teslim edebilmek için irili ufaklı birçok operasyon gerçekleştirdiler. İşin duygusal boyutuna gelince bu kısımların bölümün temposunu düşürmeden bütüne dahil edilmesini ayrıca takdir ettim. Bu bakımdan değerlendirildiğinde bu bölümün bugüne yayınlamış en iyi bölümlerden biri olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Bölüm yorumuma kayıp sahneyle başlamak istedim. Evet, doğru duydunuz bölüm akışı içinde kayıp bir sahne var. Eğer diziyi televizyondan izleyen şanslı takipçilerden biri değilseniz ne youtube videolarında ne de bölümün yayınlandığı başka bir sitede Teşkilat’ın jeneriğinden önce yayınlanan pusu sahnesini hiçbir yerde göremezsiniz. Geçen bölüm beşinci adamı bulmak için gittikleri serada pusuya düşürülen Zehra-Hakkı-Pınar-Uzay karşılarında cansız bir mankene iliştirilmiş olan “Fadi: Şah” notunu bulduklarında teröristlerin silahlı saldırısına uğramışlardı.
Bir teröristi bulmak için gittikleri serada birçok terörist tarafından av pozisyonuna düşürülmüşlerdi. Ancak onlar Türk İstihbarat ajanlarıydılar, karşılarına çıkma cüreti gösteren bir grup çapulcuya pabuç bırakacak değillerdi. Çok kısa bir sürede durumu lehlerine çevirerek “av” olmuşken yeniden avcı olma başarısını gösterdiler. Seradan ses seda çıkmayınca Türk İstihbaratı ajanları öldü mü yoksa ölmedi mi diye kontrol etmek için içeriye giren tüm teröristleri birer birer avladılar. Önce görüş açılarını köreltmek için sis bombalarını sonra da sırtlarına dayadıkları silahlarını kullanıp hepsini vurdular. Bu kadar eğitimli bir ekibin ses çıkarmadan her teröriste arkadan yaklaşıp öldürmelerini garipsemedim ama en azından içlerinden birinin hafif bir sıyrık da olsa vurulmasını beklerdim…
Zehra’nın teröristlerden birinin kalbine bıçak attığı sahneye bayıldım. Bu karakter her bölümde beni kendine bir daha fazla hayran bırakmayı başarıyor. Ancak o sahnede gözümde ne kadar büyüdüyse liderlerini boğduğu sahnede de bir o kadar komik duruma düştü. Umarım adamı sadece bayıltmıştır. Çünkü bir insanı çıplak elle boğmak epey güç isteyen bir durumdur. Zehra ise adamın boynunu eliyle doğru düzgün kavramadı bile.
Suikast Sonrası
Serdar Başkan’ın hedef olduğunu anlayıp havada süzülen drone gördükten sonra tüm gücüyle Başkan’ı korumak için yanına koştu ancak suikast girişimini engellemeye yetişemedi. Üstüne kapanıp birlikte yere yattıklarında Serdar, Başkan’ın saldırı sırasında vurulmuş olduğunu gördü. Böylece kayıp sahneden sonra bölüm Başkan’ın hastaneye ameliyata götürülmek üzere ambulansta olduğu sahneyle açılmış oldu. Ambulansta yanı başında ilk yardım görevlilerine Başkan’ın nasıl olduğunu ve onun yapabileceği bir şey olup olmadığını soran Serdar vardı.
İlk bölümde ailesini ırkçılıktan kaybettikten sonra elini tutan Başkan’ın belki de bu hayatta yakını diyebileceği tek insan olduğu düşüncesiyle Serdar’ı bir irdeledim de asla onun yerinde olmak istemezdim. Yine sevdiği bir insan gözlerinin önünde engelleyemediği bir saldırı yüzünden ölüm-kalım savaşı veriyordu. Eminim ki onu kaybetme ihtimali bir anlığına da olsa aklına gelmiş ve bu düşünce yüzünden şu kısacık zaman diliminde içi içini yemiştir.
Hiç vakit kaybetmeden hastaneye yetiştirilen Başkan hemen onun için hazırlanmış olan ameliyathaneye alındı. Ameliyata alındığı sırada bilincinin kapalı olması ne yalan söyleyeyim beni de korkuttu. Fadi’nin ekmeğine yağ sürmesin, onun inadına bir an önce ayaklansın istedim. O ameliyatta ölüm-kalım savaşı verirken ameliyathane dışında bekleyen Serdar da saldırı anını kafasında tekrar tekrar oynatarak adeta kendi kendini boğazlıyordu. O sırada Teşkilat’tan gelen bir görevli olayın nasıl cereyan ettiğini sordu da sadece kendi kafası içinde oynatmaktan kurtulmuş oldu. Adam her şeyi öğrendikten sonra da Başkanla yakın olduğu gerekçesiyle Serdar’ı gönderdi.
Her şeyden habersiz pusudan çıkıp karargâha gelen ekip, karşılarında yıkılmış ve üzgün bir halde Sermet Abi’yi bulunca bir şeylerin yolunda olmadığından şüphelenip ne olduğunu sordular; Sermet Abi de Başkan’ın suikasta uğradığı haberini kendilerine vermiş oldu. Hem suikast girişimini durduramadıkları için kendilerine kızan hem de Başkan’ı kaybetmiş olmaktan endişelenen ekip üyelerinden biri ölüp ölmediğini sordu da bu sayede ölmediğini öğrenip birazcık da olsa rahatladılar. Ekibin her üyesinin gözlerinde Başkan’ın vurulduğu haberini aldıktan sonra bir yakınını veyahut bir sevdiğini kaybetmenin korkusunu, endişesini ve paniğini görmek bana yetti de arttı.
Pınar’ın sesindeki titreme ve gözlerindeki nemlenme, Zehra’nın bir noktaya çakılıp kaldıktan sonra ağlamamak için kendini tutmaya çalışması ve hırsından yüzünde beliren öfke, Hakkı’nın yerinde duramaması ve Uzay’ın yüzündeki dehşet hali bu ekibin birbirine ve Başkan’a olan gönül bağının en büyük kanıtıydı. Asıl kıyamet oğlu Gürcan’a babasının vurulduğunu söyleyecek gücü birinin kendisinde bulduğu an kopacak diye düşündüm.
Mehmet amcanın taziye evinden çıkışta saldırıya uğradığını ve durumunun kritik olduğunu bilmek ekibi yeterince zorluyordu bir de ellerinde bu suikastın arkasında kimin olduğunu kanıtlayacak herhangi bir delilin ya da suikastı yaptığından şüphelendikleri isme ulaşmalarını sağlayacak herhangi bir ipucunun olmadığını bilmek onları daha da delirtiyordu. Üstelik Başkan’ın durumu hala ciddiyetini sürdürmeye devam ediyordu. Onlar Başkan için endişe edip dursunlar, Ceren ise işin içinde kendisinin de olduğu suikastın tamamına erdirilip erdirilemediği konusunda Serdar’ın ağzından laf koparmaya çalışıyordu. Millet Başkan’ın canı derdinde, o skorunun derdinde…
Gürcan’a babasının vurulduğu haberinin nasıl verildiğini görmeyi çok isterdim ama öyle bir sahne biz izleyicilere nasip olmadı. Onun yerine babasının vurulduğu haberini aldıktan sonra ne yapacağını ve ne hissedeceğini bilemeyen bir evladın suretini gördüm. Tüm hayatı boyunca en önemli anlarında yanında olmadığı için çok kızgın olduğu ve kendisine yabancı gördüğü ama içten içe hep sevdiği babasının vurulduğu haberini almıştı, bu duruma verilecek doğru tepki ne olabilirdi ki. O yüzden de bu içi boş halini ve verdiği tepkisizliği anlamak zor değildi.
Serdar’ın gelişiyle birlikte Başkan’a yapılan suikastın nasıl gerçekleştirildiğine dair ayrıntıları ilk ağızdan duyma umuduyla etrafını sarmalarıyla bir anda ekibin bütün gündemi değişiverdi. Konu Gürcan’dan Serdar’a çok hızlı bir şekilde geçmiş oldu. Serdar da onları arafta bırakmayıp olan biteni anlattı. Ekip bu saldırıda bir parmağı olan herkesi Türk adaletine teslim etmek eğer bunu yapamıyorlarsa da öldürmek için bir plan yapma adına toplantı odasına geçtiler. Bu saatten sonra Fadi yerin dibine bile girse bu ekip bir şekilde onu bulur ve ortaya çıkarır diye düşündüm. Fadi’ye bu yaptığını bir şekilde er ya da geç ödetirler dedim. Öyle Türk topraklarına gelip de bu Türk Devleti için canını vermeyi göze almış bir Vatanseveri vurup bir bedel ödemeden öylece çekip gidemezsin.
Toplantı odasına geçtiklerinde Başkan’ın üstünde Türk bayrağı olan yüzüğünün masada olması bana soracak olursanız çok hoş bir detaydı. Sanki saldırıya uğramamışta hep yanlarındaymış gibi bir hissin oluşmasını sağladı.
Başkan’ın son durumunu öğrendikten sonra biraz olsun rahatlayıp bölüm boyunca bir dram yaşamayacağız diye sevindim ama ekibi güvenlik kameralarından Başkan’ın vurulma anını seyrederken görünce de içim parçalandı. Çünkü görüntüyü izlediklerinde hepsinin yüzlerinden beliren ifadelerden içlerinin nasıl yandığını görmüş oldum. Özellikle de suikastı engelleyemediği için kendini suçlu hisseden ve bu yüzden görüntülere bakmakta zorlanan Serdar’ın hali Zehra’nın gözünden kaçmadı. Bu saatten sonra ekibin yapması gereken şey belliydi. Fadi başta olmak üzere bu işe karışan herkesi yakalamak için bir eylem planı yapılmalıydı. Bu eylem planının ilk adımı da Fadi’nin bilinen adreslerini kontrol etmekti. Âdem bilinen adresi Berlin’e gittiğinde bütün ofislerin boşaltılmış olduğunu gördü. Hiçbirinde Fadi’den bir iz yoktu. Ancak olay yerinden kaçan arabayla ilgili bir iz hala mevcuttu.
Fadi’ye ve bu saldırıda parmağı olan diğer sorumlulara ulaşmak için yapılması gerekenlerin listesi epey kabarıktı. Herkesin kendi üstüne düşen bir görevi vardı. Serdar bu saldırıyla herhangi bir ilgisi var mı diye Ceren’in ağzını ararken Uzay vurulma anında dikkat çeken ya da gözden kaçmış bir şeyler var mı diye videoyu yeniden inceleyip Fadi’yi bulmanın bir yolunu yaratacaktı. Babasını vurulması konusunda ne hissedeceğini bilemeyen Gürcan ise olay yerinden kaçan arabayla içindeki adamları bulmak için mobeseyi tarayacaktı. Pınar da ona destek olacaktı.
Bu arada Fadi’yi ortaya çıkarmak için tüm hayatını irdeleyen Uzay’ın duvardan duvara panosuna hayran kaldım. Ben de araştırma konusunda ciddi bir detaycıyımdır. Cevapların daima satır aralarında olduğuna inanırım. Uzay’ın panosu bana Teen Wolf Stiles’ın panosunu ve Smallville Chloe’nin gariplikler duvarını anımsattı.
Öncelikli olarak Pınar ve Gürcan için ufak bir parantez açmak istiyorum. İlk bölümlerde Zehra ve Serdar arasında bir aşk filizlenecekse mutlaka bir yan hikâyede olur diye düşünerek Pınar ve Gürcan’dan romantik bir çift olur mu acaba diye içimden geçirmiştim. Ancak Berlin operasyonu sırasında Zehra ile dertleştiğinde geçmişindeki birinden bahsettiğini duyduğumda bu fikirden vazgeçmiştim. Başkan vurulduktan sonra Gürcan’a destek olmak için elini tutup “Ne zaman konuşmak istersen ben buradayım” demesinden sonra sert ifadesinde meydana gelen değişimi ve yüzünün güldüğünü görünce bu çifti yeniden mi düşünsem dedim kendime. Keza Gürcan’ın zihninde bir ampul yanmış oldu. Hatta Pınar’ın kendinden hoşlandığını düşünmesi bile aslında kendi hislerinin psikolojik bir yansıması diye düşünüyorum. Pınar’dan hoşlandığı için onun da kendisinden hoşlandığını düşünmek istedi.
Gürcan olay yerinden kaçan içinde teröristlerin olduğu arabanın izlediği güzergâhı ve varış noktasını bulmayı başarmıştı. Bulduğu bilgileri Serdar ile paylaşıp aradıkları adamların nerede olabileceğine dair yaptığı çıkarım gerçekten de zekice bir varsayımdı. Gürcan da sadece bir hacker olmadığını her seferinde çok iyi kanıtlıyor. Serdar telefonuna atılan saldırganların resimleriyle birlikte adamları aramak için Gürcan’ın bulduğu adrese doğru yola çıkacakken henüz iyileşmediği halde gelme konusunda çok ısrarcı olan Hulki de yanına almak zorunda kaldı. Gürcan’a babasına suikast düzenleyenleri bulacaklarını söyleyerek içini rahatlatmak istedi ancak onun bu niyeti Gürcan’da “benden çok senin babandı” şeklinde beklediğinden çok farklı bir karşılık bulmuş oldu.
Dizinin başından beri bu yüzleşmeyi bekliyordum aslında. Bir yanda kendi kanından kendi canından olan ama inandığı devletin tüm değerlerine karşı çıkan hatta yasalarını çiğneyen oğlu Gürcan, diğer tarafta ise küçük yaşta ailesini kaybetmiş devletin kendine emanet ettiği bir evladı gibi görüp Teşkilat’a ve devlete bağlı bir Vatansever olarak yetiştirdiği Serdar. Gürcan özel günlerinde veyahut ona en çok ihtiyaç duyduğu zamanlarda hiç yanında olmayan babasının çocukluğundan beri Serdar’ın yanında olmasını, kendisinin hiçbir zaman onun istediği gibi bir çocuk olmamasına bağlamış olması çok üzücü. Hatta Serdar’ın tam onun istediği gibi bir evlat olduğu için babasının onun yerine Serdar’ı tercih ettiğini düşünmesi aslında Serdar’ı kıskandığını ortaya koyuyor. Babasının savaştığı kötülükler oğluna sıçramasın diye onu bu dünyanın dışında tutmuş olabileceğini hiç düşünmedi.
Serdar ne kadar yanlış düşündüğünü aslında hem mezuniyetinde hem de on sekizinci yaş günü için ne hediyeler alıp ne sürprizler planladığını söylemesi benim açımdan çok iyi oldu. Gürcan hep babasının yanında olmasını istedi ama babası da hep onun yanında olmak istedi. Serdar’ın bunu açıkça ifade ederek Gürcan’ın bu hayatta savaşmak zorunda olduğu cephelerden birinin babası olmadığını ifade etmesi senaryo açısından da bundan sonraki ilişkilerinin izleyeceği güzergâh bakımından da önemliydi. Başkan’ın oğlunun özel günlerinde yanında olamamasının nedeninin o tarihlerde İstanbul’da düzenlenen terör saldırıları olduğunu söylemesi de çok anlamlı. İşi genç-yaşlı, çoluk çocuk demeden bu vatanın topraklarında yaşayan her vatandaşını ne pahasına olursa olsun korumak olan bir adamın bugün tatil yapıyorum ben demesini beklemek abeste iştigal olurdu.
Serdar’ın Havalimanı Saldırısından söz etmesi de kabuk bağlamış bir yaranın yeniden kanamasına neden oldu. Bilmeyenlere bahsettikleri saldırı 28 Haziran 2016’da yerel saat 21.22’de İstanbul’un Bakırköy ilçesindeki Atatürk Havalimanında 236 kişinin yaralanması ve 45 kişinin de ölmesiyle sonuçlanan silahlı ve bombalı terör eylemi. O günü ve saldırının ilk haberini duyduğumda nasıl hissettiğimi çok net hatırlıyorum. Başkan gibi Teşkilat’a çalışan insanların Vatan aşkı olmasaydı o gün ve ondan sonraki her gün ölen sayısı kim bilir kaç olurdu? O yüzden icra ettikleri mesleğe saygım büyük. Birileri yaşasın, bu bayrak dalgalansın diye onlar hayatlarından vazgeçiyorlar.
İstihbaratçı Nasıl Olunmaz?
Serdar bu mesleğin mecbur kıldığı fedakarlıkları dillendirdikten sonra hem olay daha fazla büyümesin hem de saldırı sırasında kaçan teröristleri elden kaçırmamak için Hulki ve Serdar verilen adrese doğru yola revan oldular. Hulki yolda babasının ani ölümünün Başkan’a düzenlenmiş suikast saldırısıyla bir ilgisi olup olmadığı yönündeki şüphelerini Serdar ile paylaştı. Keşke ne kadar haklı olduğunu bilseydi, bu insan görünümlü hainlerin Başkan’a ulaşmak için zavallı kendi halinde bir adam olan babasını öldürdüğünü bilseydi tavrı da ona göre olurdu.
Babasının bu suikast için öldürüldüğü konusundaki şüphelerinde düşündüğünden çok daha haklıydı. Bölümün sonuna doğru babasına yapılan otopsinin sonuçları karargâha gönderildiğinde babasının eceliyle değil; aksine zehirlenerek öldürüldüğünü öğrenmiş oldu. O anda Hulki’nin ne düşündüğünü ya da ne hissettiğini tahmin bile edemem, açıkçası bilmek de istemezdim. Bir insanın babasının eceliyle öldüğünü düşünüp yasını tutmasıyla öldürüldüğünü bilerek yasını tutması arasında çok büyük bir uçurum var. İlk defa öfkesine bir şeyleri yıkmak istemesine hak verdim. Eğer yanında Hakkı Dayı olmasaydı şu anda çok daha farklı bir tabloya bakıyor olurduk.
Bu arada senaristler acaba yazılarıma denk gelmiş olabilir mi? Hakkı Dayı’nın kendi aile fertlerinin ölümünden başka anlatacak bir hikayesi yok mu derken bu hafta başka hikayelerinin de olduğu ortaya çıktı. Bu durum en çok da Hulki’nin öfkesini dizginlemesi konusunda işe yaradı. Beni şaşırtan diğer nokta da babanın öldürüldüğünü öğrenince hemen Ceren’den şüphelenmeleri oldu. Geçen hafta bu olayın ileride patlak vereceğini yazmıştım ama meğerse o ilerisi hemen bu haftaymış. Bu ne hız senarist!
Kabahat Hulki’yi yanına alıp adamları bulmaya giden Serdar’da mı yoksa en başında Hulki’yi Teşkilat’a alan her kimse onda mı hiç bilmiyorum ama Hulki’nin “İstihbarat ne değildir” konusunda ders verdiği hususunda Serdar’a hak verdim. Daha arabada ses çıkarıp gürültü yapmayacağı konusunda Serdar’a söz vermişken adrese vardığı anda önce karşısına çıkan barakanın kapısını koparıp içeri daldı. Sonra da adamlardan birini camdan dışarı attı. Adamları konuşturup aradıkları şahısları sorma fırsatı bile bulamadan kafalarını birbirine vurdu. Senarist bunun adını bir şey bildiği için Hulk-i koymuş. Ama kemik kırarak iyi İstihbaratçı olunmaz. Kendini kontrol etmesi lazım.
Arabayla kaçan adamlar neyse ki büyük lokma olmadıklarından herhangi bir çatışma çıkmadan tam da Gürcan’ın olacaklarını söylediği yerde Serdar ve Hulki tarafından kıskıvrak yakalanıp karargâha götürüldüler. Çok önemli adamlar olmasalar da kendilerini tutanın kim olduğunu söyledikleri taktirde en azından saldırının arkasındaki bir isme ulaşabilecekleri düşüncesiyle adamları, insanları konuşturma konusunda usta olan Hakkı’ya teslim ettiler. Artık bundan sonrasında iş Hakkı ve Pınar’a düşmekteydi. Pınar’ın “Hayatlarınız Türk Cumhuriyeti kanunlarınca güvence altında” demesi bu haftaki bölümün en havalı cümlelerinden biri olabilir. Bize Barbar diyenler utansın!
Bulduğum her fırsatta Uzay’ın o muhteşem zekasını övdüğümden bu durum benim için artık haftalık bir alışkanlık haline gelmeye başladı. Sahada operasyon yönetme konusunda Serdar ve Zehra için söyleyecek kötü bir sözüm yok ama söz konusu analiz olduğunda Uzay’ın üstüne birini tanımam. Adamın geçen hafta videodaki ezan sesini dinleyip adamların Ankara’da olduğunu anlaması ve solak beşinci bir adamın varlığını sorgu odasında oturan teröriste açıklama şeklini bir şiir dinler gibi hatta en sevdiğim şarkıyı dinler gibi dinlemiştim. Bu seferde Fadi’nin hayatını incelemesi sonucunda ona ulaşmanın en iyi yolunun bütün sırlarını bilen Kasım’dan geçtiğini çözmüştü.
Serdar ve Zehra’ya Fadi’nin bu hayattaki en büyük hayali olan Filistin’e devlet başkan olma konusunda en büyük rakibi olan Kasım’ın yıllardır İsrail hapishanesinde yatıyor olması nedeniyle halk arasında bir kahraman olarak görüldüğünü anlattı. Bu durumda Kasım’ın varlığı Filistin seçimlerinde ülkesini satan Fadi’nin şansını azaltan bir faktör olduğu için İsrail bağlantıları üstünden çıkmaması için elinden geleni yaptığını belirtti. Fadi’ye ulaşmanın en iyi yolu olan Kasım’a ulaşmak bu andan sonra bütün bölümün en önemli olayı haline geldi. Üstelik onu İsrail hapishanesinden kaçırmadan pazarlık yoluyla ülkeye getirebilmenin planını da yapmıştı Uzay. Ellerinde ülkeler arası pazarlık yapmayı sağlayacak bir koz olmadığından Uzay’ın planı ellerine bir koz geçirmek daha doğru bir tanımla kendi kozunu kendi yaratmaktı. O koz da ülkeye belgesel yönetmeni olarak giren İshak Zahabi’ydi.
İshak’ın gittiği ülkelerde suikastlar düzenleyen bir karşı istihbarat ajanı olduğunu söyledikten sonra yaptığı planı anlattı. Ben de ağzım açık bir şekilde bu adamın kafasının nasıl çalıştığını çözmeye çalıştım. Planın ilk aşaması, İshak’a ulaşmaktı sonra da onu İsrail’in bütün sırlarını Türk İstihbaratına verecekmiş gibi göstermekti. İsrail karşı istihbaratı bu bilgiyi öğrendiğinde onu öldürmek isteyecekler ve hatta öldürmesi için bir tetikçi göndereceklerdi. Bu durumda da İsrail İstihbaratından birileri Türk topraklarında suç işlemiş olacaklardı. Uzay’ın niyeti de onları Kasım’ı alabilmek için koz olarak kullanmaktı. Uzay’ın bu yaptığı şey satrançta birkaç adımı önceden hesap etmeye benziyor. Sanrım bu yüzden kendisi ilk bölümden beri ekipte benim için en parlayan karakterlerden biri.
Planın ilk adımı olarak İshak’ı kandırmaya gelince de bunun yolu yedinci sanat dalı olan sinemadan geçiyordu. Çünkü İshak filminde oynaması için bir kadın oyuncu arıyordu. Bunun için en iyi aday da Zehra’nın ta kendisiydi. İster deneme çekimine katılmadan önce yaptıkları prova olsun ister deneme çekimi sahnesi isterse de sonrası olsun bölümün aksiyon dolu sahnelerinden sonra belki de en zevk alarak seyrettiğim sahneler onlardı.
Hakkı’nın sorgu tekniklerini kitap yapmalılar, adamdaki sabır bazen benim bile içimin daralmasına neden oluyor. Ne varsa itiraf edip hem bu gerginliği hem de sessizliği bitiresim geliyor. Bu sakinliğe dayanamıyorum…
Aşk Provaları
Bu diziyi adını duyduğum ilk andan beri izlemeyi dört gözle bekleyen biri olarak oyuncu kadrosunda Çağlar ve Deniz’in adını duyduğumdan beri onları yan yana izlemek için can atıyordum. İlk bölümün büyük bir bölümünde yan yana gelmediklerinde ve yan yana geldiklerinde de Zehra’nın Serdar’ın vatanına olan sadakatini sorguladığı sahnelerden dolayı bir çift olarak bir araya gelmeyeceklerini düşünerek biraz hayal kırıklığına uğramıştım. Ama daha önce birlikte oynadıkları dizi yüzünden değil; ekran kimyası birbirine çok iyi uyan iki oyuncu oldukları için. Ancak Irak’a yaptıkları operasyondan beri Zehra ve Serdar arasındaki ilişkinin boyutunun değişmeye başladı.
Serdar ve Zehra arasında geçen aşk tiradını gördükten sonra biz ne ara bu noktaya geldik diye sorgulamıştım. Hatta bu durumun bir çeşit oyun ya da prova olduğunu düşünmüştüm. Fark etmeden tam on ikiden vurmuşum.
-“Nereye gidiyorsun?”
-“Uzağa senden çok uzağa.”
-“Gözlerin… Gözlerin öyle demiyor ama.”
-“Ne diyor gözlerim.”
-“Beni sevdiğini söylüyorlar.”
-“Seni ilk öptüğümde dünyada sadece ikimiz kaldık sanmıştım. Dünya durdu sanmıştım. Hepsi yalanmış.”
-“Değil. Hiçbiri yalan değil. Ben senin için yaşıyorum.”
Sahnede aralarındaki elektriğin tavan yaptığı gerçeğini bir kenara atsam bile bu cümleleri söylerken bakışları ve ses tonu değişen Serdar’ı nasıl açıklayabilirim hiç bilmiyorum. Birbirlerinin gözlerinin içine bakarak yaptıkları bu prova sırasında “Seni ilk öptüğümde…” diye başlayan cümlede Serdar’ın kaşları arasındaki çizginin daha da belirginleşmesi başka nasıl yorumlanabilir bilemiyorum. Bu konuyu tamamen seyircinin yorumuna bırakıyorum ama benim bildiğim bir şey varsa o da gerçek olmadığını bildiğim halde elli sekiz saniyelik o kısacık anda başka bir dünyanın içine çekildiğimdi. Sonrasında da belgeselin içinde bu tür sahnelerin ne işi olduğunu sorgulayan Pınar’ın sesiyle uyandım. Ben bu kadar mı derken Serdar-Zehra ikilisini deneme çekimlerinde izlemek keyifliydi.
İshak’ın deneme çekimlerine geldiklerinde onlar İstihbaratçı Serdar ve Zehra değillerdi; onlar Mine ve Kahraman olmuşlardı. Paylaştığım resim de her şeyi anlatıyor aslında ama yeni stili ve saçlarıyla kendinden emin menajer Kahraman ve deneme çekimi için fazlasıyla heyecanlı oyuncu Mine çok keyifli sahnelere imza attılar. Özellikle söz etmek istediğim iki sahne var diyebilirim. Bunların ilki eline çanta tutuşturan Zehra’nın deneme çekimi.
Yönetmenliğin ajanlık için iyi bir kılıf olmasının ve onunla çalışanların bunun farkında olmaması bir yana içimizde daha bilmediğimiz yüzlerce ajan olabileceğiyle ilgili yaptıkları muhabbet benim içimi ürpertti.
Deneme çekiminden önce çantasını eline tutuşturduğunda Serdar’ın yüzünde beliren ifade beni epey güldürdü. Erkekleri ellerinde kadınlara ait bir çantayı tutmaktan bu kadar korkutan şeyin ne olduğunu çok merak ediyorum. Ellerine ne zaman bir kadın çantası verilse etekleri tutuşuyormuş gibi davranıyorlar. Görende içinde bomba falan taşıdıklarını sanırlar. Sadece o da değil Zehra’nın kamera karşısındaki deneme çekimi performansı karargahtaki performansından çok farklıydı. İkinci sınıf entrika oyuncusu şımarık bir kız edasıyla verdiği performans beni çok şaşırttı. Bir an için acaba seçilmemeye mi çalışıyor diye bile düşündüm. Verdiği performansta hiç duygu yoktu.
İkincisi ise Zehra’nın deneme çekimi sırasında sahneyi birlikte canlandırdığı oyuncu için Serdar’ın kendi kendine yaptığı yorumdu. Serdar’ın sahnede duyguya girilememesini erkek oyuncunun “kazma” olmasına bağlaması da çok komikti. Ama bunu kıskandığı için mi yaptığı yoksa o adamdan daha iyi oynadığını düşündüğü için mi yaptığı tamamen tartışmaya açık bir konu olduğunu düşünüyorum. Bana soracak olunursa Serdar kendisinin çok daha iyi oynadığını düşündü. Üstelik ona hak verdim de. Bu sahneyi etkileyici yapan Serdar ve Zehra’nın kimyasıydı.
Bu sahnede sadece yüzümü gülümseten değil; aynı zamanda duygusallaşmama neden olan anlara da yer verilmişti. Bu anlar sayesinde Zehra karakterinde Deniz’in ne kadar iyi bir oyunculuk performansı sergilediğine de kendi gözlerimizle şahit olduk. Bu sahne aslında kızının varlığını unuttu, yeterince üzülmüyor şeklindeki eleştirileri yapanlara de cevap niteliği taşımaktaydı. Demek ki neymiş göstermese de acısı orada duruyormuş.
Yönetmenin son dakikada Zehra’dan doğaçlama olarak oynamasını istediği sahne çocuk oyuncuyla oynanan bir anne-kız ayrılık anıydı. Yönetmen sanki kim olduğunu biliyormuş gibi onu en hassas noktasından vurmuştu. Bu millet yaşasın, bu bayrak dalgalansın diye bırakmak zorunda kaldığı kızının dilinden dökülüyormuşçasına bu kızın “Anne, ne olur beni bırakma” sözleri kalbini adeta bir kurşun gibi delip geçiyordu. Duyguları okyanusa vuran dalgalar gibi bedenine doğru vurup duruyordu. O an için kızını düşünerek yaşadığı bütün duyguları artık içinde tutamayıp dillendireceğini düşünmüştüm ki gözlerinden akan yaşı ve çocuk oyuncuya sarılışını gördüm. Keza o da Zehra’nın rolden çıkıp sahneyi gerçek duygularıyla oynadığını kendi gözleriyle görebiliyordu.
Hepimiz birilerine özlem duyarız bu hayatta, Zehra’nın özlemi de kızınaydı. Öyle bir özlemdi ki bu yönetmen sahneyi kestiği halde bir türlü rolden çıkıp o küçük kızı bırakamadı. Sahnenin etkisinden çıkamayacağını anlayan Serdar’ın onun için hem endişelendiği hem de arkasını kollamak istediği için yanına gidip onu kendine getirmesi çok yerinde bir hamleydi. Ancak bu sahnenin devamında beni asıl etkileyen şey, Zehra’nın gözyaşını parmağıyla silme detayıydı. Sahneyi gördüğümde aklıma hemen FHVK dizisindeki o meşhur sahne geldi. Yıllar sonra sanki aynı sahnenin devamını çekiyorlarmış gibi hissettim. Eminim birçok izleyici de eski dizilerine yapılan göndermeyi hemen anlamıştır. Ama sahne o kadar hızlı geçti ki keşke sahneye biraz daha uzun olsaydı diye düşündüm.
Gelelim herkesin teoriler ürettiği tokalaşma sahnesine. Serdar’ın araya girme nedeni olarak Zehra’yı o adamdan kıskanması diyenler de var sadece bir katilin elini tutmasını istemedi diyerek bunun adının korumacılık olduğunu söyleyenler de var. Zehra’nın iş icabı da olsa o katilin elini tutmasını istemediği konusunda hemfikirim ama bunu yapmasının altında yatan diğer nedenin bir kıskançlıktan ziyade yönetmenin fazlasıyla lakayt olan tavırlarını hiç beğenmemesi olduğunu düşünüyorum. Hatta bölümün geri kalanındaki yönetmenin tavrını düşünecek olursak bu son zamanlardaki #metoo olaylarına değinildiğini bile söyleyebilirim. İshak’ın alelade bir şekilde Zehra’ya asıldığını hissettiği için rahatsız olup elini tutmasını istemedi. Erkekler birbirinin bakışından anlar derler.
Deneme çekiminde çocuk oyuncuyla doğaçlama şeklinde oynamak zorunda kaldığı vedalaşma sahnesi Zehra’yı itiraf etmek istediğinden daha fazla etkilemişti. Bu yüzden onu karargâhta kızı Yağmur’un çocukluk resimlerine bakarken bulmamızda garipsenecek bir durum yoktu. Durumu kontrol altında tutabilmek ve görevini en iyi şekilde yerine getirebilmek için bastırmak zorunda kaldığı özlem duygusu kontrol edemediği bir şekilde su yüzüne çıkmıştı. Anlıyorum onu, insanın canından bir parça olan evladından Vatan için bile olsa ayrı kalması zor. Üstelik onu anlayan tek insan ben de değilim. Serdar da ruh halinin depresyona ne kadar meyilli olduğunun farkında.
Onu içinde debelendiği o çukurdan çıkarıp duygularını paylaşabilsin diye karşısına alıp dertleşmeyi bile denedi. Tam da bu yüzden Ceren bir karşı istihbarat ajanı olmayıp sıradan bir vatandaş olsaydı da Serdar ile olan ilişkileri yürümezdi. Devlet sırları üzerinden çalışan ister asker ister ajan olsun ağızlarını sıkı tutma konusunda eğitim almış bu insanlar. Ama gene de “insan” oldukları için konuşmaya ihtiyaç duyuyorlar. Ancak hayatlarının büyük bir bölümünü oluşturan ve de streslerinin kaynağı olan işleriyle ilgili birbirlerinden başka kimseyle konuşamazlar.
Serdar’ın daha en başında tüm ekibi “birbirimizden başka güvenecek kimsemiz yok” mantığıyla benimsemesini çok takdir ediyordum ama derdini söylerse belki bir nebzede olsa içi rahatlar diye düşünüp Zehra ile konuşmaya çalışması, onun derdini kendi derdi gibi benimsemesi çok daha kıymetliydi. Ve bunu ekipten herhangi birine de yapmış olsaydı gene de seve seve izlerdim. Zehra kendini insanlara kolay açabilen bir insan değil; o yüzden de Serdar’a kendini açması çok büyük bir meseleydi. Hele de Serdar’ın “Ağlaman çok normal. Kızını özlemek çok normal, çok insani” diyerek onu teselli etmesi bana sorarsanız söylenecek en doğru sözdü. Onlar bu milleti ve Vatanı korumak için yeri geliyor canlarından ve ailelerinden vazgeçiyorlar ama nihayetinde onlar da insan.
Bir insanı kendi canından çok sevmek olan evlat sevgisini hiç tatmadım. Bu yüzden de ahkam kesemem ama söyleyebileceğim tek şey, her gün özlemesinin çok normal olduğu evladının doğum gününde kabuk bağlayan bu yarasının kanaması çok normal. Başına gelmeden asla anlaşılamayacak özlemlerden biri de budur. Kendini bir annenin yerine koyup onu tam anlamıyla anlamanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Ama attığın adımların bazen büyük olması da gerekmez, sadece seni doğru noktaya götürmeleri yeterlidir. O yüzden de kızı onu ölmüş bilse de kızının bir doğum gününü daha kaçırmamasını sağlamak için Serdar’ın Gürcan ile konuşup Yağmur’un bilgisayarının kamerasına erişmesi gerçekten çok büyük bir jestti. Bu sayede Yağmur orada olduğunu bilmese de kızına geçen sene vermiş olduğu sözü tutmuş oldu. Ama onu uzaktan izlemek iyi mi kötü mü oldu bilemedim.
Serdar başka hiçbir sahnede bu kadar düşünceli ve romantik olmadı bence. İnsanın romantik olması her zaman elinde çiçekle kapınızda belirmesi değildir; bazen değer verdiğin insan üzülmesin diye onun yüzünü güldürecek şeyler yapmaktır. Onun için vakit ayırıp bir şeyler yapmaya yeltenmedir. En azından benim kitabımda öyle.
Tele kulak Ceren
Ceren’in evdeki görüntülerini izlerken Gürcan onun bir telefon konuşmasına şahit oldu. Bu konuşmanın içeriğine bakılacak olursa Ceren’in bir sonraki hamlesi, Serdar’ın telefonuna kimsenin varlığını tespit edemeyeceği ve tüm konuşmalarını dinlemesini sağlayacak bir uygulama yüklemekti. Bu eylem planını önceden öğrenen ekip bir taşla iki kuş vurma sevdasıyla kendi planlarını devreye sokmaya başladılar. Plan gayet basitti aslında önceden belirlenmiş olan telefona uygulamayı yüklemesine göz yumacaklardı. Böylece duymasını istedikleri konuşmaları dinlemesini sağlayıp önce İshak’ın taraf değiştireceğine Ceren’i ve Fadi’yi inandırıp İsrail hükümetinin yönetmen için daha sonra Kasım ile değiş-tokuş yapmalarını sağlayacak bir suikastçı göndermelerini sağlayacaklardı. Bu sayede hem İshak’tan hem de Fadi’den kurtulup Ceren’i de bu amaç için bir piyon olarak kullanmış olacaklardı.
Değiş-tokuş sırasında mutlaka bir sorun çıkar Ceren bunun bu kadar çabuk gerçekleşmesinden şüphelenir diye düşünüyordum ama öyle bir şey olmadı. Serdar’ın modunun düşük olmasından faydalanarak onu can evinden vurup ağzından laf alabileceğini sandı. Ama aksine “ava giden avlanır” klişesiyle Serdar kendinden beklenen bu hassasiyet durumunu kullanıp Ceren’i oyuna getirdi. Ne yalan söyleyip geçen hafta yaptıklarından sonra oyuna getirildiğini izlemek keyifliydi. Keyifliydi de gözünün içine bakarak vurulmasına neden olduğu adamın vurulmasını üzülmüş gibi davranmak ve bunu samimiyetle pekiştirmek her yiğidin harcı da değildir. Bu yüzsüzlük konusunda kimse Ceren kadar olmaz. Hüznünün dikkatini dağıttığına ve bu yüzden de telefonunu odada unuttuğuna Ceren’i inandırmak düşündüğümden kolay oldu. Bu fırsatı kaçırmayıp anında uygulamayı Serdar’ın telefonuna indirdi.
Gürcan bu haftaki bölümde ortalığı yakıyor muydu yoksa bana mı öyle geldi bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa o da bu bölümde çalışması için eline çok fazla materyal verildiği gerçeğiydi. Önce babasının vurulduğu haberiyle avare gibi ortalarda gezindi. Sonra suikastın öfkesini hiç hak etmeyen Serdar’dan çıkarmaya çalışırken çocukluğunda hissettiği bütün özgüvensizlikleri ortaya döktü. Elini bir kere tuttu diye Pınar’ın ondan hoşlandığını düşünüp işin komedi ayağına geçiş yaptı. Sonra Zehra’ya kızını görme konusunda Serdar’a da Ceren’i kandırma konusunda yardım etti. Bütün bu koşuşturma arasında Ceren’i kandırabilmek için İshak’a kapalı zarf içinde verecekleri bir senaryo bile ortaya koydu. Ama Hakkı’ya sorgu sırasında yaptığı yardımının bölümün en komik sahnelerinden biri olduğunu söylemem yanlış olmayacaktır. Bir tekerleme duymayalı çok uzun zaman olmuştu.
Hakkı teröriste “Pakize…” ile başlayan tekerlemeyi söyletmeye çalışırken kaçınız içinden bu tekerlemeyi düzgün bir şekilde tekrarlamaya çalıştı, itiraf edin. Camın arkasında gülerek izleyen Gürcan temsili Türk seyircisiydi herhalde. Daha ben bile söyleyemedim o terörist nasıl söylesin ki? İlahi Hakkı Dayı, çok aradın mı tekerlemeyi?
İshak’ın filminde rol kapan Zehra, planın ikinci aşamasına geçebilmek için set arasında yönetmenin karavanına girdiğinde Serdar’ın tokalaşmalarını önlemekte ne kadar haklı olduğu konusunda yaptığım tespitin doğruluğuna daha fazla inandım. Karavana girerken nazikçe izin isteyen Zehra’ya yönelik kibar tavrı aslında istediğini alana kadar her erkeğin takındığı bir tür ön sevişme biçimi, değil mi? O küçücük karavanda devamlı olarak Zehra’nın oyunculuk yeteneğini övmesi kalbinin iyiliğinden değil; hele de yönetmen gözünden bir değerlendirme hiç değil. Açıkçası dürüst olmam gerekirse ben adamın hal ve tavırlarından özellikle de bakışlarından çok rahatsız oldum.
İshak’ı İsrail hükümetine ihanet ediyormuş ve tüm bilgileri Türkiye’ye satıyormuş gibi gösterebilmek için bu adamı akşamki yemeğe gelmeye ikna etmesi şarttı. O yüzden de onu ikna edebilmek için kendisine göstermek istediği sözde bir senaryosu olduğunu söylemek zorunda kaldı. Onu ikna edebilmek için yönetmenliğine bile iltifatlar yağdırdı ama adamı ikna etmeyi başaramadı. Sonuçta karşılığında bir şey alamayacağı yemeğe neden katılsın. Zehra adamın ne istediğini daha doğrusu zaafının ne olduğunu anlayınca ona reddedemeyeceği bir teklif yaptı. O zaman Serdar’ın ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gözlerimle görmüş oldum. Bu adam bir İsrail ajanı ama aynı zamanda da bir kadın avcısı. Onu anlatacak daha doğru bir kelime bulabileceğimi hiç sanmıyorum.
Bu dizinin senaryo grubunda kimler var net olarak bilmiyorum ama içlerinde en az bir kadın olduğu kesin. Diğer dizilerin aksine güçlü kadın portreleri çizmesinin yanı sıra sadece memleket meselelerini değil; kadınların çeşitli iş alanlarında karşı karşıya kaldıkları tacizi de açıkça ortaya koyuyorlar. #metoo süreci son hız devam ediyor.
Artık geriye sadece bu görüşmeye tanıklık etmesi ve üstlerine ileterek İshak’ı hedef haline getirmesi için Ceren’i yönlendirmek kalmıştı. Serdar bunu Uzay ile yaptığı sahte bir telefon görüşmesiyle hemen halletti. Buluşma yeri ve saatini öğrenen Ceren, İshak’ın Fadi ile ilgili istihbaratı Türklerle paylaşacağını öğrenince bu durumu hemen Şef’e iletti. Bu da bizim ekibin başından beri olmasını bekledikleri hareketti. Allah tanıdığın düşman versin diye boşuna dememişler. Düşmanını tanıdığın taktirde ne yapacağını kestirerek tuzağa çekmek de kolay oluyor.
Yaşadığımız dünyada bolca mantık hatası olduğu konusunda Serdar’a katılıyorum. Eğer öyle olmasaydı herkes mantığına göre hareket eder ve koca dünyaya düzen ile barış hâkim olurdu. Şu an olduğu gibi kaos değil. Ama hayatını mantığa adamış Serdar gibi bir analist için bunun düşünmesi bile beyin yakıcı olabiliyor ne yazık ki.
Akşam Serdar oltaya takılan yem olan Ceren’e atfen balık lokantasında İshak ile buluştu. Bayan karşı istihbarat uzmanına sanki orada olduğunu bilmiyormuş gibi poz veren Serdar’ın oyunculuğuna dokuz verdim. Onu başka görevlerde de menajer Kahraman stiliyle görmek isterim. Gözlükleri kendisine epey yakışmış. Takipteki Ceren’in Pınar’ın takibine yakalanması da çok hoş bir ayrıntı olmuş ama Pınar karanlıkta fotoğraf çeken Ceren’in neden fotoğrafını çekti hiç anlamadım. Onun dışında çok da aksiyonlu bir istihbarat gecesi olmadı. Oyuncusu Mine’nin telefonlara ve mesajlara cevap vermediğini randevuya da geciktiğini gören İshak, umduğunu bulamayınca orada bir dakika daha fazla kalmak istemeyip zarfın içindeki senaryoyu alıp daha siparişin gelmesini bile beklemeden bir hışımla restorandan ayrıldı. Mine ile bir gece geçirmeyi hayal ederken menajeriyle oturup yemek istemedi.
Niyeti bozuk bir erkeğin kendine bir şeyler vaat ettiğini düşündüğü kadından o vaatlerin yerine getirmesini umut etmesi normal. Ama istediğini alamayınca sinirlenip o kadına hayatı zindan etmeye çalışması fazlasıyla çocukça. Ve ne yazık ki biz bazı erkeklerin hiç büyümediği bir zamanda yaşıyoruz. Bu işin bir milleti ya da bir kültürü yok tamamen gücü elinde tuttuğunu düşünen genellikle orta yaşta erkeklerin çarpık egosu var ortada.
Ceren’in geciktirmeden elindeki resimleri ve istihbaratı paylaşmasıyla planda artık can alıcı noktaya gelinmişti. Fadi’nin yandaşı olan İsrail hükümetine bu bilgiyi ulaştırmasıyla artık İshak için verilmiş bir ölüm emri vardı. Ekip aralarında İsrail hükümetinin İshak’ı öldürmesi için göndereceği suikastçının yarın saat kaç uçuşuyla geleceğini tahmin ettikleri sahnede Uzay’ın kafasının gene zehir gibi çalışıyor olduğunu izlemekten büyük bir keyif aldım. Düşününce şu koca bölümde Fadi’ye ulaşabilmek için Kasım’ı almaları gerektiğini düşünen de ona ulaşmanın bir yolunu planlayan da Uzay’ın ta kendisi. Planın tam da istediği gibi ilerliyor olmasından zevk aldığına eminim.
Ancak benim bu bölümde özellikle eleştirmek istediğim bir husus var ki o da Hakkı ve ekibin havalimanına inen yolcuları takip ettikleri sahnenin absürtlüğüydü. İki uçuşta toplamda iki yüzden fazla insan vardı. Hakkı’nın takip konusunda iyi olduğunu, yılların deneyimine sahip olduğunu ve ekibin de eğitimli İstihbarat ajanları olduklarını biliyorum ama o kadar insan içinde suikastı yapacak kişiyi elleriyle koymuş gibi nasıl tespit ettiklerini hiç mi hiç anlamadım. Adamın anlında “ben suikastçıyım” yazıyordu da acaba ben mi göremedim diye düşünmedim değil.
Suikastçının kimliğini belirledikten sonra öldürülecek şahsın da nerede olduğunun bilindiği düşünülürse geriye planın en kolay kısmı kalmıştı. O da İsrail hükümetinin gönderdiği suikastçıyı suç üstü yakalamaktı. Zehra sette Serdar’da yönetmene bir atış yapıldığı taktirde bu atışın yapıldığını görebileceği bir yerde konumunu almış her ikisi de üstüne düşeni yapmak için bekliyordular. Adamın dün gece istediğini alamadığı için daha dün yeteneğini öve öve bitiremediği Zehra’ya ne kadar kötü davrandığını izleyen herkes de fark etmiştir. Dün sahip olduğu yıldız tozuyla gökyüzündeki yıldızlara ulaşabilecekken bugün yönetmenin ayağının altında ezilen kömürden farksızdı.
Zehra kendine yönetmen diyen İshak’ın cinsiyetçi zorbalıklarına göğüs germeye çalışırken Serdar da setin bir başka noktasında avını öldürme hazırlığı yapan suikastçıyı fotoğraflayarak ülkenin suikastı inkâr etme ihtimalini engelleyecek delilerle ilgileniyordu. Suikastçı yerini aldıktan sonra geriye sadece avının kadrajına girmesini beklemek kalmıştı. İshak dün geceden dolayı tepkili olduğu Zehra’yı aşağılamak için karavanına çağırdığında suikastçı da İshak’ı öldürmek için karavanı hedef almıştı.
Dün karavanında tatlı tatlı övgüler yağdıran adamla bu kaba kaba bağıran adamın aynı kişi olduğuna inanmaya bin şahit istenir. Kedi ulaşamadığı ciğere mundar dermiş hesabı istediğini alamadığı için gömdü de gömdü kızı. Zehra bu boş durur mu hiç? Hazır Serdar’dan da az sonra kafasına sıkacaklarını öğrenmişken Mine karakterini bir kenara koyup adama açık açık meydan okudu. İshak da bu meydan okuma karşısında hemen setini terk edip gitmesini istedi. Hatta gitmediği taktirde onu öldüreceğini bile söyledi. Ama soğukkanlılığını koruyan Zehra’nın son cümlesi çok iyi değil miydi: “Üzerime kan sıçramasını istemiyorum”. Adamla korkusuzca yüksek perdeden konuşmasına zaten bayılmıştım ama İshak suikastçı tarafından öldürüldüğünde gözünü bile kırpmamasına onu da geçtim üstüne düşen cam parçasını silkeleyip atmasına âşık oldum. Ben bu karaktere gerçekten hayranım.
Deniz bu diziden gelen teklifi kabul etmekle belki de kendine en büyük iyiliği yapmış olabilir. Çünkü güçlü kadın karakterleri onun mizacındaki bir insan için en uygun roller. Ben de onu büyük bir mutlulukla seyrediyorum.
İshak öldükten sonra PÖH kıskıvrak yakaladığı İsrail hükümetinin göndermiş olduğu suikastçı sayesinde Serdar aynen Uzay’ın planladığı gibi İsrail hükümetiyle suçlu değiş-tokuşu için pazarlık masasına oturmuş oldu. Adam öyle iş üstünde yakalanmıştı ki olay mahallinden kaçmaya bile fırsatı olmamıştı. Bundan sonrası ise iki ülke arası pazarlık şartlarının görüşüldüğü birtakım bürokratik detaylar. Detaylara girip sıkmayayım ama Türk hükümetinin elinde tuttuğu tüm delilere rağmen suikastçının bir kiralık katil değil de üstüne basa basa sadece bir vatandaşları olduğunu söylemeleri çok komikti. Siz kimi kandırıyorsunuz? Karşılarında daha dün doğmuş bir çocuk mu var?
Serdar’ın da söylediği gibi “Bizim ülkemiz de elini kolunu sallayarak gelip cinayet işleyebileceğiniz bir ülke değil”. Kimse bu devletin yaşının genç olmasını aldanıp Hükümet’ini kandırabileceğini düşünmesin. Çünkü arkamızda koca bir tarih var. Sırtımızı yasladığımız 600 senelik bir geçmişimiz var. Ve daha nice kurduğumuz devletler var.
İsrail hükümeti işi yokuşa sürüp suikastçı ile Kasım’ı değiş-tokuş yapmaya ikna olmayınca suikastçısını İran gibi arandığı başka ülkelerden biriyle anlaşma sağlayarak da iade edebileceklerini söyleyince hemen nasıl da fikrini değiştirdi ama. Rüzgâr bile onun kadar hızlı yön değiştirmemiştir. Türk Hükümeti’nin de bu bürokrasi savaşlarını en az diğer devletler kadar iyi oynadığını bilmemeleri tamamen diğer devletlerin ayıbı. Söyleyebileceğim tek şey bu oyunu oynamayı iyi bildikleri için Serdar’ın ne yapıp edip Kasım’ı almayı başarmış olduğuydu. Dost olmayan dost görünümlü devletlerin hep yaptığı gibi Kasım’ı teslim ettiği halde Fadi’ye Türklerin arkasından haber uçurdu.
Sonuç olarak Uzay’ın planı işe yaramış, Fadi’ye ulaşmalarını sağlayacak Kasım’ın Türk Hükümeti’nin gözetimine teslim edilmesi yönünde resmi bir karar verilmişti. Ertesi gün Napoli Havaalanında Serdar ve Zehra’nın kendisini bizzat teslim alması planlanmıştı. Tabi Kasım tehditti konusunda uyarılan Fadi de Türk Hükümeti’nin tüm sırlarını öğrenmesini önlemek için Napoli’deki değiş-tokuştan sonra bindikleri o uçaktan hiçbirinin sağ çıkmaması emrini verdi. Kullandıkları uçağı sabote etmek için gerekli planlamaları yaptı. Bunu demeden edemeyeceğim sen Türk Teşkilatı’nın en önemli devlet adamlarından birine düzenlenen suikastın azmettiricisinin peşine düşüyorsun. Elinde o adamı yakalamanı sağlayacak çok önemli bir tanık var. Ama kullandığın uçağa maşallah herkes erişip rahatlıkla sabote edebiliyor. Bu nasıl bir tedbirsizlik. Aksiyon olsun diye yapılmış ama biraz detaylara dikkat edin.
Son olarak Teşkilat’ta takip konusunda yılların tecrübesine sahip her seferinde Teşkilat’ın en iyi takipçisi denilen bir adamın karşı İstihbarat ajanı Ceren’in peşindeyken kontur takibe yakalanması nasıl bir acemiliktir? Tamam sonuçta adamın karşı takipte olduğunu keşfeden de oydu ama yakışmadı. Hele de resimlerini çekmiş bir adamı ellerinden kaçırmaları bana soracak olursanız başlarına büyük dertler açacakmış gibi görünüyor diyerek yazımı tamamlıyorum. Sizce Serdar-Zehra güzel bir ikili olmadı mı? Ya Serdar’ın her göreve sadece ikili olarak gitmek istemesine ne demeli? Şimdi uçaklarının alçak irtifaya geçtiğini düşününce uçağı bir karaya indirmeyi başarırlar ise Irak operasyonunda olduğu gibi baş başa kaldıkları bir sahneye denk gelir miyiz acaba diye merak ediyorum. Yanlarında Kasım olsa da Fadi’den kaçıp kurtulmaya çalışırken onlara 1-2 güzel sahne yazılır diye umuyorum.
Göz atmanızı öneririz: Teşkilat Bölüm Yorumları