Teşkilat 13. bölümündeki operasyonları içeren değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Teşkilat’ın sezon finalinden önceki bölümü olma görevini üstlenen on üçüncü bölüm, içerik olarak Vatanları için ölmeden yerin altına girmeyi kabul eden bu isimsiz kahramanlar ekibinin kuruluş amacı Şirket’in bir parçası olan ve ilk bölümdeki mühendislerin öldürüldüğü suikastı organize ettiği için ekibin Türk Cumhuriyetine karşı işlemiş olduğu suçlarına denk düşen Türk adaletiyle tanıştırmayı amaçladıkları Fadi’yi nihayet ele geçirip sorgu odasına tıktıkları bölüm olması nedeniyle çok önemliydi. Karargâh ekibinin toplandıkları ilk günden beri üzerinde itinayla durdukları bir konu olduğundan hem ekip hem de bundan sonraki gidişat için önemli bir dönüm noktası olacağını düşünerek bölüm adını da Başkan’ın Fadi ile sorguda yapmış olduğu ilk sohbetten almayı uygun buldum.
Fadi’yi Fransa’nın göbeğindeki bir klinikten alıp Türkiye Cumhuriyeti topraklarına getirmiş olmalarının yanı sıra Fadi yanlısı Şef-Ceren’in hiç durmaksızın yapmaya devam ettikleri bu ülkeye ve MİT’e yönelik saldırılarına karşı Türkiye’nin bölünmezliğini ve vatandaşlarını korumak amacıyla çeşitli operasyonların düzenlendiği bir bölümdü. On üçüncü bölüm genel anlamda operasyonların ağırlığının hissedildiği ve ekip arası ilişki dinamiklerinin en aza indirgendiği bölümlerden biri olması nedeniyle içeriğinde pek bir #ZehSer sahnesi bulamadığım bir bölümdü. O yüzden büyük saldırı planını gerçekleştirmeden engellemeye çalışma operasyonuna odaklanmaya karar verdim.
Bölüm boyunca özellikle karartılmış olduğunu düşündüğüm o oda Fadi ile saldırı planını öğrenmek için yapılan görüşmeleri tek tek saydığımda çok sayıda olduklarını fark ettim. Hatta olması gerekenden fazla olduklarını bile düşündüm. Fadi’nin ağzından “Kale” saldırısı hakkında tek kelime istihbarat öğrenemeden ve bu koşullar altında bile kendi şartlarını dayatmasına imkân verilen bir ortamda yarısı Mete Başkan diğer yarısı ise Serdar tarafından yapılan dört görüşme vardı. Ki Mete Başkan onun konuşmasını sağlamak için oğluna bir anlaşma ve güvenlik sağlamak gibi barışçıl bir yöntem izlerken Serdar ise onu oğlunun hayatıyla tehdit ederek daha saldırgan bir yöntem deniyordu. Ama bu görüşmeler içinde sanırım en sevdiğim Mete Başkan-Fadi görüşmelerinin ilkidir.
Özellikle daha içeri girer girmez Hulki’ye yaptığı işkenceye rağmen kendi canının Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yasaları tarafından güvence altına alındığını söylemesi ve hiçbir şekilde kötü muameleye maruz kalmayacağını belirtmesi hoşuma giden ayrıntılardan biriydi. Bütün dünya her ne kadar bizim Barbar olduğumuzu iddia etse de biz devlet düşmanlarını ele geçirdiğinde bile onlara işkence etmekten itinayla kaçınan bir milletiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarını geçtim, bundan iki yüzyıl önce tabi olduğumuz örf/şeriat hukukta bile işkencenin yeri yoktur. Hapishanede işkence tamamen Cumhuriyet’in yolundan sapmış olduğu dönemlerin suni bir icadı.
Onu geçtim “isterseniz bana işkence yapabilirsiniz” diyerek hangi ülkenin kurallarına tabi olduğunu bilmeyen Fadi’nin gövde gösterisi yapma ve kendini iradesi güçlü biri olarak resmetme çabasına Mete Başkan’ın vermiş olduğu cevap gerçekten kapak niteliğindeydi. Ona geçmişte o çok övündüğü sözde iradesinin İsrail tarafından kırıldığını hatırlatarak sandığı kadar güçlü olmadığını belirtmesi, aslında hiç işkence yapmadan Fadi’nin fazlaca şişkin egosuna atılmış en büyük kamçıydı belki de. Mete Başkan bu sözleri sarf ederken onun şekilden şekille girmesi ve yüzünün renk değiştirmesi benim açımdan izlemesi en keyifli anlardan biriydi. Mete Başkan’a da helal olsun. Sürekli yargı dağıtma konusunda epey formunda. Kimse bu konuda onun eline kolay kolay su dökemez.
Gelelim “Bu hayatta sadece güçlüler kazanır” konusuna. Asla katılmıyorum. Para, şan-şöhret, doğru insanlarla kurulan doğru bağlantılarla güç kazandığını sanırsın ancak bu hayatta hiçbir şey bir hakikat ya da doğru yoldan ayrılmamak kadar güçlü değildir. Mete Başkan’ın dediği gibi “Bu hayatta sadece haklılar kazanır.” Çünkü haklı olmak demek hakikatin ışık tuttuğu yoldan ayrılmamak demektir. O yüzden de insanların suni şeylerin peşinden güç diye koştukları bir dönemde hakikatlere tutunarak yolundan şaşmamak büyük bir irade ve güç ister.
Fadi ve Başkan arasında geçen konuşmanın hatta bölümün en sevdiğim sahnesi ya da sözü “bu hayatta sadece haklılar kazanır” sözüne Fadi’nin o yüzden mi bütün dünya Türklerden nefret ediyor karşılığına verdiği cevaptı:
“O bütün dünyanın sorunu. İstediklerinden nefret edebilirler. Bizim için önemli olan boynumuzu bükmemek. Başımızı eğmemek. Senin gibi onun bunun adamı olmamak. Nasıl yaşadığımızın bir önemi yok, Fadi. Önemli olan nasıl öldüğümüz. Türk demek bütün dünyaya kafa tutmak demektir. Yeter ki davasında haklı olsun.”
Bütün bu konuşmalardan sonra Mete Başkan doğal olarak asıl konu olan “Kaleye” düzenlenecek olan bir saldırı planı hakkında almış oldukları istihbarata dair birtakım soruları kendisine yöneltmeye başladı. Ancak Fadi, Mete Başkan’a hiçbir şey anlatmaya niyetli değildi. Üstelik zamanı geldiğinde “Şirket” ile de kozlarını paylaşacaklarını söylediğinde Fadi’nin sarf ettiği küçümseyici ve tehditkâr cümleler bana Türkleri hiç tanımadığını düşündürdü. Çünkü bir Türk her ne olursa olsun, asla pes etmez ve asla boyun eğmez. Kaldı ki yapılan saldırılarla yılıp niyeti dünyayı yönetmek olan şeytani bir yapılanmanın önünde diz çöksün, mümkün değil. Biz kimsenin ayaklarına kapanacak ti niyette bir toplum değiliz. Zira Mete Başkan da tehditleriyle bunu açıkça kendisine ifade etti.
Onun çabaları sonuç vermeyince bu sefer de Serdar ona dokunmayacağına söz vererek içeriye girip saldırının detaylarını öğrenme konusunda şansını bir denemeye karar verdi. Özellikle de ona dokunmayacağı sözünü verdikten sonra sorgu odasına girmeden önce silahını teslim etmesi mesajı açık bir şekilde seyirciye geçiriyordu. Katiyen gözümden kaçmadı. Doğrusu Serdar’ın Fadi’ye olan yaklaşımı daha saldırgan bir yaklaşımdı. “Kaleye” yapılacak saldırının detaylarını paylaşmadığı taktirde bağırsaklarını deşip boynuna dolama konusunda kendisini tehdit etti. Açıkçası Serdar’ın daha önce bu kadar saldırgan bir üslup ile hareket ettiğine hiç şahit olmamıştım.
Başkan’a düzenlenen suikast ve Ceren dolayısıyla Fadi’nin onun için kişisel mesele haline geldiği konusundaki teorim gerçekliğini her geçen gün daha açıkça ortaya koyuyor. Bir an için dayanamayıp boğazına dalacak ve kendisini konuşturamadan boğacak diye düşündüm. Hele de Fadi gülmeye başlayınca onu sorgu odasından çıkarmak için güç kullanmaları gerektiğinde beni korkutmayı başardı. Bir de ona dokunmadım diyor.
Bölümün diğer yazısını okudunuz mu: TEŞKİLAT – Burada Herkes Birbiri İçin Yaşar
Mete Başkan’a karşı düzenlenen suikast girişimi planlarının geniş bir şekilde yer aldığı sekizinci bölümden beri görmediğim ve özlem duyduğum bir şekilde on üçüncü bölümde de iyi-kötü ve hak-batıl arası karşılıklı hamlelerin operasyonlar biçiminde gerçekleştirildiği bir bölümdü. Bizim “isimsiz kahramanlardan” oluşan karargâh ekibimiz “Kale” saldırısını gerçekleşmeden önlemeye çalışırken Fadi’nin Türkiye’ye getirildiğini öğrenen Ceren de gerçek kimliğinin ortaya çıkabileceği korkusuna rağmen Şef’ten almış olduğu emirler doğrultusunda saldırı planının bir sonraki adımını gerçekleştirmek üzere yola koyuldu. Keza ilk adım Şef’in kendisine verdiği resimdeki adamın evine girip onu ailesiyle tehdit ederek planlarını gerçekleştirebilmeleri için onlara yardım etmesini sağlamaktı. Ne yalan söyleyeyim her fırsatta kimliğinin ifşa olmasından ve Türk İstihbaratı tarafından yakalanmaktan korkan birine göre devamlı Türk İstihbaratı’nın ve bu ülkenin aleyhine çalışıyor olması bana pek inandırıcı gelmiyor.
Fadi’nin konuşmayacağını ya da saldırı planı gerçekleşene kadar ekibi oyalamaya çalıştığını düşünen biri olarak ekibin, gerçekleşmesi muhtemel saldırı planını öğrenip durdurmak için sırtlarını sadece Fadi’ye dayamamalarına çok sevindim. Bu yüzden de her seçeneği düşünerek ikinci bir harekât planı yapan Uzay’ın operasyon fikrini çok yerinde buldum. Uzun zamandır Uzay’ı ne kadar sevdiğimi söylemiş miydim? Eğer söylememişsem Uzay’ın çok mesai yapan aklını gerçekten seviyorum. Ceren’i ve çevresini gözetleyen ekiplerden gelen verilere göz gezdirip emirleri aldığı Şef ile birlikte on sekiz kişilik küçük bir örgütlenmeyi tek tek tespit etmeyi başardı.
On sekiz kişilik bir örgütlenmeyi karşı karşıya oldukları Şirket’i düşününce Mete Başkan’ın neden az bulduğunu anlayabiliyorum ama bu konuda Serdar’dan yanayım. Bu ülkenin topraklarında nefes alıp bu ülkenin ve üzerinde yaşayan halkının aleyhine hareket edecek tek bir düşman unsurunun varlığı bile fazla. Her bir karşı atalarımızın kanı dökülerek kazanılmış bir vatan toprağının tek karışında beş dakika nefes almaları bile bize eziyettir. Özelikle de Serdar başta olmak üzere toplantı odasında toplanan ekibin asıl merak ettiği husus, bu on sekiz kişilik küçük örgütlenmenin ne olduğuna dair detayları öğrenmek ve daha sonra da durdurmak için canla başla savaştıkları saldırıyla bir ilgileri olup olmadıklarıydı. Ancak bunu öğrenmenin tek yolu da bu örgütlenmenin bir parçası olan herkesi sorgulamaktan geçmekteydi. Bu yüzden de Zehra, bu örgütlenmenin bir parçası olan herkese eş zamanlı bir operasyon düzenlenmesi teklif etti. Ancak fikri yeterli bir kanıt olmamasından dolayı beklemeye alındı.
Bu arada Gürcan’ın Amir’i öldürdüğü haberini alınca Zehra ve Serdar’ın verdiği tepkinin ve tepki verme anlarının aynı olması kimsenin gözünden kaçmamıştır herhalde. Özellikle de #ZehSer fanlarının dikkatinden kaçmamıştır. Bu bölümde çok fazla sahneleri olmadığından da bu sahneden bir kareyi kapak yapmaya karar vermiş oldum:]
Karargâh ekibi “Kale” saldırısı hakkında bir şeyler biliyor olabileceğini düşündükleri Şef ve örgütlenmesindeki herkese eşzamanlı bir operasyon yapabilmek için üstlerinden izin çıkmasını beklerken devlet düşmanları da hiç zaman kaybetmiyordu. Henüz ne işe yaradıklarını bilmediğim ama bölümün sürpriz sonuna damga vuracaklarını anladığım üç adam dış terminallerinden ülkeye ilk adımlarını atıyorlardı. Üstelik bu adamlar örgüt tarafından gönderilen bir grup teröristle kameraların da işe dahil olduğu bir propaganda videosu çekmeye hazırlanıyorlardı. Sonrasında bu videoyu yayınlayabilmek için hedefleri arasında bir adet anten ve yerel bir televizyon kanalı vardı.
Nihayet üstleri eş zamanlı operasyonu gerçekleştirmelerine yeşil ışık yaktığında da ekip operasyonun sorunsuz gerçekleşmesini sağlamak adına ellerindeki istihbaratın üstünden geçmek için bir masa etrafında toplanmışlardı bile. Başkan’ın en başta Şef ve Ceren olmak üzere bu örgütlenmeye ait olan herkesi içeriye alma operasyonunu devreye sokmasıyla ekipteki herkesin yüzüne can gözlerine ise adeta bir ışık gelmişti. Ceren’in son zamanlardaki görevleri ekip üyelerinin sevdiği bir aile üyesine ya da yakınına yönelik faaliyetler olması nedeniyle ekip içinde çok düşman kazandığını söylememe gerek yok sanırım. O yüzden de onu yakalamayı kimin daha çok hak ettiği tartışılır ama Fadi’den sonra ekibin sorgu odasında görmeyi en çok istedikleri kişinin o olduğu kesin.
Fadi ile Görüşmeler 2: İki Devin Savaşı
Şef-Ceren’in dahil olduğu küçük örgütlenmeye bu gece yapılacak bir eşzamanlı operasyonun düğmesine basmış olmasına rağmen “Kale” saldırısı hakkında daha hızlı ve detaylı bilgi edinebileceğini düşündüğü Fadi konusunda bir kez daha şansını denemeye karar veren Mete Başkan, bu defa yaklaşımının odağını tamamen Fransa’da bir başına kalmış olan oğlu Amir’e yönlendirerek Fadi’yi zaafından vurmaya çalışıyordu. Fadi’nin saldırının detayları konusunda Türklere bilgi vermesini sağlayacak herhangi bir metot ya da ikna yönteminin olmadığını ve onun Türklerle aynı tarafta yer almasını sağlayacak hiçbir teşvik biçiminin olmadığını düşününce akrabaları tarafından yalnız bırakılacak oğlunu Türkiye’ye getirip yan hücresine yerleştirme tehdidini kullanması bence çok akıllıcaydı.
Türkler tarafından alınmasına rağmen hala saldırı planları hakkında detayları vermeden önce birtakım taleplerde bulunma cüretkarlığını gösterebiliyor. O ne derse desin, kendisi Türkiye Cumhuriyeti’nin elinde olduğu müddetçe oğlu için en güvenli yer “Şirket” ya da çok iyi bağlantılar kurmuş olduğu dostlarının değil; Türk Hükümeti’nin yanı. Ancak Türklere olan nefreti ne kadar akıllı bir adam olsa da gerçekleri görmesine ve teklifi kabul etmesine engel oluyor. Onun da oğlunun da işlediği “nefret suçları ve terör eylemlerinden” sonra ikisini de serbest bırakmak asla bir seçenek değildi. O yüzden herhangi bir uzlaşma sağlanamadan bu görüşme de başarısızlıkla sonuçlandı.
Gerçekleştirilmesi planlanan saldırı hakkında daha detaylı bir bilgiye ulaşabilmek için devreye sokulan ve Zehra önderliğinde B planı olarak gerçekleştirilen eşzamanlı operasyona gece çöker çökmez başlama kararı verildikten sonra yapılması gereken tek şey, yeri tespit edilmiş on sekiz terörist unsuru özel kuvvetler ve kolluk güçlerinin yardımıyla ele geçirmekti. Herkes yerini almış Zehra’nın emrini vermesini beklerken Uzay da ekrandan Ceren’in telefon görüşmesinin şifresini çözmekle meşguldü. Bu adamın şifre çözücülüğüne hayranıyım. Konuşulanların şifreli olduğu izleyenler için de açık ve netti ama bütün bu konuşmadan kulağa gerçekten anlamlı gelen bir şeyler çıkarmayı başarabilmesi hem büyük bir başarı hem de tamamen Uzay’ın zekasının sebep olduğu bir mucize.
Zehra’nın operasyonların eşzamanlı yapılacağına dair tüm uyarılarına rağmen Ceren ile yüzleşebilmek için daha fazla beklemeye dayanamayan Serdar’ın atlattığı onca badireden sonra bu yüzleşmeyi isteme konusunda haklı olduğunu düşünsem de sahne pek dikkat çekici tarzda bir sahne değildi. Üstelik bölüm boyunca birlikte oldukları tek sahne de buydu. Evet, Serdar elleri arkada içeri girdiği için sahneye belli bir gerilim dozuyla girildi ancak bu gerilimin sahnenin geri kalanında sürdürülmesi sağlanamadı. Çok çabuk bir şekilde sıkıcı bir hale geldi. Halbuki Ceren’in bir karşı istihbarat ajanı olduğunu öğrendikten sonra mutfakta boynuna masaj yaparken kırmayı hayal ettiği ve Ceren’in de herhangi bir saldırıya karşı tezgâhta elinin altında bir bıçak bulundurduğu sahne çok iyiydi.
Fadi’nin Milli İstihbarat Teşkilatı’nın elinde olduğunu biliyordu ve tabi Fadi yüzünden kimliğinin de her an açığa çıkabileceği gerçeğinden de ödü patlıyordu. Bütün bu şartlar düşünüldüğünde gerilim oranı daha yüksek ve imalı bir sahne yazılabilirdi. Serdar’ın söylediği her şey iki anlama da gelecek şekilde yorumlanabilirdi. O zaman Ceren de kapıdan elleri arkada girdiği zamanki gerginliğini bütün bölüme yayabilirdi. Bu sahneyle ilgili hoşuma giden ilk şey, Ceren’e aldığı kaktüstü. Evine yerleştirdikleri gizli kameralardan sonra Serdar ve Zehra arasında geçen bir konuşmada sevgilisi Ceren için “Kaktüsü öldüğünde ağlayan kız” demişti. Hatta eve gizlice giren katili nasıl öldürdüğünü gördüklerinde de Zehra bu cümleyi tekrar ederek Serdar’a takılmıştı. Kaktüsü görür görmez aklıma o an geldi. Bu şekilde gerçekleşen “full circle” şeklindeki küçük detayları unutmayıp kullanmalarını seviyorum.
Bu konuşmada hoşuma giden ikinci şey ise Serdar’ın “Scarface” filminden yapmış olduğu alıntıydı. Tam olarak “Sen böyle makyaj yapmışsın, güzelleşmişsin filan ama senin altından ne kanalizasyonlar geçiyor” sözüydü. Bu cümle tam olarak Ceren’i anlatmak için kurulmuş, görünüşte yüzü aydınlık bir genç kadın. İçi gibi yüzü de güzel sanıyorsun ama sonra ne içinin ne de yüzünün güzel olmadığını anlıyorsun. İçindeki nefreti ve vatan hainliğini ne kadar saklamaya çalışırsa çalışsın, yaptığı hiçbir şey içindekileri sonsuza dek saklamasına yardımcı olmuyor. Onun içindir ki Serdar yüzleşecekleri anı beklerken kendine hâkim olmakta zorlanıyordu. Dil sürçmesinin aslında bilinçaltına atılanların bir yansıması olduğunu söylerler ya Serdar’ın kaktüsle ilgilenecek zaman bulamayacağını söylemesi de Ceren onu “Kendine gel” diye uyardığında “Kendime geleceğim. On beş dakika kaldı” demesi de içinde tutmakta zorlandığı o yüzleşme anını iple çekiyor olmasından kaynaklanıyordu, ben öyle düşünüyorum.
Terörist unsurların hazırladıkları propaganda videosunu yayınlamadan önce tüm Ankara’nın elektriğini kesmeleri gerçekten şart mıydı bilmiyorum. Ama bu dramatik etkiyi yaratmak ve halkı daha fazla korkutabilmek için Ankara Elektrik Dağıtım’da çalışan herkesi öldürmeleri bana gereksiz bir katliam gibi geldi. Üstelik bu sahnenin arka planını oluşturan mesaj da çok açık: “Her düşmanı dağlarda ellerinde keleşlerle aramayın. Zira çoğu düşmanın medeni olduğunu iddia eden medeniyet şehirlerinden gelme. O silahları mağaradakilerin eline veren de onlar. Yoksa dağ başına hijyenden bir haber hayvanlar gibi yaşayan o insan israfları o silahları nereden bulsunlar?”
Zehra her anını ilmek ilmek işledikleri Şef ve örgütlenmesine karşı düzenlenen eşzamanlı operasyonun başlama direktifini vermek üzereyken terörist unsurların bu devletin vatandaşlarını korkutmak için hazırladıkları karartma planı devreye girdi. Altı farklı mekâna düzenlenen operasyon bölgesindeki özel kuvvetler ve kolluk kuvvetlerinin sayesinde önce bütün Ankara’da yavaş yavaş elektriklerin kesildiğini sonra da aradan daha bir dakika geçmeden de aynı şekilde bütün Ankara’nın elektriklerin geri döndüğünü gördüm. Sonra hemen arkasından da yaptıkları o propaganda videosu geldi. O anda ilk dikkatimi çeken videoyu birlikte izleyen Serdar ve Ceren’in mimikleriydi.
Anca bir süre sonra videonun kendisine odaklanabildim. Odaklandığımda da Türkiye’nin metropollerinde her an patlamaya hazır bombalarıyla övündükleri sahneler ve özellikle de Türkiye için kullanılan “faşist” terimi; masum insanların içinde oldukları toplu taşıma araçlarını, kalabalık olarak toplandıkları yerleri ve hastalandıkları zaman gittikleri hastaneleri hatta ibadet ettikleri yerleri bombalayarak bu masum insanların kanına girmeleri bir yana ölülerinden şehitlerimiz diye bahsederek asıl “şehitlerin” yani bu vatanın toprak bütünlüğünü ve bu toprakta yaşayan milletinin hayatını koruyabilmek için gece-gündüz canını hiçe sayarak savaşan askerlerimiz adına leke sürmeleri beni çok rahatsız etti. Keşke bu videonun devreye girdiğini görseydik ama bunları hiç duymasaydık.
Böyle korkunç bir sahneye maruz kaldıktan sonraki tek güzel çıkarım, Uzay’ın Ceren-Şef konuşmalarından bir şeyleri deşifre etmeye başlamış olmasaydı. Tam olarak detaylara girmese de en azından yakında yapılacak olan saldırının detaylarını, bütün şehrin karartılmasının sorumlularını ve televizyonda yayınlanan bildirinin varlığını bildiklerini hatta bu eylemleri onların gerçekleştiriyor olabilme ihtimallerinin kuvvetli muhtemel olduğunu anladı. Ancak bu durum daha kalabalık bir terörist ağını ortaya çıkarmak için Şef ve örgütlenmesini serbest bırakmayı gerektiriyordu. Bu da mecburen operasyonun iptal edilmesine neden oldu. Halbuki onların İstihbarat tarafından alınmasını dört gözle bekliyorduk. Yapılan o kadar planlamaya da yazık oldu. Hevesler de kursaklarda kaldı. Serdar içlerinde bu duruma en çok üzülen kişidir diye düşünüyorum. Zira Ceren’e artık hiç tahammülü kalmadı.
Ah Ceren! Yüzsüzlükte çığır açan, zeytinyağı gibi üste çıkan Ceren! Ağzım açık rol kesmeni izliyorum! Bütün bu olanlardan sonra bir de hala Serdar ile romantik bir gece yaşamanın derdinde. Pes doğrusu! Neyse ki Serdar’ın “evcilik” oynamaya hiç ama hiç hevesi yoktu da bu şeytani teklifi reddetti. Bir de “vatan önce gelir” mesajı verdi.
Bu arada haberlerdeki teyze de arka planda yer alan halkta gerçekleşme ihtimali olan bir terör saldırısından pek korkmuşa benzemiyorlar. Sesi sakindi. Onu geçtim evden çıkmaya koktuğunu söyleyen birinin gece dışarda işi ne biri bunu bana mantıklı bir şekilde izah edebilir mi yoksa bu sahne tam bir komediydi. Demedi demeyin.
Bölümde Fadi ile sorgu odasının olduğu çok fazla sahne olduğunu söylemiştim. Bu sahnede onlardan sadece biri aslında. Teröristlere ait propaganda videosunu izler izlemez bir şeyler yapması gerektiğini düşünen Serdar’ın giderayak son çırpınışları aslında. Türk İstihbaratı’nın karşısında titremesi gerekirken masum insanlara tehditler yağdırılan bir videoyu oturtulduğu sandalyede keyifle izleyen hatta bu konuda şakalar yapan Fadi’ye daha fazla dayanacak gücü kalmayan Serdar’ın tehditlerini onun hayatından oğlunun hayatına çevirdiği sahne. O tehditleri elinde oğlunun görüntüsüyle savururken bir an için gözümün önünde canlanmadı dersem yalan söylemiş olurum.
Sahne: Bir gece yarısı, yer: Paris sokaklar, olay: Bir gece yarısı işten çıkarak tek başına arabasına doğru yürüyen Amir. Ve adını duyup arkasını döndüğünde karşı karşıya kaldığı silahın namlusundan çıkan bir kurşun. Serdar’ın “Zaten bir lafım var. Ben öyle uzun laf sevmem” deyişi ve işleri basitleştirme şekli bana eski usul cinayet filmleri anımsattı. 40’lı yılların çözülmeye çalışılan siyah-beyaz cinayet filmlerinden birini. En sevdiğim türdür “katil kim?” filmleri. Aşkla izlediğim son film de “Knives Out”. Amir ve Serdar’ın yaptığı işleri göz önünde bulundurduğumda kim bilir belki de içinde cinayet olan bir ajan filmi hayal etmek daha doğru olur.
Tam muhabbet daha ateşli bir hale geliyordu ki -özellikle de Serdar’ın elleriyle onu boğmak için birkaç parmak eksik olduğu gerçeğini ima ettiğinde- Mete Başkan sorgu odasına girip Serdar’ın Amir’i öldürmekle tehdit etmesi durumunun hem yasalara aykırı hem de etik olarak yanlış olduğunu söyleyerek onu sorgu odasından kovdu. Ve hepimiz bunun aslında göstermelik bir şov olduğunu biliyorduk, değil mi? Çünkü Mete Başkan odaya girip Serdar ile tartışmaya başladığı anda ben anladım. İyi bir liderliğin anahtarı asla düşman önünde zayıflık göstermemektir. Eğer Başkan Serdar ile gerçekten bir fikir çatışması yaşıyor olsaydı, bunu asla Fadi’nin gözü önünde yapmazdı.
Neyse ki bu şov Fadi’yi antlaşma yapmaya yönlendirecek kadar inandırıcıydı ama avukatıyla yüz yüze görüşme isteğinden vazgeçmesini sağlayacak kadar değildi. Dedim Başkan yargı dağıtıyor diye “düşmanın mertini bulmak çok zor bu aralar” diyen adama “Ben hala bulamadım. Sen çok şanslısın” demesi gerçekten büyük bir kapaktı.
Kendisini en son onuncu bölümde Suriye’de şehit edilen Jandarma askerlerinin intikamını almak için Suriye’deki üsse geldiğinde görmüştüm. Ne yazık ki organ nakli sonrası sağlığı pek iyi olmadığı için bütün operasyonların dışında radar bozucu savunma sisteminin yerleştirileceği üste konaklamak zorunda kalmıştı. O bölümden sonra da kendisinden hiç haber alamamıştım. Neyse ki sezon finalinden bir önceki bölümde ortaya çıktı da ortaya çıkar çıkmaz sayesinde sahnelere bir canlılık ve komedi geldi. Bölümlerin komedi ayağını genellikle hiçbir şeyi ciddiye almayan Serdar ve çocukluk evresini tamamlayamamış Gürcan’ın taşıdığının farkındayım ama Hulki’nin gelişiyle birlikte ikisinin de fazla bir şey yapmasına gerek kalmadı. Hacker gençleri dize getirmek için attığı nam-ı değer Osmanlı tokadını atmış olması bir yana dün gece MİT tarafından gerçekleştirilen siber saldırının detaylarını özet niteliğinde anlatmaya çalışırken kafası kızıp Uzay’ın ağzını eliyle kapatması başlı başına bir komedi sahnesiydi.
Uzay’ın anlattığı şeyler aslında anlaşılması o kadar zor ve karmaşık şeyler değildi ama belli ki kimse mali kayıtlar sayesinde yapılması beklenen saldırıya ait ödemelerin kime yapıldığının nasıl bulunduğunu kimse öğrenmek istemiyor. [Ve yazmaya devam ettikçe bir gerçeği daha net görmeye başlıyorum. Sanırım ben bu sitenin Uzay’ı olmuşum. Başlarken niyetim bu değildi ama yolda bir yerlerde aniden oluverdi. Uzay’ın panolarının, kafasının çalışma şeklinin ve detaycılığının bana yabancı olmadığını daha önce belirtmiştim.] Kafan bizimki gibi çalışıyorsa eğer başka türlüsü de mümkün değil. Uzay’ın yaptığı gibi bir tablo üzerinde bütün dünyayı görmeye çalışmak ya da görebiliyor olmak bu yüzden bir yetenek mi yoksa lanet mi hiçbir zaman bilemedim.
Onun yapmış olduğu özenli araştırmalar ve detaylara dikkat etme özelliği sayesinde Şef’in bu saldırıdan sadece haberdar olmadığını aynı zamanda bu saldırılarda aktif rol oynayacak aktörler içinde taşeronluk yaptığını ve de lojistik sağladığını öğrendim. Ki bu işin öteki ucunun havalimanına bağlanacağını düşünecek olursanız bu keşfin aslında ne kadar değerli bir istihbarat olduğunu daha iyi idrak edebilmeniz mümkün olur. Tedarikçiliği ve lojistik desteği sayesinde Şef’in restoranına ve tedarikçilerine ait araçlar izlenerek propaganda videosunun çekiminden bir gün önce kameralara yakalanan görüntüler sayesinde terörist unsurların nerede kaldıkları tespit edilmiş oldu ki bu çok önemli bir bilgiydi. Üstelik bu görüntüler sayesinde teröristlerden ikisinin eşkâli tespit edilmiş oldu. Eşkâl dışında mekâna gidip bakacak olan Serdar için endişelenen Zehra’nın emniyet destek önerisi de dikkatimi çekti.
Daha öncede havalimanının dış terminallerinden alınan teröristlerden biri görev yerine doğru yola çıkarken Şef’in tedarikçilerine ait arabaların ne zaman nerede olduklarının analiz edilmesiyle birlikte teröristlerin kaldığı mekânı bulan isimsiz kahramanlar ekibinden Serdar ve Hulki, yüzleri kameralara yakalanan iki terörist unsuru yakalayıp saldırı planına dair detayları öğrenebilmek için mekâna giriş yapmak üzereydiler. Ancak mekâna girmeden önce Serdar’ın saldırı planını öğrenebilmek için bu terörist unsurları canlı ele geçirmeleri gerektiği konusunda bomba Hulki’yi uyarması hatta canlının anlamının ne olduğunu bilip bilmediğinin sağlamasını yapması sahneye aksiyon dışında komedi unsuru da katmış oldu ki Serdar bu sağlamayı yaptırmak konusunda son derece haklıydı da.
“Adamlar bunlar. İçeriye girip canlı alıyoruz. Canlının tanımını yapmama gerek yok herhalde.
Kalbi atan, nefes alıp veren kişi.
Bir de düzgünce konuşabilen.”
Plan gayet basitti: Serdar önden Hulki de arkadan eve girip aradıkları adamları bulana kadar temizlik yapıp orta noktada bulaşacaklardı. Operasyonun planlama kısmında bir sorun yoktu. Serdar evin önündeki arabanın alarm sesini kullanarak dışarıya çıkarmayı başardığı terörist sayesinde eve girmeyi başardı. Ancak kimseyi vurmaması gerektiği için epey gergin olan Hulki ses yapmamaya çalışırken arka kapıyı açma konusunda ufak bir problemle karşılaşmıştı. Bu da Serdar’ın silah sesini duyan teröristlerden birinin üst kattaki rehinelerinin yanına kaçmasına neden oldu. İş öyle olunca da Hulki bir anda karşısına çıkan teröriste elinin gelişiyle büyük bir Osmanlı Tokadı atmış oldu. Bunu detaylarıyla anlatıyorum çünkü bir insanı Osmanlı Tokadı ile nasıl öldürülür anlayamıyorum.
Lütfen birini boğarak öldürme sahneleri yazmayın ya da oynamayın. Çünkü adamların boğazını daha sıkmadan adamlar düşmeye başlıyorlar. Ama birini boğmak böyle bir şey değil; hele de tek elinle yapabileceğin bir şey hiç değil. O yüzden en azından adamları bayılttığınızı söyleyin ya da belirtin. Boğarak öldürme işini layıkıyla yapan tek bir karakter vardı, o da EDHO dizisinin Tipi karakteri. Öyle yapmayacaksanız hiç yapmayın.
Hulki bayılttığını sandığı yüzünü tespit etmiş oldukları bir teröristin başında beklerken Serdar da hiç beklemediği bir rehine kurtarma durumuyla ve iki küçük kız çocuğuyla karşı karşıya kalmıştı. O küçük kızların annesinin ona silah doğrultan teröristin elinden kurtarabilmek için -işi şansa bırakmaktan çekindiğinden- adamı tam kafasından vurup öldürmek zorunda kaldı. O küçük kızların annelerinin göz göre göre ölmesini istemem ama Serdar kadını kurtarabilmek için yapılacak terör saldırısının detayları hakkında bilgi sahibi olan bir teröristi öldürdü. O çocuklar kendi kaderini yaşamasın diye duygusal bir karar verdi. Ve onun bu kararının bedelini daha fazla masum insan kanıyla ödemek zorunda kalabilir. Onu vurmadan önce bence bunu da düşünmeliydi.
Tabi Serdar nereden bilsin merdivenleri indiğinde karşısında Osmanlı Tokadı ile ölmüş bir terörist bulacağını. Serdar’ın aşağıya indiğinde teröriste kalp masajı yapan Hulki’ye verdiği tepki harbiden çok iyiydi. Bir de Çağlar’ın oyunculuğunu eleştirip kötü olduğunu söyleyenler var. Bu gibi sahnelerde bu yorumları hatırlayıp pes diyorum. Neyse sonuçta Serdar birini vurdu. Hulki de ötekini dikkatli olduğunu iddia ettiği halde silahsız öldürmeyi başardı. Hakkını yemeyeyim söz verdiği gibi kurşunlarına hâkim oldu da ellinin ayarına hâkim olamadı. Ama operasyon tamamen boşa gitmemiş, o evden elleri boş ayrılmamışlardı. Serdar hayatını kurtarmış olduğu kadın sayesinde hedef alınan adamın havalimanında bir temizlik işçisi olduğunu ve her ne planlıyorlarsa havalimanının bunun bir parçası olduğunu öğrenmiş oldular. Daha fazla vakit kaybetmemek için de havalimanına doğru yola çıktılar.
Saldırı her ne ise onu durdurabilmek için hemen yola çıkmaları, yoldan Uzay ve Gürcan’ı bilgilendirmeleri ve hatta kimliğini teşhis ettikleri aile babasının şu anda nerede olduğunu tespit etmek için Gürcan’ın yardımını istemeleri akıllıca olmasına akıllıcaydı da neden birinin bile aklına adamı aramak gelmedi, onu hiç anlamadım. Ailesinin hala bu terörist grubun elinde rehin olduğunu zanneden zavallı temizlik görevlisi, havalimanına gelen teröriste planlamış oldukları saldırı sırasında ihtiyaç duyabileceği ve havalimanı güvenliğinden geçemeyeceğini düşündüğü esrarengiz bir çantayı içeriye sokma konusunda lojistik desteği çoktan sağlamış bulunuyordu.
Ah be zavallı temizlik görevlisi! Sen ne kadar saf çıktın. Keşke yetkililere haber verip yardım isteseydi. Kötü adamların verdikleri sözleri tuttukları nerede görülmüş? Mete Başkan boşuna demedi düşmanın onurlusunu ben bulamadım diye. Sen üzerine düşeni yaptın diye gerçekten aileni öylece serbest bırakıp gideceklerini mi sandın?
Serdar ve Hulki havalimanına temizlik görevlisini bulmaya giderken Zehra, Hakkı ve Pınar da eşzamanlı olarak saldırıya az bir zaman kalmasından ötürü Mete Başkan’ın kabul ettiği talebi yerine getirmek için Fadi’yi “Kaleden” çıkararak avukatıyla yüz yüze görüşme yapabileceği bir yere götürmek amacıyla gerekli hazırlıkları yapıyorlardı. Belki saldırıların nereye, nasıl ve ne zaman yapılacağını bilmiyordu ama bu saldırılarında arkasındaki şahsın ne zaman-nerede olacağına dair istihbarata sahipti. Ve şu an ekibin elindeki tek istihbarat da buydu. Ama daha duyar duymaz Fadi’nin bu talebine boyun eğerek kendisini “Kaleden” çıkarmanın çok kötü bir fikir olduğunu hatta bunun sonunda mutlaka bir karşı hamle olarak gerçekleştirilecek bir tuzak olduğunu biliyordum. Ve haklıydım.
Serdar-Hakkı havalimanındaki güvenlik kameraları ve onları incelemekteki ustalığıyla Gürcan sayesinde temizlik işçisinin yerini bulmuş olsalar da adamın hayatını kurtarmak için artık çok geçti. Terörist bir adamın sözünde duracağına güvenirsen başına gelecek olan budur. Sen karıma ve çocuklarıma kavuşacağım zannederken onlar seninle işleri biter bitmez seni öldürüp cesedini de bir dolabın içine tıkarak mekânı terk ederler. Sen de bu şekilde öldüğünle kala kalırsın. Ailen de arkandan yasını tutmak zorunda kalır. İnsan canının bu kadar değersizleştirildiği bir durumda Serdar ne kadar sinirlense az aslında. Kimse bu şekilde öldürülüp dolaba tıkılmayı hak etmiyor. Ki Gürcan bütün güvenlik kameraları görüntülerini izlememiş olsaydı Serdar bile cesedini bulamayabilirdi.
Serdar’ın ekibin geri kalanını havalimanındaki son durum hakkında bilgilendirmeye çalışması sayesinde Zehra, Hakkı ve Pınar cephesini yani Fadi’yi avukatıyla gayri resmi bir görüşmeye taşıma operasyonunu üstlenen ekip üyelerinin son hallerini gözlemlemeye geri dönmüş oldum. Ancak bu sahneyi ilk izlediğimde dikkatimi çekmeyen sonra yeniden izlediğimde fark ettiğim bir ayrıntı var ki ondan söz etmek istiyorum. Fadi arabadayken başındaki çuvalın çıkarılmasını istediğinde emniyeti sağlaması için verilmiş korumayla arasında geçen “Uyumayı sever misin?” muhabbeti meğerse bir şifreymiş. Şoförü ne zaman alt etmesi gerektiği ya da onlardan olup olmadığını gösteren bir şifre. Sezon finaline ait ikinci fragmanda geçen “uyuyan” ajanlar tabirine bakılacak olursa finalde iyi bir yer kaplayacak ölçüde büyük bir hikâyenin küçük bir parçası olan bir şifreymiş.
Bunu kesin bir dille ifade ettikten sonra konuya dönecek olursak saldırının bir ucunun havalimanında olduğunu anladıktan sonra Fadi’nin konuşmasını sağlamak için başındaki çuvalı çıkardıklarında ekibi bambaşka bir sürpriz daha beklemekteydi. Başındaki çuvalı çıkarınca Fadi kesin Zehra’nın kim olduğunu ve daha önce karşılaşmış olduklarını hatırlar diye düşünmüştüm ama öyle olmadı. Bu sahne bende bir küçük hayal kırıklığına neden oldu. Fadi başındaki çuval çıkartılır çıkartılmaz kalbinin güzelliğinden ya da içindeki Türk sevgisinden olacak aradıkları adamın hangi uçakta olduğunu uçağın kalkış saatinden varacağı noktaya kadar detaylarıyla anlattı. Evet yanlış okumadınız içindeki “Türk sevgisi” dedim çünkü Zehra’nın hemen havalimanındaki Serdar’ı araması ve Serdar’ın da hiç şüphelenmeden bu uçuşun peşine düşmesini başka bir şekilde açıklayamıyorum.
İnsan kendine hiç bu adam bu bilgiyi neden daha avukatının bile yanına gitmeden bizimle paylaşıyor diye insan hiç düşünmez mi? Onun gibi Türklerden nefret eden bir adam bu tarz bir bilgiyi ancak niyeti varış noktası olan avukatıyla görüşmek olmadığında ve MİT ajanlarından biri peşine düşsün de uçakla birlikte gitsin diye yapar ki bu durumda tam olarak o oldu. Serdar tam olarak Fadi’nin ondan beklediği şeyi yaptı ve 12:15 uçağının peşine düştü. Kimseyi peşlerinde olduklarına uyandırmamak için de peşine düştüğü uçağa -üçüncü teröristin kimliği her hâlükârda telefonuma gönderilir diye- yolcu olarak bindi. O sırada herhangi bir pusudan şüphelenmeyen Zehra, Hakkı ve Pınar ise yanlarına koruma olarak aldıkları adam tarafından saldırıya uğramakla meşgullerdi. Bu saldırı sırasında arabayı kullanan şoför vurulduğundan arabayı en son kaza yapıp yoldan çıkarken görmüş oldum.
Serdar uçağa binip koltuğuna oturana kadar potansiyel terörist olmaları düşüncesiyle neredeyse her yolcunun yüzüne bakması sahnenin gerilimini artıran bir unsurdu elbette. Ama Uzay tarafından kimliği tespit edilen Gürcan tarafından bir resmi Serdar’ın telefonuna gönderilen üçüncü teröristin, tam kimliğini tespit ettikleri anda yaptıkları ise sahnenin gerilimini bölüm sonu olmaya değer bir eşiğe taşımayı başardı. Serdar daha onu güvenli bir şekilde etkisiz hale getirme fırsatı bulamadan terörist hostesin peşine takılıp kokpite girmeyi başardı. Meğer bütün plan da uçağa el koymakmış. Fadi’nin yönlendirmeleriyle hiç düşünmeden uçağa binen Serdar da el konulan uçaktaki yolcularla birlikte rehin alınmış oldu. Haftaya sezon finali bölümünde senaristler kendilerine nasıl bir rota çizerler bilmiyorum ama Serdar’ın silahını teröriste doğrulttuğu son sahne bana uçaktaki gerilim filmlerini anımsattı.
Hepimiz mutlaka bir tanesini seyretmişsinizdir. Bir devlet ajanının olduğu uçağa binen teröristler bir terörist hücre liderinin taleplerini yerine getirebilmek amacıyla içi rehine dolu bir uçağı kaçırırlar. Bizim isimsiz kahramanımız da onları durdurabilmek için kendi başına savaşmak zorunda kalır. 20.000 Fersahta bir o bir de teröristler vardır. O filmlerden biri gibi gerilimli bir sezon finali olacak gibi görünüyor. Son olarak da Fadi’nin uçağı MİT binası olan “Kaleye” çarptıracağını öğrenmemle birlikte ben bu filmi daha önce görmüştüm diye düşündüm ama film olarak değil. 11 Eylül 2001’de Pentagon binasına çarpan uçağın yirminci yılına gelirken senaristlerin izlediği bu benzer senaryo acaba bir tesadüf olmayabilir mi diye düşünerek yazımı burada noktaladım…
Boşuna değil “Türk Demek Dünya’ya Kafa Tutmak Demektir”. Çünkü Türk demek her türlü haksızlığa ve mağduriyete karşı savaşmak demektir diyerek şimdilik hoşça kalın…
Haftaya sezon finalinde son kez buluşmak üzere…
Göz atmanızı öneririz: Teşkilat Bölüm Yorumları