Sen Çal Kapımı ikinci bölümü reytingleri ilk bölümden daha düşük. Üzdü. Dizi Total’de 3.45 reytingle 6. AB’de 2.88 reytingle 9. ABC’de 3.69 reytingle 7. oldu. Bölüm yorumu konuk yazar Sevil ‘in kaleminden. Keyifli Okumalar…
August Strindberg, Fröken Julie adlı tiyatro oyununun ön sözünde yazdığı karakterler hakkında “karaktersiz karakterler” tanımını kullanır. Sizce de Serkan’ı harikulade bir şekilde tasvir etmiyor mu? 41. bölümde izlediklerimden sonra geçen bölüm Serkan hakkında durduğum yerden daha çok emin oldum. İzlediğimiz flashbackler sayesinde Serkan hakkındaki düşüncelerim ve duygularım daha da pekişti. Olaylara hiç tozpembe bakamayacağım maalesef. Serkan’ın davranışlarının sebebini sadece korkuyla açıklamak yetersiz kalıyor. Davranışlarına korkularının yön vermiş olması yaptıklarını kesinlikle haklı çıkarmaz. Ayrıca eğer korkuyorsa otursun korkularıyla yüzleşsin. Hiç kimse Serkan’ın primatlığının sonuçlarına katlanmak zorunda değil- karşındaki insan güya aşık olduğun kişi bile olsa… Ölüm korkusu insanın hayata bakış açısını, hayattan beklentilerini, hayattaki önceliklerini değiştirebilir. Serkan yaşadığı korkunun etkisiyle ve geleceği öngöremediği için Eda’yı kendinden uzaklaştırmak istemiş olabilir; ama öyle bir durum varsa insan gibi oturup konuşur, durumu anlatır ve hayatınla ilgili böylesine önemli kararlar almaya ve bir sonraki adımı atmaya hazır olmadığını söyler ve saygı çerçevesinde ilişkini bitirirsin. Bu kadar basit!
Biri bana Eda’ya “Ben seninle mutsuzluğa bile razıydım” diye bir replik yazmanın mantığını anlatabilir mi? Neden? Romantik olduğunu mu düşünüyorsunuz? Bu biat etmektir. Eda’yı neden kurban gibi yazdıklarını anlamakta güçlük çekiyorum. Aşk, insanın ayaklarını yerden kesiyor olabilir, insana hayatta yapmam dediği şeyler de yaptırabilir; ama aşk bir insana şartsız koşulsuz teslim olmak değildir. Bir zamanlar Eda’nın bir duruşu vardı. Eda’yı kızına Serkan’ın en çok sevdiği meyvenin adını koyduracak kadar çaresiz ve zavallı mı yaptınız?
Gelelim mektup meselesine… Diyelim ki Eda Serkan’a Kiraz’ın onun kızı olduğunu anlatmak için gerçekten mektup yazıp mektubu Serkan’ın arabasına koymuş. Eda kendi hayatıyla ve çocuğunun hayatıyla ilgili öyle bir karar almış. Sevgili Melo, Eda öyle uygun görmüş; sen neden üzerine vazife olmayan bir işe kalkışıp mektubu alıyorsun? Demem o ki, bölümü doldurmak için hikaye yaratmaya çalışıyorsunuz orasını anladım; fakat bunu neden daha mantıklı ve yaratıcı bir şekilde yapmıyorsunuz?
Geçen bölümün son sahnesinde Serkan’ın, Kiraz’ın Eda’nın kızı olduğunu öğrenmiş olacağından çok emindim. Melo’nun olaya el atıp Kiraz’ın Burak’la kendi kızları olduğunu söyleyeceği hiç aklıma gelmemişti. Geçen haftanın yazısına yorum yazan çok sevgili okuyucularım bu yönde tahminlerini belirtmişlerdi; ama ben ihtimal vermemiştim. Daha çok Burak’la Eda’nın kızı olduğunu söylemelerini bekliyordum. Zira Burak’la Serkan arasında bir çatışma bekliyorum ve bunun çatışma için iyi bir zemin hazırlayacağı düşüncesindeydim. Hala bir çatışma bekliyorum; ama çocuk konusunda yanıldım. Ayrıca neden Melo’ya ilk sordukları şey “Kocan nerede?” oldu? Çocuğu evlat edinmiş olabilir, çocuğun babasından ayrılmış olabilir ya da evlenmeden çocuk sahibi olmak istemiş olabilir. Aydan’ın, kendi çocuk yetiştirme yöntemlerini sorgulamadan başkasının çocuk yetiştirme şekline laf etmesine gıcık oldum.
Eda’nın önce “Beni hiçbir güç o ofise götüremez” deyip sonra tıpış tıpış şirkete gitmesine bir anlam veremedim. Yaptığı açıklama da beni tatmin etmedi. Benim bildiğim Eda, Serkan’ı ayağına getirirdi. Zaten Serkan için konunun Eda değil de kendi egosunu tatmin etmek olduğunu gördük. Hem Serkan’ın ofisinde aynı türden daha kaç çeşit sahne izleyeceğiz? Olay örgüsü aynı: Eda ve Serkan ayrıdır, birbirlerine yaklaşmamaya çalışıyorlardır; fakat şirkette çizim yaparken fonda müzik eşliğinde Serkan Eda’ya öğrencisi gibi davranıp Eda’nın çizimlerini yırtıp atarken birbirlerine temas ederler ve bu böyle uzayıp gider. Hepsi birbirinin aynısı, sadece zaman ve kıyafetler farklı.
Bölüm sonundaki öpüşme çok gereksizdi. Eda’nın sınırlarını tanımayan ve onun isteklerini ciddiye almayan Serkan’a son derece sinir oldum. Açıkçası son iki bölümü Ayşe Üner Kutlu’nun yazdığına inanmakta zorlanıyorum. Bir insan kendi yarattığı karakterlere nasıl bu kadar yabancılaşabilir? Kaldı ki, karakterleri çok uç noktalarda yazınca bir yerden sonra o noktadan dönmesi zor oluyor. Böylece hem karakterler hem de hikayeleri inandırıcılıklarını kaybediyor maalesef. Hiçbir şeyi beğenmeyip her şeye kulp takan huysuzlar gibi olmamak için yazıyı beğendiğim bir detayla bitirmek istiyorum: Eda’nın şirketin terasına ekmiş olduğu gül tohumlarının kocaman olup çiçek açmış olmasını sevdim!
Göz atmanızı öneririz: Sen Çal Kapımı Bölüm Yorumları