Baht Oyunu 7. Bölüm ile Total’de 2.94 reyting ile 2., AB’de ve ABC1’de 2.58 reyting ile 3. oldu. Bölüm yorumu konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Bölüm tam da geçen haftaki bölümün kaldığı yerden yani Celal Bey’in Tuğçe’yi görmek için geldiği BizdeBöyle.Net ofisinde Ada’yı görüp tanımasıyla başladı. Neyse ki Ada her şeyin bu şekilde ortaya çıkmasını önleyecek bir çevikle krizi atlatmasını sağlayacak bir yalan söylemeyi başardı. Ada’nın yalan söylemek zorunda kalmasından Ada kadar nefret etsem de gerçeklerin ortaya çıkmasında en iyi yolun Celal olmadığının farkındaydım. Gerçek bir gün ortaya çıkacaksa bu ya Ada’nın itirafıyla ya da Bora’nın gayretiyle olmalı. Ada’nın çözüm bulma yeteneğini taktir ediyorum.
Rüzgâr arkasına bile bakmadan kaçarken Ada’ya Celal konusunda en büyük desteği veren de daima yanında olan Bora’ydı. Bora bunu Ali bu şekilde öğrenip üzülmesin diye mi yoksa “aşkın illüzyon olduğunu” düşündüğü halde Ali ve Selin’in daha yeni başlayan ilişkisine bir şans vermek istediği için mi yaptı bilmiyorum. Ama bu kararında Ada’nın etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum. Ada’yı dolaylı yoldan da olsa üzmek ya da zor durumda bırakmak istemedi. Yalandan nefret ettiğini söylediği halde Ada’nın bu oyununa ve sırrına ortak oldu. Oldu oldu ama keşke dahil olduğu ve #AdBor çiftinin paylaştığı sır da gerçek olsaydı. Bunlar ne zaman gerçek bir sırrı paylaşacaklar merak ediyorum.
Bora’nın Ali’yi oyalamak için söylediği bahaneleri ve söylerken ki vücut dilini göz önünde bulundurunca onun yalan söylemekten ne kadar büyük bir rahatsızlık duyduğunu ve bu konularda ne kadar acemi olduğunu anlamak da hiç zor olmadı. Bora yalan söylemekten fiziksel anlamda rahatsızlık duyan bir adam fakat sır kendisinin olmadığında onu söylemenin dedikodu yapmak olduğunu düşünecek kadar da ince düşünceli. Bu yüzden de Ada’nın oyununa dahil olup kuzeninin kalbini ve Selin’in onurunu korumaya karar verdi. Bu yaptığı kahramanlık için beyazlı atlı prens olarak anılmayı hak ediyor. Çünkü ne zaman Ada düşecek gibi olsa onu tutup düşmesini önlemek için orada oluyor.
Sahnede dikkatimi çeken şey, Bora’nın Selin’in neden bir an önce gerçekleri Ali’ye söylemesi gerektiğine dair öne sürdüğü bütün argümanların aslında Ada ile olan ilişkisi için de geçerli olmasıydı. Aralarında Selin ve Ali üzerinden ima edilen bir paralellik söz konusu. Belki Ada sırrını anlatsa Bora sakladığı için önce ona kızacak ama sonra bu evlilik yüzünden nasıl mağdur olduğunu anlayınca anlayış gösterecek. Ama Ada’nın bunu söyleyecek cesareti yok. Bora o söylerse itiraf Celal’den öğrenirse felaket olacağını söylerken kendi durumlarını özetlediğini nereden bilsin.
“Diyorum ki ne kadar da güzel. Çok güzel. Yani bir içim su. Fakat hep iş güç. Bak diyorum bazen “kızım bırak şu işi gücü yahu. Şu şirketten (…) helal süt emmiş birini bul. Evlen yani.
Şimdi siz galiba ne dediğinizi anlamadınız. Ben de sizin ne dediğinizi anlamadım. Yani anlam veremedim. Açıklar mısınız? Bana ne demek istiyorsunuz?
Yani şu bizim Ada’yı evlendirsek diyorum. (…)
Bakın, Celal Bey, güzel. Bunları düşünmeniz çok güzel. Bunları düşünmeniz tabi ki de çok güzel şeyler. Bunlar güzel. Bravo. Ama bizim şimdi hiç vaktimiz yok.”
Bora’nın bunları söylerken ki mimikleri ve vücut dili Ada’yı birileriyle baş göz etme fikrinin bile Bora’yı kıskandırmaya yettiğini anlatır cinsteydi. Bora’nın Ada’yı Rüzgar’dan hatta dokunuyor diye dans hocasından kıskanmasını anlarım da olmayan bir talipten kıskanmasını ve yüzünün şekilden şekille girmesini anlamam çok zor. Bora çok kıskanç bir adam. Utanmasa Ada’nın evlenme fikrini öne sürdü diye Celal’i yaka paça dışarıya atacaktı. Gözlerindeki ateş beni bile korkuttu. Hızlı hızlı konuşması ve “güzel” kelimesini şuursuzca tekrar etmesi bir yandan da beni çok güldürdü.
Tabi bu skandalın patlamamasında Ada’nın sevimliliği ve şansının da payı vardı. Celal Ada’yı içten bulup bu kadar sevmese patronuna evli olduğu konusunda yalan söylediğini ve gerçeği saklamak zorunda kaldığını açıkladıktan sonra kendisine bu konuda yardım etmeye çalışmazdı. Gerçi düşününce Ada aslında Celal’e yalan bile söylemedi. Gerçeğinin bir kısmını söyledi. Demek ki bazı gerçekler insanı hapsederken bazı gerçekler de özgür kılabiliyor.
Selin ile dertleşme sahnesinden anladığım kadarıyla bazı gerçekleri açıkça dile getirebilmek Ada’nın Bora’ya karşı hissettiği suçluluk duygusunun esiri olmasına neden olmuş. Ona hayalleri konusunda yardım eden Bora’ya karşı hissettiği suçluluğu bastırmanın yolu olarak işini ve hayallerini bırakmayı seçmesi tam ona göre bir hareketti. Ada daha önce de Rüzgâr için hayallerinden vazgeçip okulu bırakmamış mıydı? Ada ve Bora arasındaki bu ani ayrılık üzücü ama aynı zamanda Bora’nın duygularına ne kadar değer verdiğinin bir göstergesi. Kalbinin odağının Bora’ya kaydığının yegâne kanıtı. Bora’yı gerçekleri öğrendiğinde yaşayacağı hayal kırıklığından ve incinmeden korumaya kararlı Ada’nın bu uğurda hayallerinden vazgeçmesi de bu aşkın neden olduğu fedakârlık.
Ada’nın bunu neden yaptığını anlıyorum. Kalbi yaralı bir adamı yeniden yaralamamak için yapıyor. Ama Bora’nın kalbindeki yerinin büyüklüğünü bilmediği için bu gidişin de onu derinden yaralayacağını öngöremiyor.
Bora benim gözümde zaten “ideal erkek” konumundaydı ama babasından destek almadan kendi imkanlarıyla farklı bölümlerden üniversite öğrencilerine burs verdiğini ve hayatında en gurur duyduğu eylemin de bu olduğunu bilmek merhameti ve cömert kişiliğinden ötürü onu daha çok sevmeme neden oldu. Bir insanın sadece yüzüne değil; o insanın kalbi ve ruhuna da âşık oluruz. Belki sadece kendi adıma konuşuyorumdur ama bir insanın yüzünü sever; kalbine/ruhuna ise âşık olurum. Neyse ki Bora da o yüzü gibi kalbi de güzel adamlardan.
Ada’nın okulundaki öğrencilere burs vermesi ve öğretmenin de geri dönmek için hala bir şansı olduğunu söylemesi bana Bora gerçeği öğrendiğinde Ada’ya burs mu verecek diye düşündürttü. Belki de her şey ortaya çıkıp Ada kendi hayatına dönmek zorunda kaldığında Bora onun gizli bağışçısı olur. Bora’dan böyle bir şey yapmasını beklerim.
Ada’nın şansı da şans değil; düpedüz bahtsızlık. Celal’in ofise yaptığı baskını atlatıp işi bırakmaya karar vermesi yetmiyormuş gibi Bora’nın öğrenci buluşmasına gittiği üniversite de Ada’nın üniversitesi çıktı. Ada’nın gitmemek için dişçi randevum var diyerek söylediği yalanları ve de kıvranmalarını izlemek komikti. Ortada ne bir kanal tedavisi ne de bir köprü bıraktı. Belki de dişle ilgili söylenebilecek bütün bahaneleri saydı ama Bora’dan kurtulmadı.
“Hem sen özlemedin mi okulunu? Kampüs havası, öğrenciler ne bileyim o bahçe… Yani bana da iyi gelecek Ada. Beraber olmak istiyorum. Seninle beraber gitmek istiyorum. Anladın mı, tamam mı?”
Üniversite okurken koşuşturduğum bittikten sonra ise kendisine özlediğim duyduğum mekanlardan biriydi. Sanırım herkes hayatının bir noktasında öğrenci olduğu günleri özlemiştir. Çünkü üniversite insanın hayatını baştan aşağı değiştiren bir deneyimdir. İçine girdiğin anda da seni bambaşka bir insana dönüştürür. Kendini hür hissettirir. Ada için durum farklı olsa de Bora’nın onunla gitmek istediğini söylemesi bakımından bu riski göze almaya değerdi.
Kampüse gittiklerinde ve kimliklerini kampüs görevlisine teslim etmek zorunda kaldıklarında Ada ile birlikte bir panik daha yaşadım. Geçen bölümdeki kimlik fotokopisinden sonra bu bölümde de kimliğini elden teslim edilmesi derken içimde Ada’nın evli olduğunu kimliğinden öğreneceğine dair bir kanı oluşturdu. Birincide ikincide sıçrayan Ada belli ki üçüncü seferde sıçrayamayıp Bora’nın eline düşecek. Şayet bu olduğunda da Bora cephesinde büyük kıyamet kopacak. Çünkü bu bir insanın sevdiği insanın aslında evli olduğunu öğrenmesi için akla gelebilecek en kötü yol.
Kampüs deneyiminin insanı hürleştiren hayatını baştan aşağıya değiştirip o insanı bambaşka birine dönüştüren bir deneyim olduğunu söylemiştim ya az bile söylemişim. Kampüs bahçesinde ağzı kulaklarında bir çocuk kadar mutlu görünen Bora, kesinlikle tanıdığım ve zamanla sevdiğim ciddi iş adamı Bora’dan çok farklıydı. Sanki gerçek dünya ve sorumlulukları bahçe duvarının öteki tarafında kalmış; Ona da anın keyfini sürmek düşmüştü. Kalabalık bir grup gencin karakter tahlilini yapmadaki becerisi ve gözlem yeteneği beni kendisine hayran bıraktı ama şaşırtmadı.
İster biyografi ister bilimkurgu olsun, her yazar eserinde nefes alan karakterlere can verir. Kendi tanıdığı, gördüğü veyahut başkalarından duyduğu karakterleri büyük bir titizlikle kaleme aldığı hikayesine dahil eder. Bunu yaparken temeli sağlam bir hikâye şekillendirmenin tek yolu da iyi bir gözlem yeteneğine sahip olmaktan geçer. İyi bir gözlem yeteneğine sahip olmak da iyi karakter tahlili yapabilmek demektir. Ki Bora bu yeteneğe fazlasıyla sahip. Hatırlayın daha ilk bölümde Ada’yı hastaneden çıkarırken onun aldatılmış ve terk edilmiş bir kadın olduğunu hemen anlamıştı.
Gelelim geçtiğimiz hafta hepimizin izlemeyi dört gözle beklediği o sahneye yani Bora’nın ceketini çıkarıp gençlerin arasına karıştıktan sonra gitar çalıp şarkı söylemeye başladığı sahneye. Kalabalık bir öğrenci grubuna müzik çalan gençten çalma niyetiyle gitarını istediğinde ben de en az Ada kadar şaşırmıştım. Çünkü bu sahneden önce Bora’nın müzikle ilgilendiğine dair en ufak bir imada bile bulunulmamıştı. Söylediği şarkının Aytaç’a ait olduğunu bildiğimden bu sahnedeki ne kadar Bora ne kadar Aytaç’tı kesin bir yorum yapamıyorum. Ama kalabalık grup özellikle de kızlar onu hayran hayran izlerken onun odaklandığı tek yüzün Ada’nınki olması ve şarkıyı doğrudan onun gözlerinin içine bakarak okuması çok anlamlıydı. Üstelik şarkının sözleri de #AdBor aşkına dair birtakım detayları da içermekteydi.
“Anlatamadım hislerimi
Çabucak biten özlemimi
Yanımdayken her şey yolunda.
Ama bir boşluk var galiba”
Bora çalıştığı restoranın erkekler tuvaletinden bir hışımla çıkardığı Ada’nın gözleriyle tanıştığı andan beri kendisine bile itiraf edemediği birtakım hislerle hayatını sürdürmeye çalışıyordu. Daha önce kalbi kırıldığı aşkın bir illüzyon olduğuna kendini inandırdığı ve Ada asistanı olduğu için anlatmasını geçtim; hissetmekten bile kaçındığı duygular uzun zamandır çöl gibi kurak olan kalbinin de aşka özlemini dindirdi. Bora Ada’nın yanındayken her zamankinden daha mutlu. Boşluk da aslında aralarında adını koyamadığı o uçurumu yaratan sırlar. Şarkının #AdBor çiftiyle ilgili içerdiği o kadar ince mesajlar var ki bu sözlerin diziden önce 2020 yılında yazıldığını öğrenmek beni şaşırttı.
Belki de ben kendimi o kadar kaptırdım ki en ufak şeyden bile anlam çıkarmaya çalışıyorum ama bu sözlerle bana büyülü bir an yaşatan Aytaç’ın yeteneğini düşününce acaba ileride #AdBor aşkı başladığında ikinci bir şarkı gelir mi merak ediyorum. Zira bu şarkı sayesinde hem #AdBor çiftinin romantik anlarının bir kolajını izleme fırsatı bulduk hem de Ada’nın kıskançlığına tanıklık ettik. Bazen bir bakış her şeyi anlatmaya kâfidir. Ada’nın ona bakarak şarkı söyleyen Bora’yı hayran hayran izlemesi ve Bora’nın da ona bakarken tüm kimliklerinden sıyrılması gibi. Bora’nın ondan gitar dersi isteyen kıza cevap verme şansı bile bulamadan araya giren Ada’nın kıskançlığı ve kızın kafasında gitar kırma hayalini izlemek çok eğlenceliydi. Ada’nın kendisini kıskandığını nasıl anlamıyor, hayret ediyorum…
Bir zamanlar hayallerine ulaşabilmek için koridorlarında gezindiği bu okulun amfisine doğru giderken geçmişinden biriyle karşılaşıp mezun olduğu yalanın ortaya çıkmasından korkan Ada’nın Bora’yı kendine kalkan yapma çabası üzücüydü. Çünkü bu üniversite sadece pişmanlığının değil; aynı zamanda güzel anılarının da olduğu bir yerdi ama geçmişte aldığı yanlış bir karar yüzünden bu güzel anılardan da gizlenmeliydi. Tanıdığı biriyle karşılaşmamak için Bora’nın ceketine tutunarak verdiği mücadelede dikkatimi çeken şey, Bora’nın onun bu eylemine verdiği tepki oldu. “Ada ne yapıyorsun insanların içinde?” deyişini duyduğumda acaba yanlış mı duydum diye sahneyi tekrar izledim.
Bora’yı rahatsız eden eylemin kendisi değil; onun bunu insan içinde yapmış olmasıydı. Bu da bana yalnız olsalardı bunu sorun etmeyeceğini düşündürttü. Acaba bu bir dil sürçmesi miydi yoksa ben mi fazla anlam çıkartıyorum?
Neyse bölümdeki favori #AdBor sahnelerimden birine geçecek olursam eğer amfide konuşma yapmak için kürsüye çıkan Bora öyle bir hamle yaptı ki dizi bittikten sonra bile “Bora” karakterini yüreğimde yaşatmama yeterdi. Herkes onu dinlemek için beklerken -ki içlerinde âşık olduğu adamı hayran hayran izleyen Ada da vardı- onun hayallerinin peşinden koşmak konusunda tanıdığı en tutkulu insanın Ada olduğunu söylemesi ve onu kürsüye davet etmesi çok anlamlıydı. Bu sahne o kadar güzel detaylarla dolu ki kendine özgü bir yazıyı kesinlikle hak ediyordu. Örneğin Ada’dan kalem istediğinde Ada’nın çantasından çıkarıp verdiği kalemin ona hediye ettiği kalem olması gibi. Verdiği hediyeye kıymet verip yanında taşıdığını bilmek Bora’nın hoşuna gitti. Bu durum kimin hoşuna gitmezdi ki zaten…
Ada’nın elinden bir zamanlar kendisine ait olan kalemi alırken kurdukları göz teması ve Bora’nın bütün öğrencilere de ilham olsun diye kürsüyü Ada’ya bırakması; amfideki öğrencileri Ada’yı alkışlamaya teşvik ederek ona kürsüde konuşma cesaretini aşılamaya çalışması ve Ada’nın elinden aldığı kalemle kürsüdeki isminin yerine Ada’nın adını yazması Bora’nın aşık, romantik ve de feminist bir adam olduğunu kanıtlıyordu. Kendi değerinin farkında olmayan Ada’ya değer veren Bora bütün spot ışıklarını ona doğrulttu. Ada’nın hayallerinin peşinden koşan tanıdığı en tutkulu insanın da Bora olduğunu söylemesi karşılıklı flörtleşmenin başka bir türüydü. Oturduğu yerden onun konuşmasını dinlerken Ada ile gurur duyduğu Bora’nın yüzünden okunuyordu. Nasıl ki karşısında bir amfi dolusu öğrenci varken gördüğü tek yüz Ada’nın yüzüydü; Ada’nın da gördüğü tek yüz de amfide konuşmasını sağlayan Bora’nın yüzüydü.
“Tabi hayatta her şey istediğimiz gibi gitmiyor maalesef. Tökezliyoruz, düşüyoruz, hayal kırıklığına uğruyoruz. Kimi zaman vazgeçiyoruz hatta. (…) Hiç hayal kırıklığına uğramayanlar hiç umut etmemiş olanlardır. Ve hayat her gün yeniden başlayan bir maceraysa eğer, biz kalmasak bile ruhumuz kalkabiliyorsa düştüğü yerden, soluk alabiliyorsak hala hayalde kurabiliriz.”
Ada’nın söylediği şey çok doğru. Hiç hayal kırıklığına uğramamış insanlar asla umut etmemiş insanlardır. İnsanlık her köşe başında hayallerini yıkmak için fırsat kollasa da insan hayal etmekten asla vazgeçmemeli. Çünkü yenilgi kaybetmek değil; vazgeçmektir. İnsan ancak hayallerinden vazgeçtiğinde gerçekten yenilmiş sayılır. Ada’nın alıntı yaptığı yazarı merak edenler için adının George Bernard Shaw olduğunu söyleyeyim. Benim de çok sevdiğim bir sözü vardır: “”Hayatta iki trajedi vardır. Biri, kalbinin arzusunu kaybetmek., diğeri ise onu kazanmaktır.” Konuşma bittikten sonra Ada’nın kalemini Bora’dan geri istediği detayı da gözümden kaçtı sanmayın. Birbirlerine attıkları o bakış, Bora’nın kolunu Ada’nın boynuna dolaması ve onunla gurur duyduğunu söylemesi flört etmek değil de nedir?
Ada’nın mutlu bir evlilik yapabilmek için uğruna hayallerinden ve kendinden vazgeçtiği adam onun yazılarını “senin ilkokul seviyesindeki kompozisyonlarınla kim ilgilenir” diyerek küçümserken onun patronu Bora, Ada’nın hayallerine kendisinin inandığından bile daha fazla inandı. Hayallerinin peşinden koşma cesaretine sahip olduğuna güvenerek Ada için imkanlar yarattı. Seven adam da böyle olmalı. Doğrusunu söylemek gerekirse adam dediğin böyle olmalı. Sevdiği ve değer verdiği insanın geçmişini de hayallerini de kendi geçmişi ve hayalleriymiş gibi sahiplenebilmeli…
Asistanı olduğu halde insanlarla konuşmaya ve görüşmeye giderken kendisinden konuşmadan izin alma nezaketini gösteren adamın yüzüne baka baka yalan söylemekten rahatsızlık duyan Ada için bardağı taşıran son damla da üniversitedeki öğretmeniyle karşılaşması oldu. İnsan yaptığı tercihlerin sonuçlarını önceden bilebilse gene de aynı tercihleri yapar mıydı? Ada hayallerine kavuşmak yerine Rüzgar’ı mutlu etmeyi tercih ettiğinde Rüzgar’ın kendisini kullanacağını işi bitince de değersiz bir çöp gibi başından atacağını bilse okulu bırakır mıydı? Hayatta yol ayrımına geldiğimiz ve bir seçim yapmak zorunda kaldığımız anlar olur. Tercih ettiğimiz yol bize mutluluk getiriyorsa ne ala; ama mutsuzluk getiriyorsa bir ömür boşa geçmiş demektir. Ada da 3 yılını bir hiç uğruna harcadığını anlamış oldu.
Öğretmeninin ne kadar iyi bir öğrenci olduğunu ve her zaman geleceğinin parlak olduğunu düşündüğünü söylediği anda “geleceğin yazarlarından” biri olacağını düşündüğüne dair öngörüsü bana ileride Ada’nın bir yazar olacağını ve bütün bu başından geçenlere kitabında yer vereceğini düşündürttü. Ada severek ve hissederek yazan bir insan çünkü yazmak için doğmuş. Ben evlenince mi okulu bıraktı diye düşünürken sadece üç dersinin kalmış olduğunu öğrenmek bir gün kaldı yerden başlama cesaretini kendinde bulursa işinin hiç de zor olmayacağını düşündürdü. Ada’nın üç dersi kalmışsa ve Bora öğretmeniyle geçen seneki yemekte tanışmışsa acaba Ada ile okulda yollarının kesişmiş olma ihtimali nedir? Düşünsenize yollarının kesiştiği ama onların fark etmediği bir flashback sahnesi olsa.
Gözü yaşlı Ada’yı gören Bora’nın kendisi için endişelenmesini izlemek çok güzeldi ama sahnenin devamını izlemek o kadar güzel değildi. Bora’nın onun için endişelendiğini anlamadan yara bandını çeker gibi işten ayrılmak istediğini söyleyen Ada’nın canı onunkinden daha fazla yandı. Nasıl yanmasın istemediği halde sevdiği işinden ve Bora’dan ayrılması gerekiyordu. Bora ona ve hayallerine o kadar inanmış ki kendisini bırakıp gitmek isteyebileceğine ihtimal bile veremiyordu. Başta sadece mekânı terk etmek istediğini sandı. Gerçeği anladığında da az önce bir amfi dolusu insana hayallerinden vazgeçmemelerini söyleyen kızın her şeyi bırakmasına inanamadı; bir anlam da veremedi. Ada haklıydı; işi bırakmaya istifa etmeye çalışıyordu ama Bora Ada’yı bırakmamak için herhangi bir neden arıyordu. Sanırım hiçbir iş veren kişisel asistanı işi bırakmasın diye ((onu bırakmasın)) Bora kadar uğraşıp didinmemiştir.
Az önce kürsüde hayallerinizden vazgeçmeyin diyen ve de işten ayrılmamak için bir milyonluk çeki yırtan kızın bu iş beni kastı deyip diye sabun köpüğünden bir bahaneyle işten ayrılmayacağını biliyor. Ada’yı kısa bir zamanda o kadar iyi tanımış ki bir sebebi olmadan hayallerinden vazgeçmeyeceğini biliyor. Bu yüzden de hayallerinden neden vazgeçtiğini anlamasını sağlayacak mantıklı bir açıklama istedi ondan. Sorun her neyse onu çözüp istifasını kabul etmek istememesinde ondan ayrılmak istememesinin de bir etkisi var. O yüzden de arabasıyla Ada’nın bindiği minibüsün peşine düşmüş olması şaşırtıcı olsa da ne mantıkdışı ne de Bora’nın karakteri dışında bir hareketti.
Senaristlerimize tekrar teşekkür etmek istiyorum. Klişe bir dizi olduğuna dair yapılan o tüm sert eleştirilere rağmen Bora kesinlikle tipik bir romantik komedi karakteri değil. Romantik komedilerde görmeye alışkın olduğumuz türden esas oğlanlar genellikle esas kız çaresiz bir şekilde yanından ayrıldığında mantıklı bir açıklama yapsın diye peşine düşmez. Hakkında en kötüsünü düşünüp kendini mantıksız bir nefretin girdabına kaptırırdı. Bora ise bunu yapmadı. Ada’dan mantıklı bir açıklama duyabilmek için peşine düştü. Arabasını minibüsün önüne kırıp sapık gibi algılanma pahasına konuşmak için Ada’yı minibüsten indirdi. Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin. Bunun neresi klişe?
Ada söylediği yalanlardan ötürü gitmek istese de kalbi Bora’dan ayrılmak istemiyordu. Aynı şekilde Bora da kızdığı için gitmesini söylese de içten içe kalmasını istiyordu. O yüzden de senaristler tarafından arabanın içinde yazılan sahne bünyesinde barındırdığı metaforlar düşünüldüğünde göründüğünden çok daha anlamlı bir sahneydi. Ada’nın kemerini çözüp gitmesine sanki araba engel oluyormuş gibi görünüyordu ama içten içe gitmek istemeyen aslında Ada’nın ta kendisiydi. Sözde sıkışan emniyet kemerini açmasına yardım ederken burun buruna gelen Ada ve Bora birbirlerine hem kızgın hem de özlem doluydular. Yeni kavga etmişlerdi ama asıl yapmak istedikleri şey birbirinden uzaklaşmak değil; birbirlerine daha çok kenetlenerek duydukları özlemi dindirmekti. Birbirlerine hem bir nefes kadar yakın hem de kilometrelerce uzaktılar. Ki Ada’nın emniyet kemerini çözdükten sonra arabanın kapsının kilitli olması da Bora’nın bilinçaltının onu bırakmak istememesiydi. “Açar mısın” cümlesinde de kalbini açmak anlamı da vardı.
Ne Ada’nın Bora da yarattığı hayal kırıklığını unutabildiğini ne de Bora’nın güvendiği bir insan tarafından yarı yolda bırakılmanın acısını atlatabildiği anlaşılınca Ada ve Bora’yı sorunlarını konuşmak için bir araya getirme fikirleri çok iyiydi. Bu arada #AdBor çifti arasında yaşanan tüm çalkantılara rağmen aileleriyle hala aynı evde kalmak zorunda oldukları detayı da gözümden kaçmadı. Bora Ali ile basket oynamaya giderken mutfakta annesiyle Nergis teyzeyi iyi anlaşırken salonda da babasını ve Arslan’ı heyecanlı bir şekilde maç izlerken görmesi çok büyük olaydı. Onlar çoktan tek bir aile olma yoluna girmişler. Geriye sadece Ada ve Bora’nın evlenerek işi resmiyete bağlaması kalmış.
Ada’nın yaşanan ve söylenen onca şeyden sonra hala Bora’nın evinde kalmak zorunda olduğu gerçeğini sindirme çabasının yanı sıra ilk kez Celal ile başa çıkma işini tamamen Rüzgar’ın sorumluluğuna bırakması dikkat çeken bir detaydı. Ada gözünü açtı ve Rüzgar’a asla yardımı etmemeye karar verdi. Anlayacağınız “ne halin varsa gör” diyen Ada benim daha sık görmek istediğim Ada. Ondan en kısa zamanda boşanacağını da belirtti. Ada daha ne yapsın? Bora’ya gelince nedensiz yere hayallerinden vazgeçen Ada hakkında basket topuyla savaşır gibi her söylenişinde de Ali’nin yaptığı “aşk ve kara sevda” yorumları Bora’nın dikkatini çekmemiş olabilir ama katiyen benim dikkatimden kaçmadı. Kısık ve cılız bir sesle söylemiş olsa da duydum ve kendisine hak verdim. Kuzeninin duygularını çözmüş.
Ada basket maçı için üzerini değiştirip tekrar sahaya geldiğinde Bora’nın kimseye çaktırmadan onu nasıl aşağıdan yukarıya doğru süzdüğünü fark etmişsinizdir. Bora’nın olayı bu zaten. Ada’nın her haline düşüp kendini kaybetmek. Bir adam bir kadının her haline mi âşık olur? Adı Bora Doğrusöz olunca topuklu haline de kırmızı elbiseli haline de gündelik kıyafetler giyerken ki haline de spor giyinen haline de âşık olabiliyor. Etkilenme sırası Ada’ya gelmedi mi?
Ada ve Bora’nın çiftler halinde bir basket maçına başladığı doğrudur ancak bu maç bir basket maçı olmaktan başka her şeye benziyordu. Ada ve Bora her yan yana geldiklerinde ve birbirlerine ya çok kızgın ya da çok aşıkken olduğu gibi yine tüm dünyayı dışarda bırakmışlardı. Gözleri ne yanı başlarında duran Ali’yi ne de Selin’i görüyordu. Onlar da bunu anlayıp kozlarını paylaşmaları için #AdBor çiftini yalnız bırakınca asıl kıyamet koptu. Gerçekten baş başa kalan Ada ve Bora kozlarını paylaştılar ama manzara sizi yanıltmasın. Skora rağmen bu maçın bir kazananı yoktu. Sadece kalplerindeki yangın gözlerinden taşan cinsel gerilimleri tavan yapmış ve henüz kavuşamamış bir çift vardı. Üstelik onların rekabeti aralarındaki cinsel gerilimden ödülleri de aşklarından geliyordu. Bu bir basket maçı değil; kazananın ya da kaybedenin olmadığı sadece aşklarına yenik düşmelerine ramak kalmış bir çiftin ön sevişmesiydi.
Kimse kendini kandırmasın, bu basket maçı birbirlerinden uzak durmaya karar verdikleri halde birbirlerinden nasıl uzak duracaklarını bilmeyen aksine içgüdüsel olarak daha yakın olmak isteyen birbirini deli gibi arzulayan 2 insanın birbirlerine yakın olabilmek için buldukları sıradan bir bahaneydi. Birbirlerinin basket atmasını engellemek için her burun buruna geldiklerinde kendilerine bile itiraf edemedikleri bir haz duyuyorlardı. Birbirlerine her meydan okuma eyleminde bulunduklarında içten içe aşkların ateşini harlıyorlardı. O ateşi öyle bir harladılar ki yalnız olmaları isabet olmuş. Çünkü Ada ve Bora bazen yanlarında başka insanların da olduğunu unutup başka bir aleme dalabiliyorlar.
İtiraf edeyim #AdBor çifti arasındaki cinsel gerilim hazır tam tepe noktasına gelmişken bu sahnede rekabet ateşiyle tetiklenen ilk öpücüğün gelmesini bekledim. Ona sataşıyormuş gibi görünürken aslında yeni bir iş arayıp aramadığı konusunda ağzını arayan Bora’nın gerilime ve onu bırakıp gitme ihtimaline dayanamayıp kızı öpeceğini düşündüm. Olmadı; onun yerine maç yapmaktan yorgun düşmüş bir şekilde bankta oturup Ali ve Selin’i beklediklerini gördüm.
Ali ve Selin konusuna gelince Selin’in de Ada için söylediği beyaz evlilik yalanının altından bir şekilde kalkmadan Ali ile tam anlamıyla sevgili olabilmesi mümkün gibi görünmüyor. Bora aslında Ali ile ilgisi olmayan bir konuda ona söylenmiş bir yalandan hareketle kızları bakışlarıyla abluka altında alması ortamın gerilimini arttırdığı gibi Ali-Selin ilişkisinin de geleceğini tehdit ediyor. Her ne kadar yalanı sevmesem de Selin’in arkadaşı için sevgilisine yalan söylemeyi göze alması gözlerimi yaşarttı. Bu zamanda arkadaşını kardeşi gibi gören dostlar bulmak çok zor. Benim de öyle bir dostum var. En zor günlerimizde daima birbirimize destek oluruz. Önemli olan nicelik değil nitelik.
Kusura bakmayın ama asıl girl power ilişkisi Ada ve Tuğçe değil; Ada ve Selin. Bizim de buna odaklanmamız lazım. Birbirlerine sadece çıkarları ortak olduğunda yardım eden arkadaşlıklara değil, her zorlukta daim yanımızda olana.
Bora Ali ve Selin konusunu dönüp dolaştırıp bir vicdan meselesi olarak Ada’nın önüne sürerken Bora da Doğrusöz Malikanesine gece onunla konuşmak için bekleyen babasının -sahte ilişki koçu hakkında yazdığı makale sayesinde kadını yakalamak için operasyon yapan polislerden duyduğu sözler üzerine- onunla gurur duyduğunu söylemesine denk geldi. Yani birbirlerine duydukları özlem dışında Ada’nın payına vicdan Bora’nın payına da gurur düşmüştü. Bora’nın liseden beri babasından harçlık almadığını duyduğumda aralarında sorunlu bir baba oğul ilişki olduğunu düşündüğüm bu iki karakterin fikir ayrılıklarına neyin sebep olduğunu bilmiyorum ama uzun zaman sonra oğlunun değerini hatırlayan Zafer’in söyledikleri yüzünden Bora’nın gözleri doldu. Baba oğul ilişkilerinin karmaşıklığı sanırım bu ilişkilerin doğasında var ama her oğlan çocuğu özünde babasının onunla gurur duymasını ister; aferin bekler.
Bora’nın uzun zaman sonra babasından duyduğu bu güzel sözleri ilk bahçede yıldızları izlerken yakaladığı Ada ile paylaşması da çok anlamlıydı. Bora her ne kadar babasının kendisiyle gurur duymasına neden olan operasyonun üstüne temellendiği makaleyi birlikte yazdıkları için aferinin yarısının ona ait olduğunu söylese de babasının onunla gurur duyduğunu Ada ile paylaşmasının asıl nedeni bu değildi. İnsan kendisi için çok değerli olan şeyleri kendisi için çok değerli olan insanlarla paylaşmak onlara kalbini açarak aradaki duvarları kaldırmak ister. Bora’nın Ada’ya yönelik girişiminin altında da ona verdiği değerin büyük olması yatıyordu. Yoksa Ada’ya duygusal yaralarını gösterir miydi? Göz göze geldiklerinde aralarındaki duygusal bağ kendini o kadar güzel hissettirdi ki ilk öpücük için idealdi.
Bora erkenden gittiği BizdeBöyle.Net ofisinde bütün gün asistan masasına bakıp Ada’nın özlemini çekerken ışığını çalan kızdan kurtulduğunu duyar duymaz etekleri zil çalan Tuğçe’nin de kahrını çekmeye çalışıyordu. Ada olmasa Bora’yı elde edebileceğini düşünen Tuğçe onun gerçekliğiyken aklındaki/hayalindeki tek şey Ada’nın kendisi ve de anılarıydı. Ada için de durum pek farklı değildi. Hayalleri bir zamanlar umut ettiği gibi iyi bir yazar olmakken gerçeği yaşadığı vicdan yükü yüzünden istifa edip garsonluğa dönmekti. Üstelik hayaller Bora gerçeklik Rüzgâr maalesef…
Bu dizinin en sorunlu karakteri Rüzgar’dan bahsetmemek için her hafta büyük bir çaba harcıyorum. Açıkçası ondan bahsedip ağzımın tadını bozmak ya da siz okuyucuların da keyfini kaçırmak istemiyorum. O yüzden de bir devlet memuruna alkol vererek adamı nasıl maymun ettiği konusuna girecek değilim ya da onun yüzünden söylediği tüm yalanlardan utandığı için çok sevdiği işini bırakmak zorunda kalan Ada’ya “kesin işten atılmışsındır” diyerek dalga geçmesine hiç ama hiç girecek değilim. Rüzgar’dan bahsetmemin tek nedeni, düğün fotoğrafı çektirmeleri olacak.
Ben belki sadece kendi adıma konuşuyor olabilirim ama hemen yanında o komik damatlığın içindeki Rüzgâr varken Ada’nın Bora’yı damatlıklar içindeki hayal etmesi müthiş bir sahneydi. Üstelik o kısım için ilk tanıtımdaki sahneleri kullanmaları da seyir keyfini daha da artıran bir ayrıntıydı. Çünkü ben herkesin klişe olarak eleştirdiği o tanıtımdaki sinerjilerini beğenip diziyi takip etmeye karar vermiştim. Rüzgar’ın Ada’yı gelinlikle gördükten sonra uzunca bir süre ona baktığı sonra da çareyi kafasını diğer tarafa çevirmekte bulduğu gözümden kaçmadı. Bu saatten sonra başkası ilgi gösteriyor diye Ada’ya karşı bir şeyler hissetmeye başlarsa büyük olay çıkartırım…
İtiraf etmeliyim ki Rüzgar’ı sevmesem de Ada ile düğün fotoğrafı çektirdikleri sahneleri izlemek çok keyifliydi. Onlara kısa bir süre bakan herkes aralarında romantik bir şey olmadığını ya da olamayacağını anlardı. Aralarında romantik ya da cinsel anlamda bir çekim yok. Yan yana fotoğraf çektirdikleri o anlar da hiç organik değildi; aksine yapaylığın sözlükteki karşılığı gibiydiler. İki iş arkadaşının ya da birbirini çekemeyen iki akrabanın çektireceği türden resimler çektiren ikilinin tek güzel pozu da “Rüzgâr büyükbaş hayvan” söylemini güçlendiren bir kareyle Ada’nın Rüzgar’ın boynuna ip geçirmesiydi. Bir ara o ipi tamamen boğazına dolamaya çalıştığı da gözümden kaçmadı.
Bir insanı bırakmamakla bırakamamak arasında o kadar ince bir fark var ki kimi zaman insanlar bu ikisini birbirinden ayırmakta zorluk çekiyor. Bir insanı bırakmamakta söz konusu olan karar verme mekanizmasıdır. Israrcı bir kişiliğe sahip herkesin yapabileceği bir eylem ama bırakamamakta söz konusu olan insani duygulardır. Sen bırakıp yoluna devam etmek istersin ama varlığın o insanın varlığına muhtaçtır. Kendine engel olamazsın. Tıpkı Ada’yı özledikçe daha da hırçınlaşan Bora’nın kendine engel olamaması gibi. Ada’ya duyduğu özlem kuvvetlendikçe ona olan öfkesi de güçleniyor. Şirketle ilişiğini bir an önce kesme ısrarı da bu özleminin neden olduğu öfkeden geliyor. Ah Ada Ah! İş akdini sonlandırma girişimini Bora’nın senden kurtulmaya çalışma girişimi olarak algıladın ama bir bilsen aslında Bora’nın bu saatten sonra senden kurtulmasının hiçbir yolu olmadığını. Adamın kalbine kazındığını…
Bora onu işten çıkarmaya Ada ise işten ayrılmaya hevesli gibi görünse de aslında ikisi de birlikte geçirdikleri vaktin bitmesini istemiyorlardı. Öyle ki Ada’yı görür görmez yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Neşe dolu bir ses tonuyla ona seslenmek istedi ama ne gururu ne de öfkesi buna izin vermedi. Onun yerine kaşlarını çatarak seslendi ama Ada’nın sol elini arkasında saklama detayını fark etti. Kimi kandırıyorsun acaba Bora. Bal gibi âşık olmuşsun. Yoksa kim âşık olmadığı ve bir şeyler hissetmediği bir insanla ilgili her detayı fark eder ki? Bunun Ada’yı son görüşü olabileceğini bilerek gözlerini bir an bile üstünden ayırmadı. Kâğıtları imzala derken bile Ada’ya içi gidiyordu.
Ya Ada’nın masasıyla vedalaşmak istediğini söylemesine ne demeli. Veda etmek istediği şeyin masası değil; Bora olduğunu o bilmese bile biz biliyoruz. Severek yaptığın işinden ve Bora’dan ayrılmak zorunda kalman yetmedi bir de yüzüğü düşürdün. Sen kesinlikle hayatımda tanıdığım en bahtsız insansın. Başına bir dert açılacağı çok belliydi.
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı yüzüğü düşürme durumundan asıl konuya yani Ada belgeleri imzaladıktan sonra içleri kanaya kanaya da olsa yapmak zorunda kaldıkları vedalaşmadan söz etmek istiyorum. Ada’nın saçında bulduğu telden dolayı kendisi acı çekerken Ada’nın kutlama yaptığını düşünen Bora yaşadığı hayal kırıklığının da etkisiyle daha da öfkelenerek veda sahnesinin aşk acısından ziyade dramatik bir sahne olmasına neden oldu. Üstelik yapıp söyledikleriyle giderayak Ada’nın kalbini kırmış oldu. Yanından dostça ayrılmaya çalışan Ada’ya ağır sözler söyledi.
“Sen zaten ne istersen onu yapıyorsun, değil mi? Sen hep ne istiyorsan onu yap, Ada. Sıkıntı yok. Sen ne istiyorsan onu yap. Kafana göre hareket et, sen. Çıkış şu tarafta. Sen zaten biliyorsun çıkışın nerede olduğunu.
Biliyorum, Bora Bey. Ama hayat garip. Belki bir gün karşılaşırız. Kırgın ayrılmayalım. Kırgın olmasın. Belki çalıştığım iş yerine gelirsiniz.
Hiç sanmıyorum, Ada. Biz çok ayrı yönlere gidiyoruz. Karşılaşmamız hiç olası değil.
O zaman Bora Bey, hoşça kalın.”
Ada onun hayal kırıklığı yaşamasını ve gerçekleri öğrenip kalbinin kırılmasını önlemek için işten ayrılırken kesinlikle niyeti Bora’nın kalbini kırmak değildi. Sonuçta karşısındaki insan ona ve hayallerine teyzelerinden sonra inanan ilk insandı. Ona ne imkanlar tanıdığının farkındaydı ama Bora hissettiği hayal kırıklığını ve öfkeyi vedasına da yansıttı. Ada’nın kendisini terk ettiğini düşündüğü için elini ilk o çekti. Sert ve soğuk Bora gene savunma mekanizmasını çalıştırdı ama ne gözlerinin buğulanmasına ne de Ada’nın elini yumruk yapmasına engel olabildi. Elini öyle sımsıkı bir yumruk yaptı ki sanki tenine değen Ada’nın sıcaklığını sonsuza dek avucunun içinde tutmaya çalışıyordu.
Yalnız Ada’nın varlığının Bora’yı ne kadar değiştirdiği ancak o gittikten sonra ortaya çıktı. Kendisiyle kırgın ayrılmak istemeyen Ada’ya bir daha karşılaşmamız mümkün değil diyen adam Ali’den nerede çalıştığını öğrenir öğrenmez yaptığı ilk şey, iş yemeği için onun çalıştığı restoranda yer ayırtmak oldu. Ada’nın restorandaki ilk iş gününde çalan telefona baktığında arayan taraf ses vermediğinde ama sonra tekrar arayıp telefona bakan adamla konuştuğunda arayanın Bora olduğundan şüphem yoktu. Ada’ya gösterdiği tavra rağmen onu yeniden görebilmek için arkasından iş çevirip çalıştığı restorana rezervasyon yaptırması kesinlikle Bora’nın karakterinden beklenmeyecek bir hareketti.
Ada akşam servisinde karşısında Bora’yı görünce yaşadığı şaşkınlık görülmeye değerdi ama asıl görülmeye değer olan Bora’nın restorana girdiği andan itibaren gözünün devamlı mutfak kapısında olmasıydı. Gözü devamlı Ada’yı aradığında arayanın o olduğundan kimsenin bir şüphesi kalmadı. Ada o şaşkınlıkla Bora’nın orada olmasını neleri kaybettiğini gözüne sokma girişimi olarak algıladı ama Bora bunu yapacak türden bir adam değildi. Onu ilk gördüğü andaki bakışları ona ele veriyordu. Bora onu özlediği için ve bir yanı geri dönmesini umut ettiği için oradaydı. Öyle ki tepsisini düşürdüğünde gerçek bir centilmen gibi kırıkları toplamasına yardım etti. Diziyi eleştirenlere sorarım centilmen Bora nasıl klişe olabilir? Bana soracak olursanız bu diziyi izlerken önyargılı davranmaktan vazgeçin.
Ada’ya aslında seni görmek istedim ama bir bahanem olmadan gelmeye cesaret edemedim o yüzden ben de işimi bahane ettim diyemedi. Onun yerine iş toplantısına geldiğini iddia etti. Ah Bora Ah! Daima dürüst olduğu gerçeğiyle övünen o adam şimdi nerede acaba çok merak ediyorum. Gerçi oraya bilerek geldiğini de rezervasyonu yaptıranın da kendisi olduğunu söyledi ama bu olsa olsa dürüstlükte seçicilik olabilir. Ada’nın da inatlaşma konusunda ondan aşağı kalır yanı yok. Yaptığı işi sevmediği halde Bora’nın karşısında tükürdüğünü yalamamak için mutlu olduğunu söylemesi inatlaşmada son noktadaydı. Bora da yalan söylediğini ve hayallerini bildiği halde ondan ayrı mutlu olma ihtimaline sinirlenip başka bir yerde olmayı tercih ettiği için kırılan yapısıyla iki duyguyu bir arada yaşıyordu.
Ada’nın makalesi sayesinde övgü toplayan Tuğçe’nin yanında duran Ada’yı ezme çabası ıslanmasına neden oldu. Ama bana sorarsanız o suyun üstüne dökülmesini değil başından aşağıya dökülmesini hak etti. Bora da aynı fikirde ki Tuğçe’nin ıslanmasına verdiği tepki gülümsemek oldu. Gülmemiş gibi yapmaya çalıştı ama pek başarılı olamadı.
“Hak ettiği değil; tercih ettiği yerde.”
Benim tanıdığım Bora o insan yanında olsun ya da olmasın, sevdiği biri olsun ya da olmasın sonuna kadar adaletin savunucusudur. Özellikle de mevzu bahis Ada ve yazarlık yeteneği olduğunda hak ettiği yerin garsonluk olmadığını iyi biliyor; ona kızgın olsa da onun hakkını gözetmekten gocunmuyor. Ki Ada için ona yalan söylemeyi vicdani bir yük haline getiren de bu sarsılmaz karakterine duyduğu hayranlıktı. Bu yüzden Bora’nın ona hayallerinin peşinden koşmaya devam etsin diye vermiş olduğu kalemi sipariş almak için kullanması kendisine inanan adamın içinde bir şeylerin tetiklenmesine neden oldu. O kalem Ada için Bora ve hayallerini temsil ettiğinden her daim umut etmekten vazgeçmeyen Ada için hayallerini canlı tutabilmesi için küçük bir umut ışığını ya da kim olduğunu ve isteyince neler yapabildiğini temsil ediyordu. Belki de Ada vazgeçmiş gibi görünse de bir şekilde hayallerine tutunabilmeye ya da kim olduğuna ve istediğinde neler yapabileceğine sığınmaya çalışıyordu. Ki Bora’nın yaptığı çıkarımda o yöndeydi.
Bölümün asıl bombasının sona saklandığını söylemek yanlış olmaz. Ada’nın kendisine inanan ve anlamaya çalışan Bora’ya karşı hissettiği vicdan yükünü sonunda şu cümlelerle dışa vurarak gerilimi yüksek bir noktada biz izleyicileri de söyleyecek mi yoksa söylemeyecek mi diye ikilemde bıraktığı diyalogla yazımı tamamlıyorum.
“Ada senin daha yazdığı ilk yazı trendlere girdi. Müşteriler o yazı sayesinde bize sponsor olmak istiyor. Ama sen övgüleri gururla kabul etmek yerine kendinden üçüncü bir şahıs gibi bahsetmek zorunda kalıyorsun. Neden? Sen kendine neden böyle bir şey yapıyorsun?
Çünkü öyle istiyorum, hür irademle. Bilerek isteyerek.
Bana yalan söylüyorsun, Ada. Zaten sen bana her zaman yalan söylüyorsun. Ama bu konuda o kadar başarısızsın ki emin ol.
(…) Keşke dediğiniz kadar yalan söylemekte başarısı olsaydım diyorum. Ne demek şimdi bu?
Size yalan söyledim demek. Hatta size o kadar büyük bir yalan söyledim ki artık yüzünüze bakamıyorum, Bora Bey. Her baktığımda utanıyorum. Yerin dibine giriyorum. Bora Bey, ben…
Evet, sen. Seni dinliyorum, Ada. Bana söylediğin yalan ne?”
Haftaya Görüşmek Üzere…
Göz atmanızı öneririz: Baht Oyunu Bölüm Yorumları