Baht Oyunu 10. Bölüm ile Total’de 3,44 reytingle 2. , AB’de 2,63 reytingle 3. ve ABC1’de 2,68 reytingle 4.oldu. Bölüm yorumu konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Bu haftaki fragmanlardan yaptığım çıkarımlar doğrultusunda Meltem’i Bora’nın bornozunda görme meselesinin çok büyük bir mesele yapılmayacağını biliyordum ama en azından Ada’nın gözlerindeki hayal kırıklığı ve hüznü görmüş olan Bora’nın kendisine bir açıklama yapacağını düşünmüştüm. Ama ne umdum ne buldum. Ada’ya görmüş olduğu manzaranın aslını açıklamak yerine onunla dalga geçmeyi tercih etti ve Rüzgar’ı bornozla gördüğü zaman Ada’nın kendisine parkta sıraladığı tüm bahaneleri bu defa Ada’nın bizzat kendisine sıraladı. Yalnız bunu sırası gelmişken ödeşmek için mi yoksa manzaranın nasıl göründüğünü bildiğinden durumu geçiştirmek için mi yaptı hiç bilemedim. Ama her ne için olursa olsun normalde yoğun dram içerebilecek ve yanlış anlaşılmalara neden olabilecek bir anın #AdBor arasındaki bir çekişmeye dönüşmesine neden oldu. Bora’nın cevabı tatmin edici olmasa da klişe değildi…
Senaristlerimizin bölümler arası kontrastları sevdiğini ve paralellikler yaratmaktan çok hoşlandıklarını geçen haftaki yazımda belirtmiştim. Bu bölümde Meltem’i Bora’nın odasında bornozuyla gördüğüm sahnenin statiğinin Rüzgar’ı Ada’nın evinde bornozla gördüğüm sahnenin statiğiyle birbirine benzer bulduğumu da söylemiştim ya ondan olacak ki senaristlerimiz bu sahnede de açıklama olarak aynı replikleri kullanmayı tercih etmişler. Bora gibi akıllı bi adamın Ada’nın yüzünde Meltem’i gördükten sonra meydana gelen değişimlerden bir şeyleri anlamış olmasını beklerdim ama kendisinden bir açıklama bekleyen Ada ile dalga geçtiğine göre belli ki ne kadar incinmiş olduğunu anlamamış.
Ada’nın Meltem’e saç kurutma makinesini bulma konusunda yardım etmesine izin vermemekle en azından bir şeyi doğru yapmış oldu. Çünkü Ada o sinirle banyoya gitmiş olsaydı “kendi evinde duş yok muymuş” dediği Meltem’i o saç kurutma makinesinin kablosuyla oracıkta boğuverirdi. Sonuçta Ada esas kız durup dururken katil olmasına izin vermemek lazım ama ben Bora derken Ada’nın ondan kıskanç çıkması büyük sürpriz oldu. Ben bu ikilinin arasına girmeye çalışacak olan zavallılara acırım. #AdBor çifti onları çiğ çiğ yer. Görünen o ki bunlar birbirilerine duygularını açıklayana kadar arada daha çok insan heba olacak da Bora da Meltem’e -ciğim diye hitap ederken nasıl olmasın. Bazen Ada’nın kendisini romantik anlamda kıskandığını anladığını ve onu bilerek sinirlendirdiğini düşünüyorum. O yüzden sinirlendirilmiş Ada’nın onlarla restorana gelemesin diye elektrik şalterini indirmiş olmasına şaşırmıyorum.
Belli ki Ada’ya da büyürken ailesi ıslak saçlarla dışarıya çıkmamasını tembihlemiş ama söz konusu şirket casusluğu ise bunun gibi ufak bir aksiliğin Meltem’i durdurmaya yetmeyeceğini bilmeliydi. Üstelik son zamanlarda İstanbul’da yaşanan elektrik kesintileri dolayısıyla yazılarını zamanında yetiştirme konusunda sıkıntılar çekmiş mağdurlardan biri olarak gerçek dünyadaki bir sorunu satır aralarında da olsa yansıtan senaristlerimize teşekkür etmek istiyorum.
“5 dakika.
Bu benim bildiğim 5 dakika mı yoksa kadınların hazırlanma süresi olarak söylediği (…) bilemediğim 5 dakika mı?
Sizin bildiğiniz. Sizin bildiğiniz.
Güzel o zaman 5 dakika başladı.”
Erkekler doğal olarak kadınları bekledikleri konusunda çok fazla sitem ediyorlar ama kadınların bu konuda ne gibi standartları yerine getirmek zorunda olduklarını bilmiyorlar. Erkekler üzerlerine bir tişört bir pantolon geçirip rahatça dışarı çıkabilirler ama kadınlar için aynı standartlar söz konusu bile değil. Kadın dışarıya çıkarken daha estetik bir görüntü sağlamak ve bazı abartılı koşullarda mükemmele yakın olmak zorundalar. Çünkü dışarıya çıktıklarında ilk önce diğer kadınlar tarafından yargılanıyorlar. Acı ama ne yazık ki kadınlar birbirlerine karşı bu gibi konularda daha acımasız davranıyorlar. İçinde kendini rahat hissettiğin bir kıyafet giydiğinde seni bakımsız olmakla suçlarken güzel giyindiğinde de kıskandıkları için seni vücudunda kendini özgüvensiz hissettiğin bir noktadan vurmaya çalışıyorlar. Üstelik hazırlanma konusunda kadınlara sitem eden aynı erkekler güzel giyindiğinde de ilk iltifat eden taraf oluyor.
Söylediklerim kadınlar için hayatın bir gerçeği olarak kulağınıza küpe oladursun Ada ve Meltem’e dönecek olursak ikisinin de hazırlanma sahnesinin eş zamanlı olarak verilmesi fikrini beğendim. Bu sayede benim bildiğim ve belki de izleyicinin bir kısmının da çok iyi bildiği bir gerçek ortaya çıkmış oldu. Göze çekilen rimelin ve dudaklara sürülen rujun sadece bir boya olmadığı aynı zamanda Bora’yı kazanmak için yapılan bir savaşın da kamuflajları olduğuydu. Bizim süslenmek dediğimiz şey kadınların özellikle de Ada ve Meltem’in birbirine karşı süründükleri savaş boyaları. Yalnız Ada’nın o kadar güzel bir kalbi var ki düşmanına ettiği beddualar bile insanın yüzünü güldürmeyi başarıyor.
Yoksa rimelinin topak olmasını ve rujunu dişine bulaştırmasını beddua olarak ciddiye almak mümkün değil. Bunu ciddi bir şekilde eleştiren biri çıkarsa gelsin beni bulsun. Bulsun ki her şeyi bu kadar ciddiye almak insanı öldürdüğü gerçeğini ona söyleyip derin bir nefes almasını ve bu kadar kasmamasını isteyebileyim. RELAX, DON’T WORRY.
Ada’nın ayna karşısında kendi güzelliğini öve öve bitiremediği sahne bölümdeki favori sahnelerimden biriydi. Ada istediğinde güzelliğini de kadınlığını da ön plana çıkarabilecek bir kadın. Doğal bir güzelliği de var. Özellikle de göz rengiyle uyumlu o elbise sayesinde gözlerinin daha bir ön plana çıkmasıyla gerçekten de söylediği gibi ateş ediyor. Ve ateş edip vurduğu ilk insan da muhtemelen Bora’nın kendisi. Keza Bora onu gördüğünde ufak çaplı bir vurulma yaşadı. O da yetmedi Ada Meltem’in aklını almaya niyetliydi ama onun yerine onu gören Bora’nın aklını almış oldu.
Onları beklerken ağaç gibi kök salmaya başlayan Bora’nın tam eve girecekken karşısında Ada’yı görünce az önceki öfkesi/siteminden geriye hiçbir şeyin kalmamış bir şekilde “git-meyelim” diyerek duraksama yaşaması verilebilecek en iyi tepkiydi. Üstelik her zamanki gibi bu fırsatı geri çevirmeyen Bora’nın onu yukarıdan aşağıya doğru süzüşünü, daha detaylı bir bakış atabilmek için gözlüğünü çıkarışını ve bir süre ona bakıp kalmasını izlemek bölümdeki favori #AdBor anlarımdan biriydi. O anda aklından Ada ile ilgili neler geçtiğini tahmin edemem ama kısacık bir an için de olsa Meltem’in hatta bütün dünyanın varlığını unutmasına ve iki kelimeyi bir araya getirmekte zorlanmasına neden olduğunu söyleyebilirim. Zaten sonra da kendini dizginleme konusunda usta olan Bora araya girip kendini toparladı. Meltem’i ortamın büyüsünü bozmak bir bahane ve dikkat dağıtıcı olarak kullandığını herkes anlamıştır sanırım…
Ah Bora Ah! Sendeki şu irade yemin ediyorum Superman de yok. O Çelik Adam sen Çelik İrade. Gerçi Ada “Siz peşimden gelin benim” dediğinde Bora’nın iradesi bir kırılır gibi oldu ama karşımızdaki Bora işte! Hemen toparlandı.
Ada’nın arabadaki haline gülmekten karnıma ağrılar girdi. Kalabalık bir ailede büyüyen her çocuk arabanın ortasına oturma deneyimini kabul etmek istediğinden çok daha fazla kere deneyimlemiştir. Ama Ada’nın Bora’ya yakınken bir yandan da Meltem’i görebileceği bir açıyla arabanın ortasında oturmayı kendi rızasıyla istemesi gerçekten tam da Ada’ya özgü bir hareketti. İzlediği filmin sonunda ölecek olan ajandan bahsederek Meltem’e göz dağı vermesi, “ilahi adalet daima tecelli eder” desturuyla aba altından sopa göstermesi bölümün eğlenceli detaylarından biriydi ki bana soracak olursanız Meltem’in mimikleri de mesajı aldığını söylüyordu. Mesajı almış ama pek algılayamamış olacak ki restoranın önüne geldiklerinde sözde düşüyorum numarasıyla Bora’nın koluna girdi. Yalnız o sırada Bora Bey’ciğimin Ada’dan daha fazla etkilenmemek için en önden gitmeye çalışması da gözümden kaçmadı, bilesiniz.
Elif’in okula başladığı ilk günün maaile kutlaması yapılacakken enişte yüzünden planların iptal edilmiş olması üzücü olsa da en azından Ada’nın kıskançlığının ikinci raundunu izleyebileceğim diye mutlu bir şekilde restoran sahnesini takip ederken Rüzgâr ve Tuğçe ikilisinin de restorana geldiğini görmekten hiç memnun olmadım. Tuğçe’ye #AdTuğ çiftinin bir parçası olduğu zaman katlanabiliyorum ama Rüzgar’a özellikle de bu bölümdeki eğiliminden sonra asla katlanamıyorum. Bir insan tek bir bölümde üç kadına birden asılmayı başarabilir mi? Eğer adın Rüzgar’sa evet…
Tuğçe ve Rüzgar’ın restorana gelmesinden her ne kadar hoşnut kalmamış olsam da Meltem konusunda pabucun pahalı olduğunu anlayan Ada’nın destek kuvvet olarak Tuğçe’nin yardımını istemesi hoşuma gitti. Özellikle de son zamanlarda Tuğçe’nin suç ortağı Ada’ya benzediğini düşünecek olursak Ada’nın “Meltem ve bornoz” mevzusunda olan her şeyin bi özetini Tuğçe’ye aktarması ve kendisiyle birlikte onu da gaza getirmesini izlemek çok eğlenceliydi. Meltem’in “patronumun evinde duş almaya karar verdim” olayına Bora’ya yürüyor diye epey bir kurulup kıskandılar.
Tuğçe’nin bornozun şekline takılıp meselenin özünü kaçırıyor olmasını Ada gibi hayretle izledim. Ada’nın bornozu suyu emen ve içinde bir şey olmayan olarak tanımlamasına da çok güldüm. Ki tek gülen de ben olamam. Dikkatimi çeken şey Meltem olayının Fulya olayıyla benzer olmasına rağmen senaristlerimizin bölümler arasında paralellikler kurarken tekrara düşmemeleri oldu. Bornoz meselesi için bi girl power operasyonu başlatan #AdTuğ arkadaşlığının Bora/Meltem’in birlikte olma ihtimalini söylemelerini geçtim; parmakla bile işaret edememelerine çok güldüm…
Ada konuyu devamlı dönüp dolaştırıp duş meselesine getiriyorken Bora nasıl olur da Ada’nın kendisini kıskandığını akıl edemez hiç bilmiyorum ama Meltem’in Bora’nın küçükken kendisine âşık olduğunu anlatan hikayesi ve devamlı Bora’ya adıyla hitap etmesinden ötürü Ada’nın kendine hâkim olamayıp kızın üstüne atlayıvereceğini düşündüğüm birçok an oldu. Bora bu kıskanma durumlarının farkında mı değil mi hiç anlayamıyorum. O kadar karmaşık sinyaller veriyor ki onun gibi profesyonelliğe önem veren bir adamın asistanı ona ismiyle hitap ettiğinde hiç tepki vermemesi gibi anlar yaşandığında kesin biliyor ve bunu Ada’nın damarına basmak için yapıyor diye düşünüyorum ama bazen de öyle anlar yaşanıyor ki Bora’nın etrafında olup bitenden bihaber naif bir adam olduğunu düşünmeye başlıyorum.
Kadın kadının dilinden anlar hesabı Meltem Ada’nın durumunu anladı galiba. Yoksa çocukken Bora’nın kendisine âşık olduğuna dair o hikâyeyi niye anlatsın ki? Belli ki amacı Ada’nın damarına basmak ama insan birinin damarına basmadan önce damarına bastığı insanı biraz tanımalı. Bu beni parçalar mı diye düşünmeli. Meltem konusunda Fulya olayının bir tekrarını yazmayan senaristlerimiz sağ olsun, Ada’nın sert yorumlarını ve kısık ses tonuyla verdiği Meltem’e verdiği tepkileri izlemek çok daha keyifliydi.
Yalnız senaristlerimizin bazı kelimeleri eş sesli anlamda kullanmayı sevdiklerinin bir başka örneğine de bu sahnede rastladığımız katiyen gözümden kaçmadı: “Atlar Bora Bey üstüne sever” dediğinde Bora’nın verdiği tepki de üstüne atlamayı başka anlamda algılamasından kaynaklandı bence. Ada’nın cinsel içerikli bir imada bulunduğunu sandı.
Rüzgar’ın kıza hava atabilmek için yurt dışına çıktığı gibi yalanlar söylediği sahnedeki tek komik şey Ada’nın Riviera deyince aklına “zeytinyağının” gelmesiydi ki Rüzgar’ın her konuda zeytinyağı gibi üste çıkma çabalarını düşününce kelime oyununun tesadüf olmadığına inanıyorum. Ada’yı uğruna terk ettiği Tuğçe’nin gözü önünde başka bir kadına asılmasını ya da flört etmeye çalışmasını izlemek çok rahatsız ediciydi. Ama Ada’nın Meltem’i sorguya çekercesine sorular sormasını ve kız her konuştuğunda lafı ağzına tıkmasını izlemek keyifliydi. Rüzgar’ın flört girişimlerine karşı Bora’nın mümkünse ağzını açmadan bir an önce yemeğini bitirip gitme peşinde olduğu da gözümden kaçmadı.
Ada yokken onun önceden Bora’nın asistanıyken şimdi neden Tuğçe’nin asistanı olduğu sualine Bora’nın bir cevap vermemeyi tercih etmesine çok sevindim. Bunu Ada’nın sırrını açıklamamak için mi yoksa kendi sırrını yani Ada’nın ona yalan söylemesine kırılmış olmasının altında yatan nedenin duyguları olduğunu ifşa etmek istememesinin mi bir etkisi var bilmiyorum ama özellikle Meltem’e karşı Ada konusunda ketum olmayı tercih etmesine çok sevindim.
Ada’nın romantik komedilerde örneklerine çok sık rastladığımız küçükken yolları ayrılan çocukluk arkadaşı iki karşı cinsten insanın yetişkin yaşa gelince yeniden karşılaşıp bir ilişkiye başlamaları hikayesini ve bu hikayeyle kendisini gaza getirmesini izlerken büyük bi zevk aldım. Gündelik hayatta kıskançlığı sevmediğimi daha önce de söylemiştim ama söz konusu Ada’nın kıskançlığı olduğunda ortaya çıkan komedi sahnelerini izlemek yüzümü gülümsetiyor. Bu yüzden de Bora’nın böyle bir şeyi yapmasının imkânsız olduğunu bilmeden aralarında bir şeyler olabilme ihtimaliyle Meltem’e bir ders vermek için klimanın ayarıyla oynamasını izlemek komikti.
Ama ne ironik olurdu biliyor musunuz, Ada ve Bora’nın çocukken tanışmış olmaları ve bunun farkında olmamaları. Bu sayede klişeyle dalga geçerken klişenin bir parçası olarak hem ironi yapmış hem de “kaderden kaçılmaz” tezini onaylamış olurlardı. Boyun tutulması çok ciddi bir sağlık sorunu değil. Ada kıskançlığından kızın hayatını tehlikeye atacak bir eylemde bulunsaydı buna ilk tepkiyi ben verirdim. Eylemini yanlış ve çocukça bulsam da Meltem’in böyle bir derse ihtiyacı vardı. O yüzden sahneyi izlerken rahatsız olanlar varsa kusura bakmasınlar çünkü ben izlerken çok güldüm. Özellikle klima operasyonunu Tuğçe’ye işaretlerle anlatmasına ve onun da anlatılanı anlamasına. “Cici kızlar” Bora’yı bütün dişi rakiplerden koruyacağız derken konuşmadan anlaşma seviyesine kadar geldiler.
Romantik komedi hikayelerinin bir parçası da yanlış anlaşılmalar üzerine şekillenir. O yüzden Meltem’in küçükken Bora’nın gittiği karate kursunda öğrendiği tüm hareketleri üzerinde denediğini söylemeye başladığı anda bu masum anının çok başka noktalara çekilme potansiyeli taşıdığını biliyordum. Özellikle de daha az önce cinsel ilişkiye girme eylemini “Bire pehlivan” diyerek güreşmeye benzeten Ada’nın başını duymadığı hikâyeyi bu şekilde anlamaması mümkün değildi. Yalnız Meltem “o hareketleri benim üzerimde denemeye başladı” dediğinde hikâyenin aslını bilen Rüzgar’ın aklının bile nerelere gittiği yüzünden anlaşılıyordu. O bile bu hikâyeyi cinsellikle bağdaştırdıysa Ada ne yapsın? Bir geldi ki pozisyonlardan, istekli olmaktan ve hırpalamaktan söz ediyorlar kim olsa yanlış anlardı bunu.
Mantıklı düşününce tabi öyle bir meseleyi uluorta bir restoranda konuşacak halleri yoktu. Hadi Meltem’in mezhebi geniş olsun ama Bora’yı birazcık tanıdıysam eğer kendisi mahremini öyle uluorta yerde paylaşacak ya da herhangi birine anlatacak türden bir adam değil. Ve tüm karalama girişimlerine rağmen Bora gerçek bir centilmen ve feminist. O yüzden Bora’nın durumu açıkladığı iyi oldu. Çünkü bu yanlış anlaşılma az daha devam etseydi Ada cinnet geçirip kızın üstüne atlayabilirdi. Neyse ki buna fırsatı olmadan intikam çalışması bir sonuç verdi de kızın boynu tutuldu…
“Kadın kadının kurdudur” meselesi hiç girmiyorum bile. Tek söyleyebileceğim dünyanın Rüzgâr gibi erkeklerin bu masküler- önyargılı toxic söylemleri yüzünden kadınlar için bir cehennemden farksız olduğudur. Çünkü kadınları kadınlara karşı silah olarak kullanmak da onun gibi adamların marifeti. Ve biz eğer bu konuya girersek bu yorumum tamamen başka bir amaca hizmet eden bir manifestoya dönüşecek ama Bora gibi feministlerin olduğu bir dünyada Rüzgâr gibi yanlış adamların da olduğunu resmetmek için bu karakteri yazmalarına çok sevindim. Ki Ada’nın dediği gibi aslı “kadın kadının yurdu” olmalıdır. Kadınların birbirlerini rakip olarak değil; erkek egemen bir dünyada destek olarak görmeleri çok önemli. Ada bu cümleyi söylerken Bora’da ona gururla bakması içi boş bir ayrıntı değil.
Ada ile tanıştığından beri değişen tek kişi Tuğçe değil; en büyük değişiklik “aşkın bir yanılsama” olduğunu düşünen Bora’da gerçekleşti. Sadece kararlarında duygusal eğilimler göstermesi değil; olaylar karşısında verdiği tepkiler de ona benzemeye başladı. Yoksa Bora “Aman aman aman” diyecek insan mıydı? Ada hiç fark ettirmeden derinden hamlelerle Bora’yı değiştirmeye dönüştürmeye ve her gün biraz daha kendisine benzetmeye başladı.
Ada’nın gece belki Meltem gelir diye Bora’nın kapısında yattığı akşama ve sabahına gelecek olursak bölümün en sevdiğim sahnelerinden biri olduğunu belirtmeliyim. Her şeyden önce sahne üzerinde bir etkisi olmasa da Ada’nın giymiş olduğu kırmızı pijamaya bayıldım. İtiraf etmeliyim ki kırmızı benim en sevdiğim ve bana da en çok yakıştığını düşündüğüm renk ve Ada’ya da çok yakışmış. Eğer Bora uzun süre bu pijama içindeki Ada’ya maruz kalmış olsaydı eminim ona tekrar âşık olurdu. Ada’nın kulağını kapıya dayayarak Bora’nın odasını dinlemesi birçok nedenden en önemlisi de Bora’nın mahremiyeti dolayısıyla çok yanlıştı. Ama aşk ve kıskançlık bazen insana hiç yapmam dediği şeyleri yaptırabiliyor tıpkı bir insanın mahremiyet hakkını hiçe sayıp odasını dinlemek gibi.
Ah Ada! Önce restoranda herkesin içinde aralarında geçenleri anlattıklarını düşündün şimdi de odada çift kale maç yaptıklarını düşünüyorsun ya helal olsun. İnsanın fikri neyse zikri de o olurmuş. Meltem ile Bora arasında bir şeyler olma ihtimalinden o kadar çok korkuyor ki duyduklarının mantıklı bir açıklaması olabileceğini düşünmeden atlıyor. Ki Bora’nın odasına “nerede?” diyerek bomba gibi düştüğünde de başına gelen tam olarak buydu. Halbuki birazcık sabretseydi duyduğu seslerin mantıklı bir açıklaması olduğunu ve onunda sandığı şey olmadığını görecekti ama…
“Özür dilerim, Bora Bey. Ben size düştüm.
Hııı.
Odanıza düştüm. Odanıza düştüm sizin.”
Odaya dalar dalmaz peşinden o çok meşhur dil sürçmelerinden birini yaşayan Ada mı daha tatlıydı yoksa anlamsız tepkiler veren Bora mı karar veremedim. Ama senaristlerimizin karakterlerin bilinçaltındaki duyguları “dil sürçmesi” yoluyla ifade etmelerini izlemeye bayılıyorum. Ada’nın odaya düştüm yerine Bora’ya düştüğünü söylemesi belki de ağzından çıkan en hakiki gerçekti ama ne yaptığını anlayınca sözünü geri aldı. O “odanıza” diyene kadar Bora’nın yüzünün aldığı şekil komikti. Bora da hep bu anın gelmesini bekliyormuş gibi bir heveslendi ama hevesi kursağında kaldı. Ada cümlesini düzeltmeseydi gözlerinin içi parıldayan Bora’yla aralarında nasıl bir sahne yaşanırdı acaba?
Geçenlerde twitter da Bora için once said yapmışlardı onu gördükten sonra Bora’nın en çok kurduğu cümlelerden birinin “odamda ne işin var?” olduğuna kanaat getirdim. Bir yanlış anlama yüzünden odasına dalan Ada bu eylemi bir alışkanlık haline getirecekse en azından kendine iyi bir kılıf bulmayı da becerebilmeli. Yoksa aynı koridorda bile kalmadığı Bora’ya buradan geçiyordum gibi yalanlar söylemeye devam eder. Meltem’e odaya girmesin diye çoktan uyumuş ben az önce üstünü örttüm demesi de bunun örneği. Bora kaç yaşında adam. Asistanım hayatımı idare edecek derken üstünü örtmeyi kast etmemiştir. Yalan söyleyeceksen en azından mantıklı bir yalan söyleyeceksin.
Ada’nın tehlikeyi savuşturmuş olmasına rağmen işini sağlama alabilmek için Bora’nın kapısının önünde vatanını korur gibi nöbet tutmasına gülmemek mümkün değildi. Ve bu kadar mantıkdışı önlemler almaya başlamışsa birisi Ada’ya körkütük âşık olduğunu da söylemeli çünkü bu gerçeği anlayıp kendisine itiraf edebilmesi için vahiy inmesini bekliyormuş gibi bir hali vardı. Ama sabah odasının kapısında cenin pozisyonunda uyuyan Ada’yı gören ve bütün gece kapısının önünde kaldığını anlayan Bora’nın gülümsemesi gibi küçük anlara da Baht Oyunu hayranları kadar sevineni yoktur. Bora’nın şaşkınlıkla karışık bir şekilde eğilerek kısa bir an için de olsa Ada’yı izlediği sahne sadece birkaç saniye sürdü ama sahnenin duygusunu anlamam için o kadarı da bana yetti. Bora’nın Ada’yı uyandırabilmek için kullandığı yumuşak ses tonuna bayıldım. Keşke Ada’yla hep bu ses tonuyla konuşsa ama pek mümkün değil.
Ada’nın dil sürçmesinin devamına sabah uyku sersemi bir şekilde Bora’yı görür görmez rastlamak da çok keyifliydi. Uykusundan uyanıp karşısında Bora’yı görünce onu hayal ettiğini sanması ve gündüz düşleri gördüğünü ağzından kaçırması tam senaristlerimize yaraşır tarzda zekice bir hamleydi. Keşke Bora “sen gündüz düşlerimi görüyorsun?” diye sormak yerine “sen gündüz düşlerinde beni mi görüyorsun?” diye sorsaydı. O zaman çok daha güzel bir ana şahitlik edebilirdim. Soru istediğim soru değildi ama Bora’nın o soruyu sorarken ki ses tonu çok tatlıydı. Valla sahne yüzünden içim eridi desem abartmış olmam. Bora’nın ses tonundaki tatlılık bütün gece orada uyuduğunu anlayan Ada’nın yüzündeki “rezil oldum. Yer yarılsa da içine girsem” ifadesi birbirini mükemmel bir şekilde tamamlıyordu…
Bora’nın ona bağırmayıp kapısında uyurken yakalandığı için çok utandığını anladığı Ada’ya yerden kalkması için yardım eli uzatması, kafa kafaya çarpışma anından sonra iki tarafında bir diğerinin canının yanıp yanmadığından endişelenip sorgulaması çok romantikti. Bora söz konusu zor zamanlarda Ada’ya el uzatmaksa en kızgın olduğu anlarda bile kibarlığı elden bırakmıyor. Ada kaşına kafa attığında bile Bora’nın aklına gelen ilk düşünce Ada’nın canının yanıp yanmadığı oluyor. Ada’nın onun marazını düşünüp hemen buz getirmeye gönüllü olması çok tatlıydı. Ada’nın uyurgezer olduğu yalanına inanmadı neden? Çünkü daha önce Ada ile aynı odada uyumuştu. Ada’ya kötü bir yalancı olduğunu söylerken çok da haksız değildi. Gerçekten de kendisine daha mantıklı yalanlar bulmalı.
“Sende anormal olmayan bir taraf var mı merak ediyorum, Ada.
Ben çok normalim, Bora Bey.
Sen hiç sıradan değilsin, Ada. Hem de hiç. O zaman tekrardan günaydın sana.”
Senaristlerimizin biz seyircilerine belli ki hiç acıması yok. #AdBor çifti zaten bütün yaz çiftlerinin gerisinde kalıp bir türlü öpüşme ve romantizme geçemediler. Bir de böyle küçük ama etkisi büyük anlarla bize kalp krizi geçirtmeyi planlıyorlar. Sevdiğini söylediği kadını aşağılayıp onun için özel olmadığını söyleyen tüm erkek karakterlere inat Ada’ya kızgınken bile eşsiz olduğunu anımsatan ve sıradan herhangi biri olmadığını yani özel olduğunu hissettiren Bora gibi erkekler bu dünyada gerçekten varlarsa daha önce neden hiç karşıma çıkmadılar merak ediyorum. Çünkü böylesine bir romantizm bu dünyanın bi ürünü olamaz. Evet, Bora Ada’ya çok kızıyor. Çoğu zaman adını da yüksek sesle söylüyor. Her zaman haklı çıkmıyor ama bu gibi küçük anlarla Ada’ya kendini özel hissettirmeyi ve hak ettiği iltifatı söylemeyi başarıyor. Üstelik neden kapısının önünde uyuduğu gibi sıradan bir konuşma bile bir anda gözlerin buluştuğu birbirlerinin çekim alanına girdikleri ve nefes nefese kaldıkları cinsel çekimi güçlü bir ana dönüşebiliyor.
Ada’nın sabah sabah boynunu tutulmuş Meltem’i görünce mırıldanmalara ve inceden inceye laf sokmalara hiç hız kesmeden devam etmesine bayıldım. Ama içlerinden birini seçmek zorunda kalırsam herhalde “mezara mı nazara mı geldin” demesini seçerdim. Ada da benim gibi bürokrasi yapmaktan bihaber. Bizim gibi insanların dünyasında “dostunu yakın ama düşmanını daha yakın tut” gibi şeyler olmaz. Duygularımız yüzümüzden okunmaz belki ama bir insandan hoşlanmadığımızda karşımızdakinin mesajı açık ve net bi şekilde aldığından mutlaka emin oluruz. O yüzden boynu tutulduğu için işe gelmeyecek Meltem için üzülen bir Ada beklemeyin, bulamazsınız. Ancak kendisi evde yokken ajan olduğunu çok iyi bildiği Meltem’in peşine eniştesini taktığını görebilirsiniz, buna asla şaşırmayın.
Arslan enişteye ilk bölümlerde Ada’nın iş saatlerine karıştığında ve üzerinde hegemonya kurmaya çalıştığında sinir oluyordum ama Doğrusöz malikanesinde kalmaya başladığından beri Elif’e olan tavrı, Zafer amcayla iyi anlaşması ve Ada’nın üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmaktan operasyonlarında ona yardım etmeye geçmesi dolayısıyla bir sevgi duymaya başladım. Geçen haftaki sahte nişanlılık olayındaki hallerinden sonra bu hafta görülmediğini sanıp elinde saksıyla Meltem’e yakalandığı sahneye çok güldüm. Senaristler bu saatten sonra bu kıvamı asla bozmamalı ve enişteyi hep bu ayarda yazmaya devam etmeliler. Ada’nın sözünü senet kabul eden enişteye helal olsun…
Bu hafta biraz düşündüm de Bora’nın ona hediye ettiği ilk şeyin kalem değil; bu masa olduğuna kanaat getirdim. Tuğçe’nin kendisine aldığı ama Bora tarafından Ada kullansın diye odasına taşıttığı masa, kendinden önceki yirmi altı asistanın hiç sahip olmadığı bir eşyaydı. Bora tarafından varlığının kabul edildiği ve şirketteki varlığının geçici olmadığı mesajını veriyordu. Bu yüzden de Ada için değerli çünkü şirkette kendini değerli hissetmesini sağlayan ilk andı. O ve onun gibi daha birçok nedenden ötürü Ada’nın bu masaya duyduğu aşkı anlayabiliyorum ama biraz da abartılı buluyorum. Ama kabul edelim ki masasıyla hasret giderirken Bora’ya yakalanması oldukça komikti.
Ada nasıl içine konuşmasın ki kız açık açık konuştuğunda ağzından çıkan tek bir kelimeye bile inanmıyor. Bora’nın yalan konusundaki hassasiyetini ve Ada’nın üniversite yalanına göstermiş olduğu tepkiyi düşünecek olursak yalanı o söylemeden ortaya çıkan ve ona karşı büyük bir ihanette bulunduğu halde Meltem için gösterdiği anlayış göz önünde bulunduracak olursak Bora’nın bu kadar kızgın olmasının nedeni Ada’nın ona yalan söylemiş olması değil; ona yalan söyleyenin değer verdiği ve hayallerine inandığı Ada olmasından kaynaklanıyor. Bora farkında olmadan onu kalbinde ve aklında öyle bir yere koymuş ki onun en ufak bir hatası bile kırılmasına ve kızmasına neden oldu.
Ada’nın Meltem’i bornozla Bora’nın odasında yakaladığı gerçeğine kafayı taktığı Selin’e “dizimi kırıp bornozumla evimde otursaydım” demesinden belli. Bu cümleyi kurmuş olması bile arkadaşını çok iyi tanıyan Selin’in Bora’ya âşık olduğunu anlamasına yetti ki arkadaşını çok iyi tanımasaydı bile devamlı olarak bornozdan bahsetmesinden bana alenen açık ve net olarak görünen gerçek ona da görünmüş olurdu. Selin bir yandan Ali bir yandan bastırıyor ama #AdBor çifti hala birbirlerinin hislerine uyanmıyor. Ali açık açık bu kız seni kıskanıyor da dedi daha ne yapsın?
İşlerde tam da bu noktada karmaşıklaşıyor. Ada’nın kendisine sırlarını anlatacak kadar güvenmemesine ve onun olduğu gibi kendisine dürüst olmamasına kırılan Bora, bu kız kalbinde daha da fazla yer edinmeden onun dışlamak için kendisine iyi bir yol bulmuş oldu. Ama kimse kimsenin aklını okuyamayacağından Ada onun söylediği yalana bu kadar tepki gösterip Meltem’in ufak tefek yalanlarını görmezden gelmeyi seçmesinin nedeninin onun gözünde bir yalancı olmasına bağladı. Bora’nın kendisine bu kadar tepkili olmasını onu affedecek ya da ufak tefek yalanlarını görmezden gelecek kadar değerli bulmaması olarak anlamlandırdı. Halbuki Ada yalan söylediğinde bile Bora’nın gözünde ailesinden sonra en değerlisi varlıktı ama Bora bunu hissettirmezse Ada nasıl bilebilir ki?
Rüzgar’dan bahsetmek istemiyorum ama Ada’nın teyzesine söylediği yalanla onu kendi safına çekmeyi başaran yüzsüz Rüzgâr her fırsatta Meltem’e asıldıktan ve Tuğçe’yle ilişkilerinin nereye gittiğini sorguladıktan sonra aslında Ada’yı da sevmiş olduğunu dillendirmesinden hiç hoşlanmadım. Neyse ki karşısında artık onun yalanlarına inanan ve ondan aşk dilenen bir Ada yok. Daha ilk bölümde Tuğçe’nin kendini kullandığını anladığı anda ya da bu ilişkiye dair kafasında oluşmuş olan beklentiler karşılanmadığı taktirde Ada’ya dönmek isteyeceğini söylemiştim ama sakın yanılmayın sevdiğinden değil. Ada’yı sevecek olsa aynı evi paylaşırken severdi. O sadece Ada’nın ona gösterdiği ilgiyi, onu kırmamasını ve erkeklik gururunu zedelememesini özledi. Ada’nın etrafında döndüğü güneşi ve dünyası olmayı özledi. Asıl tehlike Rüzgar’ın etkisinden kurtulan ve yavaş yavaş kendi olmaya dönen bu özgüvenli ama onun daha önce hiç görmediği ve tanımadığı Ada’yı elde etmeyi kafasına takarak boşanma işini yokuşa sürmesi.
Ada’nın Tuğçe’yi gaza getirip eve göndermesi iyi oldu. Bu sayede hem Tuğçe kendi kulaklarıyla Meltem’in bir ajan olduğunu duymuş oldu hem de Bora evde yokken odasına yapılan bir sızma operasyonunu kıskıvrak yakaladı. Ama bunların hiçbiri sözde boynu tutuk Meltem’e verdiği boyun kıtlama cezası kadar bahsedilmeye değer değildi. Tuğçe’nin intikam amaçlı boyun kıtlama hareketini yaparken gözlerinde beliren parıldama ve Meltem’in gözündeki korku sahneyi anlatmaya yetiyordu. Elimde olmayan sebeplerden ötürü bu sahnede gülmeme engel olamadım.
Bora kayıp flash belleğinin nerede olduğu sorununa kafa patlatadursun, Ada’nın kendisinden çok özel bi iş için izin istemesi Meltem konusunda kafasında birtakım şüphelerin oluşmasına neden oldu. Zaten Bora Meltem’i çocukluk arkadaşı diye değil; Ada’nın onun hakkında birtakım teorileri var diye sırf inadından koruyordu. Ama Bora çok inatçı biri olsa da sorgulayıcı kişiliğinden ötürü karşısına çıkan şüphe uyandırıcı bazı olayları da göz ardı etmesi mümkün olmuyor. O yüzden normalde kapısının önünden ayrılmayan Ada’nın mesai saatleri içinde özel bi iş için ondan izin istemesini şüpheli bulup peşine takıldı. Ve sahnenin devamında gelişen olayları düşününce iyi ki de öyle yapmış. Gerçi Ada’nın sorusuna cevap vermeyip cümleyi yarıda bırakmasının takip edilmeyecek gibi bir yanı da yoktu.
Bora’nın ruh hallerini de anlayabilene kolay gelsin. Ada sürekli odasının etrafında dolanıp herhangi bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sormak için odaya daldığında kıza kızıyor ve patronu Tuğçe’nin yanına dönmesi konusunda nutuk çekiyor. Ama izin isteyip birkaç saatliğine işten çıkacağında ya da odasının etrafında dolanmadığında da bu sefer onu ihmal ediyor diye sinirleniyor. Özel işinin ne olduğu konusunda kızı sorguya çekiyor. Ada gitsin mi istiyor yoksa kalsın mı istiyor bir türlü karar veremiyor. Buna değil Ada kimsenin canı dayanmaz. Ne istediğine bir karar vermeli.
İlk bölümde Bora ile restoranda tanıştığımızda yeni bir yazı dizisi için gizli kimlikle katıldığı bir randevuda karşısında oturan kızla ağır bir şiveyle konuştuğunu düşününce şimdi Ada’nın Meltem’in adresini öğrenebilmek için daha önce Tuğçe & eniştesini gönderdiği yere gidip ağır bir şiveyle konuşmasını bölümler arasında kurulan bir paralellik olarak algıladım. Senaristlerimizin bu paralellikler üzerinden bölümler arasında kurdukları bağı izlemeyi seven bir izleyici olarak Ada’nın “Adanalı” bir gelin adayını oynamasına bayıldım. Çünkü Ada’nın kalbinde gerçekten de bir Anadolu kadını var. Üstelik Meltem’in onunla oynadığını oyun Ada için onun evinin adresini öğrenmenin yegâne anahtarıydı. Sanırım kaynana dırdırından ve cimriliğinden çeken gelin durumu ulusal bi mesele haline gelmiş durumda. Bi ömür oğullarını evlendirip torun sahibi olmak için yırtınırlar ama oğulları birini sevince kıskanmaktan geri kalmazlar.
Ada tam aradığı adresi bulmuşken adama yakalanıyordu ki Bora peşinden çıkageldi. İlk peşine takıldığında amacı Ada’nın ne iş çevirdiğini anlamaktı ama gene tam zamanında gelerek Ada’nın kurtarıcısı olmayı başardı. Bora’nın tam da Ada’nın ona en çok ihtiyaç duyduğu anlarda çıkıp gelmesini İlahi bir işaret/kader olduğunu düşünüyorum…
Bölümden önce #AdBor çifti arasında bir sarılma anının yaşanacağını ve bu anın da bizim çifte özgü bir an olacağı söylenmişti ama kırk yıl düşünsem o sarılmanın böyle bir dükkânda olacağı ve Bora tarafından gerçekleştirileceği asla aklıma gelmezdi. Evet, Bora bunu Ada’nın bu dükkâna geliş amacını saklamak ve adama fark ettirmeden onu yerine koymasını sağlamak için yaptı ama bu kadar içten sarılmasına gerçekten gerek var mıydı yoksa bu Bora’nın arzuladığı şeyi gerçekleştirebilmesi için ona iyi bir bahane mi yaratmış oldu bilemiyorum ama en azından ben öyle düşünüyorum. Bora’nın her fırsatta Ada’nın gerçekleştirdiği bu küçük operasyonlara kızıyor olmasına rağmen Ada zorda kalmasın ya da başı belaya girmesin diye ona eşlik etmesi de çok ironik oldu. Ki Ada’ya deli diyor ama o da rol yapma konusunda hiç fena değil. Ada’nın temposuna çok çabuk ayak uydurdu. #AdBor çiftini zaten seviyorum ama bunun gibi karşılıklı rol yapmaya giriştiklerinde daha da çok seviyorum. Bu renkli çifti izlemeye bayılıyorum.
“Bana Sürpriz olsun diye yapıyor, biliyor musun? Seni var ya yiyeceğim.
Nişanlişkom. Ben sen yorulma istedim. Çok yoruluyorsun. Ben geleyim istedim.
İyi ki geldiniz. Hanımefendi bir türlü karar veremedi çünkü.
He valla veremedim.
Onun aklı…onun aklı başka yerde çünkü. Onun aklı bende. Bak şimdi. Aklın nerede bir tanem?
Ah, söylemem.
Bana bak. Yabancı yok söyle. Söyle bir kere. Söyle.
Sende.”
Bora ve Ada arasında “annesi” mevzusunda söylenenler bir yana ben asıl bu diyaloğu seviyorum. Bora’nın sürpriz bir şekilde Ada’nın oyununa katıldığı bu sahnede o kadar çok güzel ayrıntı var ki hangisi seçeyim bilemedim. Önce Ada’nın beklemediği bir anda Bora’nın Ada’nın yüzünü kavradığı andan konuşalım. Bora’nın bu hamlesinin Ada’nın şaşırmasına neden olduğu kesin ama birlikte kampa gittikleri bölümden sonra Ada’nın yüzüne dokunduğu ilk sahne bu olmamalıydı. Ama oldu diyelim kesinlikle komik bir andı ve Bora için içgüdüsel bir hamleydi. Sonra Ada’ya “seni yiyeceğim” demesiyle Kuzey röportajı sırasında “heyecandan titriyorum” demesi arasında hiçbir fark yoktu bence. O seni yiyeceğim cümlesi sevgi sözcüğü olmaktan ziyade bir uyarı cümlesiydi. Bu yüzden de Bora’nın doğal olarak da senaristlerin kelimeleri eş sesli anlamda ya da sözlük anlamının tamamen dışında kullanmalarına bayılıyorum.
Ada’nın “sen yorulma istedim” demesiyle kast ettiği şeyin “gelmenize hiç gerek yoktu Bora Bey” olduğunu da aynı mantıktan yola çıkarak anlamak zor olmadı. Ama bu sahnede beni asıl güldüren şey Bora’nın Ada için “aklı bende” demesiydi. Meltem’in bir ajan olduğunu Bora’ya kanıtlamaya o kadar kafayı taktı ki Ada’nın aklı gerçekten de onda. Bora’nın bu çıkarımı bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde Ada’nın bilinçaltında yaşananı ortaya koyuyor. Ama Ada’ya aklının onda olduğunu söyletmek konusundaki ısrarı bana Bora’nın bu kelimeleri onun ağzından duymaya ihtiyacı olduğunu düşündürttü. Dedim ya arada sırada oynadıkları bu ufak tefek oyunlar sayesinde hem Ada hem de Bora arzu ettikleri ilişkiyi deneyimlemeye ve içlerindeki arzunun boşalımını sağlamaya fırsat buluyorlar. Aksi taktirde aynı cümleyi tekrar etmelerinin mantıklı başka hiçbir açıklaması yapılamaz. Ada o cümleyi defalarca tekrar etti.
O ısırmaya çalışma sahnesi kaç tane #AyCem fanını kalpten götürdü acaba? Sanatın hayatı taklit ettiği anlardandı.
Ada’nın apartmana girmek için ekmeği kullanması çok güzeldi. Çünkü ekmek Ada’nın devamlı olarak kullandığı bir sembolizm. İş görüşmesine geldiğinde de ekmeğinin peşinde olduğunu söylemişti. Bölümün başında da restorana gitmeden önce hazırlanmak için beş dakika istediğinde ve Meltem giydikleriyle dalga geçtiğinde üstündekilerinin ekmek alma kombini olduğunu söylemişti. O yüzden Meltem’e laf arasında sokuşturduğu bir tabiri bu sefer evine girmek için kullanıyor olması dahice. Ve senaristlerimiz açısından da bölümün bütünlüğünü sağlayan bir durumdu. Laf arasında mesleklerde cinsiyetçiliği dile getirmeleri ve kadın kuryelerimizin olduğunu da söylemeleri pastanın üstündeki krema gibi muhteşemdi. Bulduğumuz en ufak fırsatta bile cinsiyetçi politikalara karşı tavır almamız lazım.
Ada’nın merdivenleri çıkarken aniden Bora’nın koluna girmesi ve “ayağım boşluğa basar gibi oldu da biraz” demesi bölümün başında Meltem’in restorana girerken Bora’nın kolunu tutmak için kullandığı bahanenin de aynısıydı. Ada bunu yaparak Bora’ya hem arkadaşının da ne kadar çabuk yalan söyleyebildiğini kanıtlamak hem de kendisine iyi bir laf sokma fırsatını kaçırmamak için yaptı. Sonuçta Ada bu laf sokmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor.
“Şimdi ne yapacaksın peki? Bir fikrin var mı?
İşte benim ilk okuldan beri problemim bu. Giriş, gelişme iyi ama sonuç…sonuca varamıyorum. Varmam lazım benim artık sonuçlara.
İşte şimdi oldu.
Ne oldu?
Bu oldu.
Bora Bey, Bora Bey fenasınız.”
Nereden başlayayım diye düşünürken en iyi sıradan başlamak diye bu sahneyi yorumlamaya yöneldim. Öncellikle birinin evine onun rızası olmadan girmeye çalışan Ada’ya kızmak yerine kapıyı açma konusunda bir planı olmaması gerçeğini sonuca varamamasına bağlamasına gülümsemesi dikkatimi çekti. Bora istediği kadar Ada’ya kırgın ya da kızgın olsun, onun bu sevimli hallerine gülümsemeden duramıyor. Ada’nın Bora’nın gözünde öyle bir aurası var ki hiç kimsenin ya da hiçbir gerçeğin bunu yıkması mümkün değil. Üstelik ona kızarken bile normalde asla yapmam dediği şeyleri yaparken tek tek prensiplerini çiğniyor. Ada’ya eve girmek istediği ve Meltem’e ajan dediği için kızgın ama eve girmek için Ada’da çareler tükendiğinde çilingir çağırıp eve girme fikri ondan çıktı. Halbuki Ada’yı çıkmaz sokağa girdiklerine ikna ederek oradan alıp gidebilirdi. Ama haneye tecavüz planına devam etmesinde yardım etti.
O kadarla kalsa iyi. Bir de çilingirin numarası olan yapışkanı alırken kolunu Ada’nın üzerinden atması anı var. Ben bu hareketi Bora’nın bilerek yaptığını düşünmeye başladım artık. Ada ile göz göze ve dudak dudağa geldikleri anın mimari genellikle Bora oluyor. Bir an için nerede oldukları ne yaptıklarını unutup tüm dünyayla da bağlarını koparma noktasına geliyorlar. Cinsel tansiyonu yüksek bi sahneden kahkaha dozu yüksek bi sahneye yani çilingir sahnesine gelecek olursak gönül isterdi ki bütün replikleri paylaşabileyim ama o zaman bütün sahneyi yazmam gerekir. Ama Ada ve Bora’nın nişanlı rolünden evli ve çocuklu rolüne geçişlerinin hızlı olduğunu söyleyebilirim. Bora bence içten içe Ada ile nişanlı ya da evli rollerine girmekten tahmin edebileceğinden çok daha büyük bir zevk alıyor. Birbirlerine “yabani kadın” ve “kocam” derken o kadar doğal ve organikler ki çilingircinin bu oyuna kanmasına hiç şaşırmadım.
Bora’nın “haftanın üç günü eve balkondan tırmanmak zorunda kalıyorum. Ev üçüncü katta” demesi komikti. Hele Ada’ya insanlıktan çıktı dediği anda oyundan istifade ederek bu kıskançlık oyunlarını devam ettirdiği için gerçekten laf sokmaya çalıştığını düşündüm ki Ada’da öyle düşünmüş. Hazır fırsatını bulmuşken omuzuna yumruğu bir güzel yapıştırdı. Bora’nın canı yandı; bir ara Ada diyerek karakterden de çıktı ki benim bu sahnede en çok güldüğüm an bu ve dükkandaki kaynana muhabbetinden sonra giriştikleri çocuğun yüzünü sana göstermem muhabbetiydi. Bu ara da Ada’nın duş alma meselesini kavga arasına sokması müthişti. Kız taktı mı takıyor. Bora omuzunun acıdığını dile getirirken Ada’nın “bir duşa girersiniz geçer” deyişi kesinlikle mükemmeldi. Bu konuda #AdBor çiftini oynaması için Cemre ve Aytaç’ı seçenlere teşekkür etmek istiyorum. O kadar güzel paslaşıyorlar ortaya bir sanat çıkıyor.
Ada ve Bora’nın gizli kimliklerle yeni bir hikâye dizisi hazırlamaya çalıştıkları bir sahne ya da senaryo görmek tüm #AdBor hayranlarının hayrına olacaktır. Çünkü en iyi işlerini “karşılıklı rol yapma” oyunları sırasında sergiliyorlar.
Kamera arkası videolarından sahneyi çekerken çok keyif aldıkları belli oluyordu ama Meltem’in evinde çekilmiş en favori sahnem Ada’nın odasını karıştırırken yatağın altında bilgisayarını bulduğu ama yatağın altında sıkıştığı için yardım istemek zorunda kaldığı sahneydi. Bu gözler Bora’nın sahibinin haberi olmadan yeni asistanının evini ve eşyalarını karıştırdığını gördü derken Ada’nın yatağın altında sıkıştığını görmek ben de duygu karmaşasına neden oldu. İlk olarak şaşkınlık mı hissetmeliyim yoksa bu kadarı da olmaz kahkahası mı atmalıyım bilemedim.
Ada’nın o yatağın altına nasıl sıkıştığına akıl erdiremese de onu yatağın altından çıkarırken ve ayağa kalkmasına yardım ederken çok kibardı. Bora’nın en sevdiğim huylarından biri de bu zaten. Hiç beklemediğin bir anda sana karşı ne kadar tavırlı olursa olsun, daima yardım etmenin ve bir kibarlık etmenin yolunu buluyor. Ada’nın bilgisayarı bulması ve ona takılı flash belleğin Bora’nınki olduğunu iddia ermesi Bora’ya Ada’nın belki de şüphelerinde haklı olabileceğini düşündürdü ama işi bir kere inada bindirdi ya haklı olduğunu düşünse de Ada’ya ne haklı olabileceğini söyler ne de o flash belleğin kendisininki olduğunu bildiği halde bunu kabullenmeye yanaşır. Ada flash belleği alıp bakalım diye çok ısrar etti; belleği yanına aldığı halde Ada’ya hayır dedi. Bu yalan söylemeye girmiyor mu Bora?
Bölüm yorumumu bir hayal ve bir gerçek sahnesiyle tamamlamak istiyorum. Önce bir hayalle başlamak istiyorum. Gündüz düşlerden bahsederken akşamına rüya gören Ada’nın sahnesinde en başında Bora’nın odasını artık su yolu haline getirdiğinden rüya gördüğünü anlamadı. Rüyada bile aklı fikri Meltem’in evini yeterince karıştırma fırsatı bulamadığı ve o flash belleği alması gerektiğiydi. Ama biraz şüphelendim çünkü Ada ne zaman Bora’yı rüyasında görse ceketli görüyor. O saatte evin içinde neden ceket giysin dedim ama erken bir çıkarım yapmak istemedim.
“Yine mi, Meltem? Evine gittik olmadı; evinde bir şey bulamadık yine olmadı. Sen niye bu kadar taktın, Meltem’e?
Ben takmadım. Siz fazla koruyup kolluyorsunuz onu.
Ben mi koruyorum onu? Bir daha senin ağzından Meltem’in adını duymayacağım.
Duyarsanız ne olur? Meltem, Meltem, Meltem.
Hadi, hadisene. Hadi duyamıyorum söyle bir kez daha. Ya da şöyle yapalım. Ben sana daha güzel bir isim söyleyeyim ister misin? Ada. Ada. Ada.
Yok, yok demeyin. Ada demeyin. Susun, Bora Bey.”
Elini Ada’nın dudağına götürdüğü ve sana daha güzel bir isim söyleyeyim dedikten sonra Ada demesiyle bunun bi rüya olduğundan emin oldum. Yalnız elini Ada’nın dudağına götürdüğünde aralarındaki cinsel tansiyonu tarif etmek için kelime dağarcığımda doğru bir kelime olduğunu sanmıyorum. Ada’nın uykusundan “Duman…duman” diyerek uyanması muhteşemdi. Uzun zaman olmuş “Duman” ismini duymayalı ne yalan söyleyeyim özlemişim. Yalnız Ada altıncı bölümde otel odasında nasıl Bora dediyse şimdi de Ada’nın rüyasında Bora’nın o iç gıcıklayan tonlamasıyla Ada demesi gerçekten gerçekleşen bir sahne olsa iyi bir ödeşme olurdu ama şimdilik sadece rollerin değiştiği bir ayna durumu ve ben bu paralel sahneyi yazdıkları için senaristlerimize teşekkür ediyorum.
Gerçekle devam edecek olursak Ada’nın yanına inkâr ettiği tüm şüpheler ve ipuçları dört bir yanını sarmaya başladı ki Meltem konusundaki bu şüphelerden kaçacak hiçbir yeri kalmadığında işlerini karışmasını istemediği ama başı her sıkıştığında kendisinden yardım istediği babasından Meltem ile ilgili tüm gerçekleri öğrendi. Ada’nın eniştesinin sayesinde Zafer amca tarafından ele alınan tüm şüpheler bir şekilde aydınlatılmış oldu. Sevdiği kadından kuzenine kadar herkese karşı savunduğu çocukluk arkadaşının ihanetiyle sarsılan Bora’nın yine hiç beklemediği yerden yani insanlara olan güveninden darbe alarak Meltem’den hesap sormaya odaya gitmesiyle bölümün Meltem’in bir ajan olduğunun ortaya çıktığı hikâye örgüsünün tamamlandığını söyleyerek yazımı burada tamamlıyorum. En azından Ada’nın her ağzından çıkanın bir yalan ya da komplo olmadığını öğrendi.
Haftaya Görüşmek Üzere… Hoşça Kalın…
Göz atmanızı öneririz: Baht Oyunu Bölüm Yorumları