Orijinal kore dizisi “Innocent Defendant” den uyarlanan Mahkum’un ilk iki bölümü bir gün ara ile yayınlandı. Ekran yolculuğuna tek haftada iki bölüm ile başlayan, birbirinin zıttı iki karakteri canlandırarak izleyiciyi kendine hayran bıraktıran İsmail Hacıoğlu performansı ile dikkat çeken dizinin ilk izlenimleri konuk yazar Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yeni sezon yayınlanacak diziler yazısında en çok ilgimi çeken diziydi Mahkum. Belki de Esaretin Bedeli filmini çok sevdiğim ve defalarca bıkmadan izlediğim, Savcı Fırat Bulut’un hikâyesini, Andy’nin hikayesine benzettiğim için merak ettim diziyi bu kadar. Bu arada Mahkum dizisi hangi diziden uyarlama sorusunun yanıtı “Innocent Defendant”.
Ancak yayınlanacak kanalın Fox TV olması ve kanalın yaklaşık 11-12 tane proje ile anlaşmış olması nedeniyle dizinin yayına girecek gün bulacağından şüpheliydim. O nedenle de heyecanlı bir bekleyiş içerisine giremedim sezon başladığında. Dizinin afişleri ve fragmanları yayınlanınca ise yayın gününü beklemeye başladım. Fox TV belki de Türk Televizyon tarihinde bir ilki gerçekleştirerek aynı hafta içerisinde iki bölümü birden yayınlanacağını duyurunca herkes gibi ben de garipsedim durumu. İlk bölüm “Evlilik Hakkında Her Şey” dizisinin bir hafta ara vermesi nedeniyle salı günü -ki bence salı günü boşta kalan izleyicilerin dikkatini çekmek ve onları perşembe gününe transfer etmek niyetiyle böyle bir yöntem uyguladı Fox TV- ikinci bölümün ise Perşembe yayınlanacak olması ve dizinin yayın günün Perşembe olarak kesinleşmesinin reytingleri nasıl etkileyeceğini merak ederek salı gününü beklemeye başladım.
Bölüm yorumuna geçmeden önce iki bölümlük bir yazı olduğu için yazı gereğinden fazla uzun olabilir kusura bakmayın. Sabırla okuyacak olan herkese şimdiden teşekkür ediyorum.?
Niyet salı günü ekran yolculuğuna başladı Mahkum. Bölümü hapishaneden gerçekleşen bir firar vakasıyla açtık. Firarinin yüzüne, karşısına çıkan aracın far ışığıyla aydınlanırken yapılan zoom ve ekranın donmasıyla jenerik girdi devreye. Çekimler ve müzik çok iyiydi bu sahnede.
Jenerik sonrası Onur TUNA’nın hayat verdiği Savcı Fırat BULUT ve ailesiyle tanıştık. Karısı Zeyno ve kızı Nazlı’yla, mutlu bir aile babası Fırat. Ancak karısı onun mesleğinden ve çalışma saatlerinin belirsizliğinden, işini ailesinin önüne koymasından şikâyetçi. Kızlarının doğum günü kutlaması için balıkçıdan yer ayırttığını söylediğinde Fırat, iptal etmesini istemesi, bir işi çıkar da plan bozulursa kızın hevesinin kırılacağını belirtmesiyle de bunu anlıyoruz. Kızı için böyle düşünmekte haklı ama bu biraz da kendi düşüncelerini kızı üzerinden yansıtma şeklidir belki Zeyno’nun. Kızına gelirsek, Nazlı babasına hayran. Annesinden daha ikna edici bir faktör baba kızı için. Bunu kahvaltı etmeye kızını ikna etmesiyle gördük.
Bölümün belki de tek komik sahnesi Savcı ve ekibinin aşiret lideri İbrahim ALAGÖZ’ün ölümü üzerine kardeşi Hacı ALAGÖZ’ün verdiği mevlit yemeğine baskın yapmaya gittiklerinde yaşandı. Etrafta eli silahlı gözcülerin de bulunması nedeniyle Fırat içeri tek başına gitmeye karar verdi. Bildiğiniz elini kolunu sallaya sallaya mevlit okunan cenaze evine girdi ve kendini tanıttı. Mevlit yemeği verildiği için bu giriş tuhaf karşılanmamalı belki de ne kadar çok kişi faydalanırsa o kadar sevap olur ne de olsa. Yemek sırasında ise ölümün bir kaza değil cinayet olduğunu açıkladı. Katil zanlısı olarak ellerindeki şüpheli isim ise cenaze Hacı Alagöz’ün ta kendisiydi. Bunu elindeki ses kaydıyla bütün aşirete ilan ettiğinde ise Savcı ve suçlunun aşiretten kaçma süreci başladı. Balkondan atlama ve arabaya binme sahnesi tam bir komediydi.
– Sen savcısın, buyur önce sen atla
– Allah Allah sen suçlusun sen atla.
………
– Arabaya bin
– He bineyim de tutukla.
Hacı ALAGÖZ suçlu olmadığı konusunda ısrar ederken ağabeyinin mevlidinde tutuklandığı için bunu bedelini kendisine ödeteceğini, yüzünü asla unutmamasını söyledi Fırat’a. O ise bunu umursamadı bile.
Bu sahnenin Seray Kaya’nın canlandırdığı Cemre’yle tanıştık. Kendisi gözü kara, kimsenin cesaret edemediği davaları alan ancak henüz tek bir davayı bile kazanamamış genç bir avukat. Çocuklarının gözü önünde şiddet ve işkenceye maruz kaldığı için eşini öldürmüş bir kadını temsil ediyor anladığım kadarıyla. Savcıya da kadına 12 yıl verdirtmiş olduğu için tepkili. Bu konu hakkında konuşmaya çalışsa da savcının dinlemeye pek niyeti yoktu. Kıza dava kazanmak istiyorsa duygularını işe karıştırmamasını, savunmasını doğru hazırlaması gerektiğini belirtti. Ardından “Şimdi ağlarsın da” diyerek güldü ve gitti Savcı Bey. (Bu söz “Sıcak Saatler” dizisinde Sedat Yalçın’ın Buket Hazal’la ilk tanıştığında kullandığı replikti. Duyduğumda gençliğime gittim.) Cemre ağlarken Savcı’nın arkasından bundan sonraki ilk davasını kazanacağına ve bu sözleri kendisine hatırlatacağına yemin etti.
Savcı Bey için kendine güveni tam ve biraz da (belki fazlası) kibirli diyebiliriz sanırım. Maaşının 10 katını teklif ederek ona Yesari Hukukta çalışma teklifi sunan Sasha’yı ( Hayal Köseoğlu) kesin bir dille reddetmesi ise dürüstlüğüne, adalete bağlılığına ve paraya tamah etmemesine bir işaretti.
Yesarilerle bölümün ilerleyen dakikalarında tanışacaktık.
Şimdi… Savcı Fırat Bulut gibi bir adamsınız. İstediğiniz her şeye sahipsiniz. Mevki, saygınlık, dünya tatlısı bir kız çocuğu ve çok sevdiğiniz bir eş. Akşam eve geliyor kızınızın doğum gününü kutluyorsunuz. Kızınız dayısının aldığı mikrofonla size şarkılar söylüyor, pastasını üflüyor, pastayı kesiyor ve yiyorsunuz. Gece oluyor kızınızı yatırıyorsunuz. Kızınız siz evde yokken çok korktuğunu, uyuyamadığını söylüyor. “Beni hiç bırakmayacaksın değil mi ?” diyor. Böyle bir şeyin olmayacağının garantisini veriyor, kızınızı öpüyor ve kokluyorsunuz. Eşiniz ayağınızı sıyırıp geçen kurşuna pansuman yapıyor. Ona, gelen iş teklifinden bahsediyorsunuz ve kimsenin adamı olmak istemediğiniz için teklifi reddettiğinizi söylediğimizde eşiniz size tatlı sert bozuk atıyor. Saatin alarmını sabah 5.00 e kurmasını istiyorsunuz ve uykuya dalıyorsunuz. Rüyanızda kızınız ve eşiniz uyanmanızı, işinize geç kalacağınızı söylüyor.
İşte böyle bir hayat geceden sabaha tepetaklak olabilir mi? Böyle bir gecenin sabahında ne kadar büyük bir felakete uyanabilir ki bir insan?
Fırat Bulut gözünü açıyor ve bir kâbusun içinde buluyor kendini. Etrafında tanımadığı adamlar onun yüzüne hapishanede olduğunu, karısını ve kızını öldürdüğünü, içeri attırdığı adamlar gibi bir katil olduğu gerçeğini çarpıyor. Fırat’ın hafızası silinmiş gibi hiçbir şey hatırlamıyor ve deliriyor tabi, kabul edemiyor duyduklarını, daha gece beraber olduklarını, onların ölmüş olamayacağını, kendisinin onları öldüremeyeceğini haykırıyor önce koğuş arkadaşlarına, ardından gardiyana , hapishane müdürüne ve karısının kardeşi Bekir’e ama nafile… Herkes ona katil olduğunu ve beş aydır hapiste olduğunu söylüyor, hapishane müdüründen istediği telefonla bir umut karısını arıyor ama numara kullanılamıyor sesiyle karşılaşıyor iki kere. Sonra müdürün boğazına yapışıyor ve çıkmak istediğini, onu evine yollamalarını, ardından yakalanıp hücreye atılıyor. Onun suçsuz olduğuna bir tek orta yaşın üstündeki mahkum inanıyor sanki.
-Manyak bu. İlk geldiği gün söyledim size bu manyak diye.
-Haksızlığa uğramak insanı manyak eder.
Hücrede ailesiyle son gecesini hatırlıyor ve ayağına bakıyor ve bandaj olmadığını, kurşun yarısının iyileşmiş olduğunu gördüğünde içine bir kuşku düşüyor acaba ben mi yaptım ? cümlesiyle yüzleşiyor. Haykırışları tüm hapishaneyi sararken hikâyede beş ay öncesine gidiyoruz ve Yesari’lerle tanışıyoruz.
Barış ve Savaş Yesari. Tek yumurta ikizleri rolüyle İsmail Hacıoğlu çıkıyor karşımıza. Kendisini 2003 yılında rol aldığı Bir İstanbul Masalı’ndan ve aynı yıl 40.Altın Portakal Film festivalinde Karşılaşma filminde layık görüldüğü Umut Veren Genç Oyuncu ödülünü aldığından beri takip ederim. Bir dizi ya da filmde onun adı geçiyorsa benim açımdan izlenmesi gereken bir projedir o.
Yesari Kardeşleri de mükemmel bir şekilde canlandırmış. Savaş Yesari ailenin iyi çocuğu ,babasının gözdesi. Takım elbise ve gözlükleriyle beyefendi bir görünümü var. Evli ve bir çocuk babası. Şirkette babasının yerini alacak olan Yesari o ki Barış’ta film zaten o anda kopuyor.
Barış Yesari ise babasının gözünden bir şekilde düşmüş, işe yaramaz ve beş para etmez bir evlat, ayrı evde yaşayan, ailesinin istediği değil kendi seçtiği hayatı yaşayan, başına buyruk davranan. Serseri ve psikopat, bir o kadar da duygusal, sevgiye aç. Savaş’tan 10 dakika önce doğmuş. Savaş ona bir kere ağabey dedi diye dünyalar onun olmuş. Savaş’ın karısı Büge Yesari belki de Barış’ın ilk ve tek aşkı. Savaş’tan önce tanışmışlar ve birbirlerine aşık olmuşlar. Savaş tanıştıklarından habersizmiş. Nasıl olmuş da Büge ve Savaş evlenmiş ilerleyen bölümlerde öğreniriz. Yalnız Büge’yi canlandıran Melike İpek Yalova’nın imajı keşke biraz yenilenseymiş. Bir Zamanlar Çukurova’dan Müjgan’ı alıp Mahkum’a koymuşlar gibi bir his yarattı bende. En azından saç stili değişse iyi olurmuş diye düşünüyorum.
Babaları Zayid Yesari (Mehmet ULAY) Türkiye’nin sayılı zengin ve güçlülerinden ,anneleri (Nihal KOLDAŞ) demans hastası. Annelerinin durumu iki kardeşi de üzüyor olsa da Barış’ı daha çok etkiliyor sanki.
Baba, aileyi bir araya topluyor ve emekli olacağını yerine Savaş’ın geçeceğini ilan ediyor. Barış deliriyor ve evden ayrılıp kendini bir bara atıyor.
Bara girişi Batsın Bu Dünya ile oluyor ve klip tadında bir çekim gerçekleşiyor. İçiyor dans ediyor, bir kızla tanışıyor ve evine götürmeyi teklif ediyor. Kız hemen kabul ediyor ve o sırada gelen garsonun hitabıyla onun Savaş değil Barış Yesari olduğunu öğrendikten sonra yaptığı telefon konuşmasıyla sonunu hazırlamış oluyor. Kızın konuşmalarına şahit olan Barış bir kez daha tercih edilen kişinin kendi değil de Savaş olduğunu anladığında gözlerinde beliren bakış, yüzündeki hain gülümseme korkutucu ve bir o kadar da olacakların habercisi niteliğinde adeta. Kıza önce işkence edip ardından öldürüyor Barış. 20 yaşındaki kız Türkiye’nin en zengin adamlarından biriyle birlikte olma ve bir şekilde aileye girme hevesiyle çıktığı yolculukta canından oluyor.
Dosyayla tabi ki Fırat BULUT ilgileniyor. Barış’ı sorguya çağırıyor. Onur TUNA ve İsmail HACIOĞLU’nun karşılıklı sahnelerini izlemek keyifliydi. Savcı’nın sakinliği ve rahatlığı, Barış’ın vurdumduymaz ve lakayt hali görülmeye değerdi. Barış Fırat’a hiçbir şekilde kendisini alamayacağını, kendi istediği için onu sorgulayabildiğini söylerken, o da onu nereden isterse alabileceğini vurguluyordu. Sonuç olarak ifadesine başvurulan Barış Yesari sorgudan ayrıldı. Yalnız giderken yaptığı tek bir hareketle, Fırat’ın cinayet silahını tahmin etmesine sebep oldu. Cinayet silahı olan golf sopası bulunduğunda Fırat, üstünden gelen bu işin peşini bırak Barış Yaseri’yle uğraşma uyarılarına aldırmadan hakkında yakalama emri çıkardı.
Ekranlara bomba gibi düşen haberle eş zamanlı olarak Yesari Hukuk Şirketine vardı Fırat ve ekibi. Orada Savaş Yesari ile tanıştı Fırat. Barış’ın orada olmadığını söylese de arama emriyle birlikte bütün şirket arandı. Savaş kardeşinin böyle bir suç işlemiş olacağına ihtimal vermedi önce sonra da sekreterine onu bulma emrini verdi.
Yesari kardeşlerin karşı karşıya geldiği sahnede yaşananlar başta Savcı olmak üzere pek çok kişinin hayatını değiştirdi. Savaş başına gelecekleri öngörebilse o plazaya (rezidansa) gitmezdi ve Barış’ı teslim olmaya ikna etmeye çalışmazdı belki de. Barış suçunu kabul etse de hapse girmeye niyeti yoktu. Savaş ise onu adalete teslim etmeye kararlıydı. Barış’ın suçu Savaş’ın üzerine atacağını tahmin ediyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Kardeşinin başına vurup onu etkisiz hale getirmesi, kıyafetlerini değiştirip onun gözlüğünü takması tamam da kardeşini 25.kattan aşağıya atmasına pes dedim. Kardeşinin ikinci ve son kez ağabey diyen sesiyle düşmediğini anladığında geri döndü ancak sadece izledi Barış. Elleri tutunduğu yerden yavaş yavaş kayarken ve en sonunda düşerken elini uzatsa, gözyaşı dökse de ne fayda… Özgürlük ve babasının varisi, âşık olduğu kadının kocası olmak uğruna kardeş katili oldu Barış. Ardından işlediği cinayeti itiraf ettiği bir intihar mektubu yazdı bıraktı odaya.
Barış Yaseri’nin intihar haberi haberlere düştü tabi hemen. Savaş görünümlü Barış eve gittiğinde Büge’yi Barış için ağlarken buldu. Kocası sandığı adam ona dokunduğunda ise onun Barış olduğunu ve Savaş’ı atanın o olduğunu hemen anladı Büge. Burada öğrendik ki Büge’nin oğlu Can’ın babası Savaş değil aslında Barış’mış. Bunu herkese söylemekle tehdit etti Büge’yi.
Savaş ev olarak neden bir otelin 35.katını seçmiş kendine merak ediyorum…
Barış 25.kattan düştü ve ağır yaralı (!) olarak hastaneye yetiştirildi. Düşerken hızını yavaşlatan etmenler olmuş. Ameliyata girdi çıktı üstüne bir de kendine geldi. Tam Savcıya aslında Savaş olduğunu söyleyecekken ( flashback der ki söylemiş) öldü.
Fırat hastane yatağında yatanın Barış değil Savaş olduğunu zaten tahmin etmişti, önce oda servisini yapan garsonun Barış’ın çok alkollü olduğunu söylediği halde yatan hastanın kanında alkole rastlanmaması, ardından Savcı kendini tanıttığında Barış’ın onu ilk kez görmüş gibi “ Ben Savaş Yesari” demesi. Oysa Savaş ve Fırat daha o sabah tanışmışlardı. Tüm bu bilgilerin üzerine Savaş’ın itirafıyla Fırat artık emindi.
Fırat, Savaş’ın tüm itirazlarına rağmen, Barış için otopsi ve kimlik tespiti için parmak izi testi istedi. Barış’ın parmak uçlarındaki deformasyon nedeniyle parmak izini Savaş’tan alarak onu ciddi anlamda köşeye sıkıştırdı. Hoş parmak izi testinin Savaş Yesari’ye ait çıkacağını zaten tahmin etmiştim sürpriz olmadı ama yine de Barış nasıl oldu da kimi araya koydu da test sunucunu değiştirtti merak etmekteyim.
Ertesi gün adli tıp uzmanı Murat test sonuçlarını önce Fırat- keşke önce direnme kısmı ve gözlük izi detayını söyleseydi durum intihar ve ceset Barış Yesari’ye ait demeden, Fırat odadan çıkmadan önce, Fırat da keşke Murat’ın sözünü bitirmesini bekleseydi- sonra da ne yazık ki Savaş’la paylaştı. Savaş’ın Murat’ın anlattığı detaylardan sonra, onu ortadan kaldıracağını tahmin etmiştim ama bu cinayetin 1.bölümdeki aşiret lideri İbrahim ALAGÖZ kazasının iç yüzünü aydınlatması bölümün ilk sürprizi oldu. Savcının cinayet şüphelisi olarak tutuklattığı Hacı ALAGÖZ’ün ısrarla savunduğu gibi suçsuz olduğunu biz izleyiciler olarak öğrenmiş olduk. Tek suçu Murat’ın kullandığı yolda onun arabasının önünde yol almasıymış. Barış’ın talimatı ile kullandığı kamyonla Murat’a çarpan Sasha İbrahim’in de eceli olmuş.
Büyük Kumpas
İkinci bölümle birlikte Fırat Bulut üzerine oynanan oyunun, kurulan kumpasın büyüklüğü yavaş yavaş kendini belli ediyor gibi. Kafamda şekillenen şeyler de var hala oturtamadıklarım da.
Bu bölüm itibariyle Fırat’ın en yakın arkadaşı ve onun davasını soruşturma görevi kendisine verilen Tahir Savcı rolüyle Anıl İlter’e merhaba dedik. Hoş gelmiş. Sen Çal Kapımı dizisindeki romantik komedi performansından sonra dramda bize sunacaklarını merakla bekliyorum.
Öncelikle Fırat ve Tahir Savcı flashback sahnesinde Fırat’ın “Kızımı bulmam lazım, Nazlı nerede?” feryadı ve Sasha’nın Barış’a görmediğimiz biri için yemeğini yedi uyudu demesinden yola çıkarak, Nazlı’nın ölmediğini, Barış tarafından kaçırıldığı ve Sasha’nın evinde tutulduğunu düşünüyorum.
Onur Tuna; Savcı Fırat’ın yaşadığı çaresizliği, içine düştüğü ikilemi, ailesinin katili olma ihtimalinin hissettirdiği dayanılmaz acıyı o kadar güzel yansıtıyor ki sanki Savcı Fırat gerçekmiş de bu izlediğimiz bir dizi değil akşam haberlerinde verilen gerçek bir olaymış gibi hissettiriyor insana. Cemre’nin getirdiği gazete haberlerinde gördüğü kızının fotoğrafını ve çizdiği resmi sevmesi, karısının fotoğrafıyla konuşması “ben mi yaptım, sizi koruyamadım mı?” diyerek akıttığı gözyaşlarından etkilenmeyen var mıdır acaba? Cemre gibi ben de etkilendim doğrusu.
İçime işleyen diğer sahne de Fırat havalandırmada dayak yedikten sonra revire götürülürken Hacı’nın ona bakarak “Gezme Ceylan bu dağlarda seni avlarlar, karından kızından yârdan ayrı koyarlar” demesi üzerine Fırat’ın “Hacı ailem nerede, yerlerini biliyorsan söyle yalvarırım” sözleri oldu. Evet Hacı’yı anlıyorum, haksızlığa uğradı, boşu boşuna 5 aydır içeride ve tüm aşireti ona düşman olmuşken, onun da savcıya düşman olması çok normal ama onu ailesinin acısıyla vurması biraz acımasızca olmadı mı? Fırat yalvarırken pis pis gülmesine gıcık oldum yalan yok.
Bekir’e de hak veriyorum onu da anlayabiliyorum. Kardeşi mezarda, yeğeninin cesedi ortada yokken, üstüne elinde Fırat’ın itirafı varken adam nefret etmesin de ne yapsın? Fırat’ın yaşamasına izin veriyorsa bu Nazlı’nın yerini öğrenebilmek içinmiş. Fırat’tan yine bir cevap alamayınca , onu resmen ölüme gönderdi. Bir savcının onca mahkumun arasında barınması zaten zorken bir de çocuk katili olmakla suçlanması, bir de Hacı ile aynı cezaevinde olmasıyla bu dayak sahnesi eninde sonunda gelecekti.
Bekir ormanlık alanı kazarken, Nazlı’nın fotoğrafına bakıp sesi titreyerek “ dayıcım seni annenin yanına götüreceğim” derken, acı acı haykırırken ona da üzüldüm.
Fırat ve Hacı’yı karşı karşıya getiren ikinci sahne Fırat’ın bölümün başında jenerik öncesi verilen sahnede vücuduna kazıdığı telefon numarasını- ki bunu hapse ilk girdiğinde, hafızasını henüz kaybetmeden yaptığını anlıyoruz – fark etmesi üzerine , koğuştaki bey babaya telefon bulması gerektiğini söylemesi, onun da Fırat’ı Hacı’ya yönlendirmesi sonucunda gerçekleşti. Fırat kendi de haksızlığa uğradığı için Hacı’nın tepkili olmasını ve belki de hakkında yanlış hüküm vermiş olabileceğini anladı sanki, ona ne isterse yapmaya hazır olduğunun teminatını verdi hatta hapisten çıkaracağını da vaat etti. Hacı da onun samimiyetini ve acısını anladığından mı yoksa savcının eline düşmesinin yarattığı zafer sarhoşluğundan mıdır bilinmez telefonla konuşmasına izin verdi. Telefonun ucundaki kişi tam da tahmin ettiğim gibi Barış Yesari’ydi. Kızının kaçırdığını ona muhtemelen bu numarayla haber verdi. Fırat bir umut kızının sesini duymayı bekledi ama nafile. Telefon meselesinin ardından Hacı kendisi ve savcıyı ortak ilan etti, eline düştüğünü vurguladı.
Barış sadece psikopat değil aynı zamanda sadist de. Önce Melike’yi öldürmeden önce ve öldürme anı ,sonra Fırat yeniden parmak izi testi yapmasın diye kızgın boruyu tutup parmaklarını yakması, adamın hücresine kadar girip gözüne ışık tutması, sesine ses vermemesi, adamın aklıyla oynaması da bir nevi psikolojik şiddet ve sadistlik değil midir?
Dizilerdeki kötü karakterlerin hep mağdur edebiyatı yapmalarına, kötü oldukları için kendileri hariç herkesi suçlu ilan etmelerine itirazım var. Evet hiçbir çocuğun ruhu öldürülmemeli ama ailesi tarafından her sevilmeyen, itilip kakılan, ayrıştırılan, ötekileştirilen, aşağılanan katil olmaya kalkarsa dünyada insan kalmaz. Ayrıca Barış’a da Savaş’la aynı imkanlar sunulmuş ama Savaş okumayı, çalışmayı, Barış serseri olmayı, günü gün etmeyi, anı yaşamayı seçmiş. Bu büyük ihtimalle babasına tepki olarak gerçekleşmiş ki haksız da sayılmaz. Seni sevmeyen babanın istediklerini niye yapasın ki… Aksine onu sinir edecek ne varsa onu yapmaya meyletmiş Barış gibi hissediyorum. Buna itirazım yok ama Savaş dahil herkesten sevilmemesinin acısını çıkarmasını, psikopatlığını bu şeklide haklı göstermeye çalışmasını kabul etmiyorum.
Büge Barış araba sahnesinin ardından ilk tanıştıkları günü hatırlamaları ve Barış’ın geçmişiyle, hayatla hesaplaşma sahnesinde Büge ona sarıldığında samimi olduğunu düşünmüştüm ama sebebi Barış’ın cebindeki anahtarı alıp , kapalı kasadaki pasaportuna ulaşarak kaçma planı yapmasıymış.
Dizilerde para ve güç her kapıyı açıyor ya gerçekte de bu kadar oluyor mu merak ediyorum. Herkese hak olmayan onlara hak oluyor mu Barış gibi mesela. Gerek hapishaneye babasının evi gibi girip çıkması , gerek adli tıpa müdahalesi , hapishane müdürünün önünde el pençe divan durması bir yere kadar gerçek dünyada da böyle ama kurguda biraz daha abartılı sanki yani umarım öyledir. Para ve güçle bir ailenin paramparça edilmesi, bir adamın hayatıyla oynanması aşırı sinir bozucu çünkü. Bölümde tam oh dedim güç bir kere işine yaramadı Barış’ın, Büge ve Can’ın peşinden uçağa alınamadı ama yine ne yapmış ne etmiş, onları uçaktan indirmeyi başarmış adam.
Seray Kaya’nın Kadın dizisinde canlandırdığı Şirin karakterinden ne kadar nefret ettiysem, Mahkumdaki Cemre’yi aksine sevdim. Ne yaptı ne etti, bıkmadı, usanmadı, yılmadı, Savcı’yı avukatı olmaya ikna etmeyi başardı.
Fırat’ın, Tahir’e söylediklerini, Cemre’nin ağzından duyması, ona güvenebileceğine ikna etti Fırat’ı Cemre’yi avukatı tayin edecek imzayı atmasını sağladı.
Fırat : Tahir… Eğer ben yaptıysam, Zeynep’i ve Nazlı’yı ben öldürdüysem, kendimi de öldürürdüm. Ama hâlâ hayattaysam bir ihtimal masum olabilirim demektir.
………………………………………………………………………………
Cemre : Eğer sen yapmış olsaydın, kendini de öldürürdün.
Avukat Cemre’nin Yesari vakfı öğrencisi olması benim için sürpriz oldu. Yesari’lerin hazırlandığı büyük gecede sahne aldı Cemre. O gecede daha önemli bir ayrıntı saklı gibi ama. Baba Zayid Yesari’nin Cemre’nin teyzesine hem de bir değil iki kere bakışı bakış değildi. Kesin tanışıyorlar. Hatta adam Cemre’nin babası bile çıkabilir. Cemre teyze sandığı kadının öz annesi olduğunu öğrenirse ileriki bölümlerle şaşırmam.
Final sahnesi bölümün en büyük sürpriziydi. Cemre mobese görüntülerini tam da Yesari Vakfı gecesinde açmaya çalışırken Barış’ın müdahale etmesi, görüntülerde apartmandan bir adamın bir valizi çıkarıp arabanın barajına koyması, adam maskeyi çıkardığında gördüğümüz yüzün Fırat Bulut’a ait olması, valizin içindekinin kızı olduğunun iddia edilmesi, bunları izlerken Cemre’nin yaşadığı hayal kırıklığını zevkten dört köşe olarak izleyen Barış Yesari, sahneyle paralel olarak Fırat’ın koğuşunda verdiği ifadeyi, olay yeri inceleme ve bilirkişi raporlarını okumasıyla ikinci bölümün sonuna geldik.
Bölüm boyunca Zeynep ve Nazlı Bulut cinayetiyle, Fırat Bulut davasıyla ilgili detaylar da öğrendik. Önce Nazlı’nın cesedinin bulunmamış olması, Fırat’ın yerini söylemediğinin vurgulanması, ardından aldatma mevzusu ve Fırat’ın eşiyle olan biri hariç tüm fotoğrafları yaktığı iddiası.
Nazlı’nın valizle taşınması ve Fırat’ın fotoğrafları yakarken ki flashbackleri acaba sadece o iddiaların canlandırması olarak mı verildi yoksa savcı gerçekten o fotoğrafları yaktı ve o valizi arabaya koydu mu? Bu arada valiz sürüklendiği sırada içinden ses mi duyuldu yoksa bana mı öyle geldi? Araba sahnesinin fotomontaj olduğunu, o yüzün Fırat’a ait olmadığını ama gerçekten oysa da valizdekinin Nazlı değil, Barış’ın kızına karşılık savcıdan istediği neyse, o olduğunu düşünüyorum.
Dizide kafamda tam oturmayan konu ise cinayetin işlendiği gün. Fırat’ın hatırladığı en son şeyin o günün kızının doğum günü olması. Oysa Zeynep doğum günü gecesi öldürülmüş olamaz. Doğum günü, Hacı’nın yakalandığı gün oldu. Zayid’in aileyi eve toplaması da o gün olsa Barış Melike’yi doğum günü gecesi öldürmüş olur. Ertesi gün Melike bulunup Barış sorguya alınmış olsa, aynı gece Savaş’ı aşağı atsa, o gece otopsi yapılsa, ertesi gün sonuç çıktı zaten -ayrıca otopsiyi yapan Murat’ın otopsi sonucu çıktıktan sonra iki gün işe gelmemesi, sonra da cesedinin bulunmuş olması detayını da atlamayalım -o gün konuyla ilgili basın açıklaması yapılsa-ki Savaş’ın ölüm haberinin ardından Barış’ın yaptığı konuşmayı TV’de izlerken karısı ve kızı yanındaydı Fırat’ın- Fırat’ın Barış’ın peşine düşmesi, Barış’ın elini yakması derken en az 4-5 gün geçmiş olması gerekiyor sanki doğum gününün üzerinden. Tüm bu olanların aynı gün içinde olması zaten imkansız çünkü olaylar olurken gün geçişlerini gördük. Ayrıca Fırat uyurken şüphelenecek değil karısının kendisini aldattığından.
Tüm bunlar bir araya gelince akla mantıklı gelen, Fırat’ın yaşadığı şokla birlikte, ailesiyle geçirdiği belki de son güzel gece olan doğum günü gecesinden, kendinde kalan son güzel anılardan sonra yaşananları hafızasından silmiş olması. Ya da Barış’ın müdahalesiyle unutturulmuş olması. Hapishane hücresine rahatça girebilen adam 5 aylık süreçte kim bilir kaç kere daha geldi oraya? Fırat’ın unutmasına neden olacak bir şeyler yaptığını ya da yaptırdığını düşünüyorum hapiste. Adam ne ilk duruşmayı hatırlıyor ne de verdiği ifadeyi. Bir de o ifadeyi nasıl bir ruh halinde verdi acaba ya da gerçek ifadesi değiştirildi mi? Tahir bir sebepten dolayı Savaş’ın adamı olmuş olabilir mi mesela.
Fırat’ın ifadesine göre Zeynep’in kendisini aldattığına inanmış ve cinnet anında kızını ve karısını öldürmüş. İfadede geçen erkeklik onuru incindiği için karısını öldürdüğünü söylemesi ülkemizdeki kadın cinayetlerine bir göndermeydi sanki. Yalnız buradaki terslik günümüzde bu ifadeyi veren erkeklere cezada indirim uygulanırken, dizide savcımızın müebbetle yargılanması. Hayaller Mahkum gerçekler Türkiye diyelim ve ülkemizde de kadın cinayetlerinin faillerinin cezasının müebbet olacağı günleri görmeyi dileyelim.
Bu arada Zayit Yesari’ye de bir çift lafım var. Şirketin ve soyadın batsın be adam. Ne sebeple olursa olsun ölen oğlunun ardından iyi olmuş demek hangi babanın vicdanına sığar? Barış’ın varlığını bile unutturacağız demek nedir? Barış Savaş kimliğiyle yaşarken bu sözlere maruz kalınca üzüldüm. Korkarım bu ne ilk ne de son olacak.
Savaş artık Barış’ın bedeninde yaşıyor. Bir bedende iki ruh, iki kişilik artık Savaş ve Barış ikizler. Ama ne olursa olsun annesinin hislerinden kaçamaz. Anneler oğullarını ne olursa olsun tanır. Kimse bilmese o bilecek Barış’ın hayatta olduğunu.
Barış’ın bu ikili hayata alışması kolay olmayacak. Morgda dile getirdiği gibi Savaş’ın sıkıcı hayatından bunaldıkça, Barış olabildiği Sasha’nın yanına kaçacak gibi duruyor. Mezarının başında “ Merak etme senin hayatin benimle daha güzel derken, bu Barış’ı yeniden bar sahnelerinde görebileceğimize, Barış’ın yapacağı en ufak bir yanlışla Savaş olmadığının ifşa olabileceğine dair bir ipucu mu acaba? Hele ki aldığı onca önleme rağmen. İfşa olmamak için savcıyı hapse attırması, Büge çekip gitmesin diye pasaportuna el koymasına rağmen kendi hatasıyla ifşa olursa çok iyi olur.
3.fragman temposu yüksek bir bölümün bizi beklediğine işaret. Özellikle hapishanede Fırat’ın katil olduğuyla yüzleştiği sahneyi ve hatırladım dediği sahneleri merakla bekliyorum şu an. Katilin sağ elle bıçağı tuttuğu halde solakmış gibi soldan bıçaklamış olduğunu bulmuş Cemre. Bakalım daha hangi karartılmış delilleri açığa çıkaracak Avukat Hanım ve cinayetle ilgili hangi gelişmeleri izleyeceğiz.
Ben ilk iki bölümü keyifle izledim. Peki sizler Mahkum dizisini nasıl buldunuz?
Yazı altı yorumlarda buluşmak dileğiyle… Keyifli okumalar.