Teşkilat bölüm yazıları yeniden sitede… Konuk yazar Hande‘nin kaleminden. Keyifli okumalar…
Kadrosu büyük oranda yenilenmesiyle küllerinden yeniden doğan #Teşkilat’ın ilk 3 bölümünü kişisel hayatımdaki bazı gelişmelerden ötürü yorumlayamamış olmanın verdiği acıyla 52. bölümü elimden geldiğince iyi yorumlamaya ant içtim. Sevdiğim karakterleri artık görememek acı verici olsa da en azından “gelen gideni aratırmış” sözünün yeni oyuncular için geçerli olmamış. Yeni karakterlerle tanışmayı sevdiğimi söylemeliyim. Özellikle de ikinci sezonda sıklıkla karşımıza çıkan ve eleştirilere neden olan karakterlerin duygusuz robotlar gibi yazılmalarına bir son verilmesi bu sezonla ilgili en olumlu şey oldu. Bu bölümde aksiyon göremedikleri için sıkılanlar olmuş ama ben aksine bu bölümün hikâye açısından bağlayıcı olduğu görüşündeyim. Onlar aksiyonu tercih ediyor olsalar da ben hikâyelerin birbirlerine bağlanışını sevdim.
Bölüm Türkiye sınırında terör devleti kurmaya çalışan yeni kötümüz Harley’e ulaşabilmek için kızıyla randevuya çıkan Ömer’in Celine’e eve kadar eşlik etmesiyle başladı. Doğrusunu söylemek gerekirse Francis’in müdahalesiyle bozulan randevudan sonra Ömer’in Harley’le tanışma fırsatını kaçırdığına çok emindim ama kızı eve götürebilmek için kurduğu yedek plan epey iyi çıktı. Yaptığı B plan tutunca aklım önceki sezonlara ve tutmayan A planlarından ötürü ekibin sürekli B planları yaptıkları döneme gitti. İçim burkuldu; ne güzel zamanlarmış da kıymetini bilememişiz dedim kendi kendime.
Konumuza dönersek Ömer bu son girişimiyle hem Hartley’le hem de ailesiyle ayaküstü olsa da tanışma fırsatı buldu ki bir günde kat ettiği yol beni epey etkiledi. Bu sahnede beni rahatsız eden tek detay Francis’in tanışmayı bir köşeden sinsi sinsi seyrediyor olmasıydı. Francis karakterini beyaz üstünlük inancına rağmen ilgi çekici bulmuştum. Hatta bir kadınla arasında romantik bir bağı olmasına da sesimi çıkarmamıştım. Ancak bu bağın Helen’le kurulmasını beklerken Celine’le kurulmasına itirazım var. Ömer’in görev icabı Celine’in yanında olması Francis takıntılı ve kıskanç eski sevgili klişesine sokuyor ki ben Francis’in orijinalliğini sevmiştim. Umarım 51. bölümdeki hallere ve triplere bir daha girmez…
Ömer’in gizli görevinin Celine’le ilgili olması dolayısıyla o konuda da söylemek istediğim bir iki nokta var. Kendisini ilk takside geçirdiği panik atak kriziyle tanıdığımızda hakkında hiçbir şey bilmediğimden karaktere şüpheyle yaklaşmıştım. Ama geçen haftaki bölümde kendi ağzından tarih sevgisini ve Türkler’e beslediği sevgiyi duyunca kıza kanım kaynadı. Terör saldırısını öğrenince verdiği tepkiyi görünce de kızı sevdim. Ailesinin çevirdiği pisliklere rağmen Celine bir şekilde temiz kalmayı başarmış. Tabi #OmCer olsun da demiyorum ama şahsına yöneltilen bu nefreti de anlamıyorum. Celine ve Ceren kıyaslaması yapan insanlar beni hayrete düşürüyorlar. Tek benzerlik noktası sarışınlık olan bu iki karakterin birbirlerine taban tabana zıt olduklarını anlamamak için kör olmak lazım. Serdar-Ceren ilişkisiyle Ömer-Celine ilişkisini kıyaslamak elmayla armudu toplamaya çalışmak kadar beyhude bir çaba. Üstelik bu süreçte kandırılan taraf da Celine.
Bu iki ilişkinin birbirinin aynısı olduğunu düşünüp senaristin tekrara düştüğünü söyleyenler ya #Teşkilat izlemiyorlar ya da oyuncuları diziden çıktıktan sonra “bak dizi yürümüyor” diyebilmek için kendilerini dizide kusur bulmaya zorluyorlar. Celine masum bir karakter. Bir teröristle kıyaslanabilmesinin tek yolu ileride Ömer’in onunla babasına ulaşabilmek için görüştüğünü öğrenmesi olabilir. Ki onun için de önce Ömer’e deli gibi âşık olması gerekiyor. Ancak kalbiyle oynandığını anlayan bir kadın beyazdan karaya geçip Türklerin güvenilmez olduklarını düşünerek yüzünü nefrete doğru dönebilir…
Nefret demişken benim için sadece kahramanlarımızın değil; aynı zamanda kötü karakterlerimizin motivasyonlarını da anlamak çok önemli. Bu yüzden Helen konusunda kafamı kurcalayan en büyük sorunun kısmi de olsa cevaplanmasına sevindim. Celine babasının bu yüzünü hiç görmemişken Helen’in görmüş olmasının altında kesin bir aşk hikayesi var. O terör devletini kurabilmek için canını dişine takarak çalışması ve teröristlerin özgürlük savaşçıları oldukları söylemine inanması bir ölüye ölümünden çok kısa bir süre önce verdiği sözü tutmak istemesinden. Bu sözü tutabilmek için nasıl didindiğine bakılacak olursa o insanın bir erkek olduğunu düşünmek de zor değil. O yüzden babasının aksine duygusal bir motivasyonu olmasına sevindim. Zira duygusal motivasyonlar insanlara hata yaptırır. Üstelik farklı motivasyonlara sahip insanların birlikte çalışıyor olmaları hikâye açısından da zenginlik sağlar. Ki Hartley’in ona acısında eşlik etmesini hiç içten bulmadım. Kızlarını sevdiğine inansam da -ki onun zayıf noktası bu- Helen’in bu acısını ona karşı kullanarak kızını manipüle ettiğine inanıyorum. Buna rağmen Hartley’in kızlarına olan sevgisi onu ilginç ve gri bir karakter yapıyor.
Hartley ailesindeki dinamiklerin sıradan ailelerde görebileceğimiz türden bir dinamik olması beni şaşırttı. Helen’in terör yanlısı olduğunu bilmesem Celine gösterdiği şefkat ve özveriden iyi bir insan olduğu kanısına varabilirdim. İyi bir insan olmasa da şimdilik iyi bir abla olduğunu söyleyebilirim. Ki Celine’in Francis konusundaki rahatsızlığı da biz kadınların rahatlıkla empati kurabileceğimiz bir mesele. Eski sevgilileri tarafından hala rahatsız edilen o kadar çok kadın var ki…
“Sorularının cevabını biliyorum. Babanın kafasına kimin sıktığını da biliyorum. (…) Söylemeyeceğim. Kıllık olsun.”
Kendini mafya zanneden bir ergen tarafından kaçırtılan Korkut’un eli kolu bağlıyken dövülmesinden burada uzun uzun bahsedecek değilim. O konuda yapmak istediğim tek yorum o durumdayken bile karizmasından ödün vermeyen Yunus Emre Yıldırımer’in Korkut karakteri için biçilmiş kaftan olduğudur. Rol için çok doğru bir oyuncu seçmişler. Sandalyeye bağlanmış haldeyken bile korkusuzca onları nasıl öldüreceğinden söz ettiği sahnedeki karizmasına hayran oldum öyle ki keşke Korkut MİT mensubu olsaydı dedim. Dövülürken bile asaletinden ödün vermemek herkesin yapabileceği bir şey değil. Hele de onu öldürmek için can atan bir adamın gözlerinin içine bakarak “babanı kimin öldürdüğünü biliyorum ama söylemeyeceğim…gıcıklığına” diyebilecek kadar da cesur olmak çok zor. Ölüm korkusu yok eyvallah da onunkisi sadece ölümden korkmamak değil; Azrail’in gözünün içine baka baka ölümüne koşmak. Onun diziye dahil olduğunu duyduğumda çok sevinmiştim. Bu sevincimi kursağımda bırakmadığı için Yunus Emre’ye ne kadar teşekkür etsem az.
Korkut’u tuttukları depoyu gözü bir yerden ısıranlar için söyleyeyim Efkar’ın çatışarak girdiği depo #Halka’da Kaan’ın vurulduğu çatışmanın olduğu depoydu. Birdenbire aklıma #Halka düştü hüzünlendim. Korkut’un kendi kendini çözmesi ve Efkar’ın depoya onu kurtarmaya gelmesi güzeldi ama iki tarafın da kurşunu bitmeyen silahları hiç inandırıcı değildi.
Geçenlerde paylaştığım notlarımda “senaristler Zeynep karakterini kullanmayacaklarsa neden yazdılar?” şeklinde bir ifade kullanmıştım. Senaristler de yazdıkları karakteri hatırlamış olacaklar ki bu hafta ağlamak yerine abisi için endişe eden yaralı halde eve döndüğünde de abisiyle ilgilenen ve gözünü üstünden ayırmayan bir Zeynep yazmışlar. Zeynep nihayet kendi hikâyesinin kahramanı olacak derken vurulmasına çok üzüldüm. Ölme ihtimalini düşünerek hem korktum hem de onu çift amaçlı kullanan senaristlerimizin zekasına hayran kaldım. Zeynep Halim’in hikayesinde dramatik etkiyi arttırmak için kullanıldıktan sonra Korkut’un kendi adaletini kendi sağlama hikayesinde de haklı gerekçe oldu. Zeynep üzerinden hem Halim’e daha çok üzüldük hem de yanı başında kardeşi vurulan Korkut’un o yolu seçmesine hak verdik.
Korkut Ömer’in tüm uyarılarına rağmen Efkar’la yeni bir yola girmiş olsa da Zeynep’in ölmemiş olmasına çok sevindim. Korkut’un adalet anlayışı ve hikayesinin Ömer’den farklı olmasına sevindiğim kadar ekibin hikayelerinin de karargahla sınırlı kalmamasına da seviniyorum. Ömer’i annesi aradığında evde kız vurulduğunda da hastanede görebiliyoruz. Zehra’yı az da olsa kızıyla evde otururken ya da sahilde yürürken izleyebiliyoruz. Ölüymüş gibi davranma zorunluluğu ortadan kalkınca karakterlerin daha insani görünmeye başladıklarını kabul ediyorum. Darısı Uzay ve Gürcan’ın başına. Onları da karargâh dışında insan içine karışırken görmeyi çok isterim. Mesela Gürcan’ın lojmandaki hayatını görebiliriz. ya da Uzay’ın nasıl bir ev düzeni olduğunu seyredebiliriz. Öyle uzun veyahut büyük sahneler olmalarına da gerek yok.
Mahallede içime oturan 2 ayrıntı var. Birincisi baba oğul oldukları halde pek Ömer ve Efkâr sahnesi olmaması –ki Murat ve Gürkan’ın ilk bölümdeki performansları çok iyiydi– ikincisi de Ömer ve Korkut sahnelerinin az olması. Murat ve Yunus öyle bir performans sergiliyorlar ki gerçek hayatta da mahalle arkadaşı olduklarını düşünmeye başladım. Ama ne yazık ki fazla sahneleri yok. Zeynep’in vurulma haberiyle hastaneye koşup kardeşine destek olan bir Ömer izledik ama onu da uzun uzun izleyemedik. Oysaki Korkut delirecek Ömer de onu sakinleştirecekti. Kardeşi vurulduktan sonra Ömer yapma dedi diye Korkut’un durmayacağını bilecek; acısını en iyi onun bildiğini anlatacaktı. Ömer Efkar’la burnuna gelen kokular üzerine bir konuşma yaptı ama ben hastane sahnesinde baba oğul olduklarını Ömer bilmese de hissedebilmek istedim.
Korkut ve Efkâr sahnelerinin #Teşkilat hikayesine uymadığını olsa olsa sokakta kendi adaletini sağlamaya çalışanların mafyaya dönüştükleri bir diziye ait olabileceklerini düşünenlerin sayısı çok. Kısmen de olsa kendilerine hak veriyorum. Ancak öldürdükleri tipin oğlunun Francis’le çalışıyor olması, bombalı saldırıyı düzenleyen Beto’nun da orada kalması ve Helen’in örgüte destek için katıldığı toplantının o muhitte düzenlenmesi şimdiden hikayelerinin yavaş yavaş da olsa MİT hikayesine bağlanmaya başladığını gösteriyor. Ekip Hartley, Francis ve Helen’le mücadele verirlerken Korkut ve Efkâr da belli ki Beto dahil olmak üzere alt kademedeki teröristler ve terör yandaşlarıyla mücadele edecekler. Roma’nın bir günde kurulmaması gibi bu tip hikayelerde de acele edip peşin hüküm vermek doğru olmaz. Birazcık dişinizi sıkın.
“Seni tekrar burada görmek çok güzel.
Bir ortam dinlemesi yapalım hemen etkiyi ölçelim.
Celine’in saati üzerinden dinleyici aktif hale getirebilirim.
Güzel bana da bir kulaklık verebilir misin, Gürcan?
Vay! Eski günlerdeki yine hep beraberiz.”
Ortam dinlemesinden çok daha önemli bir konudan bahsetmek istiyorum. Yaşadığı travmaya ve MİT’e geri dönebilmek için girdiği testlerin zorluklarına rağmen engelleri aşmayı başaran Zehra’nın dönüşüyle eski ekibin tekrar toplanmasını gülümseyerek izledim. Zira ekip arkadaşlarını acı bir şekilde kaybetmiş olsalar da en azından artık acıyı göğüslemek için birlikteydiler. Zehra düştüğünde veyahut tökezlediğinde yanında onu elinden tutup kaldıracak dostları vardı. Uzay ve Gürcan’ın yüzlerine yansıyan o mutluluk dünyalara bedeldi. Zehra şimdilik TSSB nedeniyle dostlarına karşı yeniden incinme korkusuyla soğuk davransa da o zamanla dostlarının yanında kendini daha iyi hissedecek. Ekip arkadaşlarının bu süreçte ona karşı daha sabırlı ve anlayışlı olmaları gerekecek. Zamanla Zehra’nın ilişkilerini profesyonel seviyede tutma çabası da yok olup gidecek. Böylece hepimiz tanıyıp sevdiği eski Zehra olacak. Katıldığı son operasyonda çıkan sorun arkadaşlarının hayatına mal olmuşken bir hata daha yapmayı göze alamaması normal. Operasyonlar esnasında duygularımdan arınmış şekilde hareket edersem hiç sorun çıkmaz; arkadaşlarım da ölmez diye düşünüyor biliyorum…
Sohbet esnasında arka planda Teşkilat jenerik müziğinin çalmasının bir tesadüf ya da tembellik olduğunu sanmıyorum. Eski ekibin eksikliklerle de olsa yeniden bir araya geldiklerine vurgu yapmak için o müzik çalındı. Ki Zehra’yı kulaklıkla dinleme yaparken görünce aklıma ilk sezonda karargâhtan yönettiği operasyonlar geldi. Zehra’nın otoritesi bir gerçek. Yönetici pozisyonda olmak Zehra’ya yakışıyor. Özellikle de içeriye havalı bir şekilde girip operasyon yönetimini Halit B. devralmasına bayıldığımı söylemeliyim. Zehra patronun kim olduğunu hatırlattığına göre asıl Teşkilat şimdi başlıyor.
“Demek geri döndün.
Ait olduğum yerdeyim.”
Ömer test sürecinde elinden geldiğince acımasız davranarak Zehra’nın MİT’e dönüşünü engellemeye çalışsa da Zehra hem MİT’e hem de ekibin başına dönmüş oldu. Açıkçası eski ekip arkadaşlarının dönüşüne nasıl bir tepki vereceklerini bildiğimden ben daha çok dönüşüne hiç sevinmeyen Ömer’in nasıl bir tepki vereceğini merak ediyordum. Bir dokuz yıl daha görüşmeyelim dediği insanla her gün dip dibe olma zorunluluğunu geçtim emirleri Zehra’dan alacağını öğrenmek zoruna gitmiştir diye tahmin ediyorum. Kulübeye sığındıkları o bölümde Zehra’nın ona yol göstermesini bile emir olarak algılayıp sinirlenen adamın şimdi emirleri sahiden de Zehra’dan alacağını öğrenip bunu hemen kabul etmesi çok zor. Aralarındaki sorun her neyse -ki ben menşeinin iş olduğunu düşünüyorum- Ömer’in ona zerre güveni yok. Bu yüzden de Zehra’nın otoritesini tanımakta zorlanacağını hatta otoritesini tanımayarak ona meydan okuyacağını düşünüyorum.
Zehra ve Yağmur konusunda derinlemesine yorum yapmamı sağlayacak kadar sahne yazılmadığından elimdeki nadir sahnelerden yola çıkarak MİT’e dönmüş ve yeniden odağını bulmuş Zehra’nın annelik görevini de daha iyi icra ettiğini söyleyebilirim. Tokat’taki tablonun aksine kızını yanında çalışan kadına bırakarak gecesini gündüzünü “haini” bulmaya adamıyor. Zehra doğum gününde kızını görebilsin diye yasakları çiğneyen Yağmur’un canını kurtarabilmek için kendi canını tehlikeye atan Serdar’ın anne kızı sağ tutabilmek için verdiği mücadeleyi anımsayınca keşke şimdi sarıldıklarını görebilseydi dedim. Kaledeki bu mutlu aile tablosunu görmek en çok onun hakkıydı. 22. bölümde onları kurtaracağım derken içinden gerçek anlamda bir süper kahraman çıkmıştı. Yıllardır hasret çektiği o aileye kavuşmayı hak ediyordu.
Herkes Halit B. sert tavırlarına kızıyor ama ben bu sert görünümünün altında merhametli ve sevecen bir kalp taşıdığını biliyorum. Mete B. kadar sevecen bir baba edasında olmadığının farkındayım ama “her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” sözündeki gibi onun yöntemi de bu. O sert kabuğunun altında mensuplarını önemseyen bir kalp taşımasaydı Zehra’nın kızına vakit ayırdığından emin olmaya çalışır mıydı? Onu ait olduğu MİT’e döndürebilmek için bu kadar uğraşır mıydı? Zehra’nın TSSB dikkate alıp hem fazla üstüne gitmiyor hem de yeteneğine olan güvenini kanıtlamak için operasyonun sorumluluğunu ona veriyor. Ama bütün bunları yaptığı halde bu haftaki bölümdeki bir sahneden ötürü hain olabileceğini düşünenler olmuş. Ben böyle bir şeye ihtimal bile vermiyorum. Halit B. hain olsaydı son iki haftada yaptıklarından ötürü Hartley varlığından rahatsız olmazdı. Ben yakın zamanda suikast girişimi beklerken millet onun hain olabileceğini nasıl düşündü anlamıyorum. Sanırım böyle düşünmelerinin altında bir sahnede Zehra’yı yaptığı şey için uyarmış olmasının etkisi var ki o konuda Halit B. hak veriyorum. Zehra’ya olan sevgim sonsuz ama yanlışa da yanlış demek adalet gereği.
“Testleri geçmişsin.
Eee çok istedin ben de seni kıramazdım.
İlaçlarını aksatmıyorsun, değil mi?
Bu konuyu herkesin içinde açmazsan sürekli sevinirim.
Sana bakınca ne görüyorum, biliyor musun? Saatli bir bomba. Saniyeler sürekli geriye gidiyor. Üstelik ben hangi kabloyu keseceğimi de bilmiyorum. Onu kast etmediğimi biliyorsun.
Ne kast ettiğin umurumda bile değil ama böyle bomba, patlama bunlarla ilgili bir şey duymak istemiyorum.
Kastım o değildi. Sadece seni burada görmek beni rahatsız ediyor.
O zaman istifa et. Çünkü ben artık buradayım.”
Ömer’in onunla çalışmaktan mutlu olmadığının farkındayım. Üstelik bu ekibin Zehra’nın eski ekibi olduğunu düşününce kendini yabancı gibi hissetmesi de normal ama Zehra’nın görevini yapabilme becerilerinden şüphe duyulmasına neden olacak şeyler söylemesi hiç hoş değil. Dönüp dolaşıp ilaç konusunu Zehra’nın yüzüne vurmasın. Onun yaşadıklarının binde birini o yaşasaydı ayakta duracak gücü bulabilir miydi acaba? Üstelik birine “saatli bomba” diyeceksen o insanın üstüne patlama riskini de göze alacaksın. Gerçi “saatli bomba” konusunda bir kastı olmadığını düşünüyorum. Sadece düşünmeden yapılan talihsiz bir sözcük seçimiydi. Ağzından çıktıktan sonra ne kadar yanlış olduklarını anlamadı ama gururu ve geçmişleri özür dilemesine izin vermedi. Özür dilememiş olsa da bu konudaki samimiyetine ben inandım…
Gelelim diğer mevzuya yani Zehra ve Ömer’in kavgasının gerçekleştiği yere. #ZehMer’e hak ettiği şansı verelim derken bu kadarını da kast etmedim. #ZehSer flörtünün bir parçası haline gelen kahve sahnesini #ZehMer için kullanmalarına gücendim. Aylarca o kahve sahnelerini yorumladım ben. Bu yüzden #ZehMer yapmak istiyorlarsa başka bir şey bulup yazabilirlerdi. En azından #ZehSer kopyası kokan bir sahne olmasaydı da olurdu. Bu hareketleriyle benim bile tepkimi çektiyseler yeni ikiliye şans vermek istemeyenleri kim bilir ne kadar kızdırmışlardır. Bu sahnede olumlu olan tek ayrıntı Zehra’nın kahvesini yalnız içmesi oldu ki senaristler bu ayrıntıya dikkat edip benzer sahneler yazmaktan kaçınmalılar. O detaya takılmaktan Zehra’nın “ben artık buradayım” şeklindeki meydan okumasının tadını bile olması gerektiği kadar çıkaramadım. Özgüvenli Zehra’nın sahalara dönüşünü hiç kimse benim kadar sevinçle karşılayamaz. Üstelik Ömer’in onu sabote etmek için attığı her adıma rağmen hala ısrarla ayakta durmayı başarabilmesini hayranlıkla seyrediyorum.
Halit Başkan’ın gözünün önünde girdikleri ağız dalaşını hatırlatıp en ufak hatasında Zehra’yı göndermek istemesinden yola çıkarak Zehra’nın da onu geçmişte ufak bir hatasından ötürü harcamış olabileceğini ya da onun Zehra’nın liderlik yeteneklerinden şüphe etmesine neden olacak bir şey yaşadığını düşündüm. Ayrıca Zehra’nın hiç hata yapmayacağını düşünmesine de bayıldım. Onun özgüveni döndükçe eski Zehra’nın da dönmeye başladığını hissediyorum. Uzay’ın “neden hep aşk olmak zorunda” yorumunun senaristler tarafından verilmeye çalışılan bir mesaj olduğunu düşündüm. Ama Uzay ve Gürcan’ın arasında geçen konuşmanın aşk olsun ya da iş olsun diye ikiye bölünen seyircinin sesi olması harika bir detaydı. Sahneyi gülerek izledim. Uzay haklı çıkarsa bir kere olsun klişe olmayan bir hikâye izlemiş olacağız Gürcan haklı çıkarsa da ilk defa Uzay’ın yanıldığını görüp bizi ters köşe yatırdılar diyebileceğiz. Ben hangisinin daha iyi olduğuna karar veremedim ama sorun her neyse bir an önce çözmeliler. Bu güvensizlikle o ekipten verim alamazlar.
“Bilinçaltı bilincimizin farkında olmadan ama davranışlarımızın kontrol edilmesinde ve yönetilmesinde oldukça önemli bir mekanizmadır. Gözümüz gün içinde devamlı çevreyi tarıyor ve aldığı bilgileri ham halde bilinçaltımıza atıyor. Tabi biz bunun farkına varamıyoruz. Bizim aklımızda kalan sınırlı sayıda hatırladıklarımız. Bazı uluslararası şirketler bunu devamlı kullanıyor…”
Babası için hediye seçmesine yardımcı olarak kızın onu partiye davet etmesini sağlama planına geçecek olursak eğer sahnenin en ilgi çekici yönü Uzay’ın Celine nasıl kravat iğnesi aldıracağını “algı” kavramını kullanarak anlatması oldu. Uzay’ın brifinglerini de çıkarımlarını da çok özlemiştim ama asıl bu sezon Celine üzerinde uyguladığı aşk doktorluğuna ve algı operasyonlarına bir başka hayran oldum. Günümüz tüketim çağında teknolojiyi kullanarak bilinçaltımız üzerinde oynanan algı oyununu öyle iyi anlattı ki bence konuyla hiç ilgilenmeyen insanlar bile algının ne demek olduğunu anladı. İsteyen bana komplo teorisyeni diyebilir ama ben Uzay’ı haklı buluyorum. Veri madenciliği denen gerçeklik sayesinde teknolojik aletlerimiz çeşitli sitelere bizim hakkımızda bilgi akışı sağlıyorlar. Bu sitelerden herhangi birinin bilinçaltımıza mesaj göndermediğinden emin olamayız ama günlük hayatta bazı fikirlerin zihnimize sokulduklarından emin olabiliriz.
Tam da bu yüzden Uzay’ın Celine’in uyku düzenini öğrenerek yaptığı planı güncel ve zekice buldum. Uyumadan önce duyduğun son sesin hoşlandığın erkeğe ait olmasının bilinçaltına ciddi bir mesaj gönderdiğine eminim. Ömer yakışıklı, zeki ve de cesur olabilir ama ben ebediyete kadar Uzay’ın zekasına âşık olacağım. Ki kızı bu kadar hızlı tavlayan onun aklıydı. Ömer her hâlükârda kızı tavlardı ama Uzay olmasa bunu o kadar çabuk yapamazdı. Zamanında bu yöntemleri Ebru üzerinde uygulamış olsaydı karısı bugün hala yanında olurdu da terzi kendi söküğünü kendi dikemez sözü doğru galiba. Ama demedi demeyin bu mükemmel çıkarım yeteneklerini sahada da görmek isterim. Madem sayıca eskisine oranla daha az kişiler o halde karargahtaki arkadaşların da sahaya dökülmeleri şart. Sadece Ömer’le olacak iş değil…
“Benim seçimim değildi aslında.
O zaman sevgiliniz zevkli.
Sevgili değiliz.
Çok özür dilerim kusura bakmayın. Ben yakıştırdığım için.
Sadece arkadaşız.
Erkekler kadınlarla arkadaş olamazlar derler ama.”
Herkesin yorumlamamı beklediği sahnenin alışveriş merkezindeki #ZehMer sahnesi olduğuna eminim. Öncelikle saha operasyonlarına dönen Zehra’yı izlemek çok güzeldi diyerek başlamak istiyorum. Her ne kadar Zehra’nın tezgahtarlık yapmasının karakter israf olduğunu düşünsem de #ZehMer’i sahada izleme fırsatını yakaladığıma çok sevindim. Daha önce kulübeye sığındıklarında da birlikte çalışmışlardı ama kendiliğinden gelişen istisnai bir durumdu. Sahada birlikte çalışırken birbirlerine uyum sağlayıp sağlamayacaklarını en önemlisi de nasıl bir performans sergileyeceklerini merak etmiştim ki cevabımı aldım. Celine’e Ömer hakkında bir iki güzel kelime söylemesi gerektiğinde bile görevini yapmakta zorlanan bir Zehra vardı karşımızda. Tezgahtarı canlandırırken bile Ömer’i gömmek övmekten daha kolay geliyordu. Belli ki karşımızda operasyondayken bile birbirleriyle didişmeden ve birbirlerine laf sokmadan duramayan iki insan vardı.
Zehra’nın tezgahtarı oynarken onları sevgili zannetmiş gibi davranması da algı operasyonun bir parçasıydı. Doğrusunu söylemek gerekirse klişeler üzerinden gitmeyi hiç sevmem ama kadınlar hoşlandıkları erkeklerle dışardan bakıldığında nasıl göründüklerini önemserler. Hiç tanımadığı bir kadının onları sevgili sanması Celine’in bilinçaltına önemli bir mesaj göndermiş oldu bence. Üstelik Ömer’le sevgili olma fikrini de pekiştirme yoluyla zihnine ektiler. Sonrasında Ömer’i bir erkek olarak övmesinin de kadınlar arasında yadsınamaz gerçek bir etkisi var. Kadınlar başka kadınların onayladıkları erkekleri daha fazla beğenme eğilimine sahiptirler. Bunun rekabet duygusunu tetiklediğini söyleyenler de mevcut ama ben bunu başka fikirleri dinleyerek toplum tarafından onaylanma arzularını tatmin ihtiyacından yaptıklarına inanıyorum.
Uzay’ın Zehra’ya “abartma” uyarısını desteklerken Ömer az kalsın kendini ele veriyordu ya o sahnede kahkaha attım. Celine’in Uzay’ı duyamadığını unutup yaptığı gaftan sonra yüzünün aldığı şekil Zehra’nın çok hoşuna gitti. Zehra’nın gülümsemesinin altında sanırım operasyon öncesinde hata yapmakla ilgili konuştuklarını anımsaması vardı. Onun bir açığını ararken asıl açık verenin Ömer olması cidden de komik bir durumdu. Ama sonrasında Zehra’nın onun hakkında güzel şeyler söylemek zorunda kalması da Ömer’i epey eğlendirdi. Az önceki durumun rövanşını alıyor gibiydi. Kulaklık sayesinde söylediği her şeyi duyabildiğinden Zehra onu övdükçe Ömer’in egosunun şiştiğini hissedebiliyordum. Bir anda yüzünü kaplayan o gülümseme ve Zehra’ya attığı bakışlar her şeyi anlatıyordu. Acaba neyimi öveceksin merak ediyorum der gibi bakıyordu. Ki asıl ilginç olan Ömer hakkında söylediği her şeyin kendi ideal erkek tanımında da yer alan özellikler olmasıydı. Zehra bunları zamanında Serdar için söylemişti. Ömer’in ona bakışlarının içinde de bir parça #ZehMer kıvılcımı vardı. Ömer’in Zehra’ya bakışlarında daha fazla anlam var gibi hissediyorum. #ZehSer ödeşmeleri birbirlerinin hayatlarını kurtarmaları üzerineydi. #ZehMer ödeşmeleri de birbirlerine laf sokmaları üzerine kurulu belli…
Asansöre gelince Zehra’nın panik atağı olan birini amacına ulaşmak için asansöre kapatmasına sert tepki verdiler diye Ömer, Gürcan ve Halit B. kızanlar olmuş ama kusura bakmayın ben bu konuda kısmen de olsa onlara hak veriyorum. Yaptığı plan Hartley’in zor anında kızının yanında olan Ömer’i bizzat partiye davet etmesini sağladı ama ne pahasına. Hartley gibi Türkiye aleyhine kirli planlar yapıp her türlü terör faaliyetini destekleyen bir adama ulaşabilmenin bir devlet meselesi olduğu ve bu uğurda ellerinden gelenin en iyisini yapmaları gerektiğini biliyorum ancak Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden mensupların ahlaki açıdan aşmamaları gereken bazı sınırlar olduğu da aşikâr. Söz konu Hartley ve Helen olunca sonuna kadar gitsinler ama bir düşmanı yok etmek için bir masuma azap çektirmek vicdana sığmaz. Hadi planı yaptın ve kızı asansöre kapattın. Babasını aradıktan sonra içerden çıkarması gerekiyordu. Aramadan sonra oyununu devam ettirmesi eziyetti. Babası kim olursa olsun; Celine masum. Bu durumda Halit B. ona ahlaki sınırlarını hatırlatan kişi olması normal. Duygusal davranmamakla duyarsız davranmanın farklı şeyler olduğunu söylemek de Halit’in görevi.
Asansörde kapalı kalmanın Celine’in ona daha fazla bağlanmasını sağladığının farkındayım ancak asansörde sıkışıp kaldığı için yardımına babasını çağırmasını biraz abartılı buldum. Kızı babasını yardım dilenerek çağırdıktan sonra bu konu asansör gibi küçük bir mesele de olsa babasının gitmesi normaldi. Karşımızdaki Hartley de olsa bir baba. Normal. Celine’in panik atağı olduğu için kapalı kalma sahnesindeki aşırı tepkisini anlayabilirim keza Cansu’nun oyunculuğunu da. Bu kızın rol arkadaşlarına kıyasla sektörde pek tecrübesi olmadığını da unutmamak lazım. Onu biraz maruz görün. Zamanla karakteri benimseyeceğine eminim. Üstelik yeteneksiz sarışınlar sözüyle Ezgi’ye de laf söylenmesi çok kırıcı.
Bu da bir dipnot olarak bulunsun Ömer’in adama uyguladığı taktik en eski dolandırıcı taktiklerinden biridir. Bir dolandırıcı hedefinden asla direkt bir şey istemez. Onu manipüle ederek kendisinin teklif etmesini sağlar. İyiydi. Hartley’in doğum gününü kutlayarak nazik olma ayağına önce kendini partiye davet ettirdi. Sonra da dikkat çekmemek için ilk seferinde reddetti ki adam tekrar teklif edip bunun kendi fikri olduğunu sansın. İstemem yan cebime koy olayı. Bölümün başında onu kovmaktan beter eden Hartley’in şimdi partisine gelmesi için bu denli ısrarcı olması nasıl bir U dönüşüdür bilmem ama Ömer’in manipülasyon konusunda düşündüğümden daha iyi olduğunu itiraf etmeliyim. Kafasına koyduğunu alıyor.
“O adam benim de düşmanım sadece yöntem bu değil.
Benim yöntemlerim bu şekilde Ömer. Burada duygusallığa yer yok. Acırsak acınacak hale geliriz.
İçindeki suçluluk duygusunun kurbanı o kız değil. Sakın bir daha yapma.
Sen de bir daha sakın bana ne yapıp yapmayacağımı söyleme.”
Zehra ve Ömer birbirleriyle çatışma sahnelerini daima iyi bir gelişme gözüyle bakan ben ilk defa geçmişte yaşadıklarını bilmedim halde Ömer’e hak verdim. Zehra’nın ekibe dönüp operasyonun başına geçmesine neden bu kadar olumsuz baktığını anladım. Zira Zehra yaşadıklarından ötürü hala tam anlamıyla toparlanabilmiş değil. İşine hislerini karıştırmıyor gibi görünse de aldığı her kararı ekipten bir başkasının daha ölmemesi için yapıyor. Duygularının onu “yönlendirmesine” izin verdiği için de göremiyor ama yaptığı sert çıkış onu korktuğu sona biraz daha yaklaştırıyor. Zehra’nın doğuştan lider olduğunu biliyorum ve ihtiyacı olan tek şeyin ona biraz daha zaman tanınması olduğunun da farkındayım ama istediği Hartley’i ayağına getirmekse bunun yapmanın başka bir yolunu bulabilirdi. Bu konuda Ömer’e hak veriyorum. Hatta onu tanıdığımdan beri kendisine hak verdiğim tek atışmaları da buydu. Zira ben taraf tutmam gerçek neyse onu yorumlarım.
Ömer’in partiye hazırlanma sürecine gelecek olursak arka planda çalan müziği beğendiğimi söylemeliyim. Bu seneki müzikler önceki iki sezona kıyasla daha yenilikçi içerikler barındırıyor. Bu güzel bir haber ama eskilere duyduğum özlem nedeniyle pek fazla tadını çıkaramadım. Ömer’i takım seçerken görünce aklıma anında Serdar geldi. Burada olsa acaba şimdi ne giyerdi diye düşündüm. Kesin ona yerli Bond dememe neden olacak bir şey giyerdi diyerek hüzünlendim ancak Ömer’e haksızlık etmek istemediğim için sahneye döndüm. Dürüst olmak gerekirse partide giymek için seçtiği takımı beğendim özellikle de rengini. Kestiremediğim bir nedenden ötürü mavi ve gri tonların Murat’a yakıştığını düşünüyorum.
Tekrar etmeme gerek var mı bilmiyorum ama Beto, Necip, Francis ve Helen’in bir yerde buluşmalarıyla meydana gelen toplantıyı Efkar’ın gözetlemesiyle karargâh ve mahalle hikayeleri tek bir düzlemde buluşuverdi. Senaristlere bu konuda haklarını teslim ediyorum. Sezonun başından beri ayrı olan Zehra, ekip ve mahalle hikayelerini bu bölümde ustaca bir şekilde birleştirmeyi başardılar. Önce Zehra’yı tekrar ekibe dahil ettiler sonra da Efkar ve Korkut’a onlarla ortak bir amaç verdiler. Bununla da yetinmeyip yeni bir üçlemenin de ilk adımını attılar. Bu defa karargâh ekibinin hikayeleri üçe ayrıldı. Başkonsolosla konuşmak için operasyon sırasında karargâhtan ayrılan Halit B. farkında olmadığı bir maceraya atılırken iznini kızıyla geçiren Zehra’yı fitilini gelirken çektiği bombayla karşılaşırken Ömer’i de partide hiç beklemediği bir sorunu çözme aşamasında yakalanma tehlikesi geçirirken izleme fırsatı bulduk. Halit B. macerası hakkında ayrıntılı bir yorum yapmayı düşünmüyorum. Sadece bu yıl daha fazla aksiyonun içinde olmasını sevdiğimi söyleyebilirim. Başkonsolos için nasıl bir son hazırlıyordular bilmiyorum da bu plana müdahale eden Halit B. yüzünden başlarının çok ağrıyacağı kesin.
Bu sezonun taktir ettiğim adımlarından biri de Hartley’in hikayedeki tek kötü adam olmaması. Zira 1 sezonda 34 bölüm yayınlanan bir dizinin tek bir kötü karakterle çizgisini koruması neredeyse imkânsız. Üstelik bu karakterler yani Helen ve Francis de hikâye anlamında içi doldurulmuş “terörist tiplemesi” olmanın çok ötesinde karakterler. Zehra’nın peşine düşmesiyle tanıştığımız Francis sadece patlamadan sağ kurtulan Zehra’yı öldürtmeye çalışmıyor aynı zamanda mistik olduğuna inandığı Ölüler Kitabının da peşine düşüyor. Anlayacağınız tek yaptığı Hartley’in komutlarını yerine getirmek değil; henüz bilmediğimiz bir amacı daha var. Ama onu ilginç kılan şey Zehra ve Helen’le kurduğu iletişimdi. Ki ne kadar gariptir ki onu sıkıcı yapan tek şey de Celine hissettiği takıntılı aşk. Kıskanç ex rolü ona hiç yakışmadı. Celine üzerinden Ömer ve Francis’i karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar ama ben Zehra’nın düşmanı olarak kalmasını tercih ederdim ki bu haftaki telefon konuşmaları ve Francis’in kitabı alabilmek için Yağmur’un peşine düşmesi de oldukça heyecan uyandırdı.
“Teklifimi düşündün mü?
Kitabımı geri ver, arkadaşlarını kimin sattığını öğren.
Bu konuda sana güvenmiyorum.
Kitabımı ver yoksa başka yollara başvurmak zorunda kalacağım hem de hiç hoşlanmayacağın başka yollara.
Ben de o ilgiyi senden alacağım. Hem de hiç hoşlanmayacağın başka yollarla.”
Zehra’nın kızının yanı başındayken kaçırılmasını saçma bulanlar olmuş. Onlara Zehra’nın o anda telefonda operasyona eşlik etmekte olduğunu hatırlatmak isterim. Kızının yanında değildi. Asıl saçma olan bakıcısının oyun alanına sırtı dönük oturmasıydı. Kendi çocuğu olsun ya da olmasın; çocuk parkına giden her yetişkin oyun alanını gören bir yerde oturması gerektiğini bilir. Çünkü çocuklara arkanızı birkaç saniyeliğine bile dönerseniz onları gözden kaçırırsınız. O kadın sadece sırtını dönmedi aynı zamanda bir de telefonuyla ilgilendi. Yani burada birinin ihmali söz konusuysa o kişi Zehra değil; bu kadındır. Zehra telefonda çok oyalanmadı ama telefonda geçirdiği süre Francis’in kızına yaklaşmasına yetti. Asıl mesele Yağmur’un tanımadığı birinin elini tutması. Benim Zehra’yı suçlayabileceğim tek konu kızına yabancılarla konuşmamayı öğretmemesidir. Bu Yağmur daha kaç defa kaçırılacak bilmiyorum ama sırası gelen dümeni ona kırması sıkıcı olabiliyor.
Yağmur mevzusuna bir çözüm bulmaları şart zira artık Yağmur’u canı gibi koruyup kollayacak bir Serdar Kılıçaslan yok. Yağmur’un kaçırıldığını görünce aklıma dizinin en iyi bölümlerinden biri olan 22 geldi. Zehra’nın kızını kurtarabilmek için bölüm boyunca zamanla yarışmıştı. Çok zorlanmıştı ama Yağmur’un kahramanı olmuştu ki Serdar çocuklara fısıldayan adamdı. Üvey babası olmaya da çok yaklaşmıştı, Meksika hayallerine onu bile dahil etmişti ama olmadı. Bakalım Ömer ve Yağmur ne zaman tanışacaklar? Bakalım Ömer de çocuklarla iyi anlaşabiliyor mu? Soranlara söyleyeyim ben Ömer ve Yağmur’un baba kız olduklarını düşünmüyorum. Zehra öyle bir kadın değil. Gerekirse kızını kendi başına büyütürdü ama bir adama bu konuda yalan söylemezdi. Kaçırılma olayına dönersek benim o olaydan çıkarabileceğim tek iyi sonuç Zehra ile Francis’i haftaya birlikte görecek olmamız oldu. Zehra ve Francis konusundaki düşüncelerim ilk bölümden beri değişmedi. Francis kafayı Ömer’e değil; Zehra’ya takmalı. Ki onları karşılıklı savaşırken izlemek çok daha eğlenceliydi…
Kötü adamların sahnelerine topraklarımızda terörü destekleme eğilimlerinden ötürü değinmiyorum. Senaryo bile olsa bu konulardan konuşmak beni sinirlendiriyor. Sinirlenince de gözüm kararıyor. Sonra bir bakmışım politika konuşuyorum ve sansüre takılıyorum. Bu yüzden fazla detaya inmeden bölümün verdiği mesajları konuşmak istiyorum. Hartley’in evinde ağırladığı adama kurmaya çalıştıkları terör devletini savunması olarak “onlar terörist değil; bölgedeki aşırı dinci gruplarla savaşmayı göze alabilen özgürlük savaşçıları” tabirini kullanmasına hem kızdım hem de güldüm. Kızdım çünkü onların getirmeye çalıştıkları sözde barışın anlamı dünyayı hegemonyaları altına almak ve Türklerden temizlemek. Bir grubun ötekini yok etmesine dayanan politikaya barış denmesi canımı yakıyor. Üstelik bu Vatan’ın gençlerine kurşun atarlarken özgürlük savaşçısı olarak anılmaları da kanıma dokunuyor. Güldüm çünkü söyledikleri yalanlara kendileri de inanıyorlar. Teröristin adını özgürlük savaşçısı da koysan sesini duyurmak için masumları öldüren herkes teröristtir. Bunu Türkiye’m kabul ediyorken başka devletlerden figüranların kabul edip etmemelerinin hiçbir anlamı yok en azından Teşkilat için öyle
Dikkatimi çeken ikinci ayrıntı Francis’in babası öldürülen tipin mekânında Beto’nun örgütünün savaştığı diğer örgütün elemanlarını bir araya toplayıp iş yapması oldu. Beto bile örgütlerinin çatıştığı bir grupla neden iş yaptıklarını sorguladı. Francis’in bu soruya verdiği cevap benim asıl altını çizmek istediğim detay. Çıkarlarına hizmet ettikleri sürece herkesin dostları olduğunu dile getirdiğinde iki yüzlülüklerini hiç utanmadan tüm çıplaklığıyla dile getirmesine şaşırdım. İki tarafı da kışkırttıktan sonra ellerine silah vererek birbirlerini öldürmelerine pr dediği anda kanım dondu. Dağdaki teröristlerin ucuz iş gücü olduklarını söyleyen Hartley’in adamından bunları duyunca şaşırmamam gerekiyor ama ben de insanım. Bunu göstere göstere yaptıkları halde dünya nasıl bu yaşananlara kör, sağır ve dilsiz kalıyor asıl ona şaşırmam lazım. Teröristlere özgürlük savaşçıları kisvesiyle silah verdiklerinde dünyayla aralarına bir perde çekmeyi nasıl beceriyorlar?
“Burada küçük bir problemimiz var böcek ilaçlaması yapıyorlar. Kravat iğnesindeki sinyali yakalarlarsa muhtemelen cesedimi bile bulamazsınız.
Yok. Yok. Buluruz. Sen merak etme.”
Partiye gelince Hartley ve kızları hakkında ayrıntılı konuşmayı düşünmüyorum ama dikkatimi çeken küçük bir detaydan söz etmeliyim. Helen’in parti için siyah Celine’in ise beyaz elbise seçmesi kişilikleriyle paralel oluşturması açısından çok iyi bir detaydı. Böylece ying yang gibi birbirlerini tamamlayan kız kardeşler arasındaki kontrastı da görebildik ki kızlarının Hartley’e ulaşmanın en kolay yolu olduklarını kravat iğnesini adama sorgusuz sualsiz -çocuğun elinden şekerini alır gibi- taktırabilmesiyle doğruladı. Hartley’e kravat iğnesini taktırarak gizli toplantıda konuşulanları dinleme planının ilk aşaması öyle kolay oldu ki 2. aşamada bir aksilik çıkmasını bekliyordum. O yüzden ev taramasından dolayı sinyali kapamalarına hiç şaşırmadım. Hartley gibi birinin evini dinlemenin kolay olması biz izleyicilerin zekasına da hakaret olurdu. Üstelik bu sayede Halit B. macerasına da bir kapı aralamış oldular. Konuşulanları hızlı dinleseydiler Halit B. tuzağa düşmeyecekti.
Ömer’in Zehra Hanım demesine bayılıyorum. Zehra’nın operasyonun bir parçası olmayacağını düşünüp sesini duyunca yüzünün aldığı şekil epey komikti. Operasyonu Zehra yöneteceği için ondan emir alacağı düşüncesiyle yüzü asıldı. Bazı izleyiciler #CelMer diyor ama onun yanındayken bile Zehra’yla atışmaktan kendini alamayan Ömer için bunun bir ihtimal olduğunu sanmıyorum. Ki “sen niye kızınla hamburgerini yemiyorsun?” diyerek “bana işimi öğreteceğine kızınla ilgilen” demek istedi ama Zehra “onu da yapacağım” diyerek “çocuk da yaparım kariyer de” mesajını verdi. Aralarındaki bu tatlı atışmaları zevkle izliyorum. Hele de “sen hele bir öl de biz cesedini nasıl olsa buluruz” manasına gelen cümleyi duyunca gülmeden edemedim. Zehra’nın aynı anda birden fazla işi yapabildiğini dile getiren o özgüvenini ve Ömer’den memnun olmadığını belli eden hallerini seviyorum. Ondaki özgüvenin yarısı ben de olsa cihanı fethederdim. Zehra benim idolüm.
Toplantıda konuşulanları anında dinleyemedikleri için Halit’in konsolosa düzenlenecek saldırının ortasında kalacağını vaktinde öğrenemediler. Ömer’in bu bilgiyi öğrenebilmek için kendi güvenliğini tehlikeye atması gerekti. Kravat iğnesini geri almak için Zehra’nın bulduğu “hatalı ürün” fikri güzel olsa da en iyi planların bile yolunda gitmediği zamanlar oluyor. Haliyle bu sorun Halit B. hayatından endişe etmemize neden olacak bir tehlikeye yaratacakmış gibi görünüyor. Üstelik zamanında elde edemedikleri istihbarat dolayısıyla sadece Halit B. değil; o kaydı almak için Hartley’in çalışma odasına çıkan Ömer’in de hayatı tehlikeye girdi. Bir kayıtla iki karakter vurmaya çalışan senaristlerimizin zekasına selam çakarak bu haftaki yazımı üç soruyla tamamlıyorum: Zehra kızı Yağmur’u Francis’in elinden alabilecek mi? Halit B. konsolosu ve kendini hain saldırıdan kurtarabilecek mi? Ve Ömer Helen’e yakalanmadan kravat iğnesiyle odadan çıkabilecek mi?
Haftaya Görüşmek Üzere… Hoşça Kalın…
Yazıdaki fotoğraflar için @lissjch, @AsmaaElkhatip, @Nur_Gul97, @i5su2, @Rebaysall, @MaAnalu03, @neennvarguzum, @masaMYfc, @clara_garan, @MuratMetaxia , @loveinrosel , @dizisfcsets, ve kapak fotoğrafı için @denobysl34 e teşekkürler…