Yalı Çapkını hep konuşuyoruz, biraz da Ferit’i konuşalım mı? Özge (OZZY)‘nin kaleminden, keyifli okumalar…
Biraz Ferit’ten konuşasım var bugün…
Ferit bana içinin bir yanı ölmüş gibi hissettiriyor.
Yorulmayan Ferit, yoruldu.
Düşmeyen Ferit, düştü.
Dingin ruh hali beni de beraberinde boğmaya başladı…
Bu Ferit’in Seyran dahil kimseyi içeriye almadığı, kimsenin bilmediği başka bir yalnızlığı var.
*iyar ne kadar Ferit’e iyi geldiğini sansa da asla iyi gelmediği Ferit’in tek başına kurduğu başka bir dünyası var geçen bu iki yıl içinde. “Ferit toparlandı artık.” dedikleri yerde aslında Ferit’in asla toparlanmadığı; sessizliğe, kendi içine gömüldüğü bir yer var ve Ferit hala çıkmadı oradan.
Dedesinin yokluğu ile ailenin sorumluluğunu aldığı, bütün mecburiyetleriyle yaşamını sürdürmeye devam ettiği ot gibi devam eden bir yaşam… Seyran’ın gelişiyle alt üst olan dengesi Seyran’a direndiği o dönem *iyar’dan bağımsız kendini tekrar aynı girdabın içine sokma korkusuydu aslında. Bunu bize her söylediği sözle gösterdi. Seyran aslında hep kendi resmiyle savaştı.
Biz bu Ferit’i hep izledik; aslında ne kadar dışa dönük yüksek duygulu neşeli eğlenceli görünse de içinde yanan ateşi hep biliyorduk. Fuat öldüğünde oda oda dolaştığı bir sahne vardır mesela hafızamdan asla silinmeyen: herkesin yalının içinde kendi acılarını yaşadıklarını sakladığı odalarına giren birer birer hepsinden şefkat bekleyen “bende çok acı çekiyorum” çığlığını duysunlar diye uğraştığı Gülgün’ün dizinin dibinde 3 yaşında çocuk haliyle ağladığı en son mutfağa gidip Şefika ile konuştuğu…
Seyran ile aile kavramına bakışları da farklıydı bu sezona kadar. Seyran aileden biri yanlış bir şey yaptığında bunun kavgasını veren, düzeltmek için uğraşan kabullenmeyen bir noktadayken; Ferit çocukluğundan beri herkesin bildiği ama asla ortaya çıkmayan sırlarla dolu yaşamayı öğrenmiş ve aslında bu düzenin değişmesi konusunda pek de istekli değildi. Saklamak, görmemek, düşünmemek bir yerde aile bildiği herkesi aynı çatı altında tutmaya devam etmeye yarıyordu.
Geldiğimiz yerde Seyran da Ferit ile aynı noktaya geldi aslında. Zamanında savaştığı kim varsa onları da ailesinin bir parçası olarak görmeye başladı. İfakat, Halis, Orhan, Gülgün kim varsa… Kendi ailesinde de aynı şekilde. Aile olarak kalmanın kolay olmadığını, yanlışlarla hatalarla asla affedilmeyecek olayları affetmek zorunda kaldıklarında, kendileri de hata yaptıklarında, bakış açıları da değişti. Siyah ve beyaz kadar keskin bakan Seyran griyi kabullendi.
2 yıllık bu süreç Seyran için kaybettiklerini geri kazanma, nefret ettiğini düşündüğü o yalıdan, insanlardan, yalının düzeninden aslında o kadar da nefret etmediğini, onların da onun ailesi olduğunu kavramasıyla sonuçlandı. Ama Ferit için bence durum daha başka; ve bunun işlenmesinden ne derece mutluyum şu an kestiremiyorum. Doğru ifade etmeye çalışacağım duygumu inşallah anlatabilirim.
Ferit bir okyanusun en dibine batmış gibi Seyran’ın yokluğuyla… Ama bu yokluk bir süre sonra Ferit’in Seyran’ın fiziksel varlığı dışında onunla ruhen kurduğu bir bağa dönüşmüş. Alışmış yani oradaki yokluk haline; çünkü zaten ondan hiç gitmeyecek bir varlık koymuş yerine. Seyran’ın bedenen varlığı hala Ferit’i oradan çekip alamadı gibi hissediyorum. Duygularının yüksek tepkilere dönüşmemesi, sakinliği, coşkun akmayan yanları içinde olduğu olayları çözülmesini gereken sorunlar olarak görüşü kimseyi dahil etmediği bir tek başınalık var. Seyran’ın bunu fark etmesini “Benim Ferit’im nerde?” demesini, ruhunda tahribe uğrayan yanları görmesini istiyorum.
Minik Seyran ile minik Ferit tekrar en saf ve masum yerden buluşmalı. O nedenle şu an ki aralarındaki görünen engeller kalkmış Seyfer’i gerçek bir kavuşma olarak görmüyorum.
Başka bir kavuşmamız daha var…
Ruhlar soyunmadan kimse gerçekten sevişmez çünkü…
Göz atmanızı öneririz: Yalı Çapkını Bölüm Yorumları