Vartolu Saadettin… Vartolu Salih … Salih … İdris’ten olma Mihriban’dan doğma Salih … Babasının masallarına hasret Salih… Annesinin sıcak koynundan küçük yaşta koparılan Salih … Köpeklerle uyuyan, açlıktan böcek yiyen, bir dilim bayat ekmek için… Sanırım devam edemeyeceğim. Dünkü bölümde ağladım, çok ağladım… Saadet’e, Salih’e… Ve Yamaç’a… Bölümü izlerken Boncuk Yılmaz’ın sakin oyunculuğuna Erkan Kolçak Köstendil’in meleklerin kırmızı sürme çektiği gözünden süzülen yaşları eklediği sahneyi ekran karşısında gözleri yaşarmadan izlemek ne mümkün…
Sır perdeleri hızlıca aralanıyor. Her bölüm bir kişi, her bölüm bir yüzleşme… Ne kadar hızlı ilerliyor değil mi? Bir önceki bölümde Sadiş’in Salih = Saadettin denklemini kurmasının ardından bu bölüm yaşanan Sadiş – Salih yüzleşmesini, bu bölümde Saadettin = Salih = Abi denklemini kuran Yamaç’ın gelecek bölümde Yamaç- Vartolu yüzleşmesi takip eder mi dersiniz? Peki ya Saadettin’in kimliğini öğrenecek bir sonraki kişi kim olur dersiniz? Oyum İdris’ten yana…
ABV Salih
Sadiş’in Salih’le yüzleşmesinde “Niye?” sorusu kadar doğal bir soru olabilir mi? Hiçbir cevap -hatta Saadettin’in geride bırakamadığı yaşanmışlıkları bile, intikam peşindeki Saadettin’in Kahraman’a sıktığı o kurşunun babasına kavuşabilme ihtimalini öldürdüğü gerçeğini değiştirmeyecek.
İdris Vartolu’yu affedebilecek mi? Peki ya yıllar sonra annesinin öcünü almak için Kasım’ın peşine düşen Salih hayatını altüst edenleri affedebilecek mi?
Bu nedenle asıl beklediğim yüzleşme Vartolu’nun geçmişte yaşanılan olaylardan babası İdris’in haberi olmadığını öğrenmesi ve hayatını cehenneme çevrilmesine imza atan asıl suçlunun hayatını kurtardığı Sultan Hanım olduğunu öğrendiğinde gerçekleşecek.
“Onun oğulları bu evde, bu çatının altında. Başka oğlu yok onun. Bir daha Çukur’a dönmeyecek.”
Salih konusunda Paşa ile Sultan’ın iş birliğinde Paşa’nın İdris’in çocuğundan elini eteğini çekmesini konduramamış, bu işte bir tutarsızlık var demiştim ki haklı da çıktım. Elbette ki suçlu Sultan Hanım… Bu doğrultuda Salih’i zebanilerin eline teslim etmesinin Salih’in ölümüne Saadettin’in doğmasına sebep olmasıyla oğlunun kanı -dolaylı olarak, kendi kirli ellerine bulaşmış olmadı mı?
İster Saadettin olsun ister Salih -hangi kalıpta olursa olsun, bu adam seviyor Yamaç’ı… Yamaç onun Rock’n Roll’cu kardeşi. Gülerek ‘kardeşim’ diyebiliyor. En az onun kadar ‘deli’ olmasını seviyor, aklını seviyor… Onu oyunlarla alt etmesine, Beyefendi’ye çıkışına seviniyor… Bu bölüm sonu itibariyle ilişkileri farklı bir boyutta artık. Yamaç büyük sürprizi çözdü: Abisi, abisinin katili… Kucak açmak kolay değil, ama imkansız da hiç değil… Ama yine de ‘Çık şimdi işin içinden çıkabilirsen’. Belirtmeden geçemeyeceğim, Yamaç’ın hıçkırıklarını içine içine attığı son sahne yıkıp geçmedi mi? Çünkü Aras Bulut İynemli <3 Tüm bu sorunların Yamaç’ı kanser etmese sadece mecazi anlamda kalsa iyi, yoğun kulak çınlaması beyin tümörünün işareti değil mi?
[wp_ad_camp_1]
Salih Öldü Saadettin Doğdu
Ne güzel bir bölüm izledik; kısa kısa aklımda kaldığı kadarıyla bölüme dair neyi sevdim…
Baba-na Sor ve ‘Canım Kardeşim’ detaylarını, Vartolu’nun Yamaç’ı evinden(!) yolcu etmesini,
Akşın’ın alkışlanacak planı ve Karaca’nın düşen burnunu yerden almayıp acısının dışa vurumunu,
Mevzu olur biz mevzuya gideriz misali, baba oğul Kasım’ın peşine düşmelerini,
Şiddete karşıyız, o ayrı… Ama sahne bu ya, Vartolu’nun emanetleri Medet’e emanete verip, ‘Kasım nerede?’ diye sokak ortasında alakasız bir adama kafa göz girişmesini,
Sena’yı yok hükmünde kabul ettiğim için Doktor – Yamaç birlikteliği üzerine yaptığım totemleri,
Kim olduğu hala muamma olan ‘Gazeteci Kız’ın ortaya çıkmasını ve Aliço’yu güldürebilmesini, <3
Sena’nın SPDS (Sena Psikolojik Danışma Servisi) kapsamında evinin kapılarını Saadet’e açmasını… Ve Saadet anlattıkça ilk defa “Önce Yamaç’la konuşalım” demesini,
Nebil Sayın’ın seslendirdiği Deniz Üstü Köpürür ‘ü,
“Benim de şu cihandan gidişim hey canım rinna nay rinna rinna nay
Memleket sevdasından hey canım hey”
Bu dünyadan bir Cem Karaca geçti… Hatırlattın, sen çok yaşa, yüreğine sağlık Muhittin Abi…
İdris’in çukur logolu imame detayına bayıldığım tespihiyle aydınlanma sürecini,
Vartolu’nun Beyefendi’yle uzun, upuzun bipli konuşmasını… (Ben bölümü internetten sansürsüz izledim ^^ ) Bu arada geçen hafta Beyefendi’nin Çukur’u ele geçirme isteğinin kentsel dönüşüm rantından farklı olduğunu düşündüren senariste alkış… ‘Yanılmışız’ dedik mi? Asıl kıyamet Vartolu’nun tapuları İdris’e teslim ettiği açığa çıkınca kopacak, anlaşılan şu meşhur sahte evrak uzmanı devreye girecek…
Saadet – Salih Yüzleşmesinin naifliğini… Yeri gelmişken Sadiş – Salih sahnesinde müzik olmaması ne güzeldi, vurucu sahnelerin baskın müzik olmadan replik ve oyuncu performansıyla öne çıkmasına bayılıyorum.
Sena – Yamaç repliklerinin ‘şuraya birazcık romantik şeyler sıkıştıralım’ mottosuyla ilerlemesini: “Dudağının kenarıyla yanağının arasında bir çukur var ya, beni oraya gömsünler.”
[wp_ad_camp_1]
Salih’in ölmüş annesiyle dertleşmesini… “Salih öldü, Saadettin doğdu. Aa, ölmemiş Salih. Salih ölmemiş be anne…”
Yamaç’ın yapbozun parçalarını birer birer yerleştirirken yaşadığı büyük şoku, son dakikaya kadar umudunu kaybetmemesini: “Mine de!” ve büyük sır açığa çıktığında içine attığı haykırışlarını,
Salih – Saadettin ve Yamaç’ın buluşmasını,
Bölüm içinde ve jenerik akarken görünen duvar yazılarını,
Sonuç olarak bölümü sevdim, çok sevdim. Ya siz? Yorumlarda buluşmak dileğiyle…
Dizi ile ilgili diğer yazılara göz atmak isterseniz Çukur kategorisini ziyaret edebilirsiniz.
Çukur 15. bölüm Ön İzleme