Çözülmeleri severim. Âşıkların itiraflarını, sonuçlanan gizemleri… Hele ki açığa çıkan sırları iki bölüm önce tahmin edip yazıya döktüysem, değmeyin keyfime… (Yoksa siz 26 Temmuz “Doğruluk mu Cesaret mi?” yazımı okumadınız mı?) Gerek Süreyya’yı Mete’ye bağımlı kılan nedenler, gerekse Cansu’nun uğursuzluğunun kaynağı konusundaki düşüncelerim birebir tuttuğu için başım göğe mi erdi, tahmin edebileceğiniz gibi HAYIR, ama ‘ben demiştim’ diye gülümsedim mi, elbette ki EVET
Bu bölüm sevdiğim kadar var, çünkü usta kalemler iki saate birçok detay sığdırmışlar: Aşk-hem de üç koldan; intikam; kardeş çekişmesi; açığa çıkan sırlar; isyan…
En sevdiğim Ece Mert çiftine değinmeden (özel değerlendirmeyi hak ediyorlar ) hikayenin ilerleyişine göre neler izledik bir bakalım;
Ece ve Cansu’nun arkadaşlıklarının zedelenmemesini ne kadar istesem de bir önceki bölümde Ece’nin kızgın değil kırgın olduğunu açıklaması sorunun kısa zamanda halledilemeyecek kadar büyük olduğunu anlamamızı sağlamıştı. Kızgınlıklar çabuk unutulur ama ya kırgınlıklar? Bu ikilinin gerçekten zamana ihtiyacı var. Cansu’nun Ece’nin her ne kadar eğlenceli şekilde yorumlasa da bir o kadar platonik olan aşkı konusunda – Kerem’in kendisine karşı hislerini bildiği halde, sessiz kalması; hatta ortamlar yaratarak Ece’yi cesaretlendirmesi elbette bu ikili arasında büyük yaralar açacaktı. Şimdi her ne kadar kapılarda da yatsa hayatta bazı yol ayrımları vardır ve bu yol ayrımında Cansu’nun aşk yerine aşk acısı çekerek arkadaşlığı seçmesi bile Ece’yi yumuşatmaz. Yumuşatmamalı, çünkü kırılan kalpler kolayca kolay tamir edilemez.
Kerem aile kahvaltısında âşık olduğu kişinin Cansu olduğunu açıklayıp üzerine “biz imkânsız aşklar için yaratılmışız” nameleri söylese de Cansu kızımız kaynanadan onayı kaptı. Ama değinmeden geçemeyeceğim: Kerem’in naif babası bunca yıl bu kadına nasıl dayanmış, ben dizi içinde beş dakika izlemeye katlanamıyorum. Siz de öyle mi?
‘Yüksek Sosyete’ de çöpçatanlıklar… Düğünler yeni başlangıçlara vesile olur, kabul; ama cemiyet hayatında büyükler çocuklardan çok çabalıyor başlarını bağlamak için. Süreyya’dan kısa dönemde yeni bir atak bekliyordum ama babaanneden hayır. Mert bu tanışmadan iyi sıyrıldı doğrusu. Kısmet olarak seçilen hanım kızımız Ece ile karşılaştırılamaz bile…
Süreyya- Metin – Işıl üçgeninde iki kadın arasındaki fark ne kadar belirgin, değil mi? Özellikle Işıl’a özel yazılan her sahne, avam konuşmalarıyla, abartılı giyim tarzıyla (ponponlu topuklu terlikleri unutulmaz) O’nun Metin’in özünde ait olmadığı cemiyet hayatından kaçışı olduğunu vurgular gibi… Ama Süreyya ile başa çıkabilir mi? İM-KAN-SIZ…
Kerem Oliva’nın kahramanı oldu ama Ece krizini çok iyi yönetemedi. Böylesine bir durumda Ece’den ‘arkadaş olarak fırsat talebi’ yerine açıkça hislerini paylaşsa Ece’yi daha kolay rahatlatabilirdi.
Nihat Altınkaya iki bölümdür Levent karakteri ile diziye renk katıyor doğrusu. Bu bölümdeki açıklamalar ışığında Süreyya ona karşı artık daha rahat olmalı. Çünkü Levent ilk izlenimde verildiği gibi sadece varlıklı çapkın bir avukat değil, varlıklı olduğu kadar köklü bir ailenin delişmen oğlu, yani Süreyya’nın takıntılı olduğu cemiyetin (!) tam göbeğinden…
Koran ailesi her bölümde beni sinir etmeye devam ediyor. Metin’in ‘ne serden ne yardan vazgeçerim’ tavrı, Süreyya ve aile imajı takıntısı, Can ile Begüm arasında basit iki kardeş çekişmesi aşan gerilim ve tüm bu karmaşa içinde Cansu’nun aile içindeki pasif konumu… Tüm bu aile hikâyesi içerisinde Cansu’nun eklenti Işıl’a verdiği arkadaşça ama bir o kadar yerinde tüyolar ve akabinde Süreyya Koran’ın onu yaka paça dışarı attırması Işıl’ın yerini fark etmesini sağlamıyorsa bu kadın gerçekten saf ötesi…
Ve ilk çözülme, ‘uğursuzluğun hikâyesi’… Süreyya’yı anlayabiliyorum. Böylesine güçlü bir travma yaşayan kadının alacağı destek ile kolayca üstesinden geleceği bu durum, önce sevdiği adamı ardından da anne babasının kaybetmesi ile kendine bir kaçışa noktası belirlemesi ile sonuçlanmış: Cansu’nun uğursuzluğu… Tüm yaşadıklarının etkisi ile kalbine bir koza oluşturmuş, öyle bir koza ki kalın, kırılmaz, geçilmez… Şarkılar ile mesaj gönderen Levent bu kozayı delip kendine her bulabilecek mi? Bence evet… Onlarca hatasına rağmen Süreyya kalbinin yeniden pırpır etmesini hak ediyor. Aynı Cansu ile Kerem’in hak ettiği gibi…
Diğer iki çözülme ise AŞK’a dair: Cansu ile Kerem, Ece ile Mert
“Keşke bir masalda olsak şu an” Tüm klasik masalların en azından bir kaçış gecesi vardır AŞK dolu, nasıl külkedisi prens ile saatler gece yarısını gösterene dek dans ettiyse Kerem ile Cansu’nun yolları da ay ışığı altında sallanan koltukta birleşti. Ama pek uzun süremedi, Kerem’in istediği çok değildi hâlbuki tek bir gecelik kaçış, gerçeklerden, engellerden… Cansu’nun aklını başına getiren, dışarıdan bir bakışın tek bir fotoğraf karesinde yüzündeki huzuru kaydetmesi oldu. Ailesini geride bırakarak Kerem’in kollarına koşması bölüm için güzel bir sondu.
Hayatta mutluluğu yakalayabilmek için çokça “iyiki” leriniz olmalı, bu bölümün “iyi ki” si ise o fotoğrafçının ‘o an’ deklanşöre basması oldu… ‘Keşke’lerinizden daha çok ‘iyi ki’ leriniz olması dileğiyle…