Konuk yazarım Neslihan‘a katılmamak mümkün değil: ‘ Londra hakkında beş şey say’ deseler biri mutlaka parklar olur <3
Bakalım Neslihan hangilerini kaleme almış? Keyifli okumalar ^^
1991’den beri gittiğim ve en sevdiğim şehir olan Londra’da 101 tane parkın olduğu bilgisini bir kitapçıda öğrendiğim zamanki şaşkınlığımı dün gibi hatırlıyorum. Doğma büyüme İstanbullu olarak bu yaşım da dahil hep Anadolu yakasında oturduğum için yine kendimi şanslı sayıyorum ama 101 tane park İstanbul için hayal gibi bir rakam…
Londra’yı çok severim, sıklıkla da giderim ama onca Londra seyahatim içinde bu seyahatimde olduğu gibi turist gibi gezme olanağı bulabilmem sanırım şehri ilk ziyaretimde idi, sene 1991… Bu seyahatimde aynı şansı tekrar yakalayınca fırsatı kaçırmadım.
Bir turist bakış açısına göre Londra’da gezilecek görülecek çok yer var. Benim de gezip görmeyi sevdim yerleri sıralasam liste uzar, gider… Ama bu 3 haftalık Londra seyahatimde hedefimde olan lokasyonlar parklardı: Londra denilince akla ilk gelen en büyük park olan Hyde parkın dışında, St. James Park (Buckingham sarayının karşısı), Kew Royal Botanic Garden, Holland Park, Hampstead Heath…
İlk önce St. James Park dan başlıyorum. St. James Park’a gitmek çok kolay, hatta 101 parkın içinde ulaşımı EN kolay parklardan biri… 23 hektarlık bir bölgeyi kaplayan parkın etrafında 3 tane saray bulunmakta… Dolayısıyla tahmin edebileceğiniz gibi bu park en eski Royal Parklardan biri…Ben gittiğim öğle saatinde bayağı yoğun kalabalık vardı. Özellikle farklı milletlerden insanlar dikkatimi çekti, benim gibi birçok diğer turist de tercihini St. James’den yana kullanmış olmalı ^^
Hampstead Heath, Londra’yı tepeden görebileceğiniz muhteşem bir yeşil alan… Sıcak bir pazar günü oradaydım. 320 hektarlık bir bölgeyi kaplayan bir park olan Hampstead Heath’e İngilizlerin deyimiyle Tube ile Hampstead istasyonundan gidiliyor. Parkın içinde yer alan ‘Kenwood House’ diye bilinen bir malikane var. Sahibi evin çevresinde çok özenerek peyzaj düzenlemesi yaptırmış. Yaz gecelerinde evin bayağı geniş olan bahçesinde konserler de veriliyormuş. Bu seyahatimde kısmet olmadı ne yazık ki, bir daha sefere şansımı mutlaka deneyeceğim.
[wp_ad_camp_1]
Londra’da ulaşım araçlarından en çok sevdiğim otobüsle ulaşabildiğim park ile yazımı sonlandırayım.
Konakladığım yerin hemen önündeki duraktan kalkan 274 nolu hattın son durağı Lancester Gate’e gidip o bölgeyi keşfetmeyi hedeflemem ne kadar iyi bir kararmış ^^ Lancester Gate Hyde Park’ın girişlerinden biri. Hemen girişte İtalyan Bahçesi çıktı karşıma. Yolu takip ettiğimde Kensington Gardens’a ulaştım. Daha önceki ziyaretlerimde Hyde Park’a genelde Knightsbridge yönünden girdiğim için parkın bu bölgesi benim için bir ilk oldu.
Kensington Gardens’dan Serpentine diye bilinen Hyde Park’ın golüne ulaştığımda 15 Haziran tarihinde yüzdürülen Bulgar Sanatçı Christo’nun yüzen enstalasyon çalışması ‘The London Mastaba’ karşıma çıktı. Mastaba Arapçada ‘bench’ yani ‘bank’ anlamına geliyormuş. Bu çalışma tam 7506 adet boyanmış varilin yatay olarak birleştirilmesi ile oluşturulmuş 650 tonluk bir yapı. Daha sonra da Serpentine’in Knightsbridge tarafına geçip Prenses Diana’nın anısına yaptırılmış çeşmeyi görmeye gittim. Bu çeşme bizim anladığımız ‘çeşme’lerden oldukça farklı ama teması öyle güzel ki… 2004 yılında yapılmış bu çeşmenin Diana’nın çocuklara olan sevgisini yansıtması düşünülmüş…
Son söz, 101 parkın hepsini gezmek ne mümkün, sizlere yazım ve fotoğraflarımla birkaçının bilgilerini paylaşabildiysem ne mutlu bana… Devamı mı? Çok yakında ^^
Editör notu: Ne yazık ki Neslihan’ın çektiği o güzel fotoğraflardan sadece birkaçını ekleyebildim yazıya… Çok daha fazlası yazarın pixbynes_photo instagram hesabından inceleyebilirsiniz.
Gezdim Gördüm kategorisindeki diğer yazılar için tıklayınız