Çukur’un bu bölüm yazısını ‘üç silahşörler’e ayıracağım, kaderin -olayın temelinde Paşa ile Sultan’ın, ayırdığı ve yine kaderin bir araya getirdiği üç kardeş… Büyük acılar ile çerçevelenen geçmişlerine rağmen gelecekleri için omuz omuza çarpışan Koçovalı biraderler… Bölüm itibariyle “birimiz hepimiz hepimiz birimiz için” de diyorlar üstelik…
Ayıracağım ayırmasına da yazının teması hazır ama yazı ne zaman hazır olur? Bugün değil. O nedenle, sırf sevgili yorumcuların bölüm ertesi yorumları içlerinde kalmasın diye, admin pelerinimi giydim ve bu sayfayı açtım. En kısa zamanda yine aynı sayfada yazıda buluşmak üzere, Aslı kaçar ^^ Kaçmadan, üzülerek söylemek isterim ki, bölümü pek beğenmedim 🙁 …
Bölümün üzerinden 3 koca gün geçti. Zaman her şeyin ilacı derler ya, bölüm ertesi yazıyı kaleme alabilseydim zehir zemberek olurdu kalemimin dili… Ama bugün sanki beni mutsuz eden tüm gidişat silinmiş minnoş bir yazı yazacağım besbelli.
Hadi en çok sevdiğim bölümlerden başlayayım;
Medet ile Akşın’ın yan yana hayali bir mutfakta hayali bir yemeği pişirirken ki sohbeti… Babanın katilinin yanında olmak mı da zor, kanı ellerine bulaşmış adamın kızının yanında olmak mı? Akşın’ın kafa azıcık gidik olduğundan Medet’in göz yaşlarına şahit olduk. Tabii ki ağladım. Unutmadan, ne 17 ne 60, ‘Babasız kalmanın yaşı olmaz’! Hele ki bu sahne sırf replik, oyunculuk ile değil mekan, kadraj, ışık rejiye dair ne varsa çok iyiydi.
Ve Selim… Aslında İdris Baba’mı demeliyim… Yüzüne bakmadığı, sokak ortasında dövmelere doyamadığı, ‘ölü’ oğulları arasında saydığı Selim’e bırakılan o ince belli bardaktaki sıcak çay var ya… Ve tabii Öner Erkan var… O ağlayarak çayını yudumlarken içimin yağları eridi gitti…
Salih’in ezik bir şekilde koltuğa çökmüş oturması, Cumali’den gözlerini kaçırması ile başlayan ilk yüzleşme sahnesi ve sıcak su etkisi ile yaşanan dönüşüm ^^
“Ben Salih Koçovalı. Benim babamın adı İdris. Soyadı Koçovalı. Ben de onun oğlu Salih Koçovalı’yım”
Cumali istediği kadar ‘dur’ desin, babacığı kabul etmiş ki oğlunu ^^ Hoş geldin Salih Koçovalı <3
(Teknik olarak veled-i zina bile olsa dile getirilmesi hoş değil, yakışmadı sana be ya Cumali Koçovalı! Mantıken olması gereken buydu tabi, o ayrı ^^)
Babasının bir oğlu ölmesin diye Vartolu’yu kaçıran Yamaç’dan babasının bir oğlu diye ölmesin diye savaşacak Salih’e… Güzel geçiş… (Neden bu geçişin tamamlanması ile gözünü kısa kısa konuşuyor Salih?)
Cumali – Vartolu sahnelerinin hepsini ayrı sevdim. Bu gerçek. Keyifle izledim. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu durumu gibi oldu ama Salih’in Cumali karşısında espri ve taklit yeteneğini konuşturabilmesine de sinir oldum. Ağzına bir tane çarpmalık. Ha bana araba içinde kavga ettikleri sahne gibi sahneler gelsin, başımın üstüne…
-“anama niye küfür ediyosun lan”
-“kardeşimi niye öldürüyosun lan o zaman”
-“annem sizin yüzünüzden öldü”
-“lan ben 11 yıldır içerideyim haberim mi var”
Kavgaları bir yana ikilinin en güzel sahnesi ise Cumali’nin “Oğlum bak sana yemin ediyorum, eğer bilseydim, bana gelip anlatsaydın ya da seni nüfusuma alırdım. Bak yemin ediyorum ya…” Doğru, Vartolu’nun dertlerinden biri annesinin ve başına gelenlerin intikamını almanın yanı sıra – ki sonuna kadar haklı, Koçovalı olmak değil miydi? ^^
Aksiyon sahneleri gösteriyor ki Cumali Bey Abi. Raconun kitabını yazar, o derece… Kahveye girdiğinde elini öpmeye uzananlara o hareketi neydi öyle? Buraya kadar çok klas… Sevgili senarist lütfen onu bir sevgi pıtırcığı yapmayalım! Birtakım espriler falan… Hoş değil!
Diyeceğim o ki ben Cumali’nin Yamaç’ın teklifini bile hemen kabul etmesini kabullenememişken Cumali – Salih sahneleri Vartolu – Medet sahneleri kıvamına gelmesin recaaa ediiiciiim…
Medet demişken, ay tribini yesinler… Neyse Yeşilçam misali koşarak kavuşma sahnesi (bu sefer hız önlemi alınarak ^^) bir kez daha yaşandı. Onları ayrı düşünmek mümkün değildi, güzel oldu, çok güzel oldu…
[wp_ad_camp_1]
İdris Baba neden inzivaya çekildi anlayacağız anlamasına da karısı ile derde kaldı adam yahu. Neyse ki gelini imdadına yetişiverdi. Bu arada Sena Sultan’ın kafasını dağıtmak için televizyon açar. Alyanak mı o? Çukur’un anası da gidip ben bilmem eşim bilir izleyecek değildi tabii. Güzel bir selam çaktılar, bir kez daha… (Hatırlarsınız, ilki Mustafa Uğurlu) Ama bir tek ben değildim sanırım az sonra Mert görünecek, Sultan biraz daha delirecek diye düşünen?
Sultan’ı ziyaretini bir kenara bırakalım; Sena’sız bir bölüm izledik sayılır, sevindim. Bu sezon oyuncudan kaynaklı değil, Sena’nın üzerine yüklenen ‘yaşam koçu’ rolünü hiç benimsemediğimi bir kez daha söylemek isterim. Ama Sena’dan çok daha beter bir karakter var ki: Deren. Yarım aklı ve bu sezon ekstra şişirilmiş dudakları ile flörtöz şekilde ortalarda dolanması yok mu…
Ve evet, klasik döngü başladı. Bir Karakuzular kazanır bir üç silahşörler… Bu sezon böyle sürer gider… Ama günün sonunda (linç yemeyeceksem) Karakuzular’ın (nasıl oldu acaba?) Yamaç’ın planını bozmasına sevindim. Gerçi kimyager olmadan o malzemeler ellerinde patlayabilir o ayrı ^^
Ha bir de Cumali bu kez ‘bebe’nin dediğini yapmadı. Güzel ayrıntı! Sanırım koskoca Cumali Koçovalı’nın Yamaç’ın dediklerini harfi harfine uyguluyor olması bir benim canımı sıkmış olamaz değil mi?
Bu sezon mantıksal konulara girmek istemiyorum, bak ölenler nasıl oldu da öl-e-medi de demiyorum ama şu tapu olayı bir gün açığa çıkabilir mi acaba? Selim ne oldu da tapuları Karakuzular’a teslim etti? Etmediyse sok devletin polisini Çukur’a ne diye cebelleşiyorsun boşuna?
Günler sonra kaleme alınan yazı ancak bu kadar toparlandı, yorumlarda buluşalım mı?
Fragmanda adı geçti, Meliha anketine katılmış mıydınız?
ÇUKUR – GÖNLÜMDEKİ MELİHA SANCAKTAR
ÇUKUR 2. SEZON 5. BÖLÜM FRAGMAN
Dizi ile ilgili diğer yazılara göz atmak isterseniz İzledim / Çukur kategorisini ziyaret edebilirsiniz.