Venedik Bienali adından da anlaşılacağı üzere Venedik’te bu yıl olduğu gibi tek sayılı yıllarda organize edilen bienaldir. İstanbul Bienali’nden uzun süreli olması Bienal zamanında yapacağınız bir Venedik seyahati bir taşla iki kuş misali çok daha keyifli olabilir.
İşte Samile tam da bu keyfi yaşayanlardan. Ne şanslıyız ki konuğum oldu ve yaşadığı deneyimi kelimelere döktü. Keyifli okumalar ^^
26 Kasım’da sona eren 57. Venedik Bienali’nin son 2 gününü yakaladık. Bienal vesilesiyle de Venedik’li ‘arty’ arkadaşlarımızla bir kaç gece takılmaca ve bienal raconu öğrenme şansımız oldu.
Malumunuz, Venedik’te motorlu araç yok. Bisiklet bile görmedik. Herkes her yere yürüyor ve bu yüzden de hızlı adımlarla ilerlerken bir taraftan da birbirilerine laf atan çok insan görüyorsunuz.
Gelelim yazımızın temel konusu olan Venedik Bienali’ne… Bienalin iki temel mekânı var: Gardine ve Arsenal. Venedik ahalisi genel olarak Arsenal denilen eski limandan çevrilmiş mekandaki işleri daha çok beğenmiş görünüyorlardı.
Bienal kapsamında, onlarca ülkenin pavyonunu şehrin farklı noktalarına dağılmış şekilde bulmak mümkün. Bu seneki tema ‘Viva Arte Viva’ olarak belirlenmiş. Bu sloganın seçiminin arkasında, etkinlik misyonu olarak modern sanatın; kayıtsızlık, şiddet ve günümüz dünyasının içinde bulunduğu çatışmalara karşı bir ‘son savunma hattı’ olması fikri yatıyor.
En çok ilgi gören pavyon Arjantin Pavyonu’ndaki ‘Devasa Bir Beyaz Atla Karşılaşan Kız’ entalasyonu.
Arsenal’daki genel pavyonun en sonuna yerleştirilen irice yün yumakları da bu seneki ‘büyük boyut’ trendinin başka bir yansıması:
Bienalin yanında, zaten efsane haline gelmiş Peggy Gogenheim Müzesi’nin kalıcı koleksiyonu, Maharaja Hazineleri sergisi, meşhur Damien Hirst’in ‘İnanılmaz Batığı’ndan Ganimetler’ sergisi gibi onlarca sergiye aynı anda ev sahipliği yapan 260,000 kişilik şehirde, kişi başına düşen plastik sanat etkinliğinin İstanbul’un kaç katı olabileceğini hesaplamak bile istemedim.
Boyuttan bahsedip, Damien Hirst’den bahsetmemek de olmaz. Modern sanatın dünyasındaki en çok tartışılan ve Avrupa’nın yaşayan en zengin sanatçısı ünvanını taşıyan Hirst’in sergisinde metrelerce kuyruklar gördük. Sergi’de, 2000 yıl kadar önce Hint Okyanusu’nda battığı düşünülen bir gemiden çıkartılmış objelerin mermer, altın, bronz ve kristalden yapılmış devasa boyutlardaki kopyalarını sergiledi. Serginin başında sizi -sanatçının kendi cebinden ödeyerek finanse ettiği, bu batık çıkarma çalışması işe ilgili bir belgesel karşılıyor. Belgeselde batık çıkartma süreci tüm detaylarıyla haftalarca görüntülenmiş. Çıkan eserlerin nasıl temizlendiği, kullanılan teknikler ve batık çalışmasında çalışan görevlilerle yapılan röportajları izliyorsunuz.
Sergiyi gezmeye başladığınızda kafanızda bazı deli sorular dönmeye başlıyor. İlk önce pek çok ezoterik kültürden eserlerin nasıl olup da aynı gemide toplandıklarını sorgulamakla başlıyorsunuz (Yunan, Afrika, Hint vb.) Sonra, bazı objelerin o döneme ait olamayacak formlarda olduğu gibi bir his karşılıyor sizi. En sonunda Miki Mouse heykelini gördüğünüzde ise Hirst’in sizinle dalga geçtiği gerçeği artık yüzünüze iyice vuruyor. Sergi düzenlemesi bunu hemen keşfetmenize izin vermeyecek şekilde, sizi uzunca bir süre şüphede bırakma üzerine tasarlanmış. (Belki de ben çok geç uyandım, bilmiyorum^^) Ama çıkarılan yüzlerce sikke, detaylı yazılmış tarihi bilgilerle desteklenmiş tabelalar, belgesel vs. derken epey kafa buluyor ziyaretçileri ile Hirst…
[wp_ad_camp_1]
Venedik’li bir arkadaşım vesilesiyle tanıştığım, Venedik’e bienali gezmek üzere gelmiş –ve bu işe 10 gününü ayırmış, dünya tatlısı seramik sanatçımız Handan Börüteçene çok güzel özetledi aslında;
“Bu son noktada artık sanat filan değil. Aslında detaylı ve büyük bir proje… Günümüzde bir beyaz eşya üreticisinin Çin’de fabrika kurması veya bir Amerikan araba markasının Türkiye’de üretime başlaması kadar büyük bir operasyon, bütçe ve planlama gerektiriyor. Zaten Hirst de bu amaçla arkasına dünyanın en zenginlerinden François Pinault’u almış ki kendisi Selma Hayek’in kayın babası olur…”
Bu kadar sanat yeter diyenlere –Venedik seyahatimizin bir başka keyfi, yediklerimizden de kısaca bahsedelim:
(Bizim Balık Pazarı’nın Venedik versiyonu. Daha çok kadınlar servis yapıyor ve çok şenlikle. Pek yabancı turist görmedik. Yalnız, en az iki hafta önceden rezervasyon şart.)
Sırf seyahat bloglarında yazıyor, Hemingway zamanında orada takılmış diye Harry’s Bar’a gitmek isteyebilirsiniz. Bir Bellini’nin 25 Euro olduğunu bilin de, ondan sonra karar verin!
Teslim olunacak turistik klişe ise kahvaltı için ‘Continental Breakfast’ veren merkezi barlara takılmak. Eşim, Türk kahvaltı teröründen kendini korumak için yumurta, peynirli tost, Nutella, Earl Grey çay vs. servis eden bir kaç yer bulmuş biz gitmeden. İlk Venedik seyahatimizde ayak-üstü kahve ve kruvasan ile geçiştirmeye çalıştığında başına gelenler hala aklında sanırım (Yıl: 2009).
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.