Döviz Kurları malum, artık rotalar yurt içi gezilerine yöneldi doğal olarak… Sanırım TL’nin değer kaybetmesinin tek iyi yönü de bu oldu, kendi topraklarımıza keşfedecek ne kadar çok şey var… Örneğin, Lavanta Hasadı ve Salda Gölü yılın yaz trendleri arasında ilk sırada…
Bu geri rotasına dair ikinci yazıyı da Buke kaleme aldı. Yazıyı bloga eklerken lavanta kokusunu hiç sevmeyen ben bile heves ettim, bakalım siz ne düşüneceksiniz? Keyifli okumalar ^^
Komşumuzla oturup kahve içerken Lavanta Köyü’nden konu açıldı. “Herkes gidip görüyor, turistler gidiyor, biz bu kadar yakınımızda olan yeri neden gidip görmüyoruz” diye konuştuk kendi aramızda. Böylece Lavanta Köyü’ne gitme fikri ortaya atıldı ve günübirlik Lavanta tarlaları ve Salda Gölü turu ayarlayarak cumartesi günü Antalya’dan yola çıktık.
İlk durağımız Karacaören Barajı’nda Naturel Restaurant’tı. Kahvaltı molasının ardından Isparta’nın Keçiborlu İlçesi’ne bağlı Kuyucak Köyü’ne doğru yola koyulduk. Köye yaklaştıkça yer yer öbek öbek lavantalar bizi karşılamaya başladı. Temmuz sonu olduğu için yollardaki lavantalar artık kurumuş ve rengi mordan ziyade griye çalan bir renk almıştı. Ne de olsa lavanta mevsiminin sonuna geliyorduk. Tur rehberimiz yaylalardaki tarlalarda lavantaların mor rengini görebileceğimizi, ancak oralara otobüslerin çıkamadığını, bu nedenle traktörlerle oraya ulaşacağımızı belirtti.
Lavanta kokulu derken abartı gibi gelebilir kulağa ama Kuyucak Köyü’ne gidip de otobüslerin durduğu son durakta araçtan adımınızı attığınız anda, sizi sarıp sarmalayan, ciğerlerinize işleyen lavanta kokusu ile “Bu köy bu ismi sonuna kadar hak ediyor” diyor insan. Evet otobüslerden indiğimiz anda muhteşem bir lavanta kokusu karşıladı bizi. Yol kenarında teyzeler lavanta demetleri ve lavantadan taçlar hazırlıyorlardı. Onlarla selamlaşıp 17-20’şer kişilik gruplar halinde bizi bekleyen traktörlere bindik ve yaylaya doğru yola çıktık. Yaklaşık 15 dk. kadar gittiğimizde muhteşem bir lavanta tarlası ile karşılaştık. Tabii ki lavanta tarlasında fotoğraf molası verildi.
Burada lavantanın köye geliş hikayesine de kulak misafiri olduk. Fransa’da çalışan Türk bir işçi getirmiş köye 70li yıllarda… 30 aileye 15’er kök lavanta dağıtılmış. İlk fideler o zaman ekilmiş. Ondan sonra da lavanta üretimi giderek artmış köyde. Eskiden çok göç veren köy lavanta üretiminin artmasıyla yeniden nüfus artışı yaşamış ve Kuyucak Köyü turistlerin uğrak yerlerinden biri haline gelmiş. Lavanta üretimi o kadar ilerlemiş ki ‘Lavanta Kokulu Köy Kadın Girişimcileri Kooperatifi’ kurulmuş. Köyün kadınlarına eğitim de verilmiş.
Tarladaki fotoğraf çekimi ve kısa sohbetin ardından traktörlerdeki yerlerimizi alıp tekrar köy merkezine indik. Burada ilk önce lavanta yağının nasıl yapıldığını, lavanta yağı yapma makinesi üzerinde anlatan köylüyü büyük bir dikkatle dinledik.
Kuru lavanta makinenin kazan kısmına atılıyor ve kazan ısıtılmaya başlanıyor. Isı arttıkça buharlaşan lavanta suya damlıyor. Suyun üzerinde bir yağ tabakası oluşuyor. Bu lavantalı su şişelere dolduruluyor. Ardından üstte kalan yağ tabakası şırınga ile çekilerek lavanta yağı elde ediliyor.
Lavanta sadece bir bitki değil burada. 250 kişilik bir köyün temel geçim kaynağı. Sabun mu istersiniz, bal mı, esans mı, lavanta taçları mı, lavanta dolu keseler mi… Ne ararsanız var burada. Çeşit çeşit hediyelikler bulabilirsiniz. Magnetler de buna dahil tabi ki…
Köylü kadınlar evlerinin önünde bir yandan yaptıkları ürünleri satıyorlar, diğer yandan lavanta demetleri ve taçlar yapıyorlar. Bir yandan da gelen ziyaretlerle hoş muhabbetler ediyorlar.
Unutmadan, sadece lavanta değil badem de satılıyor köyde.
Biz lavanta balı aldık. Lavanta balı deyince balın lavanta kokacağı düşüncesi akla gelebilir ama öyle değil. Arılar lavanta çiçeklerinden topladıkları özlerle yapıyorlar balı. Zaten lavantalar arasında dolaşırken öz toplayan arılarla pek bir kaynaşıyorsunuz.
Lavantalı dondurma, lavantalı Türk kahvesi dikkatimi çeken diğer ürünler oldu. Serbest zamanımız sadece yarım saat olduğu için kahvesini tadamadım ama tur rehberimizin “lavantalı sabun yiyor hissine kapılabilirsiniz” şeklindeki müthiş motivasyonuna (!) rağmen Lavantalı dondurmanın tadına baktım. Rehberimizin aksine ben beğendim, sabun yiyor hissine de kapılmadım. Aromalı dondurma seven en azından bir kere İrfando marka dondurmayı denemeli diye düşünüyorum. Lavantalı dondurmanın yanında bir de güllü dondurma vardı ama Lavanta köyünde Lavantalı dondurmayı tercih ettim. Serbest zamanın ardından otobüsteki yerimizi aldık ve öğle yemeğini yemek üzere Burdur’a hareket ettik.
Burdur’un meşhur şiş köftesini yemek üzere Burdur Bimtaş Göl Restaurantta mola verdik. Menümüz 1.5 porsiyon şiş köfte ve salatadan oluşuyordu. Lezzetli ve doyurucuydu.
Gezimizin ilk bölümü böylelikle bitmiş oldu. Sırada gezimizin ikinci bölümü olan Salda Gölü var.
[wp_ad_camp_1]
Lavanta Tarlası ve Salda Gölü gezi notlarımın ikinci bölümüne Salda Gölü hakkında kısa bir bilgi vererek başlayayım.
Burdur iline bağlı Yeşilova ilçe merkezinden 4 km. uzaklıkta bulunan Salda Gölü 184 metre derinliğine sahip Türkiye’nin en derin gölü. Bembeyaz kumsalı ve mavinin tonlarının bütünleşmesi ile mükemmel bir görünüme sahip. Salda bir krater gölü ve tektonik hareketler sonucu oluşmuş. Salda Gölü’nün girişinde bizi karşılayan tabela yüzümüzü gülümsetti.
Türkiye’nin Maldivler’i olarak adlandırılan Salda Gölü’ne köylünün taktığı isim: SALDİVLER Salda Gölü’nün iki ayrı plajı var. Bizim gittiğimiz ‘Beyaz Adalar’ olarak adlandırılan plajın girişinde köylülerin açtığı stantlarda hediyelik eşyalar, köylülerin kendi yetiştirdiği meyve sebzeler satılıyor. Ayrıca bir şeyler yeme içme olanağı sunuluyor ziyaretçilere…
Ardından plaj kısmına geçildiğinde sıra sıra kafelerle karşılaşıyorsunuz. Kafe isimleri birbirinden eğlenceli: Maldivler Kafe, Saldivler Kafe, Turkuaz Kafe, KumSALDA Kafe bunlardan birkaçı. Burada Salda Gölü’nün muhteşem manzarasına karşı çayınızı, kahvenizi yudumlayabilir, karnınızı doyurabilir ve dondurma yiyebilirsiniz. Düşünsenize; yaz sıcağından kaçıp serin serin oturabilirsiniz ^^ Dilerseniz kendinizi Salda Gölü’nün buz gibi suyuna bırakabilirsiniz. Göle girip bembeyaz kumlara bastığınızda pamuk üzerinde yürüyor gibi hissediyorsunuz.
Salda tatlı su gölü… Göl suyunun beyaz görünen kısmında yüzmek zor çünkü su çok alçak. Yine de biraz ilerlerseniz daha rahat yüzebilirsiniz. Mavi kısımda ise su boyu geçiyor ve yüzmek için daha uygun. Sahili oluşturan beyazlık aslında kum değil, bol miktarda magnezyum içeren minik taşlar. Gölün içinde ilerlerken yer yer çamurlaşmaya rastlayabilirsiniz. Bu çamur killi özelliğe sahip olduğu için yüzünüze kil maskesi yapabilirsiniz sahilde oturduğunuz sürece…
İnsan bu cennet gibi yerden ayrılmak istemese de iki saatlik molanın ardından otobüslerdeki yerimizi aldık ve yaklaşık 3 saat sürecek olan Antalya’ya dönüş yoluna koyulduk. Yol boyunca dağlardan mermer çıkarmak için yapılan çalışmalar sonucu yıpranmış dağları görmek üzdü doğrusu…
Antalya içerisinde dağıtım uzun sürdüğü için Korkuteli yolu üzerinde kısa bir mola verip yola devam ettik. Antalya’da otobüse bindiğimiz noktalarken inerken firmanın hediyesi olan birer demet lavantamızı da almaya unutmadık. Böylece güzel bir günün sonuna gelmiş olduk.
Salda Gölü ile ilgili diğer yazıyı okumuş muydunuz? SALDA GÖLÜ – SAGALASSOS – EĞİRDİR – BİR HAFTA SONU KAÇAMAĞI
Gezdim Gördüm kategorisindeki diğer yazılar için tıklayınız
Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.