Kategori: İzledimNetflix

50 M2 – Bir Küçük Aidiyet Meselesi

Netflix’de yayına giren Türk orjinal dizilerinden 50 m2 ile Ocak ayı sonunda tanıştık ama inceleme yazısı yayınlamak bugüne nasip oldu. Yönetmen koltuğunun Selçuk Aydemir’e emanet edildiği, senaryosunu ise Burak Aksak’ın kaleme aldığı  8 bölümlük  dizinin yorumu konuk yazarım Bade‘den. Keyifli Okumalar ^^

Dizi, hayatı için kaçarken kendisini bulmaya çalışan Gölge (Engin Öztürk) adlı gizemli bir tetikçinin hikâyesini anlatıyor. Gölge, kendisine uzun süredir kayıp olan babası gibi davranan Servet’in ihanetinin ardından, kendini aniden yabancı bir mahallede 50 metrekarelik bir terzi dükkanında yaşarken bulur. Durum düzelene kadar orada saklanırken, mahalledekilerin kendisini ölen dükkân sahibinin oğlu olduğunu düşündüklerini öğrenir. Ancak, bu kimliği korumanın düşündüğü kadar kolay olmayacağını çabucak anlar. Bu yeni mahallede ne kadar yaşarsa, geçmişine ve gerçek kimliğine dair sırları o kadar çok keşfedecek, etrafındakilere o kadar çok yardım edecek ve bir o kadar başka birine dönüşecektir.

 

Burak Aksak’ın rüştünü ispat etmiş olduğu bir dönemin fenomen komedi dizisi Leyla ile Mecnun’un tek bir bölümünü bile seyretmemiş biri olarak benim kendisiyle tanışmam sinema filmleri sayesinde olmuştur. Bana Masal Anlatma, Kara Bela ve Sen Kiminle Dans Ediyorsun son derece keyif aldığım filmlerdi. Dijital dizilerin sansürden muaf olmasından ve ideal süresinden ötürü halihazırda göz bebeğimiz olmasının yanı sıra gülmeye ihtiyaç duyduğumuz bu zorlu dönemde yine keyifli bir seyir zevki umuduyla 50 m2’yi dizi takvimime tereddütsüz dahil ettim.

Hikayemizin ana kahramanı Gölge. Çok küçük yaşta ebeveynlerini kaybetmesiyle onu yanına alan ve babası gibi gördüğü Servet’in kirli işlerini yaparken bir yandan da geçmişinin ve gerçek kimliğinin peşinde. İsmi ne? Annesi ve babası neden öldüler? Ancak bu kurulu düzen Servet’in ihanetiyle bir anda tepetaklak olur ve peşine düşen Servet’in adamlarından kaçarken bir dizi tesadüfler silsilesi sonucunda kendisini yabancı bir mahallede 50m2’lik bir terzi dükkanında saklanırken bulur. Tek amacı, peşindeki adamları atlana dek bir süreliğine orada saklanmakken sabah uyandığında mahalledekilerin onu vefat eden dükkan sahibinin oğlu Adem sanmasıyla yeni kimliğine ve hayatına da kavuşmuş olur. Bundan sonrası tahmin edilebileceği üzere olaylar zinciri olsa da Gölge’nin gerçek(!) kimliğini saklama çabasıyla birlikte hiç bilmediği bir dünyayı tanımaya başlaması ve yeni maceralara atılmasıyla kim olduğunu keşfetme, başka birine dönüşme hikayesi aslında.

 

GÖLGE

 

Giriş paragrafında “Gülmeye ihtiyaç duyduğumuz için” diye belirtmiştim ancak salt komedi ve yüksek dozda gülme arayışında olanlara beklentilerini yüksek tutmamalarını öneririm. Zira benim güldüğüm sahne sayısı bir elin parmaklarını geçmemiştir.  Komedinin yanı sıra aksiyon, gerilim, dram gibi muhtelif türleri de içinde barındıran bir dizi var karşımızda. Aksiyon ağırlıklı hareketli bir ilk bölümün ardından ikinci bölüm itibariyle mahalle temasına geçildiğini görüyoruz. Teknolojinin bizleri henüz esir almamış olduğu 90’lı yıllarda mahalle kültürünü bilerek ve mahalleli olmanın tadını çıkararak büyüyen o şanslı nesle ait bir çocuk olarak bu geçişten oldukça memnun kaldığımı belirtmeliyim. Dört bir yanımızın gökdelenlerle çevrilmediği, bilgisayar oyunlarıyla değil sokak oyunlarıyla büyüdüğümüz, komşu olmanın kıymetli olduğu özlem duyulan o zamanları bizlere hatırlatması açısından 50 m2 önemli bir işlev görüyor. Öte yandan uyuşturucu satıcılığı & kullanımı, kaçak mülteciler gibi toplumun kanayan yarası olan mevzulara değinmesini ve hayata dair pek çok konuda vermiş olduğu alt mesajları sevdim.

 

 

Ana kahramanımız Gölge’yi canlandıran Engin Öztürk’ün oyunculuğunu Fatmagül’ün Suçu Ne ve Yüksek Sosyete dizilerini referans alarak değerlendirdiğimde “ne iyi ne kötü” kategorisine dahil edebiliyorum. İlk bölümün ertesinde kendisi hakkında tereddütlerim oluştuğunu itiraf etmeliyim. Öncelikle canlandırmış olduğu karaktere zıt bir şekilde fazla Avrupai tipli ve havalı buldum. Aksiyon sahnelerinde tecrübeli ve oyunculuk performansı daha iyi olan jönler varken “Neden Engin Öztürk tercih edildi?” diye sordum kendi kendime. Ancak dizi ilerledikçe bu düşüncelerim uçup gitti. Öfke, acı, neşe gibi değişken ruh hallerini başarıyla yansıtmış. Beni Gölge olduğuna inandırdı ve keyifle seyrettirdi. Sempatikliğiyle ekrana yakıştırdığım Aybüke Pusat ise mahalledeki tek kadın karakter olarak erkeklerin arasında ay gibi parlıyor. Engin Öztürk ile uyumları da gayet yerinde.  Karşılıklı atışmalarla ve laf atmalarla başlayan ilişkilerinin zamanla duygusal bir ilişkiye evirilmesi beklenen bir durumdu. Mevcut kaosun ortasında birbirlerine açılamadılarsa da baş başa kaldıkları her an mimikleriyle ve bakışlarıyla birbirlerinden hoşlandıklarını belli ettiler. Aralarındaki elektriklenmenin yoğunlaştığı 7. ve 8.bölümdeki sahnelerine doyamadığımı belirtmeden geçemeyeceğim. Gölge’nin gizemli geçmişini ve Servet’in hegemonyası altında sürdürdüğü yılları, Dilara’nın ise annesinin vefatının ardından bir süreliğine uzaklaşmasını saymazsak tüm hayatının ev-pastane arasında mekik dokuduğu bir mahalleyle sınırlı olduğunu göz önüne aldığımızda ikisinin de fazla gönül macerası yaşamamış olduğunu tahmin etmek zor değil. Bu bağlamda aralarındaki ilişkinin son derece nahif ve samimi olacağından şüphem yok. İmkansızlıklar içerisinde yeşeren bir aşk yeni sezon için beni heyecanlandıran konuların başında geliyor.

 

GÖLGE DİLARA

Kısıtlı süreden ötürü yan karakterlerin hikayelerine derinlemesine inilemese de cılız birer yan karakter olarak kalmadıklarını, her birinin bir değeri temsil etmekte olduğunu görüyoruz.

Kötü karakterlerimiz Servet ve Mesut çıkarcılığın, düzenbazlığın, insanın çıkarları uğruna ne kadar ileriye gidebileceğinin temsilcileri.

 

SERVET MESUT

 

Muhtar Bey henüz tanıdığı Gölge’ye hiç tereddüt etmeden koşulsuz şartsız evini açarak insancıl ve merhametli yönünü gözler önüne sererken muhtarlık görevinin de etkisiyle çatışmalarda ve sorunlarda uzlaştırıcı bir misyon yükleniyor. Mahalle kültürünün de dizideki en büyük temsilcisi.

 

MUHTAR

 

Dilara, nahif görüntüsünün altında güçlü bir yan da taşıyor bana göre. Hangi yaşta olursa olsun bir çocuk için annesi kaybetmek ciddi bir travmadır. Dilara’nın da bu acıyı yaşaması hayatının dönüm noktası olmuş. Üzülmüş, dağılmış, yapamamış ve çekip gitmiş. Ama düştüğü gibi kalkmasını da bilmiş ve kendi ayakları üstünde durabilmek için çok önemli bir adım atmış. Pastane, Dilara’nın başarısı, mutluluğu, kendini iyi hissettiği ve nefes alabildiği yer. Kısacası pastanesi hayatı. Yaşam alanının avuçlarının arasından kayıp gitmemesi için ataerkil bir mahallede ortaya çıkardığı mücadeleci ruhunu ve sergilediği güçlü duruşu çok sevdim.

Yakup’un çocukluk aşkı Dilara’dan başka kimseyi sevmemiş olması güzel bir sadakat örneği ancak Dilara’nın gidişiyle dibe vurup karanlık işlere bulaşmasının hiçbir şekilde affedilebilir bir yanı yok ve artık bu işlere tövbe etmiş olduğu halde hala bir baltaya sap olamamış olması da kabul edilebilir bir durum değil.

Civan, üzülmek ile kızmak arasında muallakta kaldığım bir karakter. Kişinin, hayatındaki eksiklerle ve fiziksel engellerle yüzleşerek kendiyle barışık olması ve kendini olduğu gibi kabul etmesi gerekirken Civan bunun tam aksi bir imaj çizmekte. Geçirdiği sakatlıkla birlikte önce futbol kariyerinin sona ermesiyle sendelemeye başlarken büyük aşkı tarafından terkedilmesiyle sadece yolunu kaybetmekle kalmıyor, benliğini de kaybediyor. Hiç dillendirmemiş olsa da çevresindekiler tarafından amiyane tabirle “ezik” olarak görüldüğünü düşündüğü o kadar belli ki bir şeyleri ispat edebilmek adına Mesut ve Servet gibi kötülük timsali adamların maşası olarak hayatını idame ettirmesinin başka bir açıklaması olamaz. Nitekim Gölge, tıpkı Muhtar beye yöneltmiş olduğu “Nasıl bu kadar böyle saf ve temiz kalabildiniz?” sorusunda olduğu gibi Civan’a da kendi benliğini bulması gerektiği konusundaki tavsiyesiyle tam anlamıyla nokta atışı yapıyor.

 

 

“Acaba dizi tek sezonluk mu?” düşüncesiyle 8.bölüme giriş yapmışken art arda gelişen sürpriz olaylarla cevabımı almış oldum. Karanlık tarafa geçmiş olduğu halde iyi ve merhametli bir kalbi olduğunu düşündüğüm için kimseye zarar veremeyeceğini öngördüğüm Civan’ın babasını boğmasının şokunu üstümden atamamışken Servet’ten Gölge’nin annesinin hayatta olduğu itirafı geldi. Gölge onun hayatını bağışlasın diye elbette ki blöf de yapmış olabilir ama şayet doğruysa Gölge’nin babasının annesini bıçakladığı dair rüyası gerçek değil miydi? Anne nerede yaşıyor? O da oğlunu arıyor mu yoksa onun öldüğünü mü sanıyor?

Ve bir sezon finali klişesi olarak patlayan silahla kapanış sahnesi ve “Kim vuruldu?” sorunsalı. Gölge’nin annesine kavuşabilmesinin anahtarının Servet’in ellerinde olduğu düşünülürse şu anda hiçbirimiz onun ölmesini dileyemeyiz.

 

 

Emeklere sağlık… 50 m2 ikinci sezon ne zaman yayınlanacak henüz belli değil ama bu keyifli macera ve tüm cevapsız sorularım için ikinci sezona şimdiden yerimi rezerve ettim.

 

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

DEHA – Bu Savaşın Bir Kazanı Olacak mı?

Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

2 saat Önce

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Beni Sen Tutuyorsun

Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Seni Sevdiğimi Gizlemiyorum

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Korkma, Korkarsan Kaybedersin

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

6 gün Önce

DEHA – Bu Dünya Gücü Gücüne Yetenlerin Dünyası

Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

1 hafta Önce