Adım Farah ekran yolculuğuna başladı. İlk bölüm reytingleri Total’de 3,94 reyting ile 7.lik, AB’de 4,51 reyting ile 3.lük ve ABC1’de 4,37 reyting ile 5.lik. İlerleyen bölümlerde çok daha yükseleceği kesin, reytingi bol olsun dileğimizle bölüm izlenimleri Gözde‘den… Keyifli okumalar ^^
Adım Farah beklentimin üzerinde bir bölümle bize “Merhaba.” dedi. Gerçekten dört dörtlük diyebileceğim bir ilk bölüm çekilmiş. Başta rejisi, görüntü yönetimi, müzikleri, oyunculuklar olmak üzere işin her parçasında inanılmaz bir emek ve özen olduğu belli. Ortaya çıkan iş sinema filmi tadındaydı. Baştan sona o kadar sürükleyiciydi ki bir solukta seyrettim. Elbette işin az da olsa kusuru vardı ama göze batmadı, ekran başından samimi bir memnuniyet ile kalktım ve uzun zaman sonra bir bölümü tekrar tekrar seyretmeye doyamıyorum dersem abartmış olmam.
Dizinin yönetmeni Recai Karagöz’ün daha önce yönettiği iki diziyi de seyretmiş biri olarak her işinde üstüne katarak ilerlediğini söyleyebilirim. Çok doğru bir dünya kurmuş ve beni o dünyanın içine ilk sahneden çekmeyi başardı. Hem teknik olarak çok başarılı kadrajlar vardı, açılar çok iyiydi hem de oyunculardan en üst seviyede performans almayı başarmış. Görüntü yönetmeni Veysel Tekşahin de tek kelimeyle döktürmüş diyebilirim. Aytekin Ataş imzalı müzikler de çok iyiydi. İlk günden beri diziye onun müziklerinin çok yakışacağına emindim. Yalnız ses miksajının diğer bölümlerde bu şekilde olmamasında fayda var, müziğin seviyesi özellikle konuşmalı sahnelerde çok yüksek. Farah ve Koşaner Ailesi’nin yaşadığı apartmanın da Moda’da olması hoşuma gitti. Moda, İstanbul’da yaşarken en sevdiğim ve yaşamayı da isteyebileceğim yerlerden biriydi. ^^
Farah rolünde Demet Özdemir’i çok ama çok beğendim. Şu an ondan başkasını Farah olarak düşünemiyorum. Öncelikle her dizisinde oyunculuğunun üstüne katarak gittiğini söyleyebilirim. Farah rolünü oynayamaz diyenleri haksız çıkardığı görmekten dolayı çok mutluyum. Demet Özdemir, etiğiyle kemiğiyle Farah olmuş. Farah’a o kadar doğru bir ruh üflemiş ki karakteri ilk bölümden bir hayli tanıdığımı düşünüyorum, onunla empati kurabildim. Saçıyla ve karaktere özel makyajıyla da karşımda İranlı bir kadın gördüm. Ayrıca onun ve çocuk oyuncunun ara ara Farsça konuşması da güzel bir detay. Oğluyla kendine evlerinde bambaşka bir dünya yaratmış, tüm hayatını evladına göre düzenlemiş, kimliksiz ve sadece biricik oğlu için çırpınan bir kadın. Oğluna olan sevgisi, şefkati sonsuz, gördüğüm en iyi annelerden biri. Farah ile Kerimşah’ın arasındaki anne oğul bağı o kadar gerçekti ki ben onların ilişkisine vuruldum. Aralarındaki sevgi ekrandan bana geçti. Farah aynı zamanda çevresindeki her canlıya karşı merhametli, insanlarla iletişim kurmada oldukça becerikli, gözü kara, oğlu için yapabileceklerini sınırı yok. Sadece çocuğu söz konusu olduğunda korku duyan, aslında cesur bir kadın. Tahir ile ilk karşılaştıkları sahnede oradaki diğer kadınlar susarken o cevap verebildi. Zeki, pratik zekalı. Cinayeti gördükten sonra o denli korku içinde dahi mekanı temizlemeyi teklif edebilmeyi akıl edebildi. Farah’ın “Kolye bizim her şeyimiz.” diye bahsettiği kolyenin de hikayesini çok merak ediyorum. Belli ki İran’dan kaçarken getirmiş. Bir aile yadigarı mı, ailesi zengin ve soylu muydu merak ediyorum doğrusu. Kerimşah’ın babası da merak ettiğim karakterlerden. Farah ondan dolayı mı ülkesinden kaçtı acaba? Adamın çocuktan haberi olduğunu hiç sanmıyorum, olsa bunu hissederdik. Kerimşah babasından hiç bahsetmiyor bile. Onun için sadece “anne” var. Bu ve Farah’ın hastane sahnesindeki hali bana Farah’ın babadan nefret ettiğini düşündürdü.
Tahir rolünde Engin Akyürek yine o adam olmuş. Daha ilk bölümden karakteri üzerine giyinmiş. Sadece imajıyla Tahir olmamış, Tahir’e özgü bir vücut dili, bakışlar, mimikler geliştirmiş. Asla son oynadığı dizilerdeki adamla aynı değil bu adam, aradaki farkı çok net görebiliyoruz. Tahir, kimsesiz ve belki de bu yüzden güçten bir zırh giymiş üstüne. Yanında çalıştığı adamın öz oğluna bile emir verebilecek bir konumda. Ama öyle yanında çalışanlara, kendinden alt seviyedekilere üstten bakan biri değil, eğer öyle olsaydı elinize batmasın diyerek Kaan’ın kırdığı bardağın dağılan cam parçalarını gazete içine toplayıp Farah’a vermezdi. Kadınlara karşı kaba değil, Farah’a arabanın kapısın açması, gazeteyi eline tutuşturduğunda “Elinize batmasın.” demesi, Vera ile konuşurkenki nezaketi bende bu fikri uyandırdı. Kimsesizliğinin onun en büyük yarası olduğu belli, Mehmet bunu yüzüne vurduğunda gözlerinde gördüm. Ailesini kaç yaşında ve nasıl kaybettiğini, Ali Galip ile nasıl tanıştıklarını merak ediyorum. Sevdiği, değer verdiği bir insanın ölüsüne saygı duymasını da sevdiğimi belirtmeliyim, merhametli bir adam olduğunu ilk burada hissettim.
Ayrıca Farah ve Tahir’in isim – soy isimlerinin bilinçli olarak seçildiğini düşünüyorum. Farah; neşe, mutluluk, anlayışlı kişi anlamına geliyor. Tahir de temiz anlamına geliyor. Yani bence Farah Tahir’in karanlık, kasvetli, sıradan hayatına mutluluk getirecek ve Tahir’in içinde temiz kalan yere dokunacak diye yorumlayabiliriz.
Fırat Tanış’ı Aziz’den sonra bambaşka bir rolde görmek ne güzel. Orada kötü bir karakteri oynuyordu, burada ise tam tersi iyi bir karakter. Bir oyuncunun üst üste birbirine bu kadar zıt karakterleri oynamasını sevmişimdir. Pierre’i hiç sevmezdim, burada Mehmet’i sevebilirim. Ancak iyi biri olmasına rağmen yine de bana fazla duvarlı biri olarak geldi. Sevdiği insanlara da sınırsız sevgiyle bağlanan, onları ciddi anlamda sahiplenen, bu uğurda kariyerini yakabilecek biri. Alp’i de oğlu gibi sevmiş ve Tahir onu onunla ilgili her iğnelediğinde içinde duyduğu acı ve vicdan azabını hissedebildim. Bu ölümden duyduğu kendini suçlama hissi geçmeyecek onu daha da katı bir adama dönüştürecek.
Ali Sürmeli’nin oynadığı Orhan hakkında henüz fazla şey öğrenemesek de Mehmet’in Alp’in ölümünden kendini mesul görmemesi hakkında yaptığı konuşmayı ve eşi boşboğazlık yaparken onu uyarmasını sevdim. Hakkaniyetli ve dürüst biri olduğu açık. Açıkçası ben Farah ve Kerimşah ile ilişkisini de bayağı merak ettim, onlara evi kiralayan da o olmalı.
Senan Kara’yı Vera rolünde çok kısa görebildik dizide. İlk izlenimim Vera’nın seveceğim bir karakter olduğu yönünde. Açıkçası bir önceki dizilerinde anne – kız rolünde oynadıkları Demet Özdemir ile yeniden karşılıklı sahneleri olmasını çok isterim. Oğluyla nasıl bir ilişkisi olduğunu tam anlayamadım, Tahir ile de çok yakın bir ilişkileri varmış gibi gelmedi.
Lale Başar’ın canlandırdığı Perihan’ı üzgünüm ama hiç sevemedim. Belki zaman geçtikçe tanır, ısınırım ama karakter kocası, kızı dahil hiç kimseyi sevmiyor gibi. Herkese tepeden bakıyor. Mehmet’i bile benimsememiş, onu oğlu gibi görememiş ki ne evde büfede duran fotoğraflarda hep üç kişilik bir aile görüyoruz ve Mehmet kadına anne değil hanım diye hitap ediyor. Göçmen olduğu için Farah’tan hazzetmeyişini garipsemiyorum ama bir insan kızını hiç mi sevmez, neden devamlı yerer? Gönül bu anneye rağmen çok iyi, çok sıcakkanlı, çok da duygulu olabilmiş.
Kaan Akıncı rolünde karşımıza çıkan Oktay Çubuk benim Baba dizisinde tanıyıp oyunculuğunu beğendiğim gençlerden. Kaan o kendini beğenmişliğiyle, egosuyla, bilmiş tavırlarıyla beni sinirlendirdi. Bir de koskoca mafyanın oğlu adam öldürdü diye şımarık küçük çocuk gibi ağlayıp zırlıyor. Bir gece öncesinde çok cesurdu, ne oldu? Kaan’ın hayata Ali Kaan Akıncı değil Kaan olarak bakabildiği, kimliğinden sıyrılıp benliğini bulduğu bölümleri görmek isterim. Yalnız unutmadan, bu çocuk neden her dizide kazara birini öldürüyor? ^^
Gönül rolünde ilk kez seyrettiğim Derya Pınar Ak’a bayıldım. Ekran enerjisi çok kuvvetli. Hem cıvıl cıvıl olduğu neşeli sahnelerindeki hem de dram sahnelerindeki oyunculuğu başarılıydı. Gönül’ün kalbi o kadar sevgi dolu ki üzülerek ileride Kaan’a aşık olacağını düşünüyorum. Klişe ama beğendiği genci öldürene aşık olmak güçlü bir çatışmadır.
Alper Türedi’yi Kara Para Aşk’tan sonra yine bir emniyet müdürü olan Hamza rolünde görüyoruz. Bu defa da satılmış, kötü biri olmasın. Bana satılmıştan çok Ali Galip Akıncı’nın gücünden korkan biri gibi geldi. Alper Bey daha önce Demet Özdemir hem de Engin Akyürek ile aynı dizide rol almıştı, bu çok güzel bir tesadüf olmuş. Umarım her iki başrolümüzle karşılıklı sahneleri olur.
Son olarak Sepideh karakteri ile Özge Arslan’dan bahsetmek istiyorum. Çok dikkat çekici bir karakterdi. Sadece gözleriyle konuşabilen, her duygusunu bakışlarıyla anlatabilen bu kadının hikayesini çok merak ettim. Farah ile aralarında derin bir bağ gelişeceğini düşünüyorum.
Çocuk oyuncu için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Henüz ilk oyunculuk deneyimi olmasına rağmen Rastin Paknahad, Kerimşah rolünde çok başarılı bir performans sergilemiş. O kadar masum, o kadar güzel bir çocuk ki. Kocaman gözleri, uzun kirpikleri, o mahzun yüzü… O gülümsedi, ben gülümsedim. O üzüldü ben üzüldüm. Halı sahaya gidemedi diye o ağladı, ben ağladım. Onun kalbinin kırıldığı anlar içimi dağladı. Özellikle hastanede annelerin çocuklarını ondan uzaklaştırdıkları sahnede ve evde annesine ağlayarak konuştuğu sahnede o kadar iyi oynamış ki ona sarılıp acısını hafifletmek istedim. Neden annelik duygusuna sahip insanlar diğer küçük çocuklara bunu yaparlar hiç anlamam. Halbuki aksine onların da kendi çocukları gibi sevilmeye ihtiyacı olduğunu bilmezler mi?
Kerimşah: “İzleyecektim oynayanları uzaktan. Belki tabelaya yazardım.”
Farah: “Hayır, Kerim. Kerim. Ağlama. Ağlama bak ben böyle mahvolurum.”
Kerimşah: “Yalancı.”
Farah: “Söz gideceğiz, söz. En yakında zamanda gideceğiz, söz. Hatta ne istiyorsan alacağız, nereye gitmek istersen oraya gideceğiz.”
Kerimşah: “Çıkmayacağım dışarı.”
Farah: “Kerim, biz seninle anne oğul nasıl seviniriz? Ne deriz birbirimize?”
Kerimşah: “İstemiyorum söylemek.”
Farah: “Lütfen. Kerim. Haydi söyle, lütfen.”
Kerimşah: “Top oynayacağım, kedileri seveceğim, çiçek toplayacağım, bisiklete bineceğim. Ama hep diyorum olmuyor işte.”
Farah: “Ah… Kerim. Kerim. Olacak. Bir gün olacak. Ama ne olur bana bugün yardım et, lütfen. Lütfen. Bana yardım et, lütfen.”
Ben dizinin cinayet sahnesiyle açılmamasını ve Farah ile Tahir’in cinayetten önce karşılaşmış olmalarını daha doğru bir yazım olarak gördüm. Biz cinayet sahnesine kadar iki başrol karakterimiz hakkında fikir sahibiydik ve esasen bizi cinayet sahnesi ve sonrasındaki olaylar zincirine taşıyan da bu ilk karşılaşma sahnesinde yaşananlar oldu. Eğer Sepideh, Tahir ve Kaan’dan dolayı çekinmeseydi Farah o akşam cinayetin yaşandığı mekana hiç gitmeyecek ve cinayete tanık olmayacaktı. Aslında dizide çoğu olay da tesadüfi durumlardan ziyade bir zincir gibi birbirine bağlı olayların sıralanması şeklinde.
Farah ile Tahir’in ilk defa karşılaştıkları sahneden Demet Özdemir ile Engin Akyürek’in ne kadar uyumlu olduklarını da gördük. Ben onların adı ihtimal olarak ilk yan yana geldiğinde bu denli uyumlu olacaklarını düşünmüştüm ve sadece gelen görsellerle değil dizide de bu kanıtlanmış oldu. FaHir’in aşkı başladığında aralarındaki uyum, tutku, çekim bizi daha da içine alacaktır eminim.
Cinayete kurban gidenin alelade biri değil de bir polis olması iyi düşünülmüş. Bir polisin şehit olması bir hayli dramatik. Bu sahnede Farah’ın temizlik işini çok iyi bilmesine vurgu yapılmış. Gördüğümüz üzere yerdeki kanı hiç olay yaşanmamış gibi temizledi. Benim cinayet ve sonrasına dair en merak ettiğim detaylardan biri Tahir’in Alp’in polis olduğunu ne zaman ve nasıl anladığı? Önceden beri farkındaydı da o yüzden mi onu bilerek yakınında tutuyordu yoksa cinayet sonrası üstünü başını karıştırdığında mı anladı? Ya da Mehmet söylediğinde mi öğrendi? Aklımdaki ihtimallerden biri Farah’ın yerden aldığı not. Bu nottaki yazı ya Mehmet’in ya Alp’indi. Orada bunun anlaşılacağı bir bilgi vardı ve Tahir aslında Farah’ın o notu aldığını da gördü ama görmezden geldi.
Tahir ile Kerimşah’ın tanışması ve ardından Farah ile arasında yaşananlar bölümün kilit anlarındandı. Kerimşah, Tahir’in içinde öyle bir yere dokundu ki ilk defa yüzünde alaycı değil sevgi dolu bir gülüş gördüm. Canım çocuk Kerimşah da eve girenin yabancı olduğunu düşünmedi ve sorularına bir bir cevap verdi. Tahir’in hayatına girişi Kerimşah’a çok iyi gelecek diye düşünüyorum. Annesiyle hayalini kurduğu, hani o kendini rahatlatmak için saydığı şeyler var ya onları sırayla ya Tahir ile ya hem Farah hem Tahir ile bir aile gibi gerçekleştirecekler. Kerimşah’ın bilmiş bir çocuk olmasından da şikayetim yok, annesi gibi akıllı bir bıdık. Tahir’i nasıl da sorularıyla terletti ama. ^^ Tahir bir daha o eve ayakkabılarıyla girmez buna eminim, düşünceli biri o.
Tahir: “Ne oldu? Seni bulamam mı sandın? Olayın olduğu gece başkasının yerine gelmişsin. Telefonuna numara kaydetmemişsin. Ne oluyor, ezberde mi numaralar? Hı?”
Farah: “Sana söyledim ben hiç kimseyim, kimliğim bile yok, polise bile…”
Tahir: “Neden kaçtın?! Net söyle. Neden kaçtın?”
Farah: “Korktum. Korktum, kaçtım işte.”
Tahir: “Ya? İnsan bir şekilde kaderine yakalanıyor değil mi?”
Farah: “Görmüyorsun halimizi. Ben sana bana bir şey yapma diye senin ayaklarına kapanıp yalvarmayacağım. Ama oğlum için yalvarırım. Ona dokunma. Bana ne istiyorsan yap ama oğluma dokunma, yalvarırım.”
Bu sahnede her iki karakterin de duygudan duyguya geçişleri harikaydı. Farah’ın oğluna duyduğu büyük sevgi, onu korumak için gösterdiği cesaret, yaşadıklarına dayanamayıp gözyaşlarını tutamayışını; Tahir’in Farah’ın karşısında korkutucu, alaycı ama bir anda çok merhametli duygu dolu bir adama dönüşmesini gördük. Tahir kaybettiği çocukluğunu gördü Kerimşah’ta. Belli ki çok küçük yaşta bir anda büyümek zorunda kalmış, çocukluğunu yitirmiş, Kerimşah gibi top oynayamamıştı. O yüzden de top oynayamıyor oluşu aklına takıldı ve hastalığını merak etti. Tahir bence bu anlarda Farah’ın güçlü duruşuna, anneliğinin kuvvetine hayran kaldı. Kendisini vurmak için içinde kurşun olmayan silahın tetiğine basabilecek kadar yürekli olması hoşuna gitti. Kerimşah’ta kendini gördüğü gibi belki Farah’ın oğluna sevgisi, oğlunu korumak için gösterdiği cesareti ona kaybettiği annesini hatırlattı. Tahir’in Farah’a gözyaşlarını silmesi için mendilini vermesine de birazcık düşmüş olabilirim. O an hasta çocuğu için ağlaması gerektiğini, bunun normal olduğunu, inkar etmemesi gerektiği vurgulaması da güzeldi. Henüz nahif tarafıyla tam olarak tanışmasak da Farah Tahir’in o tarafını yavaş yavaş bize göstermesini sağlayacak.
Açıkçası ilk bölümde birbirinden zorlu sahneler vardı. Farah’ın arabadan atladığı sahne de bunlardan biriydi. Farah orada Tahir’in ona bir şey yapacağını sandığı için atladı ancak Tahir sadece onu evine bırakacak ve yaşadığın yeri biliyorum diye tehdit edecekti. Farah’ın orada polisler varken fark edilmeden eve gidebilmesi bana garip geldi. Dizide en yadırgadığım durum o ana yoldan eve varabilmesi oldu.
Engin Akyürek ve Fırat Tanış’ın karşılıklı sahneleri muazzamdı. İnanılmaz yüksek oynayan iki dev oyuncu karşı karşıya gelince döktürmüşler. Tahir’in karşısındaki emniyet amiri olmasına rağmen kendine güveni, Mehmet’in ise doğru bildiği yoldan asla şaşmaması, çıktığı yoldan geri dönmeyişi dikkat çekiciydi. Aralarındaki ilişkinin sadece gerilimli değil, ara sıra esprili olması da hoştu. Tahir’in esprili tarafını biz hep Mehmet ile olan sahnelerde gördük. Ancak Mehmet’in kendisi de evlatlık olmasına rağmen Tahir’i kimsesizliğinden vurmasına ne demeli? Kendi yaralı diye bir başkasının yarasını kanatmak ne kadar etik? Onların arasındaki güç savaşı çok büyük ve gittikçe daha da büyüyeceği aşikar. Şu an bu savaşta Tahir 1-0 önde ama bakalım dengeler nasıl değişecek?
Mehmet: “Çok güveniyorsun değil mi yaslandığın dağlara? Ama bir kar yağmağa başlarsa yamaçlara önce senin başına çığ düşer.”
Tahir: “Türkü mü bu?”
Mehmet: “Bak oğlum bana düzgün cevap ver.”
Tahir: “Soru ne? Arşiv odasında sorgu mu olur? İddianame nerede, savcı nerede, hani benim avukat?”
Mehmet: “Sana özel tarife yapıyorum. Bu şahsi bir mesele. Alp benim canım ciğerimdi.”
Tahir: “Allah rahmet eylesin. Bize de sevdirdi kendisi.”
Kerimşah’ın hastalığı nedir sizler de merak ettiniz değil mi? Bu sorunun yanıtı Türkiye’deki dizilerde ilk defa duyduğumuz bir rahatsızlık: Balon çocuk hastalığı yani Primer Imnun Yetmezliği (PIY). Balon hastalığı nedir? Balon çocuk hastalığı, doğuştan ciddi bağışıklık yetersizliği olan çocuklar için kullanılan bir terimdir. Tekrarlayan, tedavisi zor, hayati tehdit eden ve olağan dışı mikroplarla oluşan enfeksiyonlar belirtisiyle dikkat çeker.
Kerimşah, asla mikrop kapmaması için steril ve sık temizlenen bir odada yaşıyor, tıpkı akvaryumdaki bir balık gibi… Dışarı çıktığında astronot gibi bir kostüm giyiyor, inanılmaz bunaltıcı bir kostüm olmalı ki Farah da benimseyebilmesini kolaylaştırmak için odasındaki dekoru uzay temasıyla hazırlamış. Hastanede Kerimşah’a ilik nakli için vasisi olması gerektiğinden bahsedildi. Benim tahminim ileride bunun gerçekleşebilmesi için Tahir’in Kerimşah’ı nüfusuna alabileceği yönünde.
Kerimşah’ın en sevdiği kitabın İranlı yazar Samet Behrengi’ye ait Küçük Kara Balık olması da senaristlerin onu bu kitabın kahramanıyla özdeşleştirmiş olmaları diye düşünüyorum. Benim okuduğum versiyonun arka kapağında şöyle yazıyordu: “Annesi ile birlikte küçük bir gölette yaşayan ve her gününün bir öncekinden farksız geçmesinden çok sıkılan Küçük Kara Balık, dünyanın geri kalanının neye benzediğini merak etmektedir.” Bu satırları okuyunca aklına Kerimşah gelmeyen yoktur, öyle değil mi? Kitapta Küçük Kara Balık bir yolculuğa çıkıyordu. Bizim küçük kara balığımız da Tahir sayesinde yeni yolculuklar yapacak olmasın sakın?
Farah’ın Kerimşah’ın hayatını tehlikeye atma ihtimaline rağmen karakola gitmesi çok cesurca bir hareketti. O an annelik içgüdüleriyle hareket etti ve bir başka annenin acısına seyirci kalamadı. Karakolda Tahir ile karşılaşabileceğini, kaderin onları yine karşı karşıya getireceğini kim tahmin edebilirdi ki? Onun için karakol güven demekti, Mehmet onu korur diye düşündü. Heyecanla beklerken Tahir ile birbirlerini gördükleri andaki gerilim muazzamdı. O gerilimi yansıtan oyunculuklar, kamera açıları ve müzik çok iyiydi. Farah’ın gözlerindeki tedirginlik ve korku, Tahir’in gözlerinin içindeki kızgınlık ve tehditkar tavır çok net olarak gösterilmek istenmiş.
Fragmanlarda Tahir’in Farah’ın şehir dışında kaçmak için bindiği otobüsü durdurduğu sahneye çok heyecanlanmış ve o sahnenin bölümün son sahnesi olduğunu düşünmüştüm. Hatta Farah’ı yere düşürenin kazara Tahir olduğunu ve çocuğun ağlamasına kıyamayacağını falan yazmıştım kafamda. Meğer otobüste yakalanma Farah’ın rüyasıymış. Bu korkunun derecesini yansıtmak için etkili bir yöntem. Güzel ters köşeydi doğrusu. ^^
Dizide karakterler ve olayların gelişimi kadar replikleri de çok beğendiğimi söylemek isterim. Akılda kalıcı, derin replikleriniz yoksa istediğiniz kadar iyi karakter yazın yetersiz. Senaristlerimiz sektörde en iyi replik yazanlardan. Örneğin bu replik ne kadar etkili ve akılda kalıcı:
“Hoşça kal kar tanem, yere düşüp de erime sakın.”
Ali Galip rolüyle Mustafa Avkıran’ın diziye girişi bir hayli sürprizli oldu ve hikayeyi birden bambaşka bir yere taşıdı. Farah, Ali Galip’e yardım ederek kaderini yeniden Tahir’e bağladı. Ben hastanedeki doktorların orada çalışmayan birinin yardımını kabul etmelerini garipsemedim. Çünkü kabul etmeselerdi adam ölecekti, bir insanın hayatını kurtarma ihtimali nedeniyle Farah’ın müdahalesine izin verdiler. Açıkçası Farah’ın doktor olduğunu o ana kadar bilmememiz bu sahnenin etkisini artırmış. Steteskopla Kerimşah’ın sırtından nefes alıp verişini dinlediğini görmüştük ancak çok da üstünde durmamıştım ben. Farah’ın mesleki bilgisinin de ne kadar iyi olduğunu gördük. Eminim ki kimliksiz bir kaçak olmasaydı temizlikçilik yerine büyük bir hastanede iyi bir pozisyonda çalışabilirdi.
Son sahnede Farah ve Tahir’in yeniden karşı karşıya gelmesiyle bölüm yüksek bir merak unsuruyla sona erdi. Ben soru işareti barındıran bölüm sonlarını daha çok severim. Bizi seyirci olarak yüksek merak duygusunda bırakmalı ki olayların nasıl ilerleyeceğini merak edelim. Bu sahnede aralarındaki gerilim tıpkı karakol sahnesinde olduğu gibi çok yüksekti. Farah’ın ayvayı yedim şeklinde korku dolu bakışları ve Tahir’in buldum seni Farah diyen bakışları kesişti. Farah o an Tahir’den kaçışı olmadığı anladı ve yüzünde bunun çaresizliği vardı. Farah kaderinden kaçamadı ve yolu yine Tahir’le kesişti. Bundan sonra olayların nasıl gelişeceğini ve Farah’ın nasıl ölümden kurtulacağını merak ediyorum. Yeni bölümden özellikle fragmanda gördüğümüz Farah – Kerimşah – Tahir çiftlik evi sahneleri en merak ettiğim sahneler.
Emeği geçen herkesin ellerine sağlık. Peki sizler bölümü nasıl buldunuz?
Adım Farah uyarlama mı sorusunun cevabı ise ‘evet’ . Dizi La chica que limpia adlı yapımdan uyarlanmış. Adım Farah tek uyarlama değil, dizinin Amerikan uyarlaması ise The Cleaning Lady.
Aranızda La chica que limpia ya da The Cleaning Lady izleyen var mı?