Kategori: İzledimAkıncı

AKINCI – Bir Kahraman Olma Hikayesi

Akıncı : Farklı bir konu, farklı bir proje. 1 Ocak’da yayın hayatına başlayan dizi, ilk bölümü ile Total’de 6,44 reyting ile 6, AB’de 4,18 reyting ile 7. ve ABC1’de 5,89 reyting ile 4. oldu. İkinci bölümünde ise biraz gerileyen reytingler, Total’de 4,50 reyting ile 10., AB’de 3,22 reyting ve ABC1’de 3,92 reyting ile 12. oldu.  Değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…

İlk denemenin günahı olmaz desturu ile yola çıktım ve ilk yazımı 2021 yılının başlangıcında yayına giren hem olumlu geri dönüşler hem de olumsuz eleştiriler alan Akıncı dizisi hakkında yazmaya karar verdim. Bölümün başına ATV gibi genel olarak muhafazakâr kesime hitap eden ve belirli kalıplar doğrultusunda total izleyicisi için diziler yapan kanalı, daha önce sadece dijitalde denenmiş bir türde ana akım işi yapma cesaretini gösterdiği için takdir ederek geçtim. Niyetim bir güzelleme yapmaktan ziyade bilim-kurgu türünü seven ve bu türde daha fazla Türk işi görmek isteyen bir izleyicinin umutlarını yansıtmak :)) Akıncı dizisi üstlenmiş olduğu Türk işi süper kahraman misyonunu layığıyla yerine getirebildiği taktirde diğer kanallarda da bu türde işlerin mantar gibi yayılması söz konusu olacak hatta kanallar arasında bilim-kurgu izleyicilerini kendilerine çekebilmek için yeni bir yarış başlayacaktır.

 

Ülkemizin izleyici kitlesinin ihtiyacı olan da farklı türlerde daha yenilikçi işlerle birlikte daha az konak ve dram dizileri değil mi!

 

İlk bölüme geçecek olursak ilk sahnelerde Akıncı hikayesinin alışılan klasik anlatımın aksine herhangi bir tarihi sahne çekme işine dalmaksızın çizgi romanlardan fırlamış anime bir hikâye anlatımı yoluna gidilmesi belki çoğunluk benimle aynı fikirde olmayacaktır ama bana yenilikçi bir bakış açısı olarak geldi. Hemen sonrasında dizinin esas kızı olan Nergis ve onun ağzından Akıncı hikayesinin gündemdeki konumunu duymaya başladık. Açıkçası “her süper kahramanın mutlaka bir gazeteci ya da haberci sevgilisi olacak” desturuna selam çakmaları ilk dakikalarda klasik hikâyenin gene klasik bir biçimde ele alınacağının sinyallerini verdi. Ancak daha sonra kendime başka ne olacaktı ki demeden edemedim zira esas kızımız fırıncı olsaydı kahramanımızla yolları nerede kesişecekti?

 

 

Süper kahraman arayan kızlara duyurulur kahramanınız olsun istiyorsanız haberci olmanız şart.

Şaka bir yana daha ilk sahnelerinde telaffuzundan oturuşuna hatta tonlamasına kadar beni haberci olduğunu inandıran bir Büşra Develi oyunculuğu söz konusuydu. Oyuncuyu sevdiğimden mi yoksa tiyatro geçmişini bildiğimden mi bilinmez ama daha ilk dakikalarda beni Nergis olduğuna inandırdı. Üstelik o haberleri dile getirirken arka plandan geçen kaykaycı çocuklarla birlikte turladığımız İstanbul sokakları sahnelerini izlerken aklıma gelen ilk şey, dizinin ağustos ayı itibariyle 5 aylık bir hazırlık sürecinin sonucunda ortaya çıkan titiz ve detaylı bir çalışmanın ürünü olduğuydu. Yönetmen Veli Çelik ve ekipte yer alan görüntü yönetmenine bu konuda çok iş düştüğüne inanıyorum. Zira dizinin daha ilk dakikalarında kurmuş oldukları dünyanın içine bir izleyici olarak beni çekmeyi başardılar. Her ne kadar bunu Amerikanvari bir tarzda yapmış olsalar da titiz bir çalışma yürüttüklerini söylemem yanlış bir tespit olmayacaktır diye düşünüyorum.  Dış politikaların mevcut durumu düşünüldüğünde İstanbul Boğazı’nda demirlemiş bir savaş gemisi ile açılış yapan senaristimiz Hakan Kandal beli ki süper kahramanların diyarından bir açılışla izleyiciyi kendine çekme taktiğine yönelmeye karar vermiş ve bu konuda cesur adımlar atmaktan çekinmemiş.

 

Polis arabalarından kaykaycı gençlere ve oradan da Nergis’e doğru yapılan geçişler dizinin kurgu departmanında çalışan ekibinde işleri incelikle ve detaylara dikkat eder bir şekilde yapıldığını gösteriyordu. Özellikle Sen Çal Kapımı gibi fanlarının sıkı takibinde ve artık oturmuş olduğunu söyleyebileceğimiz bir işte son haftada yapılan kurgu hatasının sosyal medyadaki yankılarını düşününce günümüz dizileri söz konusu olduğunda sadece senaryo ya da oyuncuların titizliğinin yeterli olmadığı, izleyicilerin artık en ufak detaylara bile takıldığı bir dönemde yaşadığımızı söylemek mümkün. Gençlerin yapmış olduğu grafitiler sayesinde de sokak sanatlarına da detaylarda yer    verilmesi animasyon biçiminde yapılan başlangıçtan sonra güzel bir detaylandırma biçimi olmuş:))

 

 

Süper kahramanımız Akıncı kod adlı Fatih’e gelecek olursak açıkçası gündüzleri öğretmenlik mesleğini icra etmesi, esas kızımızın haberci olması ne kadar şaşırtmadıysa kahramanımızın öğretmen olması beni bir o kadar şaşırttı. Onun da genel kalıplar içinde zengin bir milyarder, bir haberci ya da polis olmasını beklerdim. Ama senaristimiz Hakan Kandal’ın daha önce Kertenkele ve Kertenkele: Yeniden Doğuş dizilerinde hırsızı cami hocası, müezzini de halk kahramanı yapmış olduğunu düşününce aslında çok da şaşılacak bir durum olmadığını fark ettim. Daha ilk sahnelerde karakterleri tanıtma derdi ile hikayelerine geniş çapta yer verme uğraşına girmemesi benim için bir artı puan iken aile ilişkilerine dalma konusunda senaristin aceleci davranması da gözümden kaçmadı. Esas kahramanımız daha evden çıkmadan annesi, teyzesi ve biri erkek biri kız iki kardeşi olduğunu ve kalabalık bir aile yapısından geldiğini öğrenmiş olduk. Tek tesellim bunu yaparken senaristin zorlama yollara başvurmadan tanıtımları organik bir biçimde ortaya koyması oldu. Biri Şükrü’nün kardeşi olacaksa Atakan bunun için çok doğru bir seçim olmuş. Zira aralarındaki benzerlikleri görmemek mümkün değil. Bu konusunda cast aşamasında gerçekten başarılı seçimlere yer verilmiş. 4N 1 K oyuncusu Atakan’ın yetişkinler piyasasına bir atılımda bulunması onun kariyeri açısından çok iyi bir seçim olmuş.  Ancak derslerin bahçede işlenmesi çok mu Dead Poets Society olmuş demeden edemedim.

Hangi okul yönetimi buna izin veriyor merak ettim. Zira hangi okul izin veriyorsa hemen işe girmek isterim.

ölü ozanlar derneği (dead poets society) final sahnesi

 

 

Daha sonra sıra esas kızımızın ailesini tanımaya gelmişti. İlk olarak kız kardeşi ile tanıştık. İlk dizisi olduğu için Deren Talu üzerine çok gitmek istemiyorum. Ama ilk aşamada oyunculuğu en çok gözüme batan oyuncu oldu. Tonlamasında ve sesini kullanma konusunda da bazı aksaklıklar yaşadığını fark ettim. Hadi bunu acemiliğinin heyecanına verelim deyip sahneyi ilerlettim ve karşımıza konvoyun güvenliğinden sorumlu bir polis müdürü çıktı ki o konuya daha sonra yeri geldiğinde tekrar dönüş yapacağım. Esas kızımızın babasının evine girmediği, babası ve yeni eşi ile bir sorunu olduğunu ilk dakikadan öğrenmiş olduk. Senaristin bu aile hikayeleri konusunda bu kadar aceleci olmasının nedeni karakterlerinin daha sonraki eylemlerinin altında yatacak nedenleri izleyicilerin gözünde şimdiden meşrulaştırmak mı yoksa bakın baş rol karakterlerimin altı doldurulmuş deme çabası mı karar veremedim. Sanırım siz okurken ya da izlerken karar verin diye izleyicinin ve okuyucunun yorumuna bırakmak daha doğru olacak gibi görünüyor.  Nergis’in erkek kardeşinin dizideki ilk sahnesi ise aile tanıtımı konusunda yapılan en aykırı ifade biçimi olmuş. Zira bir anda Nergis ve Didem’den Yağız’a geçiş yapmış olduk. Ve bu geçiş diğerlerinin aksine bana hiç organik gelmedi. Aksine daha sonra tüm kardeşlerin bir araya toplandıkları ve bu süreçte Yağız’ın tasarımları hakkında yapılan üstü kapalı konuşmayı düşününce bana çok gereksiz geldi. Fatih’in kardeşi ile okulda buluşması gibi Yağız da toplandıkları yere gelince tanıtılabilirdi.  Tasarımları konusunda babasının ne kadar müdahil olduğu bölüm boyunca bir iki kere açık ya da üstü kapalı bir şekilde ifade edildiğinden atölyesinden çıkarak isyan ettiği sahne bana çok beyhude ve gereksiz zaman kaybı gibi geldi. Üstelik belli ki kardeşlerin düzenli olarak buluştukları düşünülürse sadece seyircinin öğrenmesi için Aylin’in annelerinin arkadaşı olduğunun söylenmesi bir yana annelerin hasta olduğunun söylenmesi ve Didem’in “ben annemi hiç tanıyamadım” demesi fazlasıyla dramatikti.

Annem ben çok küçükken öldü abi, annemi hiç tanıyamadım. 

 

 

İlk sahnesinde İmparator lakabıyla giriş yapan babamız Cevdet Bey’in ise karanlık işler peşinde koşan bir adam olduğunu anlamak için çok da kafa patlatmaya gerek yoktu. Üstelik Amerikan savaş gemisinden sonra boyacı çocuğa verilen doların varlığı ile tekrar bir şüpheye düştüm. Acaba Amerikan yapımı bir iş mi izliyorum? Arka odaların birinde yapılan hızlı açık arttırma bana nedense arka planında bir kara borsa durumumu var diye düşünmeye sevk etti. Gündüz gözüyle gidilen bir mekânın bu kadar karartılmasına ne gerek vardı anlayamadım.

 

Lise Müzikali: İmkânsız Aşk

Bütün bunlar az geldiyse senaryomuz daha da dolu olsun diye lise cephesinde “yeni kızımızın” okula başlamasıyla da gençler cephesi de unutulmamış. Daha ilk dakikada Murat ile göz göze gelmesi sayesinde aralarında bir şey olma durumunu, sonrasında ise okul çıkışı toplanan mekâna çağrılması sırasında öteki kızımızın üzgün bakışlarından da bu kızın Murat’a âşık olduğunu anlayarak lise “aşk üçgenine” hoş geldiniz diyoruz. Üstelik sohbet sırasında bu kızımızın babasının kötü bir adam olduğunu ve Akıncı tarafından emniyet güçlerine teslim edilmiş olduğunu da öğreniyoruz. Bu durumun ilerde aralarında sorun çıkaracağını biz seyirciler şimdiden görebiliyoruz. Üstelik kızımızın da kötü olduğunu göstermek için asi bir saç seçimi yapılması beni biraz gücendirdi. Halbuki renkli saçları ben de severim. Zamanında benim saçlarımda da morlar ve maviler vardı. Marjinal olan kötüdür gibi bir mesaj veriyor. Kız kardeşinin çalacağı etkinliğin de Yağız’ın tasarımlarının yayınlanacağı etkinlik olduğunu düşününce sizce Akıncı’nın kardeşi ile Yağız arasında da bir aşık hikayesinin de kurulması ihtimali ne kadardır diye düşünmeden edemedim.

 

 

Süper kahraman da olsa annenin derdi kurduğun yuva olur.

Aile işletmesine giden yolda esas kahramanımızın gündüz kimliğine âşık olduğu her halinden belli olan öğretmen kızımızla birlikte Fatih’in ailesinin geri kalanı ile de tanıştık. Ailesi babanın yokluğunda çocuklarını yetiştirirken bir de geçim derdine düşmüş annenin ve yancıları teyzelerin evin en büyük erkek çocuğunu yaşı geldi mantığı ile baş göz etme girişimine yönelik diyaloglar her ne kadar klişe olsa da bir o kadar da Türk aile örf ve geleneklerine uygunluğu ile çok tandık ve bizdendi. Dizinin bel kemiği olan Fatih’in teyzesine âşık olduğu daha ilk kareden belli olan Orhan ise Fatih’in sırrına muktedir olan tek kişi olması ve sıradan bir mahalle tamircisi olarak görünürken aslında kahramanımız için minimum teknolojiler üreten gerektiğinde kameraları hackleyen biri olması nedeniyle hikâyede önemli bir yere sahip. Oyuncudan mı yoksa yazılan karakterden mi bilmiyorum ama daha ilk sahnesinde Orhan’ı sempatik ve sevilesi buldum. Üstelik işi ile ilgili bir konuda kamufle olması da artı olarak gördüğüm bir başka nokta oldu.

 

 

Ah Aksiyon Ah! Yaktın beni oldu mu şimdi?

Gelelim bölümün en çok konuşulan kısmına polisleri tuzağa çekerek atlatmayı başaran Amerikan konvoyunun silah sevkiyatını gerçekleştirme operasyonu sırasında Akıncı’nın düzenlendiği baskına ve esas kızımızla esas oğlanımızın buluştuğu ana. Bu ana kadar senaristin içinde herkesi kendine çekecek bir konu olsun iddiası ile gökkuşağının renkleri tarzı senaryosu çekim kalitesi ve detaylarına verilen önemle birleşince bir nebze görmezden gelinebilir ama o aksiyon sahnesi neydi öyle? Hatta o bir aksiyon sahnesi miydi? Sanki bizim aksiyonu yapamadığımız anlaşılmasın diye sis makinesiyle ortam sise boğulmuş aksiyon da varmış gibi gösterilmiş. Açıkçası bilim kurgu yapılan bir işte aksiyon sahnelerinin eksikliği göz ardı edilmesi imkânsız bir handikap. Keşke Arrow dizisinden çıkma gibi görünen ok atma alıştırmaları sahnesi yerine o dizinin aksiyon sahnelerini kopyalasaydılar. Kahramanımızın kaslı olması tek başına yetmez aynı zamanda ağırlığını da gösterebilmesi gerekli. Üstelik ülkemizde Diriliş Ertuğrul ve son olarak Uyanış Büyük Selçuklu gibi dövüş sahnelerini hem hızlı hem de estetik bir biçimde yapabilmeyi becerebilen örneklerde mevcut. Umut ediyorum ki ilk bölümün acemiliğine denk gelmiştir aksi taktirde aksiyon işlerini dikkatli bir biçimde takip eden kitleyi, bu konuda daha titiz bir yaklaşım benimsemiş ve aynı günde yayınlanan aksiyon dizilerinin izleyicisi olan kitleyi kendilerine küstürmek ve uzaklaştırmaktan öteye gidemezler.

 

Dövüş sahnelerinde dikkatimi çeken ve kafamı karıştıran bir diğer konu ise kahramanımıza ateş edildiği halde bundan etkilenmemesi durumu. Bölümün başında animasyon biçimde anlatılan hikâyede Akıncıları özel yapanın onlara padişah tarafından emanet edilen bir kılıç olduğu söylenmişti. Ancak Akıncı’nın üstünde böyle bir kılış yoktu. Kahramanımıza güç veren bu kılıç ise kurşunlardan etkilenmemesini süper gücü var diyerek açıklayabilirim ama kılıç yanında değilse o zaman ona bu gücü veren ne? Senaristin hikayesinde bu konu hakkında mevcut tutarsızlıkları gören sadece ben miyim? Kahramanımızın güçlü olmak dışında pek de süper gücü yok gibi görünüyor. Tabi örümcek adam gibi ağaçlara tırmanmayı bir yetenek olarak görmezsek. Onun dışında genel izleyicinin takıldığı kostümündeki armanın parlaması beni rahatsız etmedi. Hatta o parlamanın ay yıldızı onurla taşıdığının ve orada olduğunun belirtmenin bir yolu olarak kullandığını düşündüm.

 

Yeni Suç Yuvası: Beşler Masası

Zamanında Sana Bir Sır Vereceğim dizisinde oynadığı büyük abi tiplemesine yakın bir tipleme ile Lucas olarak karşımıza çıkan oyuncu ile devletlerin arkasındaki gizli el konusuna, silah sevkiyatlarına ve haliyle de “Beşler Masası” adı verilen bir gruplaşma konusuna girdik. Böylelikle senaristimiz siz istersiniz de biz yapmaz mıyız biraz da son zamanlarda tutan bir iş olan mafya dizilerine de giriş yapalım demiş oldu. Son zamanlarda bu tür dizilerde yaşanan artış sanırım gene bir ATV dizisi olan Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisinin altıncı sezonunda bile parmak ısırtır cinste reytingler almasından kaynaklanıyor. Edho dizisinde “masa”, Ramo dizisinde “komisyon” derken Arıza dizisinde “konsorsiyum” olarak yer alan yapılanmalara beşler masası da eklenmiş oldu.

 

 

Bilim Kurgu mu Fizik Kurgu Mu? Bütün mesele de bu.

Madem aksiyon işlerinden bahsediyoruz dizinin beni en mutsuz eden noktasına değinmeden edemeyeceğim. O da Cüneyt karakteri. Dizinin akışına dahil olduğu ilk andan itibaren Akıncı’ya rakip olacak beceride ve otoriteye meydan okuyan birini yaratmaya çalışmışlar. Ancak bunu yaparken teröristleri etkisiz hale getirme sahneleri tam bir şakaydı. Keskin nişancı ateş eder diye köşeye çekilmiş bir ekibe karşı ne hikmetse o hiç vurulmadan binaya girmeyi başarıyor. Üstelik bunu bir lastik ve patlayıcı ile yapmayı başarıyor. O lastiğin vurulmadan kapıya ulaşmasını geçtim oraya kadar yoldan çıkmadan düz bir çizgi halinde gidebilmesi fizik kurallarına aykırı. Tamam bir süper kahraman hikayesi yazıyorsunuz ama sonuçta karşımızdaki adam sıradan bir polis memuru ki bölümün sonlarına doğru onun da temiz bir polis olmadığını öğreniyoruz. Senaristin yerinde olsam ilk bölümden bunu ortaya dökmek yerine izleyicileri Cüneyt’in konumunun tam olarak ne olduğu konusunda izleyicileri birkaç bölüm ufak tefek ipuçları ile merakta bırakırdım.  Aksiyon sahneleri acilen düzeltilmeli yoksa diziye verilen emeğe yazık olur.

Esas kızımızın haberci olduğuna inandım ama bir günde hem evinden hem işinden olmasına hem de hemen yeni bir ev bulmasına inanamadım. En azından bir süre yersiz yurtsuz bocalasalardı sanki daha inandırıcı olurdu. Senaristimiz belli ki sadece Akıncı ile yollarının kesişmesi yetmez aynı zamanda Fatih ile yolları da kiracısı ve komşusu olarak kesişmeli diye düşünmüş.

 

 

İlk tanıtım yazısını fazla uzatmadan son olarak da Kemal Amir’e değinmek istiyorum. Senaristin bildiği neyse yaptığı da odur diyebiliriz sanırım. Zira Kertenkele ve Kertenkele: Yeniden Doğuş dizilerinde başrolün yıllardır peşinde olan ve dünyada başka kız kalmamış esas kızımızın eniştesi olan polis amirinin yerini bu sefer gerçekten akraba olduğu teyzesinin kocası olan “enişte” polis amiri almış. Hakan Kendal bu durumda kendini tekrar ediyor denebilir. Adını ilk duyduğumda Akıncı hikayesinin doğuşunun temellerini atan senarist tarafından yazılmasını bir nimet olarak görmüştüm ancak bu gibi durumlarda eskilerin devamlılığı hatta kendini tekrar etmenin kaçınılmaz sonu demekten kendimi alamıyorum.

Sonuç olarak Akıncı dizisi 5 aylık bir ön çalışmanın titizlikle yapıldığı, cast seçimlerinin genel olarak yerinde olduğu, oyuncuların üzerlerine düşen karakterlerin sorumluluğunun altından hakkıyla kalktıkları ama senaristin içerik konusunda herkese hitap etsin mantığıyla tek bir bölümde çok fazla türe göz kırptığı ve aksiyon kısmından sorumlu departmanın sınıfta kaldığı bir iş olmuş. Fazla karaktere sahip olmak bazen bir çeşit zenginliği değil bir kaos çılgınlığı olabiliyor. Bu durumda ilk bölümde kimse atlanmasın mantığı ile herkesin gösterilmesi yerine aksiyon sahnelerine ya da doğuş hikayesinin temellerine daha fazla vakit ayırılmasını tercih ederdim. Bütün bunları ilk bölümün acemiliğine verecek olursak ilerde nasıl bir yol izleyeceği cuma akşamları yarışında hayatta kalıp kalmayacağını belirleyecektir. Yeni bölümün neler getireceğini en çok da acemiliğini üzerinden atıp atmadığını gözlemlemeyi merakla bekliyorum. Ben bu satırları yazarken yayınlanmakta olan ikinci bölüme de kısaca değinecek olursak üzerinde durmamız gereken birkaç noktanın öneminden söz etmek mümkün.

Bunlardan ilki bölüm açılışında Fatih’in nam-ı değer Akıncı’nın babasının mezarı başında olduğu sahne. Bölümün ilk yarım saati içinde yer alan bu sahnelerle birlikte bölümün geneline yayılan Orhan ile konuşmalarından, üzerine sıkılan merminin geçmişinden ve son olarak da babası ile olan bir anısına dönüş yapmış olduğumuz flashback sahnesinden yola çıkarak Akıncı’nın sadece İstanbul şehrine adalet getirme peşinde olmadığını aynı zamanda genç yaşında babasını kaybetmiş bir çocuğa vermiş olduğu sözü de yerine getirmenin peşinde olduğunu söyleyebiliriz. Babasını kahramanını genç yaşında kaybetmiş bir erkek çocuğu olarak babasının ölümünün arkasındaki gerçeklere ulaşmak ve babasının katillerini adaletle teslim etmek arzusuyla bütün şehrin kahramanı olma peşinde olması bana zamanında atalarına teslim edilmiş olan bir geleneği sürdürme fikrinden daha gerçekçi ve ayakları daha yere basan bir nedenmiş gibi geldi. Bu açıdan ilk bölümde değinmiş olduğum kahramanın arka planını doldurma çabası hoşuma gitti. Babasının ay ve yıldızı gururla taşımaya dair anlatmış olduğu hikâyeden yola çıkarak kostümündeki ay ve yıldızın parlak olmasına yönelik yapmış olduğum tespitte ne kadar haklı bir çıkarım yapmış olduğumun sağlamasını da yapmış oldum. Bu parıltı onları gururla taşıyor olduğunun göstergesi olan bir ayrıntı aslında.

Bunun dışında babasının katilini bulma konusunda Orhan ile birlikte girmiş oldukları bu çabada Orhan’ın polis sistemine girebilecek kadar yetenekli bir teknoloji uzmanı olduğu da ortaya çıkmış oldu. Orhan karakteri bu sahnelerde ne kadar ciddi ise Fatih’in teyzesi karşısında bir o kadar komedi unsuru olmaya ikinci bölümde devam etmekte. Karakterlerin çok boyutlu bir yapıda tek bir çizgiye bağlı kalmadan durumlara uyarlanabilir biçimde yazılmaları her zaman taktir ettiğim bir beceridir ve bu konuda en iyi örneğin de Orhan olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.  Kurşunu görür görmez tanıyan Kemal müdür sayesinde de Kemal müdürün sadece bu ailenin damadı olmadığını aynı zamanda Fatih’in babası ile bir geçmişinin olduğu da ortaya çıkmış oldu. İlerde tanışıklıkları konusunda geriye dönük sahnelerin yazılmasını da umut ediyorum. Ancak polis güçlerinin hiçbir şeyi başaramadığına ve hep yardıma ihtiyaç duyduklarına yönelik algı bende, bu durumun ilerde izleyicilerde olumsuz yönde geri tepmelere neden olabileceği hissiyatını uyandırdı. Kemal’in Akıncı ile yatıp Akıncı ile kalkar tavrı da bana ister istemez Kertenkele dönemini anımsattı.

Bu kurşun aynı zamanda Akıncı’nın tuzağa çekilmesi sahnesi ile birlikte babasının katilinin Nergis olduğunu da gözler önüne sermiş oldu. Böylece imkânsız aşkımızın bir anda daha imkânsız hale geldi. İmkânsız aşk derken babasının asla taktirine alamayan ve seçtiği meslek dolayısıyla onun gölgesinde kalmaktan usanan oğlu Yağız ile Fatih’in sanatçı kardeşi Beyza arasında ilk sahnelerinde yakılan kıvılcım da bir diğer imkânsız aşkın da doğuşuna neden oluyor.  Üstelik onun aşk hikayesi bana daha da çekici geldi. Fatih ve Nergis biri babasının diğeri ise annesinin anılarından yaralı iki çocuğun aşkı “aksiyon” üzerine ise tasarımcı Yağız ile müzisyen Beyza’nın aşkı ise daha sanatsal ve estetik bir şekilde oluşacak gibi görünüyor. Üstelik farkında olmasalar da tanışmalarına vesile olan simurg hikayesinde bile birbirlerinin cümlelerini tamamlayacak kadar bir elmanın iki yarısı olma konumundalar. Bir an için Yağız’ın babasına olan hırsı ve kulüpte içtiği sahneler onun karanlık bir tarafa çekilmesine neden olur mu diye düşünürken ablasını kırmamak için telefonu açmayışı, kız kardeşini tek kelime etmeden terk etme pozlarına girmeyişi ve mekândan bir hışımla çıkmasına rağmen Beyza’yı kaldırımda gördüğünde ilgilenmesinden hikâyenin kibar adamı olacağını çıkartmak içimi bir nebze olsun rahatlattı.

Nergis babasının kirli işlerinden bihaber gerçekleri ortaya çıkarmanın peşinde koşuyor. Üstelik onun bu gerçek peşinde koşma maceraları neredeyse babasının elinden ölümü tatmasına neden olacak bir kesişmenin de yaşanmasının temellerini attı. Vapurdan üzerine ateş eden teröristler her ne kadar gerçekçi gelse de aksiyon sahnelerinden uzak durmak için de sanki ateşli silahla çatışma sahnelerine daha fazla bel bağlanmış hissi uyandı. Acilen aksiyon sahnelerine el atılmalı yoksa aksiyon izleyicisi kitleyi elinde tutması çok zor olacak. Bu bölümün bir diğer iyi yanı ise bazı şeylere açıklık getirmesinin yanı sıra Cüneyt karakterinin ilk bölümdeki abartısının bu bölümle bir ölçü olsa da azaltılması yoluna gidilmesi oldu. Ancak en büyük eleştirim ise yan karakterlerin karakterlerinin altını doldurmaya fazla zaman ayırmamasının yanı sıra genel olarak erkek yazarların düştüğü bir tuzak olan Nergis dışında tüm kadın karakterlerin bir yan karakter bir figüran olma düzeyinde ele alınması oldu diyerek yazımı genel hatlarıyla tamamlıyorum.

Genel olarak cesaret isteyen bir konuyu riske girerek ana akımda anlatmaya çalışan Akıncı dizisi en azından ilk bölümüne önyargılar olmadan bir şans verilmesini hak eden eli yüzü düzgün ama her yeni işte olduğu gibi onun da düzeltmesi gereken birtakım eksikliklerinin olduğu bir aksiyon işi. Devamlılığını ve geri kalanında ne olacağını tamamen siz izleyicilerin taktirine bırakıyorum.

 

Akıncı 3. Bölüm Fragman

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

2 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Beni Sen Tutuyorsun

Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Seni Sevdiğimi Gizlemiyorum

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Korkma, Korkarsan Kaybedersin

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

5 gün Önce

DEHA – Bu Dünya Gücü Gücüne Yetenlerin Dünyası

Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Özünü Görmek İsteyen

Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

2 hafta Önce