Baht Oyunu 8. Bölüm ile Total’de 3,23 reytingle 2. AB’de 2,19 reytingle 5. ABC1’de 2,76 reytingle 3.oldu. Bölüm yorumu konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Tuğçe Ada’yı asistanı olarak işe aldığında Bora’nın kızacağını hesap etmişti ama kendi kellesinin de gidebileceğini hiç hesap etmemişti. Ancak alternatifi düşünüldüğünde Rüzgar’ın video olayını Bora’ya anlatması onun için daha büyük 1 yıkım olacaktı. O yüzden masasında oturmuş sinirden parmağındaki aleti döndüren ve burnundan soluyan Bora’ya karşı asistanını savunmaktan ve ona inandığını söylemekten başka bir şansı kalmamıştı. Ama sözde ikinci şanslara inanan Tuğçe bunu yaparken Ada verilen görevleri yerine getirme konusunda başarısız olursa kendisinin de baş editörlük konumunu kaybedeceğinden haberi yoktu. Denize düşen yılana sarılır hesabı kaderleri Bora’nın bir cümlesiyle birbirine bağlanan bu iki kızın artık birbirlerinin arkasını kollamaktan başka şansı kalmamıştı.
Ada’nın yazı yazmaya devam ederek önceki yazıları da kendisinin yazdığını Bora’ya kanıtlama ve söylediği sözleri yutup ondan özür dilemesi planı Selin’e de olduğu gibi bana da pek inandırıcı gelmedi ama neyse. Ada’nın dönüş nedeni buymuş gibi görünse de aslında Bora için döndüğünü Selin bile biliyor. Ki bulduğu her fırsatta #AdBor iması yapıyor. Bir an için bu planın gerçek olduğunu ve Ada’nın her yeni yazısıyla bu argümanını kanıtladığını varsayalım Bora özür dilemekten gocunan bir adam değil. Haksız olduğunu anladığında hatasını kabul edip özür dileyebiliyor.
Ada’nın başında aşması gereken bir sınav yokmuş gibi Celal yüzünden başına örülen çoraplardan biri olan yüzüğü de bulmak için ofisin altını üstüne getirmek zorunda kalması, bölüm hikayesi açısından farklı gerilim alanlarına da kapı açılmasını sağladı. Ada’nın yüzüğü her düşürdüğü yerde arayışında Bora’ya yakalanması bana ilahi bir işaret gibi geldi. Bu gidişle o yüzük en son Bora’nın eline düşer diye dalga geçerken gerçekten de yüzüğün Bora’nın eline düşmesi senaryo tahmin edilebilir olduğu için mi yoksa senaristler bu gibi sahneleri göstererek bilinçaltımıza bunu işledikleri için mi bilmiyorum ama Ada’nın o yerin altına bakmak için bahanelerinin tükendiğinin farkındaydım.
“Tabi, tabi. Sen git. Sen git, bekletme patronunu. Üzülmesin sonra. Git, koş.
Üzmem ben onu. O kadar naif, o kadar kibar, o kadar anlayışlı biri ki.
Allah muhabbetinizi artırsın da sen daha düne kadar Tuğçe yazını çaldı diye şirketi birbirine katmamış mıydın?
Hatadır. Hatasız kul olmaz. İnsanlar hata yapar, Bora Bey. Ve o hatalarla sınanırlar. Karşısındaki de onu affeder. Aralarındaki bağ kuvvetlenir. Tıpkı Tuğçe Hanım ve benim gibi.
Şahane. Müthiş. Hadi git sen. Sana Tuğçe Hanım’ınla Tuğçe Patroniçe”nle hatalarınızla iyi sınanmalar.”
Ada’nın kendine göstermediği özeni Tuğçe’ye göstermesini kıskanan Bora kendini o kadar belli ediyor ki ama ekran karşısında izleyen hemen hemen hepimiz ona git derken aslında kal demek istediğini biliyordur diye düşünüyorum. Mevzu bahis asistanlık bile olsa onun kendisinden başka biriyle fazla vakit geçiriyor ve iyi anlaşıyor olması Bora’yı deli ediyor. Ada için de durum çok farklı değil; Bora’nın özrünü kabul etmemiş olması da onu yiyip bitiriyor…
Karşımızdaki adamın Bora olduğunu unutmamakta fayda var. İstifa ettikten sonra kendisine yalan söylediğini itiraf eden Ada’yı görmek istemediğini halde burnunun dibinde bulan Bora’nın da oynayacak akıl oyunları mevcuttu. Bora’nın ilk oyunu Ada’nın kendisine uyguladığı taktiği onun üzerinde denemek oldu. Toplantıda onu bir süre Pırıl’ın asiste edeceğini söylemesi ve ortaya attığı her fikirde ona bir dâhiymiş gibi davranması çocukça ama etkiliydi. Bora onu övdüğünde Ada kontrolünü kaybetmek üzereydi. Pırıl’ı geçici görevdeyken bile bu kadar kıskandıysa ondan sonra o masaya oturacak kıza şimdiden acırım. Ada onu masaya oturtmamak için altına bomba bile döşeyebilir.
Ada gibi iyi bir asistanı varken bile sinirli olan Bora’nın tek vasfı yani demek olan bir asistanla değil bir haftayı bir günü bile atlatabileceğini hiç sanmıyorum. Pırıl sanki diziye başlarken bir şey olacakmış sonra vazgeçilip bir yerlere monte edilmeye çalışılmış bir karakter. Tuğçe’ye entrika konusunda yardım edebiliyor ama Celal’in adını aklında tutamıyor. Zira hem asistanlık yüzünden Ada’nın hem de hediyelerin karışması yüzünden Selin’in radarına girdi.
Bora’nın toplantıda Ada’ya gösterdiği tahammülsüzlük ve onu susturmak için kullandığı zil sanki biraz aşırı oldu? Bora’nın tavrını kırgın ve kızgın olmasına bağlıyorum ama işe duyguları karıştırmayalım diyen bir adam için bunlar fazla duygusal tepkiler sanki demekten de kendimi alamıyorum. Bora duygularıyla hareket eden bir adam.
Hiçbir şeyin altında kalmayan Bora konu gönül meselesi olduğunda da altta kalmamaya karar verdi. Hissettiği öfke ve kıskançlığın etkisiyle toplantıda Ada’ya “Hercule ve 12 Görevi” hesabı altından kalkamayacağına emin olduğu bir görev verdi: Kuzey Batı denen şarkıcıyla en kısa sürede röportaj yapma. Hercule ve 12 Görevi mitolojisini bilen var mı bilmiyorum ama tüm günahlarından arınmak ve ölümsüzlüğe kavuşmak için Kral Eurystheus’un ona verdiği görevleri yerine getirmeye çalışan Hercule için bu görevler aslında “kefareti” simgelemektedir. Bora’nın gözünde en büyük günahı işlemiş olan Ada’nın onun kendisine yeniden güvenmesini ve inanmasını sağlama yolculuğunun Bora’nın gözünde bir tür kefaret süreci olduğu düşünüldüğünde bu durum bana çok manidar geldi.
Bora bu görevi daha önce Ada ve Tuğçe ile yapmış olduğu antlaşmayı göz önünde bulundurarak verdi. Ada bu imkânsız görevi yerine getiremediğinde başarısız olmuş sayılacak ve şirketini terk etmek zorunda kalacaktı. Tuğçe de bunu bildiği için bu görevi engellemek ve baş editörlük pozisyonunu koruyabilmek için çok uğraştı ama Bora’nın “yoksa asistanın Ada’ya güvenmiyor musun” sorusundan sonra eli mahkûm röportajı kabul etmek zorunda kaldı.
Yalnız Ada’nın menajerle konuşmaya gitmeden önce Kuzey’in hoş sohbetten anlayan ince ruhlu bir insan olduğunu düşünüyorum dediği noktada Bora’nın yüz ifadesi bana Ada’yı kıskandığını düşündürttü. Ki haklı olduğum anlaşıldı. Diğer yaz dizilerinde olduğu gibi aşka düşmektense birbirleriyle rekabet eden, birbirine laf sokan bu hallerini herkes sevmiyor olabilir ama ben birbirleriyle söz düellosu yapan çiftleri izlemeyi nedense daha gerçekçi buluyorum. Biri baktığını görme konusundaki başarısına laf eder; öteki maskeler arkasında gizli kapaklı işler çevirmeyi sevdiğinden dem vurur. Ada ve Bora’nın #AdBor olma yolunda Edi ile Büdü gibi olmaları benim hoşuma gidiyor.
Tuğçe ve Ada’nın kendilerine bilerek verilen bu intihar görevinin ilk aşamasındaki adama ulaşma çabaları özellikle de menajerinin peşinden koşuşlarından burada hiç bahsetmek istemiyorum ama araya tanıdıklar sokularak yapılan bir görüşmenin karşılığı kesinlikle kendilerine yalan söylenmesi olmamalı. Hem etik değil hem de kadınların aklıyla dalga geçer gibiydi. O yüzden menajere gıcık oldum. Üstelik bu yüzünden Ada Bora’nın karşısında da zor durumda kaldı. Daha röportajı bile yapamadan ona ulaşma konusunda başarısız olduğu için beceriksiz gibi göründü. Halbuki menajerle görüşmeye gitmeden önce de kafede oturan Bora’ya bir ton hava atmıştı. Yazık oldu attığı havaya. Ama sahnenin tek eğlenceli yanı adamın Ada için “Kurban pazarına çok mu gitmiş” yorumu oldu. İlahi senaristler!
Ada’nın menajer tarafından aldatıldığını Bora’dan öğrenmesine ve öğrenme şekline üzüldüm ama vazgeçmemesi de hoşuma gitti. Bora bu yaptığını başarısızlığını yüzüne vurmak için mi yaptı yoksa Ada’yı hırslandırmak için mi yaptı emin değilim. Bora geçen hafta o restorana giderken de aklında kaybettiklerini Ada’nın yüzüne vurmak yoktu. Aksine Bora istese de hiçbir hikâyenin kötü adamı olmayı başaramaz. Bence Ada’nın hırslanıp özgüven kazanması Bora’nın hoşuna gidiyor. Belki bu benim hüsnü kuruntum ama gücünü toplayarak düştüğü yerden kalkan Ada’nın şansını tekrar denemek için Kuzey Batı hakkında yapılmış bütün haberlerin içinde kaybolması gerçek bir habercilik örneğiydi. Aynı zamanda tüm dünyaya neler yapabileceğini de gösterebilmesi için büyük bir şanstı. Ada menajer konusunda yalan söylüyormuş gibi görününce onun için biraz üzüldüm. Ada hayal kırklığı olmayı hak etmiyor.
Tuğçe Rüzgar’ın parmağına taktığı yüzüğü çöpe attığında bir yüzük krizine neden olacağını düşünmemiştir. Ama onun yüzünden dizi resmen The Lord Of The Rings’e döndü. Herkes bir tektaş peşinde koştu. Ada içinde isimlerinin yazılı olduğu yüzüğün peşindeyken Rüzgâr da nişanlısınınkinin peşindeydi. Üstelik bu iki yüzük yetmiyormuş gibi yenisi için de yardım istedi. Rüzgâr ne kadar kazanıyor acaba? Çünkü her hafta yüzük alıyormuş gibi geliyor bana.
Sabah sabah işe gitmek yerine başka bir yere gittiğini öğrenen patronu Bora’nın kıskançlık kokan yorumları altında Kuzey’e ulaşmak için sabahları koşu yaptığı ormana giden Ada’nın Tuğçe’ye yetişme çabaları belki de bu haftanın dikkat çeken komik sahnelerinden biriydi. Öncesinde Bora’nın ona güvenmediğini belirten sözleri yüzünden biraz morali bozuldu ama Kuzey’e ulaşma konusunda öncekine kıyasla daha da çok hırslanmasına neden oldu.
Her hafta Ada’yı bana benzettiğimi söylüyorum ama her bölümde de ortak noktalarımız giderek artıyor. En sevdiği sporun spor yapan insanları izlemek olduğunu söyleyen birisi olarak koşmayı hiç sevmediğimi söylersem kimseyi şaşırtmış olmam herhalde. Koşsam Ada gibi bir yerde kapaklanıp kalmam elbette. Ama hayatı boyunca koşmaktan nefret etmiş biri olarak Ada’nın halinden en iyi ben anlarım. Koşup yetişeceğim diye kız eziyet çekti. Tabi ki sağlıklı bir insanın hayatında sporun olması gerekiyor; yaptığım yanlış ama ne yapalım yaratılışım bu. Ada’ya spor yapmak o kadar eziyetli geldi ki siz kendinize bunu bile isteye mi yapıyorsunuz sorusu retorik değildi; ciddiydi.
Eziyet koşusu dışında ormanda “Kuzey Batı” ismini söylediklerinde yankı yapması ve hayranlarının bir anda çiçeğe üşüşen arılar ya da bala üşüşen ayılar gibi ormanın dört bir yanında toplanıp adamın üstüne atlamaları sahnesi de komedinin sağladığı imkanlarla biraz abartılı olsa da aynı zamanda hiciv olma niteliği taşıyordu. Ve eleştiri babında içerdiği mesaj da gözümden kaçmadı. Gerçekten de ünlülerin artık hayranlarından kaçamadıkları ve sosyal medya sayesinde her geçen gün çığ gibi büyümeye devam eden bir fan olma durumu söz konusu. Gündelik hayatlarında hayranlarına denk geldiklerinde karşılaştıkları resim çektirme vb. talepler hem vakitlerini çalmakta hem de sosyal yaşamlarını gasp etmekte. O resmi çektirse kendi özel hayatından fedakarlıkta bulunmuş oluyor çektirmese züppe oluyor. Halbuki hayranlarının yaptığı bazı taleplerinin onları rahatsız edebiliyor olma ihtimalini hiç düşünmüyoruz.
Komedi olması nedeniyle abartılı bir şekilde resmedilen sahnede verilmek istenen mesaja uygun yapılan hicivden sonra Ada’nın kalabalığı dağıtma şekli tam bir efsaneydi. Bu tür şeyler Ada’nın aklına nasıl geliyor bilmiyorum ama yazarken bu yaratıcılığından faydalanıyordur diye düşünüyorum. İlahi Ada “Yerde ararken yerde bulmak” nedir ya? Ada’nın kelime oyunlarına ve doğallığına bayılıyorum. Bunun için her şeyden önce Cemre’yi tebrik etmek lazım da onun kelimeleri kullanma konusundaki bu becerikliliği ve doğallığı -tabi ki deliliğinin etkisi var- en imkânsız görevleri bile layığıyla yerine getirmesine katkı sağlıyor. Kuzey’i röportaja ikna etmesini de bütün bu becerileri sağladı:
“Ben Fahri Trafik Müfettişi, Ada Tözün. (…) Plakalı aracın sahibi burada mı? O araç girişteki yirmi tane arabaya sürtmüş. Sol kapısı, aynası hiçbir arabanın yok. Özellikle 34 plakalı araçlar gitmiş yok.
Sen Fahri Trafik Müfettişi değilsin tabi, değil mi? (…) Ne istiyorsun?
Kuzey Bey, ben sizinle röportaj yapmak istiyorum.”
Onunla röportaj yapmak istediğini söylemek ve adamın teklifini kabul etmesini sağlamak için başına üşüşen hayran kitlesinden kurtulma konusunda kendisine yardım etmesi güzel bir başlangıçtı. Üstelik Kuzey’in bir bakışta kendi gibi deli olduğunu anladığı Ada’dan etkilendiğini de söyleyebilirim. Ama karşısında egosu çok şişkin bir ünlü olunca röportaj için Ada’nın becerikliliği ve doğallığı tek başına yeterli olmadı. Ada gene kelime oyunu ve aklıyla kazandı; onu röportaja ikna emek için biraz şantaj yapmak zorunda kaldı ama olsun. O kadarı da nazar boncuğu olsun.
Bora görevi yerine getiremeyeceğinden o kadar emindi ki Ada’yı karşısında Kuzey ile birlikte görünce Bora bir gafil avlanmış oldu. Oldu, oldu da Kuzey daha ilk tanışma anında kızlara iltifatlar yağdırıp yakın davranmaya başlayınca Bora da doğal olarak kendisine gıcık oldu. Röportaj boyunca laubali hareketlerinden dolayı üstüne atlayabilecek bir konuma geldi. Küçük bir çocuk ya da kıskanç bir aşık gibi oturduğu köşeden her söylediğine bir laf sokuşturdu. Bora’nın dün kıskançlığın rengi olan yeşil bugün de öfke ve cinnetin rengi olan kırmızı giymesi bir işaret mi acaba?
Röportaj esnasında Ada kıyafetiyle ışığıyla ve enerjisiyle adeta bir yıldız gibi parlıyordu. O yüzden de röportajı ona yaptırma kararı her ne kadar art niyetle alınmış bir karar olsa da doğru bir karardı. Bora gibi ben de bir an için bile olsa gözümü Ada’dan ayıramadım. Hal böyle olunca Kuzey gibi sansasyonel bir çapkının da Ada’nın bu güzelliğini fark etmemesi mümkün değildi. O yüzden de röportaj boyunca Ada ile flört etmesi hoşuma gitmese de mantıklıydı. Ama Bora’nın bu flörte verdiği tepki ve her cevabından sonra adamın üstüne atlama isteği o stüdyodaki kimsenin gözünden kaçmayacak türden mantıkdışı bir hareketti. Stüdyodakileri bilmem ama Tuğçe’nin dikkatinden kaçmadı.
Bora’nın kıskançlıktan deliye dönmüş bir halde masaya yaslandığını görünce kendini tutamayıp adamın boğazına yapışmamak için masaya yaslanıyor diye düşündüm. İki eliyle arkasında duran masayı kavrasa sinirine anca hâkim olabilir diye de aklımdan geçirdim. Ama röportaj biraz daha uzun sürseydi herhalde Bora kontrolünü kaybedecekti. Tuğçe yanında çocuğuna şaperonluk yapmaya gelmiş anneler gibiydi. Bora’yı dizginlemek için çok uğraştı. Ama kıskançlığı sevmesem de kıskanç Bora’nın kelime oyunlarını ve kendine hâkim olamayışını izlemek çok zevkliydi.
“Ah şu mandolin bir yasaklansa (…) Titriyorum heyecandan. Çok etkilendim. O yöne doğru yapmışlar terası”
Hepimiz bu titreme durumunun aslında Ada’yı kıskanmasından dolayı olduğunu biliyoruz. Üstelik Bora bununla da kalmayıp röportaj boyunca vites arttırmaya da devam etti. Oradakilerin hiçbiri de nasıl şüphelenmedi anlamadım. Özellikle de Ada’nın röportajındaki son sorusuna Kuzey’in verdiği cevaptan sonra fişek gibi atılması o ofiste çalışan birilerinin dikkatini çekmeliydi. Ali röportaj sırasında orada olsaydı kesin durum tespitini yapardı. Laf aramızda Ali’yi çok seviyorum. Her şeyi bir bakışta çözüyor ama bir şeylerin farkına varması konusunda Evren’e de güveniyordum.
“İleride kendinizi nerede görüyorsunuz?
İstersen buna burada cevap vermeyeyim.
Hadi ver bakayım. Bir cevabını ver bakayım.
O zaman çok teşekkür ederim geldiğiniz için. Çok sağ olun.
Ne demek ya ne zaman istersen. (…) Bir telefonun yeter, tatlı kız.
Tatlı yiyelim mi hep beraber odamda? İster misin şurada hemen. Bir gel gezelim, oraları”
Bu bölümde çok alıntı yaptığımı biliyorum ama kendime engel de olamıyorum. Çünkü her ne kadar gerçek dünyada kıskançlığı sevmediğimi söylesem de sarhoş halinden sonra bölümde izlemekten en çok keyif aldığım Bora kıskanç Bora’ydı. Özellikle de favori repliğim buydu. Çünkü bir ara ciddi ciddi röportaja diye çağırdığı ünlüyü dövmek adına odasına çekmeye çalıştığını düşündüm. Ada’ya üstü kapalı imalarda bulunduğunu görünce öfkeden ceketinin rengi gibi kırmızı oldu, Bora. Ada da Selin’in ifade ettiği gibi bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde Bora’yı kıskandırma niyetiyle adamın flörtüne ses çıkarmadı ama adama saldıracağını düşünüp ortamın gerilimini azaltmak için elinden geleni de yapmaya çalıştı. Ne yaman çelişki bu. Sen adamı hem kıskançlıktan delirt hem de sonra sakinleştirmeye çalış.
Kuzey dayağı hak etmedi mi sonuna kadar hak etti. Tanıştığı andan itibaren Ada’ya asılıp durdu. Ama o son partiye davet etme cesareti gerçekten bardağı taşıran son damla oldu. Bora’nın bu davete verdiği tepki beni çok güldürdü. Boğazını temizliyormuş gibi ses çıkarması hem Ada’ya adamın teklifi geri çevir der gibiydi hem de adamın söylediği şeyleri sindirmeye çalışmış ama tüm söyledikleri boğazında kalmış izlenimi verir gibiydi. Ama daha önce sadece Ada’dan etkilendiğinde gevşettiği yakasını bu sefer öfkesinden dolayı nefes alamadığı için gevşetmeye çalışması bana tamam Kuzey için artık yolun sonuna geldik diye düşündürttü. Orası iş yeri olmasaydı oracıkta üstüne atlardı. Bir insanı bakışlarıyla öldürmesi mümkün olsaydı Kuzey’i çoktan öldürmüştü. Ellerini yumruk yapmıştı bile…
Üstelik komik olması bir yana bu sahnenin kıskançlıktan başka bir artısı daha vardı ki bu da sahneyi izlemeyi daha da keyifli kılıyordu. Çalışanlarının hiçbiri Bora’nın Ada’yı kıskandığını anlamamış olabilir ama bu gibi şeyleri anlama konusunda çok becerikli Kuzey sayesinde Ada da Bora’nın onu kıskandığını birinin ağzından duymuş oldu. Duyar duymaz da bilinçli ya da bilinçsiz olarak bu gerçeği göz ardı etmeye ve Bora’nın sadece patronu olduğunu söyleme noktasına geldi. Ama ne demişler kimin bir konuda çok sesi çıkıyorsa o işte mutlaka bir parmağı vardır.
Bora istese bir bahane bulup Ada’yı o partiye göndermez ya da çalışanın hayatında söz sahibi olduğunu düşünen patron tiplemeleri gibi onun adına hayır diyebilirdi. Onun yerine partide kendisine Tuğçe’nin eşlik etmesini isteyerek rahatsız hissedebileceği bir ortamda yalnız kalmamasını sağlamaya çalıştı. Çünkü kendi kıskançlığı bir yana Kuzey denen adamın partisine bir tek Ada’yı çağırmasının altında yatan “ahlaksız” nedeni anladı. Sadece kıskandığı için değil; onu korumak da istediği için öyle davrandı. Bu yüzden Bora’yı sıradan bir yaz kahramanı olarak yazmayan senaristlere ne kadar teşekkür etsem az. Bora Doğrusöz kesinlikle klişe değil ama Tuğçe’ye karşı biraz asabi sanki.
Ada’nın o gevşek adamın partisine gitmesi Bora’nın nazarında başlı başına bir sorunken parti için son hazırlıklarını da gözünün önünde yapması kanının daha da deli akmasına neden oluyordu. Sizi bilemem ama benim oturduğum yerden bakınca karşımda aynı evi ve banyoyu paylaşan bir çift vardı. Bora eşini kıskanan ve fikir ayrılığına düşen her erkek gibi sevdiği kadının gitmemesi gereken bir partiye hazırlanışını izliyordu. Ada’nın hazırlanışını görebilmek için kendi başlattığı kavgayı bile yarıda kesti ki ne yapıyorsa gözümün önünde yapsın diye.
Bir zamanlar Bodrum Masalı diye bir dizi vardı. Başrol erkek karakter Ateş sevgili olmadıkları halde devamlı Aslı’nın boynunu koklardı. Sevgili olduklarında bu hareketinin Aslı’yı etkilediğini bildiğini de itiraf etmişti. Bora her seferinde Ada’yı öpecekmiş gibi yaklaşıp sonrasında bir nesneye uzandığında aklıma hemen o geliyor. Ya Bora gibi kadınlar konusunda deneyimli bir adam bu eylemiyle Ada’yı etkilediğinin farkında ya da bunu kendi öpme isteğini bastırmak için kullanıyor bilmiyorum. Bildiğim tek şey Bora bunu her yaptığında Ada’nın kalp atışlarının hızlandığı. Bunu ben bile anlıyorsam Bora da anlamıştır. O halde bu hareketi Ada’nın aklını karıştırmak için kullandığını söyleyebilirim.
“Neye anlam veremiyorsunuz Bora Bey?
Bana bak! Benim taklidimi yapma. Asabımı bozma. (…) Senin işin şu Kuzey denen gevşeğin röportajını yapmak, değil mi? Yani senin o küçük toplaşmaya gitmene gerek kalmadı. Ne işin var senin orada? Niye gidiyorsun?
Nezaket gereği. (…) Bakın nezaket deyince bir kaldınız. Böyle bir şaşırdınız niye? Çünkü size yabancı bir kelime nezaket. Hem ben size niye şu an bir açıklama yapıyorum ki. Hangi sıfatla?
Bana çalışanım sıfatıyla açıklama yapıyorsun tabi ki. Ben işimin özel hayata karışmasından hiç hoşlanmıyorum.
Bora Bey, işi özel hayatla birbirine karıştıran şu an sizsiniz.”
Ben sevgili olana kadar #AdBor çiftinin birbirine devamlı laf soktukları bu evreyi izlemeyi seviyorum. Gerçek bir çift dediğin birbirini iğneleme konusunda ustalaşmış ve saygı çerçevesi içinde hazır cevap olmayı öğrenmiş olmalıdır. En azından ben öyle düşünüyorum. Bu yüzden banyodan çıkarken çıkardığı sesleri de kapının önünde “bu hayat benim hayatım, tek patronu da benim” demesini sevdim. Ada’nın her bölümde kendine biraz daha fazla güvenmeye başlamasını ve özgüven kazanmasını izlemeyi seviyorum. Tabi bunda Rüzgâr gibi “toxic” bir ilişkinin etkisinden kurtulmuş olmasının da bir etkisi var. Ama ona bu özgüvenin bir kısmını aşılayanın da Bora olduğu unutulmamalı.
Bora demişken kendisi hem kıskandığını belli etmemeye çalışıyor hem parti mekanını öğrenmeye çalışıyor. Sonra o da yetmiyor; Ali mantığın sesi olup Ada’yı rahat bırak dediği halde Rüzgar’ı alıp o partiye gitmeye karar veriyor. Ona sorsan “Ada’yı kıskanmıyorum” der ki Ali onu kıskandığını ilk kez dile getiren insan oldu. Önce Tuğçe ima etti sonra Ali söyledi. Bora ya kıskandığının farkında ama kimse bilsin istemiyor ya da inkâr aşamasında emin değilim. Ama bu süreç uzun süre böyle devam edemez; onun kesinlikle farkındayım. Bora’nın yüz ifadesi ve Ada’nın kapak edişi gerçekten mükemmel bir ahenk içinde gerçekleşti. Başka partnerler olsaydı çok eğreti durabilirdi.
Tuğçe’nin kendini Kuzey’in kollarından kurtarma çabası onunla ağacın altına doğru gitmek istememesi ve de Ada’yı görünce ondan yardım istemesi komikti. Tuğçe karakterinin kendisine gıcık olsak da ondan hoşlanmamızı sağlayan Aslı ilk oyunculuk denemesinde dikkat çeken bir performans sergiliyor. Bora inadından vazgeçse Ada ile arkadaş olmaması için hiçbir neden yok aslında ama Bora inadı bu arkadaşlığı temelinden zehirliyor Ada’nın adının verilmiş olduğu ağacın hikâyesini duyduktan sonra Kuzey’in niyeti bozmuş olduğunu ve Bora’nın endişeleri konusunda da haklı olduğunu anlamış olduk. Ada’nın partideki her kızı kurtarmak istediğini söylemesi bana nedense doğaçlama bir sahneymiş gibi geldi. Ortam gerçekten de Ada’nın dediği gibi tüyleri diken diken eden cinsteydi.
Bora’nın rahat durmayıp partiye gideceği önceden beliydi ama bu klişeleşmiş hamle aynı zamanda bölümün de en eğlenceli kısmıydı. İster klişe deyin ister klasik deyin, senaryolarda gerçekleştiren bazı hamlelerin klasik olmasının çok önemli bir nedeni vardır. Çünkü içlerinde genel seyirciye hitap eden içlerinde kendilerinden bir parça buldukları anlar gizlidir. Akıcı bir dil ve doğru hamlelerle en klasik an bile yenilikçi bir şekilde ele alınabilir. Bora’nın partideki kıskançlığı ve çıkardığı kavga da kesinlikle klasik bir senaryonun taze ve yenilikçi bir şekilde ele alınış biçimiydi.
“Siz neden buradasınız?
Sen neden buradaysan ben de o yüzden buradayım. Aynı sebepten buradayım. Nezaketten.
Ben sizin davetli olduğunuzu hatırlamıyorum ama. Davet edildiniz mi?
Ne oldu? Sen benim burada olmamdan tedirgin mi oldun? Rahatsız mı oldun?
Yok, aksine…”
Ada bunu asla Bora’nın yüzüne karşı itiraf etmez ama Rüzgâr ile birlikte kızları korumak için partiye katılan Bora, Ada’nın kendini daha rahat ve güvende hissetmesini sağladı. Ada’nın bakış açısından baktığımızda bu sürpriz ona ilaç gibi gelmişti. Çünkü her ne kadar Bora’yı sinir etmek için Kuzey’in teklifini kabul etmiş olsa da sonradan kendi de bu teklifi kabul ettiğinden rahatsız olmuştu. Ama asıl dikkatimi çeken nokta acaba kaç romantik komedi de esas çift kavga eder gibi başladıkları sohbetlerini bir yereye oturalım mı diyerek yumuşatır ya da yumuşatmıştır? #AdBor çifti kimi zaman güzel güzel konuşarak başladıkları sohbetlerini kavgaya dönüştürürken kimi zaman da kavgalarını dostane bitiriyorlar. Uçlar arasında bu hızlı gidip gelmelerini aralarındaki cinsel çekime ve duygulara bağlıyorum.
Bora’nın Kuzey denilen adamla tanıştığından beri onu dövmek istediği birçok anı oldu ama bunlardan en yoğunu sanırım Kuzey’in Ada’ya yazmış olduğu şarkıyı gözlerinin içine bakarak okuduğu sahne oldu. Özellikle “Deli taylar” repliği onu cinnet geçirmenin eşiğine getirdi ki bir önceki hafta elinde gitarla onun da Ada’nın gözlerinin içine bakıp şarkı söylediğini düşünecek olursak senaristler tarafından yapılan kontrast çok hoşuma gitti. Bora şarkı söylerken Ada’nın onu gözlerinin içine bakarak hayran hayran izlediği sahnede beden dili ne kadar iletişime açıksa Kuzey’in şarkısında da üzerindeki ceketin önünü tamamen kapatan ve kollarını kapatarak kendini iletişime kapatan Ada’nın beden dili de bir o kadar rahatsız olmuştu. Bu sahnede Kuzey kendisine şarkı söylerken Bora’nın kendisini kontrol etmede zorlandığı beden dili dışında bu sahnede bir flashback olarak gösterilseydi sahne daha da etkili olurdu.
“Tamam mı, gitsek mi artık? Biz fazla kaldık bence burada. Burası bize göre değil. Hadi gidelim biz.
Aaaa Neden?
Neden mi? Ada, ben gerçekten burada olmaktan hoşlandığını falan düşünmeye başlayacağım, birazdan.
Düşünün, Bora Bey. Benim hakkımda bir de bunu düşünün siz. Yani beyninizin içine girip ufak tefek değişiklikler yapmak istiyorum ama bu mümkün değil. (…) O yüzden düşünmekte özgürsünüz. Benim hakkımda her şeyi düşünebilirsiniz. Özgürsünüz buyurun. Sizi anlamıyorum ya. O yüzden anlamaktan da vazgeçtim. Pes ettim.
Sen beni zaten hiç anlamıyorsun, Ada. (…) Belki bir gün anlarsın.”
Birini seviyorsan eğer çekinmeden duygularını söyle en kötü seni reddeder ve sen eyleminin sonuçlarıyla yaşarsın. Aksi taktirde yapmadığın bir şey için pişmanlık duyar ve bir ömür acı çekersin, dediklerini biliyorum ama Bora’nın o cümleyi sarf ettikten sonra gerçekten hissettiklerini cümlelere dökmesine gerek var mıydı? Halbuki her şey alenen ortadaydı. Sadece Ada’nın görmemezlikten gelmeyi bırakıp gözlerinin içine bakması yeterliydi. O yüzden bu sahne benim için Bora’nın duygularını dışa vurması açısından çok değerliydi. Daha da değerli olabilirdi eğer Kuzey araya girip bir de mekânında racon kesmeye çalışmasaydı. Kuzey’in bu hatası Bora için bardağı taşıran son damla oldu. Ada’ya dokunduğunu görünce de Bora’nın içinden Hulk çıktı. Halbuki #AdBor bir güzel kozlarını paylaşıyordu. Bora ne güzel ağzından asıl sorunun ona kızgın olması değil; dürüst olmadığı için kırgın olması olduğunu dillendirmişti.
Herkes Ada ve Tuğçe’nin girl power dinamiğinden bahsediyor ama kimse Bora ve Rüzgar’ın arasında filizlenmeye başlayan arkadaşlıktan söz etmiyor anlamıyorum. Ada ile Tuğçe arasındaki ilişki nasıl ki onun Bora’nın Ada’ya aşk olduğunu anlamasıyla bozulacaksa Bora ve Rüzgâr arasındaki ilişki de Ada ile evli olduğunu öğrenince bozulacak. Ama şimdilik kavgaya atılırken birbirlerini yalnız bırakmayıp üstüne üstlük sırt sırta vermeleri çok güzeldi. Bora’nın öfkesinin kaynağı olan adamın burnuna kafa atarak başlattığı kavga bölümün en komik sahnesine imza atmış oldu.
Bora’nın yumrukları kelimeleri kullanmadaki becerisi kadar kuvvetliydi. Yumrukları şiir gibiydi desem bu sahnenin benim üzerimde bıraktığı etkiyi daha iyi açıklamış olurum herhalde. Hele de Ada’nın kolunu tutan Kuzey’e “Hoppala indir lan elini” deyişi kulağıma müzik gibiydi. Sonrası malum. Hep beraber Kuzey ve korumalarının üstüne atladılar. Bora-Rüzgar’ın kavgaya karışması normal Ada’nınki de “cinsiyetçi kalıpları” yıkan bir davranış oldu ama Tuğçe’nin kavgaya karışması benim için hoş bir sürpriz oldu. Kendi becerilerine uygun bir şekilde kullandığı biber gazı iyiydi de az kalsın Rüzgar’ı sakatlıyordu. Rüzgar’ın profesyonel yumrukları benim gibi Tuğçe’nin de dikkatinden kaçmadı. Tek şikâyetim keşke sahne çok daha uzun sürseydi de keyfini çıkara çıkara izleseydik…
Bir insanın bir insana gerçekten âşık olduğunu nereden anlarsın sadece kırmızı bir elbise giyip topuklu ayakkabıyla gezince değil; mahalle kavgasındaymış gibi bir adamın üstüne atlayıp ona tekmeler savurduğunda bile o insandan etkileniyorsan ona aşıksın demektir. Çünkü gerçek aşk o insanın her halini sevebilmek demektir. Bora’nın Ada’nın dövüşme yeteneğinden etkilenip “hiç fena değildin” demesi gibi onunla ilgili her şeyi sevebiliyorsan onun adı aşktır. Bora da kendine dişine göre bir rakip ve güvenebileceği bir ortak aramıyordu? Ada şu an sakladığı sırlarla pek de güvenilir olmasa da Bora’nın ona ihtiyacı olduğunda daima yanında olacağına eminim. Senaristlere tek bir sorum var Ada tamamen kurgusal bir karakter mi yoksa esin aldıkları biri var mı eğer varsa o insanla tanışmayı isterdim. Çok fazla ortak noktamız olduğunu hatta aynı kişi olduğumuzu düşünüyorum. Ben de kavga etmekte çok iyiydim…
Ada kavgadan ve bu kavgadan dolayı Bora’nın anlında açılan yaradan ötürü kendisini suçlasa da Bora’nın olanların onun suçu olmadığını aksine ona asılan adamın suçu olduğunu söylemesi bana parktaki sapıklardan sonra Ada’ya yaptığı konuşmayı hatırlattı. Ada onu sinirlendirmek için Kuzey’e nazik davranmış olsa da suç haddini ve duracağı yeri bilmeyen Kuzey’indi. Eminim Bora söz konusu Ada değil de bir başka kadın olsa da haddini bilmeyene vereceği tepki de aynı olurdu. O yüzden ben bu yazıyı kaleme alırken onun önümüzdeki hafta yayınlanması planlanan bir kareden ötürü diziyi izlemeyen insanlar tarafından linç edilmesi çok üzücü. Halbuki Bora gerçek bir kahraman.
Ada’nın küçük bir sıyrık olsa da kavgadan ötürü kendini sorumlu hissettiği için Bora’nın üstüne titremesi ve yarasını temizlemek istemesi benim için çok anlamlıydı. Erkekler küçük şeyleri görmezden gelmeyi ve canlarının yandığını göstermemeyi alışkanlık haline getirdikleri düşünülünce konu çizik gibi önemsiz bir meselede olsa kadınların şefkat göstermesi önemli bir konu. İnsana kendine değer verildiğini hissettirir ama kalabalık bir aileyle birlikte yaşadığında maalesef bir pansuman sahnesi bile hayal olur. Bora’nın annesi sahneye girip ortamın elektriğini bozmasaydı daha iyi olurdu. Ne diyelim kısmet. İnşallah bir sonraki sefere #AdBor pansuman sahnesi de görürüz. Cinsiyetçi kalıplara takılan bir insan değilim o yüzden ileride onun Ada’ya pansuman yaptığı bir sahneye denk gelirsem de itiraz etmem.
Yasemin ve Belma’nın #AdBor çiftinin gerçekleşmesini önlemek için yaptıkları iş birliği ve iki ailenin birbirinden çok farklı olduğunu ailelere gösterme çabaları komik değil; acınasıydı. Tabirimi hoş görün ama gerçekten de mahalle karıları gibi kavga etmeleri mi iki aileyi birbirinden ayıracak olan plan. Ne kadar dahiyane. Sadece kendilerini küçük düşürmüş oldular. Ailelerin farklılığını ortaya koymak için kurdukları plan aslında nasıl aynı olduklarını kanıtlamaya yaradı. Ayırma planları yaparken ne kadar iyi anlaştıklarına bakılacak olursa o planlar ters tepecek gibi görünüyor. Neyse ki Zafer ve Nergis gibi aşka saygısı olan ve #AdBor çiftinin birlikte olması için çalışan neferler de var…
Helal olsun Nergis’e! #AdBor çiftinin partide yaşadıklarını nasıl da anlamış. Kadının ya kalp gözü açık ya da Bora’yı o kadar seviyor ki gözünde ideal adam konumuna getirmiş. Ada daha nereye kadar kaçacak duygularından ya da Bora’nınkilerden merak ediyorum. Nergis anladı; Selin söyledi. Daha bugün tanıştığı Kuzey bile söyledi. Anlaması için ille Bora’nın mı söylemesi gerekiyor. Zafer amcaya da helal olsun. Oğlunun liseli ergenlere dönmesinin altında yatan nedenin aşk ve o aşkın öznesinin de Ada olduğunu anladı. Aşk hakkında söyledikleri kalbime dokundu:
“Aşk çok güzel şeydir oğlum. Alır insanı en tepeye çıkarır. Ama yaşayınca güzeldir. Eğer onun içine düşmüşsen ve ondan kaçmak için çaresizce çırpınıyorsan insanı alır en dibe götürür. İnsanı agresifleştirir. Hata yaptırır. Bora evladım korkunu anlıyorum, gerçekten. Ama herkes birbirinin aynı değil. Kendine bir şans tanı.”
Bora’nın hissettiği duyguları görmezden gelmeye çalışması akıntıya karşı yüzmeye çalışması kadar beyhude. Bu yüzden aşka karşı beyaz bayrak çekmek konusunda umarım çok geç kalmaz. Zira aşk dünyanın en güzel ve aynı zamanda en acı duygusu. Başladığında onu kabullenirsen insanı daha önce hiç olmadığı kadar canlı hissettiriyor. Karşı koyarsan da 1001 parçaya bölünmüşsün gibi. Bittiğinde uzun zamandır sana mutluluk veren bir uyuşturucuyu bırakmaya çalışan bir keş gibi oluyorsun. Varlığı da yokluğu da tehlikeli bir uyuşturucu gibi aşk.
Bora hakkında sosyal medyada yapılan tüm karalama çabalarına rağmen gerçeği balçıkla sıvayamazlar. Bora söz konusu kadınlar olduğunda gerçek bir feminist. Ada’yı hiçbir şeye zorlamayan onun adına kararlar almayan aksine Ada’ya kendi kararlarını alma cesareti veren adam Bora. Sevdiği kadının hayallerine ve umutlarına kendi hayalleri ve umutları gibi sahip çıkan, onları gerçekleştirebilmesi için dünyayı ayaklarının altına seren adam…
Geçen haftaki iş yemeğinde oldukları parfüm firmasından gelen müşteriler Kuzey Batı ile yaptığı röportajdan sonra Ada’nın enerjisini çok sevmiş ve ondan övgüyle bahsetmiş olmalarına rağmen daha dün kendisini rahatsız eden adamla aynı reklam filminde oynamasını isteyerek ne kadar büyük bir kriz yarattıklarının farkında değillerdi ama itiraf edeyim ben bu sahneyi Bora’nın kendilerine verdiği cevaptan ötürü çok sevdim. Bir kere reklamda oynamasını istedikleri kişi Ada olmasına rağmen reklam filmini senaryosunu Bora’ya vermeleri çok seksist bir hareketti. Neyse ki sosyal medyada şiddet yanlısı diye gömülen Bora onların bu yanlışını düzeltti de senaryoyu Ada’ya uzatın dedi. Onlara kalsa Ada odadayken bütün konuşmayı Bora Doğrusöz ile yapacaklardı. Bir şey istemek için iyi bir yol değil.
“Ben böyle bir reklam filminde oynamak istemiyorum. Teklifiniz için teşekkür ederim.
Fakat çok yüksek bir bütçe ayarladık bunun için. Duyduğunuz zaman kesin kabul edeceksiniz.
Nedir acaba bütçeniz? Çok merak ettim de.
Ada Hanım için bir milyon. Şirketinizde payını alacak.”
Bütün bunların içinde en çok hoşuma giden şey Bora’nın tepkisi oldu. Önce senaryoyu Ada’yı uzatıp kendi kararını kendisinin vermesini bekledi. Ada’nın kararına da özgür iradesine de müdahale etmedi. Üstelik bütün bunlar olup biterken Bora’nın aklındaki duygu da “kıskançlık” değildi. Partide ona şarkı yazdığını söyleyerek onu rahatsız eden ve koluna dokunmaya kalktığında Ada’nın açıkça istemediğini söylediği bir adamın, bu reklam filmi bahanesiyle onu yeniden rahatsız etmesini önlemeye çalışmak vardı. Ve bunu yaparken de bu cevabın şirketi için ne gibi maddi sonuçlar doğurabileceğini bir kere bile düşünmedi. Aklında sadece Ada’nın menfaatini gözetmek vardı. Bora onu sahiplenmedi. Sadece şirketine para kazandırabilecek müşterilerin anlamamazlıktan geldikleri “hayır” anlamalarını sağlamaya çalıştı. Ada’yı parayla satın alamayacaklarını anlatan o konuşması favori diyaloglarımdan biri olabilir.
“Şimdi şöyle…ben Ada Hanım’a daha önce defalarca bir milyon teklif ettim ama kendisi kabul etmedi.
Tamam. Üç milyon. (…) Uygun mudur?”
Değil. Uygun değil. Neden uygun değil, biliyor musunuz? Şimdi az önce Ada Hanım size dedi ki “Hayır. İstemiyorum. Ben bu reklam filminde oynamak istemiyorum” dedi. Siz Ada Hanım’ın hayır demesine rağmen hala bunu üsteliyorsunuz ya bu nasıl bir terbiyesizlik? Bu nasıl bir saygısızlık? Siz değil üç milyon üç yüz milyon da verseniz Ada Hanım’ın cevabı belli. Bir kez daha duymak ister misiniz? (…)
Hayır. Tabi ki de.
Hayır. Anladınız mı şimdi? Daha net duydunuz mu? Teşekkürler, o zaman bu toplantı bitmiştir.”
Patronu diye Bora Doğrusöz’ün onun sahibi olduğunu mu düşünüyorlardı acaba? Bir de utanmadan şirkette payını alır dediklerinde Bora’nın kan beynine sıçradı ki haklıydı da. Ada benden habersiz menajer tarafından temsil edilen bir oyuncu, şarkıcı ya da sporcu olmadıysa acaba neden Ada’nın tüm temsil hakları Bora’daymış gibi davrandılar bilmiyorum. Ada BizdeBöyle.Net’in asistanı/yazarı katiyen malı değil. Ada’ya bir milyon teklif edince evet diyeceğini düşündüler. Hayır deyince de fiyatı artırmaya yoluna gittiler. Sanki reklam filmine hayır demesinin nedeni parayı az bulmasıymış gibi ya da her insanın bir fiyatı varmış gibi. Sana hayır demiş bir insanı daha fazla parayla satın alabileceğini düşünmek çok maddiyatçı bir yaklaşım. Ada gibi herkesi mutlu etmeye çalışan insanlar için söylemesi en zor kelime olan “hayır” sözcüğünü söylediğinde ona arka çıkan Bora gerçek bir feministtir.
Bölümün benim için en eğlenceli sahnelerinden ve en güzel diyaloglarından bahsettikten sonra nihayet en sevdiğim #AdBor anına geldim. Bora’nın toplantıda Ada’nın hür iradesiyle hayır diyebilme becerisini elinden almak isteyen müşterilere verdiği tepkiden sonra daha fazla toplantı odasında kalamayan Bora’nın kendi odasına gittiği ve de Ada’nın onu ofisine kadar takip ettiği an benim için bu bölümün en güzel #AdBor sahnesiydi. Çünkü duygular ham ve olduğu gibiydi. Ada cümlelerini süslemeden ya da bir şeyleri gizleyeceğim korkusuyla kendini komik durumlara düşürmeden kalbini uzun zaman sonra ilk kez Bora’ya açıyordu. Yalansız, yalın ve tüm özgüvensizliklerini gözler önüne sererek çırılçıplak bir şekilde Bora’nın karşında duruyordu.
“İşte benim huyum da bu. Değiştiremediğim.
Neyi değiştiremiyorsun sen, Ada?
Kimse kırılmasın diye kendime baltayla vurmak. Kimse üzülmesin diye kendi kendimi üzmek. Türkçe’de söylemesi çok zor bir kelime vardır, Bora Bey. Bilir misiniz? Hayır. En azından benim gibiler için. İşte ben de üzülmesin, kırılmasın, yanlış anlamasın diye… Az önce içerde yaptığınız çok güzel çok özeldi. Üç milyonu elinizin tersiyle ittiniz, Bora Bey.
Bir milyonluk çeki gözümün önünde hiç düşünmeden yırtan birini tanıyorum ben. Ondan öğrendim.”
Birilerini kırmamak ve üzmemek için hayır deme konusunda hep kötü olan Ada’nın nihayet hayır diyebilme cesareti ve özgüveni kendinde bulduğu anda sesini duymayanlara sesini duyurmaya çalışan Bora’nın jesti çok anlamlıydı. Çünkü daha önce kimse onun gibi Ada’yı görmemiş; onun gibi de Ada’yı savunmaya çalışmamıştı. Böyle bir jeste kim olsa gönlünü kaptırırdı. O yüzden Ada’nın bu jestten etkilendiğini bilinçsizce “çok güzel çok özeldi” diyerek ona ifade edişi belki de hissettiği duyguları hem kendine hem de Bora’ya itiraf etmeye en yakın olduğu andı. Ada kendi söylediklerinin farkına varınca kendini hemen bir toparladı ama laf ağızdan çıkmıştı bir kere. Artık kendi gerçekliğini yaratmaktan başka bir çaresi kalmamıştı. O bakıştıkları kısacık an bana olduğundan çok daha uzunmuş gibi geldi.
Bir aşkın kökleri çok derinlerde sağlıklı ve uzun ömürlü bir aşk olduğunu nasıl anlarsın? Eğer o aşkın öznesi değil; o aşkın kendisi seni değiştirmeye ve dönüştürmeye başlamışsa ve âşık olduğun insan sana ilham kaynağı olmaya başlamışsa o aşkın kökleri derinlerde demektir. Bora Ada’nın kimseyi kırmamaya ve üzmemeye ehemmiyet veren kişiliğinin ruhunda açtığı yaralarla sırtına bindirdiği yükleri ilk defa gördü. Ve onun ruhunu gözetmeye dikkat etmeye başladı. Ada’nın maddiyatın kendine sağlayabileceği rahatlığı düşünmeden hareket eden tavrı daha ilk günlerinde çeki eline vererek onu göndermeye çalışan Bora’ya da ilham olmuş ve bir şeyler öğretmişti. Aralarındaki mesafenin azalması, birbirlerine iltifat ederken göz temasını kesmemeleri ve daha da önemlisi vücut dilleri aşk diye bağırıyor.
Son olarak bölümün kapanış sahnesinde büyük bir rol oynayan yüzük meselesine gelecek olursak Ada gerçekten de bahtsız bir insan. Ben buna inandım ve buna kanaat getirdim. Yoksa bunun başka bir açıklaması yok. İnsan işi bıraktığı gün parmağından çıkarmaya çalıştığı yüzüğü dolabın altına kaçırıp üstünden bir gün geçtikten sonra eline işe döner dönmez Bora’nın gözleri önünde bir yüzük tutuşturulduğunda o yüzük nasıl onunki olmaz. Üstelik yüzüğü gerçeği öğrense onu anında patronuna gammazlayıp arkasından da kazan kaldıracak bir insanın parmağına nasıl takılmış olabilir, bunu bana açıklayın. Tuğçe fark etmeden yüzüğü parmağından alabilmek için o kadar operasyon yaptıktan ve o kadar para harcadıktan sonra ceketinin cebinde güvende olduğunu düşündüğün yüzük onu katiyen görmemesi gereken insanlardan biri olan teyzenin eline nasıl geçebilir? Yasemin ceketin cebinde bir şey olduğunu nasıl fark etmez? Kaldı ki o yüzük çimenlere de mi düşmez?
Ama Ada’da bu şans varken ceketin üstüne randevu sırasında meyve suyu dökülür ve cebindeki yüzük düşmeden teyze onu çamaşır makinesine tıkar. Sonra cepten bir türlü düşmek bilmeyen o yüzük Allah’ın işine bak sen gidip Elif’in bebeğinin saçına takılır. Bundan daha kötü ne olabilir diye düşünülürken de Bora yeğeniyle oynamaya karar verir ve sana keşke şükretseydim dedirtir. Sonrası malum… Ada bütün bölüm boyunca olacağından korktuğumuz ama içten içe de olacağını bildiğimiz yüzüğü eline geçirir. Bundan sonra Ada elinde içinde onun ve Rüzgar’ın adının yazılı olduğu yüzükle kendisine bakan Bora’nın gerçeği öğrenmesini nasıl engelleyecekler bilmiyorum ama bu hızla giderse yakında Ada’nın başına bir meteor düştüğünü de görürüz diyerek bölüm yazımı tamamlıyorum.
Haftaya Görüşmek Üzere… Hoşça Kalın…