Baht Oyunu 17. Bölümü ile ekran yolculuğuna son verdi. Final bölüm yorumu konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Hala Baht Oyunu’nun final bölümü olduğuna inanamadığım on yedinci bölümün yorumuna başlamadan önce bütün on yedi bölüm boyunca yaşadığım serüvenimi düşündüm de ilk bölüme yaptığım yorum daha dün gibi aklımdaydı. Yazımı yüz kırk dakika boyunca hiç sıkılmadan izlediğim zaman zaman Ada ile birlikte üzüldüğüm yer yer de içine düştüğü ya da kendi kendini düşürdüğü durumlar karşısında kahkahalarımı tutamayıp gülümsemekten gözümden yaş geldiği sıcak, samimi ve yazın ruhuna uygun renkli bir iş olarak tamamlamıştım. Bugün hala da öyle düşünüyor “iyi ki Baht Oyunu” diyorum. Ancak kanal tarafından verilen ani iptal kararından sonra senaristlerimiz her ne kadar konuyu toparlamaya çalışsalar da son bölüm olarak 17. bölümün senaryosunu pek beğenmediğimi söylemeliyim…
“Ne gerek vardı? Bana bak Ada. Bunca soytarılığa ne gerek vardı?
Ben bilerek yapmadım. Seni üzmek için yapmadım, Bora.
İsteyerek yapmadın, öyle mi? Sen benim arkamdan iş çevirmişsin Ada hatta arkamdan bile değil; gözümün içine baka baka iş çevirmişsin.
Tuğçe zorladı beni.
Tuğçe zorladı sen de yaptın, öyle mi? Bana mantıklı bir neden söyle, Ada. Sen sadece git, Ada. Sen sadece git. Evimden de hayatımdan da şirketimden de benim olan bana ait olan her şeyden git, Ada. Uzaklaş.”
Vedaları hiç sevmeyen bir insan olarak sevdiğim işlerin son bölümlerini de yazmakta çok zorlanırım. Çünkü onları yazmak bittiklerini kabullenmek gibi gelir bana ama bir noktadan başlayım son bölümü de hak ettiği gibi uğurlamak gerek deyip ekranımın karşısına geçtiğimde bölümün on altıncı bölümün final sahnesinden yani İdeal Kadın’ın hem Ada hem de Tuğçe olduğunu öğrendiği ve Ada’nın tüm bunları Bora ve Tuğçe’yi bir araya getirebilmek için yaptığını öğrendi sahneden başladı. Bora en çok Ada’nın onun arkasından iş çevirmesine mi yoksa mevzu bahis olan kalbini Tuğçe için ayartmaya çalışmasına mı kızdı bilmiyorum ama Tuğçe’nin de kışkırtmalarıyla birlikte Ada’yı şirketinden kovacak kadar sinirlendiğini söyleyebilirim. Ancak Ada’ya bağırmasına ve onu işten kovmasına rağmen gözlerinin içine bakarak bütün bunları neden yaptığını sorgulaması bana içindeki aşk ateşinin hala sönmediği konusunda bir parça da olsa umut verdi ama kolay kolay affetmeyeceği de evlilik teklifini reddettikten sonra bile kovmadığı Ada’yı şimdi kovmuş olmasından belliydi. Belki kuzenin dediği gibi onu gerçekten görmek istemediğine karar vermişti.
Ona daha önce yalan söyleyen Aslı’da da aynısını yaptığını daha önce söylemişti yani gerçekleri öğrendiği zaman Ada’ya verdiği ilk tepkinin de gitmesini istemesi olduğuna şaşırmadım. Sevdiği insanın kendine yalan söylediğinin farkına varan her insanın verebileceği bir tepkiydi, öfke. Ama gitmeden önce Ada’dan bunları neden yaptığına dair bi açıklama istemesi içinde bi yerlerde onu affedebilmek için bi neden aradığını ama bunun farkında bile olmadığını düşündürdü bana. Acaba Ada’yı ona kızgın olduğu ve gerçekten onu bir daha görmek istemediği için mi yoksa onu görmeye devam ederse aşkına yenilip bütün prensiplerini çiğneyerek onu affedeceğinden korktuğu için mi kovdu? Bana bu konudaki fikrimi soracak olursanız bütün bölüm bu soruya bi cevap verme üzerine şekillenmişti. Ada orayı terk etti ama bu şirketteki son günü değildi. Çoğu izleyici Ada’nın işi için döndüğünü düşünmüş ama Ada bu defa aşkı ve kendi için savaşma sırasının ona geldiğini fark ettiği için şirkete dönmek istedi. Kabul, birazcık da hırs yaptı.
“Benim bundan sonra kimseye pabuç bırakmaya niyetim yok. Ne Bora’yı ne de burayı ona bırakmam.”
Bora’ya olan aşkı için eğer bir şansı daha olacaksa bunu kendisi yaratması gerektiğini ve her ne pahasına olursa olsun, onu affetmeyecek olsa bile onu elde etmeyi “takıntı” yapmış bir kadının elinde heba etmemek için kalmaya karar verdi. Her ne kadar bu yaptığının Bora’yı kızdıracak olduğunu bilse bile. Eğer Ada’nın yaptığına gurursuzluk diyecekseniz Bora’nın bu yaptığına da adaletsizlik demeniz gerekir. Zira Ada’yı işten kovmak için geçerli bir nedeni yoktu. Ada sevdiği adamı Tuğçe’ye karşı korumak istemekte çok haklı. Daha ikisinin de göz yaşları kurumamışken bunu kendi için bir fırsat olarak gören Tuğçe için söylenebilecek çok şey var ama bu kelimelerin birçoğunu yazmak ne bana hanımefendiliğime yakışır ne de site sahibini zorda bırakmak isterim. O yüzden şimdilik işlerin planladığı gibi gitmeyeceği Bora’nın terastaki dokunuşuna verdiği tepkiden belliydi demekle yetiniyorum.
Bir insanın canı aştan dolayı ne kadar çok yandıysa canını yakan insanı o kadar çok sevmiş demektir ancak Tuğçe gibi kendine aşık bir insan bunu katiyen anlayamaz. Bora’nın delirmişçesine verdiği bu ilk tepkiyi sonsuza kadar Ada’yı hayatından çıkardığının işareti olarak görmesi çok aptalcaydı. Diyelim ki Bora gerçekten Ada’yı hayatından çıkardı hayatında beyaz bir sayfa açacağı ama en önemlisi de o şanslı kadının kendisi olacağını nereden çıkarmış? Bugüne kadar yüzüne bakmayan insan ileride de yüzüne bakıp ona âşık olmaz ve Bora duygusal boşluğundan da faydalanabileceğin türden bir insan değil. Son bölümde de olsa alkollü bir gecede Bora ve Tuğçe klişesi yazmayan senaristlerimizden Allah razı olsun. Daha önce bu gözler kaç romantik komedinin öyle harap olduğunu gördü.
Bora’ya hak veriyorum yalandan hiç haz etmeyen biri olarak hem bir ömrü birlikte geçirmek istediği kadın tarafından hem de çocukluk arkadaşım dediği insan tarafından kandırılmış. Kalbinin üstüne resmen oyun oynanmış. O Ada’ya âşık olurken Ada onu Tuğçe’yle bir araya getirebilmek için arkasından işler çeviriyormuş. Bu kimsenin kolay kolay kabullenebileceği bi şey değil. Bir de bunları Rüzgar’ı geri kazanabilmek için yaptığı ortaya çıksaydı ortalık yanardı. Kalbini bu kadar kırmış olduğu Bora’nın yanına geri dönebilmek için bir üst mercii olan Zafer amcaya gitmesine hiç şaşırmadım. Ada’nın elindeki tüm imkanları kullanmasının ve biraz gözü açık hareket etmesinin vakti gelmişti.
Zafer amcanın evlilik teklifine ailelerin önünde hayır cevabını verdiği halde kovmadığı Ada’yı -çünkü onu yanında tutmak istiyordu- neden şimdi kovduğunu merak ettiği halde hiçbir ayrıntıya girmeden Ada’nın tek bir sözüne Tuğçe demesine güvenip oğlunun bu kararından dolayı ona kızabileceğini hatta aralarının bile bozulabileceği riskini göze alarak Ada’yı BizdeBöyle.Net’de çalışamaya geri döndürmenin bir yolunu bulacağını söylemesi yüreğime dokundu.
Bora’nın gözlerinde o farkına varmadan çok daha önce Ada’ya olan âşık olduğunu gören Zafer amca Ali ve Selin çiftinden sonra #AdBor aşkının en büyük savunucusuydu. Berna’nın ailesine uygun bulmadığı için Bora’nın kalbi bu süreçte paramparça olur mu diye düşünmeden ayrılmasını dört gözle beklediği kız Zafer amca için hem oğlunun kalbi hem de Elif’in neşesi demekti. Oğlunun bir aşk acısının daha altından kalkamayacağını Elif’in de kimseyi Ada kadar sevemeyeceğini iyi biliyordu. O yüzden hiçbir şey sormadan Ada’ya güvenmesi ve gerekirse oğlunun kalbini paramparça olmaktan koruyabilmek için oğluyla savaşmayı göze alması onu bir kez daha sevmeme neden oldu…
Akşam yemeğinde Ada’yı işten kovması konusunu açarak oğlunun işlerine karışan bir babaymış gibi görüneceğini bile bile hiç tereddüt etmeden konuyu açarak nedenlerini anlamaya çalışması ve oğlunun yanlışından dönmesi için onu mantıklı davranmaya teşvik etmesi dikkate değer bi detaydı. İlk bölümde videodan dolayı kredi sorunu yaşadığı zaman çalışanlarının maaşını ödeyebilmek için gururunu bir kenarda bırakıp babasından yardım istediğinde araları kötü olan bir baba oğul portesi çizmişlerdi ancak Ada’nın yavaş yavaş hayatlarına girmesiyle baba oğul arasındaki bu soğukluk babanın oğluyla gurur duyduğu, oğlunun da her başı sıkıştığında babasından yardım istediği bir ilişkiye dönüşmüştü. Şimdi ise Ada’nın gidişiyle adeta en başa dönmüş oldular. Ada bu ailenin ilacı ama farkında değiller.
Ada’yı işten çıkarma konusunda konuşmak istemese de “iş hayatıma özel hayatıma da karışmayın” derken Ada’yı hala bu iki konu dahilinde tutması bana ilginç bir detaymış gibi geldi. Çünkü babası Ada’yla olan ilişkisine değinmedi sadece onu neden işten çıkardığını bilmek istedi. Bu durumda özelime karışmayın demesi çok ilginç geldi. Ki bütün bunlar bir yana öyle bir gerçek var ki Bora’nın Ada’yı duygusal bir nedenden dolayı işten kovması yanlıştı. Üstelik Bora “doğru ya da yanlış fark etmez” diyerek bu yaptığının adaletsizlik olduğunu bildiğini belli etti. Öfkeli olduğunu ve buna hakkı olduğunu biliyorum da benim adaletiyle övündüğüm adil Bora’m nerede? Ona giderayak ne yaptılar?
Hayatımda Rüzgâr kadar arsız ve yüzsüz birini daha görmedim. Sen gel bir yalanla kızın üç senesine mal ol; sonra kız tam vazgeçmişken onu geri istediğini söyle. İstemek dememe de bakmayın tüm mesele Bora’yı alt edebilmek. Ama bu son yaptığı onu şirketten gönder diye Tuğçe’nin başının etini yedikten sonra hem Bora’yla arasındakilerin bittiğini hem de şirketten kovulduğunu duyar duymaz soluğu kapısında alması pes doğrusu. Bir de utanmadan gitti sofralarına oturdu. Ama onun bütün bu yüzsüzlüğü Nergis’in ona arka çıkmasından kaynaklanıyor. Neyse ki ailede onu isteyen başka kimse yok da onlardan yüz bulup arsızlaşamıyor. Bora’yla ayrıldı ve artık BizdeBöyle.Net de çalışmıyor diye #AdBor aşkının bittiğini düşünmek ancak onun gibi aşkın ne olduğunu bilmeyen bi adama yaraşırdı. Ada’nın gerçek aşkı bulduğundan beri her hafta onu terslediği sahneleri özleyeceğim. Bir hafta keşke eniştem seni gebertseydi der bir hafta benden uzak Allah’a yakın ol der. Bu kız hayır dediğini anlatabilmek için daha ne yapmalı?
Sonu #AdBor çifti için mutlu biten ama o noktaya varış şekli beni pek tatmin etmeyen final bölümü yazımın naçizane satırlarını Tuğçe ve Rüzgâr için harcamak istemiyorum ama öyle bi sahne var ki kendisinden burada bahsetmemek olmaz diye düşünüyorum. Ada’nın gidişini hep istediği hayata kavuşmak için büyük bir fırsat olarak gören Tuğçe’nin karşılaştığı beklenmedik tepki. Daha önce bu anları fark edenler oldu mu bilmiyorum ama Tuğçe ne zaman Bora’ya dokunacak olsa ya da dokunsa Bora kendisini daima geri çekiyordu. Bunu özellikler videonun ortaya çıkmasından sonra kredi için ona yardım etmeyi teklif ettiğinde koluna dokunduğunda fark etmiştim. Bora birçok romantik komedi erkeğinin aksine Ada dışında başka bir kadının kendisine dokunmasından fazlasıyla rahatsız oluyor.
“Çek ellerini üzerimden. (…) Ellerini üzerimden çek dedim, Tuğçe.
Bora ben… sen gerginsin belki biraz…
Evet, ben öfkeliyim Tuğçe. Evet, ben gerginim. Ada’nın yaptıklarına öfkeliyim ama Ada bir bedel ödedi. Ada işini kaybetti. Eğer çok sevdiği şey işiyse…onu kaybetti. Peki sen Tuğçe? Sen ödedin mi?
Pardon, anlamadım.
Daha dün işe gelen bir kadın çalışana ajanım ol dedin. Ona zorla bir şeyler yaptırdın. Arkamdan işler çevirdin. Sen bir bedel ödedin mi? Ada bunu neden yaptı? Ada bana böyle bir şeyi neden yaptı? Daha seni de tanımıyordu beni de tanımıyordu. Daha işe yeni gelen bir çalışan neden seninle beni birleştirmeye çalışsın, Tuğçe? Neden böyle bir şey yapmaya kalkışsın? Bana bir cevap ver.”
Tuğçe Ada’nın ona yaşattığı hayal kırıklığı ve kalp acısından sonra Bora’yı elde etmesi ya da etki altına alması çok daha kolay olacak sandı ama yanıldı. Ancak onu ikna etmek için iyi bi performans sergilemediğini de söyleyemem. İdeal kadın mevzusunu öyle anlattı ki olayın aslını bilmesem Ada tarafından mağdur edildiğine ben bile inanacaktım neyse ki beni kandıramadığı gibi onu da kandırmayı başaramadı. Bora onun mağdur edildiğine değil; Ada’yla birlik olup arkasından iş çevirdiğine inandı. İdeal kadın meselesinden ötürü Ada’ya bir bedel ödettiği gibi ona da bir bedel ödetmesi gerektiğini düşünerek bütün öfkesini ona yöneltti. İtiraf ediyorum işler istediği gibi gitmeyince Tuğçe’nin yüzünün aldığı hal beni çok mutlu etti. Sahne öyle keyifliydi ki normalde olduğundan daha uzun sürmesini istedim.
Bora’nın sözlerinde en çok dikkatimi çeken nokta Ada’nın ona yalan söylediği için ödediği bedelin çok sevdiği işini kaybetmek olduğu yönündeki cümlesiydi. Ben bu cümlenin iki şekilde yorumlanabileceğini düşündüm. İlki Ada’nın gerçekler ortaya çıktığı halde kaybettiği tek şeyin işi olduğuydu yani Bora farkında olmadan hayatımdan çık diyerek kovduğu kadının yalanları ortaya çıktıktan sonra onu değil; sadece işini kaybettiğini söylemiş oldu. Bora bunu daha sonra akşam yemeğinde babasıyla Ada hakkında konuşurken de yaptı. Farkında olmadan Ada’nın özeli olduğunu ima etti. Arkasından çevirdiği işlerden dolayı ona ne kadar kızgın olursa olsun, Ada’yı gönlünden atamadığının ve asla atamayacağının en büyük delili bu. Üstelik Tuğçe’yi yeni işe alınmış birini kendine yardım etmeye zorlamaktan sorguya çektiğine göre Ada’yı kendisine yardım etmeye zorladığına da inanmış gibi görünüyor. Ki inanmalı da kızı ikinci bölümün final sahnesinde köşeye sıkıştırarak neredeyse havuza düşmesine neden olduğunu unutmadım. O istemese Ada istediği insanın Bora olduğunu nereden anlayacaktı? Kaldı ki Ada hayallerinde bile Bora’ya kıyamadı
İhanete uğramış gibi hissettiği halde Ada’nın bu yaşananlardan sonra tek kaybettiği işiyse o kadar endişelenecek bir şey yok ama bu cümlenin başka bir anlamda da kullanılmış olmasından korkuyorum. Ada’nın söylediği yalanları göz önünde bulundurarak Bora’dan daha fazla değer verdiği işini kaybetmenin kendisini kaybetmekten daha büyük bir bedel olduğunu düşünmüş de olabilir. Ki umarım ima edilen Ada’nın işini ondan daha çok sevdiği değildir. Çünkü ima ettiği gerçekten buysa bölüm boyunca Ada’ya neden bu kadar kötü davrandığı ve motivasyonunun ne olduğu gözünün önünde olursa ona karşı koyamamaktan korkmanın dışında çirkin bir nedene bağlanmış olur. Ada’nın ilk aşkının kim olduğunu bildiği halde Rüzgar’ın tehditleri yüzünden söyleyememesi de Bora’dan gördüğü muamelenin tuzu biberi oldu. Bir gün gelecek Rüzgâr işimize yarayacak bir şey yapacak deseler hayatta inanmazdım ama oldu.
Tuğçe’den bahsetmek istemediğimi söyledim ama itiraf etmeliyim ki Burhan’ı arayarak videonun suçunu Rüzgar’ın üstüne atmaya çalışması ve bu sayede hem tehditlerini bertaraf edip hem de onu işten attırma gayesine ulaşarak Ada’nın ilk aşkının o olduğunu söyleyebilmenin önünü açmaya çalışması zekiceydi. Plan istediği gibi gitseydi hem Rüzgar’dan hem de Bora’nın Ada aşkından kurtulacaktı. Keşke kötülük yapmaya kullandığı bu aklı onu sevmeyen biri için çabalamanın boşuna olduğuna harcasaydı. Oğlunun mürüvvetini görebilmek için ona arka çıkan Berna bile bu ilişkiden bi hayır gelmeyeceğini biliyor aslında. Oğlunu Ada’dan vazgeçirebilmek için elinin altındakiyle yetiniyor. Bu da kadın beni destekliyor sansın. Halbuki Berna onu sadece kullanıyor farkında değil. Bu kız naif (aptal).
Elif’in anne baba konusunda ortak bir geçmişe sahip olduğu ve gözlerini annesininkilere benzettiği için ilk tanıştığı andan beri yürekten sevdiği Ada ablasıyla arasındaki ilişkinin güzelliği belki de dizinin en güzel ve özel ilişkilerinden biriydi. O yüzden dışardan bakan hiç kimsenin bu kadar kısa sürede birbirlerini nasıl bu kadar çok sevdiklerini asla anlayamayacakları bu ilişkiye ellerinde hazır imkân varken daha fazla sahne yazmadıkları için senaristlere bi yanım hep kırgın olacak. Halbuki Ada ve Elif sayesinde çok güzel ve duygusal sahneler izleme fırsatına erişebilirdik. Gene de tüm kırgınlıklarıma rağmen son ana kadar Ada ablasına olan inancını koruyan ve tüm kalbiyle ona destek olan Elif’in varlığı için senaristlere teşekkür etmek istiyorum. Çünkü Elif’in sevgisi aynı zamanda Ada’nın hayallerine ve işine dönmesinin dolayısıyla Bora’yı da her gün görebilmesinin anahtarı oldu. İyi ki vardın, Elif!
Sevdiğin yanında olmadan ne zamanın ne de mekânın bir önemi vardır. Zira kalbi yaralı insanın üstünde zamanın hiçbir hükmü yoktur. Nasıl bir hükmü olsun ki sevdiği yanında olmayan insan için zaman zaten geçmek bilmez. Ne Bora için ne Ada için o terastaki yüzleşmeden sonra zaman geçmek bilmedi. Zaman kavramı önemini yitirdi. Bora “Aslı bile canımı bu kadar yakmamıştı” dedi ya aslında aklını kurcalayan sorunun cevabını kendi ağzıyla veriyordu. Tek bir yalanıyla hayatından tamamen silip attığı Aslı’nın aksine Ada’yı ondan sakladığı bir şey olduğunu bile bile ve ondan sakladığı her yalanını öğrendiğinde onu hayatından silip atmak bir yana hala sevmeye devam eden Bora Aslı’ya sandığı kadar âşık değildi. Zira aşk hatalarına rağmen canını yaka yaka o insanı sevmeye devam etmektir.
Ada’nın rüyasına gelecek olursak eğer bunun bir rüya olduğu en başından belliydi. Sahneye dair ilk kareler geldiği zaman Bora’nın üzerinde ceketi olmadığı için acaba rüya olmayabilir mi diye tereddütte düşmüştüm ama Bora öyle geceden sabaha fikrini değiştirecek türden bi adam değil. Hele de Ada’nın arkasından babasıyla konuştuğunu bilse vereceği tepki Ada’nın BizdeBöyle.Net’e baş editör olarak dönmesini istemek olmazdı. Hele de kişisel bir sebepten ötürü onu kovmakla büyük bir hata ettiğini itiraf etmek asla olmazdı. O zaman bu rüyadan neden bahsediyorsun?
Beni Ada’nın bu rüyasından bahsetmeye iten iki çok önemli neden vardı. İlki belki çok küçük bir ayrıntı olacak ama Ada’nın hayalinin sadece Bora’ya kavuşmak olmadığı aynı zamanda bir zamanlar Rüzgâr yüzünden rafa kaldırmış olduğu hayallerini gerçekleştirmeye de eşit şekilde tutunduğunu görmek güzeldi. Çünkü Ada daha önce ailesi ona öyle öğrettiği için Rüzgar’ı hayatının merkezine koyarak bir kere hayallerinden ve kim olduğundan vazgeçmişti. Bu defa aynı şeyi yapıp vazgeçmediğini görmek onun karakteri adına büyük bi gelişmeydi. En azından rüyalarında da olsa artık hakkını savunmaya başlamıştı. İkincisi ise Bora’yla girdiğimiz Ada’nın rüyalar aleminden Bora’yla çıkıyor olmamızdı. Ada ilk rüyasında Bora’ya Rüzgâr ve kendiyle ilgili gerçekleri anlatmak için evine gitmişti. Son seferinde ise Bora’nın onun evine gelmesi ilk rüyasıyla paralellik taşıması ve kontrast oluşturması açısından çok anlamlıydı.
Üstelik kontrastlar sadece bununla da bitmiyor. Bora’nın ilk rüyasında takım elbiseli olmasının sebebi Ada’nın onu “Bora Bey” olarak görmesinden kaynaklanıyordu. Bu defa ceketsiz ve tek düğmesi açık şekilde görüyor olmasının nedeni ise onu Bey olarak değil; sadece sevdiği adam “Bora” olarak görmesinden kaynaklanıyor. Ki Bora’yla ilgili fark ettiğimiz detayların ilki Ada’nın yanındayken istemsiz bir şekilde gömleğinin bir düğmesini açmasıydı.
Zafer amca oğlunu iyi tanıyor. İşine karışılmasının öfkelenmesine neden olduğunu bildiği bi yerde kriz çıkarmaması için Ada’yı Mina’nın hisselerinin kendisine verdiği yetkiyle şirkette tekrar işe aldığını söylemek için BizdeBöyle.Net’e giderken yanına Elif’i almasının başka açıklaması olamaz. Ama itiraf ediyorum Bora’nın işine karışmasının şirkette koparacağı gürültüyü bilerek Bora’nın yanında kriz çıkarmak kaçınacağı ve kalbini kırmaya dayanamayacağı Elif’i götürmesi çok iyi bi planı ve duygusal manipülasyon taktiğiydi. Elif orada olmasaydı kim bilir Bora daha ne yapardı?
Bora kızgınlığının arkasına ne kadar saklanmaya çalışırsa çalışsın, Ada odasına girdiği anda gözlerinde gördüğüm şey öfke değil; aksine özlemdi. Arkasından iş çevirdiği için ona kızgın olsa da bu kadar kısa bir sürede onu bi daha görmeyi beklemiyordu. Hatta onu bi daha hiç görmemeyi planlıyordu. Böyle birdenbire karşısında görünce kısa bir an içinde olsa bütün öfkesi dağıldı sonra ise ona neden kızgın olduğunu hatırlayıp gardını aldı. Bora’nın onu kovma ve şirketinde bi daha görmemek konusunda bu kadar ciddi olmasının altında aslında öfkesi değil; aşkı yatıyor. Onu bir daha görmezse hem onu unutmanın hem de ona kızgın kalmanın kolay olacağını düşünüyor. Onu her gün iş yerinde görmekse Bora’ya hem arkasından iş çevirdiğini hem de onu hala sevdiğini hatırlatacak. Ve günün birinde ya öfkesi ya da aşkı baskın gelecek. Ki Bora gibi biz seyirciler de baskın gelecek olan tarafın aşk olacağını biliyoruz.
“…Utanmadan babamın yanına gitmişsin. Seni istemediğimi söyledim, Ada. Sen bu kadar mı onursuzsun?
Onursuz değilim. Bana yapılan haksızlığa karşı sessiz kalamadım. İşime işle alakalı olmayan bir sebeple son verdiniz. Siz profesyonelce davranmış olsaydınız ben de bunu yapmak zorunda kalmazdım.
(…) Madem Zafer Doğrusöz elindeki hisseye dayanarak Ada’yı işe almamı istiyor o zaman kabul. Ada’yı işe alacağım. Bunu siz istediğiniz. Şirkette tek bir açık pozisyon var. O da ofis boyluk. Şimdi senden çok acil bir cevap bekliyorum. Kabul ediyor musun? Kabul ediyor musun etmiyor musun?
Teklifiniz için teşekkür ederim, Bora Bey. Kabul ediyorum.
Dışarıdan bakıldığında Zafer amca sanki hiç kimse ona inanmazken hayallerine inanıp ona yardım eden ablasının mirasını bu defa Bora’ya karşı kullanmış gibi görünüyor olabilir. Ada da istenmediği yerde patronunun arkasından iş çevirerek kalmaya çalışan bi yüzsüz gibi görünüyor da olabilir. Baht Oyunu izleyicileri olarak mevzu bahis #AdBor olduğunda hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını çok iyi biliyoruz. Ada yalanı ortaya çıkmadan önce onu istemeye geldiklerinde hayır dediği an Bora’yı kaybettiğini biliyordu hatta kendi rızasıyla istifa da etmişti. Ancak bu defa konu sadece işi değil; mesele Tuğçe’nin yalanlarıyla Bora’yı etkilemesine engel olmak. Mesele hakkını koruyabilmekti. Ada Bora’ya söylediği yalanlardan ötürü işten kovulmayı asla hak etmiyordu. Bu yüzden içinizden Ada’nın gurursuz olduğunu düşünmüş olabilirsiniz, Bora da öyle düşünebilir ama ben aksine bunun resmedildiği gibi bir gurursuzluk olduğunu düşünmüyorum. Zira Ada işten çıkarılma konusunda ona haksızlık yapıldığı mevzusunda haklıydı.
Babasıyla Ada yüzünden yaptığı kavganın özü de aşkıyla öfkesinin çatışmasıydı aslında. Ada’ya şirkette açık tek pozisyon olarak ofis boy olmayı teklif etmesinin nedeni de buydu. Çünkü Ada’nın bu teklifi asla kabul etmeyeceğini düşünmüştü. Bora istese babasının kararına itiraz etmenin bi yolunu bulur ya da onu şirkette asla görmeyeceği bir yere yerleştirmeyi de deneyebilirdi ama Bora bu yola başvurarak hem ona kabul etmeyeceğini düşündüğü bir teklif yapmak hem de eğer kabul ederse onu gözünün önünde tutmak istedi. Daha önce 4. bölümde de Bora ona karşı bir şeyler hissetmediğini kanıtlayabilmek için hem ona kötü davranmış hem de kalmasını ummuştu. Şimdi de aynı durum söz konusu hem Ada’nın şirketinden gitmesini istiyor hem de içten içe kalmasını da umut ediyordu aslında. Ada teklif için teşekkür ettiğinde kendisini geri çevirip hep yaptığını yapıp arkasına bile dönüp bakmadan gideceğini düşünmüştüm ama teklifini kabul ettiğinde şaşırdı ve bölümün geri kalanını sevgisini ve onu sınamaya harcadı. Ki Ada da bu teklifi kabul ederek hem tüm eziyetlerine hazır olduğunu hem de hiçbir yere gitmediğini söylemiş oldu…
“Diğer konuyla daha fazla oyalanma diye söylüyorum. Tuğçe’nin yazısını seçtim çünkü Tuğçe’nin yazısının daha başarılı olacağına inanıyorum ben.
Daha yazılar yazılmadan mı verdin bu kararı?
Verdiniz. Verdin değil; verdiniz olacaktı. Ada ben Tuğçe’nin yazısının daha içten daha samimi daha dürüst olacağına inandığım için Tuğçe’nin ismini verdim adaylığa. Ki Tuğçe Hanım senden daha kıdemli.”
Bora’nın haksız şekilde Tuğçe’yi ödüle aday göstermesine dönecek olursak eğer tüm hayatı hayallerine ulaşmaya çalışmakla geçen bir kızı yapabileceğine ve bir gün ailesinin onunla gurur duyacağına inandırdıktan sonra ayağının altından dünyasını çekip aldığı düşünülünce Ada’nın odasına neden büyük bir öfkeyle hesap sormaya girdiğini çok iyi anladım ve dürüst olayım bu konuda Ada’ya hak verdim. Benim tanıdığım ve bildiğim Bora öfkeli olsa bile böyle bir adaletsizliği ne yapar ne bir başkasının yapmasına izin verirdi. Üstelik Ada şirkette olduğu halde yazılarını değil; karakterlerini karşılaştırarak yaptığı bu seçim çok yaralayıcıydı. Ortada ikisi tarafından yazılmış birer yazı olmadığı halde Tuğçe’nin baş editör ve kıdemli olması gibi bahanelerin arkasına saklanması neyse de yazarlığına laf etmesi acımasızca. Ki bence Bora yanılıyor. Ada onun şirketi vasıtasıyla adaylığı kazanmadı. Onun şirketi Ada sayesinde bu ödüle aday gösterildi. O yetenek Ada’da olduğu sürece Ada çalıştığı herhangi bir yerden de aday gösterilebilirdi.
İleride yazılabilecek bir yazının Ada’nınkinden daha içten daha samimi ve daha dürüst olacağını bilmesi mümkün değil; bunu tahmin edebilmesi için geleceği gözleriyle görmüş olması gerekir ki 17 bölümlük serüvenimizde kimin gerçek bir yeteneğe sahip olduğunu kiminse ucuz bir kopya olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Bora da yeteneğin kimde olduğunu gayet iyi biliyor. Ada’nın onun arkasından iş çevirip babası sayesinde istemediği halde zorla şirkete girmesine mi kızdı? O zaman sinirini de onu sinirlendiren insanın kendisinden çıkaracak. Yeteneğinden ve yazarlık kimliğinden değil; çünkü Ada’nın ona yalan söylemiş olmasının yazarlığıyla uzaktan yakından bir ilişkisi yok. Adalet!
Sadece küçük bir not olarak şuraya iliştirmek istiyorum ki daha öldüğünü kabullenemediği kızı Mina’nın hisseleriyle Ada’yı şirkete sokmasının kızının anısına saygısızlık olarak gören Belma’nın zaman zaman abarttığı düşünebilirsin ama o kızını kaybetmiş bir anne. O yüzden acısını nasıl yaşadığı ve nasıl yaşaması gerektiği konusunda kendisine akıl verebilecek durumda olduğumuzu sanmıyorum. Biz onun bu kayıptan dolayı ne hissettiğini asla anlayamayız. Ama aile demek biri düştüğünde ve karanlıkta yolunu kaybettiğinde onu ayağa kaldıracak el yolunu aydınlatacak fener olmak demektir. O yüzden bir konuda Zafer amcaya hak verdim. Kızı sanki hiç yaşamamış gibi ona ait olan her şeyi bir kenara kaldırmanın ve yasının üstünü örtmenin kimseye faydası yok. Ancak kabuk tutan yaralar iyileşir.
Her hafta bu yazıları yazarken ve onlar yayınlandıktan sonra sizden aldığım yorumları okurken hissettiğim duyguyu düşünüyorum da kendimi onunla özdeşleştirebiliyorum. Hiç aklımda yokken pat diye hayatımın ortasına yerleşen bu yazı maratonunu düşünüyorum da meğerse ben yazmaktan büyük bi keyif alıyormuşum meğer söyleyecek çok şeyim varmış. Ve artık öyle bir noktaya geldim ki yazmak için zihnimle baş başa kalmak bana yetiyor. Bu yüzden Bora Ada’ya istediği kadar ofis boy olduğunu hatırlatsın istediği kadar masasını, bilgisayarını ve kalemini elinden alsın, Ada yazmaktan asla bıkmak usanmayacak ve yazdığı her söz sonuna kadar hak ettiği saygıyı görmeye bir şekilde de olsa devam edecek. Bir insanın elinden kağıdını ve kalemini alabilirsin ama içindeki şiiri asla alamazsın. Ada da haklılığından güç alan ve yeteneğine sonuna kadar güvenen her insan gibi ona meydan okuyan Bora’ya bu konuda ne kadar yanılmış olduğunu yazısıyla göstermeyi başaracaktı. Ki yazılarında samimiyet ve dürüstlüğün eksik olduğunu ima eden bir adama verilecek en iyi cevap daha içten, samimi ve dürüst bir yazı yazmak olurdu.
“Kalbinizin atış hızına yetişemediğiniz zamanlar vardır. İşte o zaman bilim ve tıp dünyasının yüzyıllardır tanımı üzerinde tartıştığı Farsça sarmaşık anlamına gelen “aşk” ile karşı karşıyasınız demektir. Hiç korkmayın, içinde en mutlu hissettiğiniz kıyafetlerinizi giyin. Aşkın kapısını çalmaya gidiyoruz. O kapıdan tereddütsüz içeri gireceğini bilenlerin kapı tıklatması neşeli bir şarkıya içeride o var mı sorusunun yanıtlayamayanların bekleyişi acılı bir ağıta benzer. Bu ağıtın bestesini çaresizlik yazmıştır.”
Aşk kelimesinin her dilde ve millette onu geçtim her insanda farklı tanımı olan bir duygu olması yeterince ilginçken Farsça’da “sarmaşık” kelimesiyle ilişkilendirilmesi bana çok ilgi çekici geldi. Dünyanın en büyülü dillerinden sadece biri olan Farsça’nın “sarmaşık” kelimesini “aşk” ile neden ilişkilendirdiğini çok iyi anlayabiliyorum çünkü aşk denilen şey birbirine karşı aynı duyguları hisseden iki insanın sarmaşık gibi birbirine dolanıp bir olmaya başlamaları demek. Sarmaşık nasıl zamanla çardakların ve binaların bedenlerini sarar aşk da zamanla aşıkların bütün benliğini kaplar. Geçmişindeki yüklerden Ada’ya âşık olması sayesinde kurtulan Bora bu hikâyenin tereddütsüz aşığı olarak aşkıyla neşe bulurken geçmişinin ve yalanlarının yükü yüzünden o kapının kendine açılıp açılmayacağını asla bilemeyen Ada da bu aşkın acılı bekleyeniydi. Tam da bu yüzden yani Ada’nın çaresizliği yüzünden #AdBor olamadılar.
Ada’ya olan öfkesi yüzünden gözüne inen gurur perdesinin ona hata yaptırdığını göstermek adına Ada’nın yazısını sitede yayınlatıp “okuyuculara ulaşmaya ve kendini Bora’ya kanıtlamaya çalışmasını” sevdim ama yapış yöntemini hiç doğru bulmadım. Ada yazısındaki gibi içeride o var mı sorusunu yanıtlayamamanın neden olduğu çaresizlik duygusuyla kimi zaman çok aceleci ve fevri kimi zaman da gitmesi gereken yere geç kalacak kadar hatalı olabiliyor. Çünkü çaresizliği ona hatalar yaptırıyor. Yazısını yayınlayabilmek için Pırıl’ı ve o çocuğu kullanması patronları Bora olmasaydı çok daha kötü sonuçlar doğurabilirdi. Aşk ve benliğin için savaşırken zayiatlara da dikkat etmek lazım.
Ada’nın ilişkiler üzerine yazdığı yeni yazısının rekor kırmasına şaşırmadım çünkü önceki rekor da ona aitti. Üstelik Ada’nın öyle bir yeteneği var ki adeta yazar olup insanları kelimeleriyle büyülemek için bu dünyaya gelmiş. Bora’nın ondan habersiz yayınlanan bu yazıya kızmasının altında yatan neden Ada’nın onun arkasından yeniden iş çevirmiş olması mı yoksa iyi bi yazar olduğu mevzusunda Ada’nın haklı olduğunun yüzüne vurulmuş olması mı bilemiyorum. Ama verdiği tepkinin düşündüğümden daha hiddetli olduğunu söyleyebilirim. Üstelik o ana kadar aralarındaki savaş sessiz bir şekilde ilerlerken bu noktadan sonra Bora savaşın hiddeti konusunda dozu arttırdı. Tüm karşı çıkmalarına ve yazıyı siteden kaldırtmasına rağmen Bora’nın yazının tamamını bir solukta okuduğu detayı gözümden kaçmadı.
Ada şirketin ortasında yazısının siteye yüklenmesinin tüm suçunu üstüne alırken ve yazısının rekora koşmasından güç alarak haklılığıyla övünürken onda görmeye hiç alışkın olmadığım bir şekilde fazlasıyla özgüvenli ve tuttuğunu koparır cinsteydi. Yazısının tıklanma sayısı yüzünden Bora’nın ona “teşekkür etmesi” gerektiğini söylediği noktada özgüvenli olmakla ukala olmak arasında ince bi çizgide yürüyordu ama Tuğçe’ye herkesin içinde hırsız dediği anda onunla gurur duymadığımı da söyleyemeyeceğim. Ada’nın sonunda kimse kırılmasın diye kendini kırma huyundan kurtulduğunu ve kendisine yapılan haksızlıklara sessiz kalmadığını görmekten çok mutlu oldum. Daha önce yazısı çalındığında emeğinin meyvesini bir başkasının yemesine izin vermek zorunda kalmıştı. Bu defa hem kendi sesini duyurmayı başardı hem de karşısında dikilen Bora’nın geçmesi için yol vermeyerek geri adım atmadı. Bora’yı takip ederek devam ettirdiği haklı davasını izlemek benim için büyük bir zevkti. Haklı da Bora özel hayatıyla iş hayatını birbirine karıştırdığı için Ada’yı yapmayı en çok sevdiği şeyden yani yazma eyleminden alıkoyuyordu. Halbuki olan biten hiçbir şeyin Ada’nın iyi ya da kötü bir yazar olmasıyla uzak yakından bir ilgisi yoktu. Bu sana yakışmadı, Bora.
“Sana ne oluyor ya? Sen misin şirketin sahibi?
Şirketin sahibi de seni istemiyor ama sen hala buradasın. Sen neden hala buradasın, Ada?
Çünkü kendisi yüzsüz ben söyleyeyim.
Ne zamandan beri hakkını aramak yüzsüzlük oldu? En azından ben benimle ilgilenmeyen bir adamın ilgisini çekmek için başkasını kullanmadım.”
Bora istediği kadar Ada’ya öfkeli olduğunu söylesin istediği kadar tüm bunları onu şirketinde istemediği ve arkasını ona döndüğünde kendisinden habersiz çevirdiği işlerden bıktığı için yaptığını söylesin. Derinlerde bi yerlerde bütün bunları aslında gerçeğini saklamak için bir bahane olarak kullandığını biliyorum. Yalanını öğrendikten sonra Ada’yı hayatından çıkarırsa onu daha kolay unutabileceğini düşündü ama o hem yalanların hem de aşklarının hatırlatıcısı olarak onun rızası dışında şirket koridorlarında en önemlisi de daima gözünün önünde olmaya devam ettikçe Bora aşkının öfkesinden daha büyük olmasından korktuğundan Ada’yı şirketten gönderebilmek için en çok değer verdiği iki şeye saldırmanın en doğru yol olduğunu düşündü. İlki yazarlığına ikincisi de kendisine olan duygularına. Tam da bu yüzden ötürü Ada’ya yüzsüz demesine kızdığı halde araya giren Tuğçe’ye çıkma teklif etmeye karar verdi.
Tuğçe Ada için yüzsüz diyerek araya girdiğinde Bora’nın yüzü neredeyse “sen araya girme” der gibi baktı. Üstelik Ada hakkını savunmanın yüzsüzlük olmadığını söylediğinde ona itiraz etmeyip başını eğmesi aslında içten içe ona hak verdiğini gösteriyordu. Ancak Bora yazarlık üzerinden yaptığı eziyetin Ada’nın şirketini koşarak terk etmesine neden olmayacağını anlayınca gönülsüzce de olsa onu bir daha dönmemek üzere gönderebilmek için Tuğçe’yle ilgileniyormuş gibi yapması fazlasıyla kırıcıydı. Tuğçe’ye çıkma teklif ederek Ada’nın canını yakmak istediği belliydi. Ada’nın gözünün içine bakarak Tuğçe için “ilgilenmemekle hata etmiştim” demesine bakmayın aslında Bora da bu söylediklerine inanmıyordu. Bugüne kadar koşulsuz olarak yanında durduğunu ve hakkında kötü niyet gütmediğini söylediği kadının arkasından ne işler çevirdiğini bilseydi belki Tuğçe’yle bu yollara hiç girmezdi ama neyse…
“Benim hayatımda bundan sonra artık herkes hak ettiği yerde olacak. (…) Sen bu akşam mesaiye kalacaksın.
Ne mesaisi?
Tuğçe Hanım’la benim şoförlüğümüzü yapacaksın. Şoförlük? Ben sizin ikinizin şoförlüğünü yapacağım, öyle mi? Kapınızı da açayım mı ister misiniz?
Benim değil. Tuğçe Hanım’ın kapısını açacaksın. Haaa ne oldu? Yapamaz mısın? Ne oldu, Ada? Onuruna mı dokundu? Gururuna mı dokundu, ne oldu?
Yok, yaparım. Patron sizsiniz.
Ne kadar da çalışkan bir eleman, bravo. Artık çıkabilirsin.”
Bora’nın Tuğçe’nin gözleri içine bakarak söylediği hiçbir şey gerçekte Tuğçe’yle ilgili değildi. Benim hayatımda artık herkes hak ettiği yerde olacak dediğinde doğrudan Ada’ya bakıyordu. Dudağından dökülen her sözcüğün tek ama tek bir amacı vardı. O da Ada’nın canını kendi canının yandığı kadar yakarak istifa etmesini sağlamaktı. Bu yüzden Bora’ya çok kızdım ama diğer sözde romantik komedilerdeki esas erkeklerle aynı kefeye koymadım çünkü mesele hiçbir zaman Tuğçe olmadı. Tuğçe bu sahnede sadece Bora’yı amacına götürecek olan araçtı. Üstelik alt tarafı bir akşam yemeğiydi; evlenme teklifi değil. Bora’nın Tuğçe’yle olan randevusunda Ada’yı şoförü yapması acımasızlık mıydı? Kesinlikle ama aynı zamanda meselenin Tuğçe olmadığını bir kez daha kanıtlıyordu. Bu gerçek bir randevu olsaydı Bora Ada’nın gözü önünde akşam yemek teklifini yapar gerisini de onun hayal gücüne bırakırdı. Ama Bora aksine başka bi kadınla çıkacağı randevuda Ada’nın da kendilerine eşlik etmesini istedi. Şoförlük teklifinin gururuna dokunup pes etmesini istedi. Gözlerinin içine bakıp yapabileceğini söylemesinden bütün benliğiyle nefret etti, Bora.
Akşam gerçekten bir yemek yenecekse Ada’nın bu teklifi kabul etmeyen taraf olmasını diledi ama bu olmadı. Yoksa Tuğçe’ye üstüne basa basa baş başa dediği akşam yemeğine Ada’yı da yanında götürmek istesin ki? Çünkü bütün derdi Ada’ya onsuz da devam edebileceğini gösterip canını yakmak ama aşkın intikamı iki ucu keskin kılıçtır. Onu yaralamak için her hamle yaptığında kendini de yaralamış olursun. Sonra bi bakmışsın onu içinde öldürmeye çaba harcarken kendini de onunla öldürüvermişsin. Ama bu işlerin kanunu budur. Gerçekten sevdiğin birini yaralamaya uğraşıyorsan eğer kendini de yaralamayı göze alacaksın. Çünkü hiçbir intikam fedakârlık yapmadan kazanılamaz.
Yemek yiyecekleri yere giderken “insan kullanmayı iyi bilir” diyerek arabada Ada’ya ettiği eziyet ve Tuğçe’nin elini tutma cesareti Bora’ya kızmama neden oldu ancak intikamı ve Tuğçe’ye gösterdiği bu ani ilgi konusunda beni ikna etmeye yetmedi. Üstelik bu hikâyede bir gurursuz varsa o da Tuğçe’ydi. Bora’nın yol boyunca bir kere bile gözlerini Ada’dan ayırmadığını göre göre elini tutmasına nasıl sevinebildi? Kalbi dolu bi adamın kalbine ne yaparsa yapsın giremeyeceğini kimse ona öğretmemiş mi? Evet, Bora’nın onu Ada’ya karşı her an ateşlemeye hazır bir silah olarak kullanması hiç hoş değildi ama tüm suç Bora’da da değildi. Kadın kendine onu seven birini hak ettiğini söylemezse ve onu sevmeyen biriyle olmaya gönül rızası gösterirse erkek ne yapsın? Kendini sevmeyi ve en iyisini hak ettiğini bilmeyen kadın daima onu sevmesini umut ettiği bir erkeğin elinde oyuncak ya da amaca giden bir araç olacaktır. Beni yanlış anlamayın kadını suçlamaya çalışmıyorum ama sen kendine değer vermezsen başkası neden versin deyip düşünmelerini istiyorum. “Biz izin vermedikçe kimse bizi kullanamaz” bunu anlasınlar istiyorum.
Ada’nın düştüğü duruma düşmeyi asla istemem ve doğrusu onun yerinde olsam ne yapardım inanın hiç bilmiyorum ama kesin olarak bildiğim bir şey var ki Ada asla eziyetlere boyun eğen bir gurursuz olmadı. Eziyetler için değil; eziyetlere rağmen ayakta kalmayı başardı. Bora’nın yaptıklarının canını ne kadar yaktığını görmesine izin vermedi. Günahıyla da sevabıyla da olsa Bora’nın yıldırma taktiklerine karşı dimdik ayakta durdu, Ada. Bu konuda birbirimize çok benziyoruz aslında. Ben de yara alsam da asla savaş meydanını terk etmem. Biri ayakta kalacaksa o benimdir. Ada da bu randevuya eşlik ettiği halde ne kadar kırıldığını belli etmemekte ustaca bir iş çıkardı. Ki gecenin sonunda yenilen de o olmadı. Bora ondan umduğu tepkiyi alamadı hatta hiç tepki alamadı. Arabayla canını her sıktıklarında yaptığı ani frenleri izlemek böylesi kasvetli bir sahnede yüzüme bir parça tebessüm yerleştirdi. Ah Ada Ah!
Randevu için gittikleri mekâna gelecek olursak Tuğçe gibi bir kadını koluna takıp ilk randevu olarak götürebileceğin bi yer asla değildi. Çocukluk arkadaşını kokoreç yemeye götürebilirsin de randevulaştığın bir kadını asla ilk randevu olarak oraya götüremezsin. Zaten Bora’nın amacı da romantik bir ortam sağlamak değil; oraya daha önce onunla gittiğini Ada’ya hatırlatarak canını yakmaktı. “Bu kadarı çok fazla artık yeter” deyip bağırıp çağırmasını ve kendisiyle kavga etmesini bekledi. Belki bilinçli olarak hiç farkında değildi ama Ada’nın tepki vermesini istedi. Çünkü nerede çatışan bir çift varsa orada ya bi nefret ya da hala yanmaya devam eden bir aşk ateşi vardır. Ki Bora bunun farkında olmayabilir, senaristler bile bunu ima etmemiş olabilir ama benim bu sahneden çıkarımım Tuğçe sayesinde Ada’yı kıskandırıp öfkelendirebilirse işi için değil; kendisi için şirkette kalmaya devam ettiğini düşünebilecek olduğuydu.
İdeal kadın konusu patlak verdiğinden beri o gece Ada’nın restorana yanına geldiğini ama hiçbir şey söylemediğini takıntı haline getiren Bora sayesinde üçüncü bölümle paralellik taşıyan bir sahne görmek için yanıp tutuşuyordum. Bora’nın gizli mekânı olduğunu söylediği ve daha önce ondan başka kimseyle gitmediği bir mekâna bu defa Tuğçe ile gitmesi tabi ki Ada’nın canını yaktı. Çünkü o zaman için farkında olmasalar da bu mekân ilk randevularına çıkıp birbirlerini iş dışında tanımaya başladıkları ilk yerdi. Üstelik anılarında yer etmiş o gecenin flashback sahnesi olarak kullanılması da sahneye hem daha fazla derinlik kazandırmış oldu hem de üçüncü bölümle güzel bir kontrast oldu. Üstelik daha sonra Ada’nın tezgâhın başına geçerek ekmekleri doldurması güzel bir devamlılık sahnesiydi. Kaldı ki Bora zaman zaman acımasız olabiliyor ama intikam konusunda çok kötü. Daha arabadan çıktığı anda ona acıkıp acıkmadığını sorup ona da bir yarım yaptırabileceğini söyledi. İntikam alırken de düşünmeyi ver şu kızı be…
Tuğçe gibi akıllı bir kadın için tehlike çanları daha yerlerine oturdukları anda çalmalıydı aslında. Çünkü Bora oturur oturmaz yeniden Ada’ya odaklandı. Ona arabanın başında beklemesini söylemesi çoğunluk tarafından onları görüp kıskansın diye yapılmış bir eylem olarak değerlendirilmiş olabilir ama ben bu genel kanının aksine tüm bunları onu oturduğu yerden daha rahat görebilmek için yaptığını düşünüyorum. Ada’yı hayatından göndermeye çalışırken bir yandan da varlığını yanında hissetme isteği Bora’nın ondan nefret etmekle onu affetmek arasında yaşadığı ikilem.
Tuğçe’nin ekmeğine acı koyma fikrini Ada’ya veren Tufi sana da giderayak selam olsun. Senin sayende bu randevu gerektiğinden daha fazla uzamamış oldu. Tuğçe’nin sinirlenerek yanlış şeyler söylemesine neden oldun… Bora’da bir alem valla kıza şoförlük yaptırmakta bir sakınca görmüyor ama dürümlerini masaya getirince sorun ediyor. Ben de acı yiyemem hastanelik olurum ama Tuğçe’yle de empati kuracak değilim. Demek ki intikam bazen de acı yenen bir kokoreç gibiymiş. Belki kimse dikkat etmemiştir ama “Tüküreyim mi ağzına” repliği bölümün en komik repliğiydi.
“Bora’cığım küçümsemek için söylemiyorum ama varoş bunlar. (…) Az önce yaptığı hareketlere bak. Yüzsüz.
Tuğçe! Ada varoş ya da yüzsüz değil.
Ben…sen de öyle düşünüyorsun…
Benim ne düşündüğüm ya da benim ağzımdan çıkan laflar seni ilgilendirmez. Sen laflarına dikkat edeceksin.”
Aşkın gözü kördür derler ama aşk ateşinin harladığı intikam ateşinin gözü bazen çok daha kör olabiliyor. Normalde her adımını önceden düşünmeye alışmış bir adam bazen öfkeyle kendine hiç yakışmayan fevri şeyler yapabiliyor; hatta düşünmeden hareket edebiliyor. Bora Ada’yı şirketten gönderebilmek için ona eziyet etmeye ve canını hemen yakmaya öyle bir odaklanmıştı ki Tuğçe Ada için “varoş” diyene kadar yaptığı eziyetin başkalarının gözünde sevdiği kadını küçük düşürmek olduğunu düşünemedi. Farkına vardığında ise Tuğçe’nin yaptığından pek de farklı olmayan tavrı için kendinden iğrendi. Tuğçe’ye büyük bir tepki vereceği ağzından varoş lafı çıktığında değişen mimiklerinden ve gözlerinin içindeki öfkeden belliydi. Ada’nın canını yakmak için Tuğçe’ye ılımlı yaklaşma politikalarının hepsi bir anda bitiverdi. Bu sayede ben de final bölümünde tanıdığım ve çok sevdiğim Bora’yı yeniden görmüş oldum. Hala oralarda bir yerlerde olduğunu bilmek ve Ada’ya karşı kendi tavrı ne olursa olsun, başkasının onun hakkında kötü konuşmasına izin vermediğini görmek mutlu sona kavuşacakları konusunda yeniden umutlanmamı sağladı.
Tuğçe ve Bora onlara dışarıdan bakıldığında iyi ailelerden gelen iki çocukluk arkadaşı olarak birbirlerine çok uygun görünebilirler ama birbirleriyle alakaları olmadığı yemek yemeyi seçtikleri yerden nasıl yemeği seçtikleri gibi basit bir örnekten bile anlaşılıyordu. Bora üçüncü bölümde “insanların restoranlara yemek yemeye değil; şöhret yemeye gittiklerini” söyleyen bir adamdı. Tuğçe ise şöhreti ve gösterişi için her şeyi yapabilecek türden bi kadın. Eminim ki değil kokoreççide daha önce hiçbir seyyar satıcıdan yemek yememiştir. Kokorecin ne olduğunu bilmeyi geçtim elle yenen şeyi çatalla yemeye çalışmasını imkânı yok açıklayamam. Onların birlikte geçen çocukları dışında bir erkek ve kadın olarak paylaşabilecekleri hiçbir şeyleri yok. Tuğçe’nin kendine biraz saygısı olsa oraya daha önce Ada’yla geldiğini öğrendiğinde bu randevuya bi son verirdi. Bora’nın onu eziyet oyununda bir araç olarak kullanmasına izin vermezdi ama o daha yanındaki adamın tüm gece boyunca Ada’ya baktığını fark edemedi bunu nasıl edebilirdi ki?
“Anladım. Siz benden rahatsız oldunuz çifte kumrular. Tabi ya tabi. Benim gözümün içine baka baka flörtleşemedin, değil mi? Rahat edemedin sen. Bir zamanlar sevdiğiniz bir ömrü beraber geçirmek istediğiniz kadının önünde ağır mı geldi bunlar?
Ağır falan gelmedi. Sen benim bir zamanlar flörtleştiğim kadın falan değilsin artık. Sen beni reddeden kadınsın ki aklıma geldikçe reddettiğine o kadar şükrediyorum ki. Biz birbirimize uygun değiliz, Ada.”
Bora o saatten sonra Ada’ya daha fazla eziyet etmeyi kendine yakıştıramayıp Tuğçe’yi alıp onlar için özel bir yere götürmüş olma yanlışından döndü. Ada’nın daha fazla acı çekmesine ve yıpranmasına gönlü el vermedi. Ama tüm bunlara rağmen Ada’nın onun karşısında dimdik duran ve yaptığı eziyete göğüs geren tavrını çok beğendim. Ada’yı şoförlükten azat etmiş olmasına rağmen Ada’nın onlara eve kadar götürme konusundaki ısrarcılığı ve Bora’nın ona yaptığı şeyin çirkinliğini tüm yalınlığıyla yüzüne vuruşu belli ki Bora’ya ağır geldi. Altta kalmamak adına birbirlerine uygun olmadıkları yalanını söyledi ama birbirimize uygun değiliz derken bile gözleri aşkla bakıyordu. Tuğçe orada olmasaydı birbirlerine karşı bu şekilde yükselmelerinin neden olduğu cinsel gerilim çok daha farklı sonuçlanabilirdi. Bora artık huzur aradığını söylüyor da aradığı aslında onu yormayacak daha kolay bir şey ama aşk kolay değildir. Aşk insanı tahmin edilemez doğasıyla yorar hatta yıpratır da ama çekilen tüm acılara rağmen aşk her şeye değer.
Bora’nın onu evine göndermek için Tufi’den bir taksi çağırmasını istemesi çok düşünceli bir hareket olsa da onunla tanıştığı günden beri ilk kez Ada’yı evine bırakan kişinin o olmaması ve onu bir başkasının götürmesine izin vermesi canımı acıttı. Ada işi bıraktığını söylediğinde bile bindiği minibüsü durdurup onu gideceği yere o götürmüştü. Sonra sahilde romantik anlar yaşarken Ada yapamam deyip kaçarak gittiğinde taksiyi durdurup Ada’yı o eve götürmüştü. Şimdi ise taksiyle eve dönen Ada’nın gözyaşlarını görünce yüreğim parçalanıyor. Bu kız bu kadar acı çekmeyi hak etmiyor. Ali Bora’nın çektiği acıyı ve benim şu ana kadar söylediklerimi ne güzel özetledi. Seviliyorsun Ali Doğrusöz. Kalbimdeki yerin daimî olacak, seni unutmayacağım. Sevdiğine koşmamak için ruhunu öldürüyor olmak ne acı…
Bölümün son on dakikası dışında bölümün tek sevindirici noktası Ada ve Rüzgâr evliliğinin sorunsuz bi şekilde tek celsede bitmesi oldu ama Rüzgar’ın hiç sorun çıkarmadan evliliği bitirmeyi kabul etmesi bana hiç inandırıcı gelmedi ki kendinden önce başkasını düşünüp isteklerine saygı duymak Rüzgâr için fazla büyük bir karakter gelişimi olurdu. Rüzgâr öyle akşamdan sabaha Ada’nın istediğine boyun eğecek birisi değil. Bu olsa olsa son bölüm kerametiydi. Yoksa Rüzgâr Ada’nın da söylediği gibi kendinden başka hiç kimseyi sevmeyen ve sevemeyen bir adam. O aslında kendini bile doğru düzgün sevmiyor ki sürekli bi şeyler için yarışması gerektiğini hissediyor. Ama kendisine ilk defa bi konuda hak verdim. O Ada’nın Bora’yla tanışmasını sağlayan şer. O olmasaydı belki de #AdBor çifti de olmazdı.
Eğer bu dizinin final bölüm olmasaydı bu evlilik işi daha da uzar hatta bir gün Nergis teyzenin bile kulağına giderdi. Ortalık büyük bir yangın yerine döner ve her şeye kaos hâkim olurdu. Kim bilir belki de Bora evliliğini çok farklı bir şekilde öğrenir ve evliliğinin ona yaşattığı haksızlardan haberdar olurdu. O zaman el ele verip bu evlilikten birlikte kurtulmaya çalışırlardı. Ne olur sanki senaristler gerçeği öğrendiğinde her şeyi büyütmeyip bu aşk bütün engelleri aşmaya yeter diyen erkek karakterler yazsalar. Bir kere olsun aşıkların arasına giren şey yalan ve üçüncü şahıslar olmasa da hayatın kendisi olsa. Ne bileyim psikolojik bir rahatsızlık olsa mesela. Gene de tüm yaptıklarına rağmen Bora Doğrusöz’ün bendeki yeri de romantik komedilerdeki erkekler içindeki yeri de daima ayrı ve özel olacak…
Şirketin ortaya yerinde ona boşanma haberini söyleyen Ada’yla bağıra çağıra sevinen ve kankasına sımsıkı sarılan Selin sana da arkadaştan öte kardeş olduğun için teşekkür etmek lazım. Sen her daim Ada’nın yanında olmasaydın Ada bu kadar güçlü kalamaz; hayatının kontrolünü kendi eline alacak gücü kendinde asla bulamazdı. İnsanın fazla arkadaşın olacağına kardeşim diyebileceğin sırtını yaslayabileceğin bi dostun olsun yeter. İtiraf ediyorum ani gelen finalden ötürü eksik kalan çok şey var Tuğçe’yle akşam yemeğe çıktığı için Rüzgar’la konuşmak isteyen Bora’nın aslında sahte de olsa onun eşine âşık olduğunu bilmemesi gibi. Bora Ada’yla arasındaki engelin Rüzgâr olduğunu son ana kadar öğrenmedi ki öğrendiğinde de ne olduğunu ve nasıl tepki verdiğini biz izleyiciler asla öğrenemedik…
Ada en büyük sırrını açıklamadan önce son bölümünde ele alınan konulardan biri olan Burhan ve video meselesine dönecek olursak kanal tarafından verilen ani final kararına rağmen senaristlerin ilk bölümde ele alınan bu mevzuyu es geçmemelerine çok sevindim. Zira Bora’nın internete düşen görüntüleri hem Ada ve Bora’nın yollarının yeniden kesişmesine hem de Tuğçe’nin Bora gerçekleri öğrendiğinde onu sonsuza dek hayatından çıkarmak istemesine neden olacak düzeyde bir hata yapmasına vesile olmuştu. Burhan meselesi sayesinde başladığı gibi bitme konusu düşünüldüğünde Baht Oyunu’nun senaryo açısından full-circle meydana getirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Burhan sayesinde video mevzusunu üstüne yıkarak Rüzgar’ı şirketten attırıp Ada’yla ilgili gerçekleri söyleyebilmek için planını ilmek ilmek işleyen Tuğçe’nin tüm hesaplarının Ada’nın onları birlikte görmesi ve Rüzgar’a söylemesiyle tarih olmasına bayıldım. Bazen sen ne kadar plan yaparsan yap; hayat önüne hiç ummadığın engeller çıkarabiliyor. Rüzgar’ı sevmiyorum ama dinsizin hakkından gerçekten de imansız geliyor. Rüzgâr kendini ve şirketteki konumunu koruyabilmek için öyle güzel bir karşı atağa geçti ki yemin ediyorum bu ikisi birbirleri için yaratılmışlar mevzu kötülük yapmak olduğunda birbirlerini ne güzel köşeye sıkıştırıyorlar. Keşke kendini kurtarırken bir sonraki hedefinin Ada olabileceğini de düşünebilseydi ama Rüzgâr bu en iyi yaptığı şey kendini düşünmek. Burhan konusunda en çok hoşuma giden ayrıntı ise Ada’nın Tuğçe tarafından üzerine atılmak istenen iftirayı kendi kendine bertaraf etmesiydi.
Ada diğer iyi kalpli esas kızlarımız gibi birinin gelip onu kurtarmasını beklemedi. Kendi adının lekelenmesini kendi başına Burhan’ı tehdit ederek engelledi. İstediğinde ne kadar güçlü ve akıllı olabileceğini bir kere daha kanıtlamış oldu. Ada başından beri bütün sorunlarını kendi çözdü yeri geldiğinde de tek başına yüklendi. Asla yardıma muhtaç kurban olmadı. Ama ben en çok sorununu malzeme dolabına çektiği Burhan’ı ilk bölümde onun telefonundan kendi telefonuna attığı resimlerle tehdit ederek çözmesine sevindim. Çünkü senaristler bazen bunun gibi küçük ayrıntıları unutabiliyorlar. Ada böylece hem kendi başını kurtarmış hem de dolaylı yoldan da olsa ona tuzak kurmaya çalışan Tuğçe’nin oyununu boynuna dolamış oldu. Bir zarf dolusu parayı almaktansa karısının onu aldattığını öğrenmesini engellemeye çalışan Burhan onun adını vermedi belki ama Bora’ya aradığı cevaba ulaşmasını sağlayacak ekmek kırıntısı olarak kendine mesajları atan numarayı vermiş oldu. Rüzgar’dan kurtulma planını eline yüzüne bulaştıran Tuğçe’nin durumu tam karmalık aslında. Burhan’ı ortaya çıkarmasaydı hiçbir gerçek de ortaya çıkmayacaktı ki.
Ada’nın başına açılabilecek işi kendi başına ve kendi aklını kullanarak bertaraf etmesine sevindim ama bu hikâyede görmek istediğim ancak görmediğim tek eksik Tuğçe’nin foyasının ortaya çıkması oldu. Bora’nın odasına girdiğinde Burhan keşke onun adını verseydi ya da bu sahne daha önce yaşansaydı da Bora’nın ona verilen numaranın izini sürerek Tuğçe’nin kimliğine ulaşsaydı. Böylece biz de bu bölüm şirketin orta yerinde Ada ve Bora arasında yaşanan kavganın bir benzerini de Bora ve Tuğçe arasında yaşandığına şahit olurduk. Böylece kendisini çıkarsız sevdiğini söylediği kadının arkasından çevirdiği işleri öğrendiğindeki öfkesi Ada’ya olan öfkesini bir parça da olsa bastırırdı. Rüzgâr da sunuculardan indirdiği güvenlik kamerası görüntülerini paylaşırdı ve Tuğçe bir daha şirkete adımını dahi atamayacak kadar kötü bir duruma düşerdi. Bu sayede akşam yemek masasında onu görmek zorunda kalmazdık.
Ada zamanında Selin’e boşanma işlemleri sonuçlandığında evli olduğu gerçeği de dahil olmak üzere tüm gerçekleri Bora’ya açıklayacağını söylemişti. Artık her geçen günün bir başka darbe olduğunu anlayan ve çok yorulan Ada’nın gerçekleri artık geciktirmeden anlatmaya karar vermesine sevindim. Üstelik kendi ailesini de Doğrusöz evine çekip tüm gerçekleri anlattığında sonunun Bursa’ya dönmek ya da ailesinin onu menetmesi olduğunu bilmesine rağmen yaptı. Son bölümde de olsa yalanlarla gizlemeye çalıştığı gerçeklerin sorumluluğunu alacak olgunluğa erişmesini ve tüm bunları Bora’nın onun ağzından duymuş olmasına çok sevindim ama sahne sanki geçiştirilmiş gibiydi.
Evlilik açıklamasını yapmaya geçmeden önce Doğrusöz malikanesinin önünde Güneş’in içinden konuştuğu sahne hakkında bir iki kelam etmek istedim. Bu sahneyle senaristler adeta ilk bölümün başlangıç sahnesinin bir paralelini yapmış oldular. O zaman ilk aşkı olduğunu düşündüğü Rüzgar’ın bir başka kadını öptüğünü görünce bahtına isyan etmişti şimdi ise gerçek aşkı olduğunu anladığı Bora için onu kaybedeceği korkusuyla bahtına yanıyordu. Aslında birbiriyle paralel ama bir o kadar da farklı iki duygunun yansıtıldığı sahneleri peş peşe seyretmek hoşuma gitti…
“Ben evliydim. Evlenme teklifini bu yüzden kabul edemedim.
Bana bak, Ada. Bu da bir oyunsa?
Oyun değil, gerçek. Ben evliydim…Rüzgar’la evliydim. Şirkete de bu yüzden girdim. Rüzgar’ı geri kazanabilmek. Eğer beni terk etseydi nesiller boyu süren kötü bahtın beni de bulacağına inanıyordum çünkü. Ama hiç beklemediğim bir şey oldu. Ben bahtımın peşinden giderken gerçek aşk beni buldu. Hiç âşık olmamam gereken birine âşık oldum. Ben sana âşık oldum. Özür dilerim. Bu özür dilenecek bir şey değil belki ama beni affet.
Özür dileme benden. Affetmeyeceğim seni. Asla affetmeyeceğim seni. Sen benim hayatımda gördüğüm en büyük yalancısın. Defol git evimden. Seni bir daha asla görmek istemiyorum.”
İnsan demek hata yapma lüksüne sahip olmak demek. Zira önemli olan hata yapmamak değil; yaptığın hatalardan ders alabilmektir. İnsan hiç hata yapmazsa doğrusunu yapmayı nasıl öğrenebilir? Hata yapmadığımız bir dünyada olgunlaşma ihtimalimiz de olmazdı. Bu yüzden hatalarından ders alan Ada’yı gerçekleri kendisine borçlu olduğunu düşündüğü Bora’ya açıklaması beni fazlasıyla mutlu etse de sahne hiç beklediğim gibi değildi. Bütün dizinin hikâye olarak üstüne kurgulandığı büyük itiraf anının daha tatmin edici olmasını beklerdim. Genel olarak hikayelerde öyle olmaz mı? Tüm hikâyenin üzerine inşa edildiği saklı gerçekler ortaya çıktığında kıyamet kopar ve ondan sonrasına kaos hâkim olur. Beklediğim o büyük yüzleşme Bora ve Ada’nın birbirlerine yükseldikleri o tarihi an hiç yaşanmadı.
Ada evliliğin arkasında yatan nedenleri ve evliliğinin gerçeklerini masaya yatırmadan sadece evlilik teklif ettiğinde zaten Rüzgar’la evli olduğunu söylemekle yetinmesi hiç mantıklı değildi. Halbuki ben Ada gerçeği anlattıktan sonra “neden Ada neden?” diyerek ortalığı birbirine katan ve bu sırrı kendisinden bunca süre saklayarak onu aptal yerine koyan Ada’ya bakarak ortalığı ayağa kaldıran bi Bora görmeyi bekliyordum. Mezun olmadığını öğrendiğinde verdiği tepki bile bundan daha şiddetliydi. Aslında ne olsa güzel olurdu biliyor musunuz? Kanal senaristlere bir bölüm daha yazma imkânı tanısaydılar ve on yedinci bölümü de tam bu noktada yani Ada’nın Rüzgar’la evli olduğunu söylediği noktada kesselerdi. Biz de o sekizinci bölümde daha tatmin edici bir tepki alır. Bölümün geri kalanında da #AdBor ayrılığını izlerdik. Böylece Bora’nın altı aylık sürede yaşadığı Ada özlemini gözlerimizle görmüş olurduk…
Bora’nın yaşadığı hayal kırıklığına hak verdim. Bunca zamandır tanıdığı, âşık olup da sevgili olduğu ve evlenmek için hayaller kurduğu kadın başından beri zaten evliymiş. Onun evli olduğunu bilseydi Bora gönlünü Ada’ya vermez evli bi kadını ailesinden istemek gibi bir gaflete düşmezdi. Evliliğinin iç yüzünü bilmediği için aklından kim bilir neler geçti? Bunun ne kadar büyük bir ihanet gibi hissettirebileceğini ve ne kadar öfkeli olabileceğini tahmin edebiliyorum. Hem de tanıdığı ve her gün yüz yüze baktığı bir adamla evli olduğunu öğrenmek fazlasıyla acı vericiydi bence.
Ada’yı üniversitede görmek daha çok hoşuma giderdi ama en umutsuz olduğu ve bir daha asla mutlu olmayacağına inandığı anda “hiç mi özlemedin” diye isyan ederken karşısında Bora’yı görmesi mükemmel bir zamanlamaydı. Bu ilişkinin evlilikle sonuçlanacağı tanıtım fragmandan belliydi ama sahnenin birebir kopyası final sahnesi izlemek beni heyecanlandırmadı. Ada ve Bora’nın iki dakikalık nikahını görmekle yetinmek zorunda kalmak yerine yapılabilecek bir on sekizinci bölümle nikâh hazırlıklarını ve evlilikten sonra şirkette Doğrusöz çifti olarak birlikte yazdıkları bi yazı dizisi sahnesi izleyebilirdik. Açıkçası yazmaya aşık iki insanın sonunun da bir yazıyla olmasını beklerdim. Ama tüm bu eleştirilerime rağmen Bora’nın Ada’yı geri kazanabilmek için Bursa’ya geldiğinde dudağından dökülen cümleleri ve kavuşma anlarındaki doğallıklarının güzelliğini sevdiğimden yazımı bu repliklerle sonlandırmayı doğru buldum. Bu sahnedeki doğallığın #AdBor çiftinden ziyade #AyCem gerçekliğinden kaynaklandığını düşünüyorum.
“Bora. Ne işin var burada? Azarlamaya doymadın mı? Keşke şunları da deseydim dediğin yeni şeyler mi geldi aklına? Onları mı söylemeye geldin? O zaman onları söyle içinde kalmasın.
Hiç değişmemişsin, Ada hiç.
Ne olacaktı? Altı ayda ne değişecekti? Saçlarıma aklar mı düşecekti? O kadar da değil. Aşkımızdan ölmüyoruz herhalde. Hayat devam ediyor bir şekilde.
Benimki etmiyor. Sensiz etmiyor.
Nasıl yani?
Sana hayatımdan git demiştim.
Evet, dedin. Ben de sözünü dinledim. Gittim.
Giderken neden hayatımı yanında götürdün. Ada, bak ben…aşktan kaçtım hep. Çünkü bir kere aşktan canım yandı. Ama aşk sevgiyse ve güçlüyse kaçamıyormuşsun. Sabah kalkıyorum Hanif enerji içeceğimi hazırlıyor. Kulağıma eğiliyor anneme duyurmadan Ada Hanım’ın tarifinden yaptım. Şirkete giriyorum. Odamda hala masan. Terasta, kafede, temizlik odasında, her yerde sen varsın Ada. Ya kokunu bırakmışsın ya da gözlerini. Ada, ben kalabalıklar içindeki Robinson’um. Robinson’un bir adaya ihtiyacı var. Bana dön demiyorum. Ada’mı bana geri ver diyorum. (…) Ada öpüşmemiz gereken konular var.”
Sahnedeki doğallıkları ve uyumlarının gerçek hayattaki #AyCem ilişkisinden kaynaklandığına inansam da #AdBor ilişkisinin duygusal boyutunu bu sahnede çok güzel özetlediklerini düşünüyorum. Aşk içinde sevgi de varsa aradan ne kadar zaman geçerse geçsin kimsenin kaçabileceğin bir duygu değildir. Bora’nın özlemini gözlerinden Ada’nın mutsuzluğunu ise küçük bir çocuk gibi asılan dudaklarından anlamak mümkündü. Umutsuzluktan özleme ve özlem duygusundan da aşka ve kavuşmaya geçtikleri anlar arasındaki geçişleri mükemmel bir şekilde oynayan Aytaç ve Cemre bana 6 aydır ayrı kalmış iki aşığın duygularını geçirmeyi başardılar. Bölümün bu sahneleri mutluluk gözyaşı dökerek izledim. Özellikle de “öpüşmemiz gereken konular var” dediğinde yüzümde kocaman bi gülümseme oluştu. Aramızdan çok erken ayrıldılar ama içten, sıcak ve samimi hikayeleriyle bütün Baht Oyunu oyuncularından ve de #AdBor çiftinden ben razıyım. Umut ediyorum ki #AdBor çiftinin mutluluğa kavuştuğu gibi #AyCem de mutlu olur…
Bu Bir Ayrılık Değil; Sadece Zamanından Önce Gelen Mutlu Bir Son…
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.