Baht Oyunu 13. Bölüm ile Total’de 2,76 reyting ile 8., AB’de 1,91 reyting ile 12. ve ABC’de 2,20 reyting ile 14. oldu. Bölüm yorumu konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Her haftaki bölüm yazımda Bora’nın “ne kadar centilmen ve ince düşünceli” bir karakter olduğunun altını çizdiğimin farkındayım ama senaristlerimiz Bora’yı böyle yazmaya devam ettikçe elimden başka türlüsü de gelmiyor. Her başı sıkıştığında babasından yardım isteyen Bora’nın taksiciyi arayıp aracı durdurmasını istemesi bir efsaneydi. Korna çalmak, kafasını arabadan sarkıtıp bağırmak ve taksinin önüne kesmek gibi çocukça hareketlerde bulunmadı; tek yaptığı adama telefonda nazikçe hatasını düzeltebilmesi için aracı sağa çekmesini rica etmek oldu.
“Şu anda arabandaki kadın benim dünyadaki her şeyden ve herkesten daha çok sevdiğim kadın. Ve galiba ben onun kalbini kırdım. Senden rica ediyorum sağa çek ve dur. Lütfen.”
Telefonlarına cevap vermeyen ve daha sevgili olalı bir gün olmuşken yemeğin ortasında hiçbir açıklama yapmadan çekip giden Ada’ya öfke gütmek yerine farkında olmadan onu incitecek bir şey söyleyip kalbini kırmış olabileceğini düşünen Bora’nın umutsuzca Ada’nın kalbini kazanma çabasını çok sevdim. Şu kısa ayrılık anı bile Bora’ya nasıl ıstırap gibi gelmişse “Ada sen yine ne mırıldanıyorsun” derken sesi neredeyse ağlayacakmış gibi geliyordu. Sanki hayatındaki en önemli şey parmaklarının arasından kayıp gidiyormuş o da çaresizce tutunmaya çalışıyormuş gibi. Ondan olacak ki taksici arabayı sağa çekmeye karar verdiğinde Bora’nın çektiği “oh” bana çok içten ve doğal geldi.
Koşullar ne olursa olsun, Ada’nın kendi başına eve dönmesine izin vermeyen ve gözyaşlarını silip belki üşümüştür diye ceketini ona veren Bora, romantik komedilerin belki de en centilmen ve düşünceli aşığı. Koşullar her ne olursa olsun karşısındakinin bir kadın olduğunu daha da önemlisi sevdiği kadın olduğunu unutmayan Bora her hafta beni kendine yeniden aşık ediyor. Ki nasıl etmesin normalde kendine bir açıklama yapılmasını hak eden tarafken Ada’yı karşısındaki kadını sevdiğini iddia eden diğer erkekler gibi taksinin içinden çekip almaya çalışmadı. Onunla gelmek Ada’nın seçimi olsun diye sadece Ada’ya elini uzattı. Bundan sonrası sadece ama sadece Ada’nın seçimiydi. İstese kendine uzanan o eli tutmayabilirdi. Ama Ada’nın gönlü de sevdiği adama bu kadar işkence etmeye el vermiyordu.
Ada’nın gözlerinden akan her damla yaşta kalbi biraz daha fazla ağaran Bora’nın bütün ıstırabı sesine yansımıştı. Hem Ada da Bora’nın elini bir tutarsa bir daha asla bırakamayacağı düşüncesi ve elini hiç tutmazsa tüm dünyasının ayaklarının altından kayıp gideceği korkusu arasında büyük bir iç çatışma yaşıyordu ki Ada ne kadar inkâr etmeye çalışsa da bu çatışmanın kazananı o tuttuğu elin sahibine duyduğu aşktı. Ve hep kazanan da aşk olacaktı. Ada’nın gidişiyle boşluğa düşen kalbi yaşadığı tüm belirsizliklerden dolayı üşürken Bora’nın ceketini çıkarıp ona vermesini Ada’nın kalbini ısıtmaya ve onu sarıp sarmalayarak sevildiğini hissettirmeye çalışması olarak yorumladım.
“Her aşk iyi midir?
İyi değilse aşk değildir.
Aşk her şeyi çözer mi?
Çözmüyorsa aşk değildir, Ada.
Hani aşk yoktu.
Aşk diye bir şey var sen dedin. Her seferinde söyledin. Aşk var dedin, Ada.
Şimdi yok desem?
O zaman ben var diyorum. Aşk diye bir şey var.”
Biz bugüne kadar hep gerçek aşkın varlığına inanan ve savunan Ada ile aşkın bir illüzyon olduğunu düşünen Bora arasında aşk üzerinden yapılan inanç ve nihilizm çatışmalarını izlemeye alıştık ama bu bölümle birlikte belki de ilk defa rolleri değiştirerek Ada’nın aşktan vazgeçmesini Bora’nın ise hissettiği aşka sımsıkı tutunmasını izliyoruz. O yüzden senaristlerimizi yarattıkları “bu paralellikten” ötürü tebrik ediyorum. Bora aşka inanmayan değil; bu yüzden bir kere incindiği için yeniden âşık olma riskini göze alamayan adam portesi çizdiğini ispatlamış oldu. Gerçek aşkın tüm sorunları çözen iyi bir duygu olduğunu düşünmesiyle de Bora’nın naifliğini görmüş oldum. Ki söz konusu aşk olduğunda pozitif bir insan olan ben bile Bora kadar naif olmayı başaramıyorum. Çünkü benim bildiğim bütün aşklar eninde sonunda seveni de sevileni de biraz incitiyor. Ki bu diyalog aralarındaki her şeyi anlatmaya yetiyor aslında.
Ada’nın kendini bu ani geri çekişine bir anlam vermeye çalışan Bora’nın kendi kendine Ada’nın böyle davranmasına mantıklı bir açıklama getirmeye çalışması ve Ada’nın ilk tanıştıkları zaman yeni aldatılmış bir kadın olduğunu tespit ettiğini hatırlaması benim için çok anlamlıydı. Çünkü bu aynı zamanda Ada’nın kendi isteğiyle ona “hayır” demediği düşüncesine sımsıkıya sarıldığını gösteriyordu. Ada’nın “hayır” demesi için mutlaka onu sevmemek ve istememek dışında bi nedeni olmalıydı. Geçmişte yaşadığı bi hayal kırıklığının etkisinden çıkamamıştır ya da yeniden bu adımı atmaktan korkuyordur gibi Ada’nın onu sevmemesi dışındaki her türlü bahaneye sığınmaya çalışması Ada’nın ona olan aşkından şüphe etmediğini gösteriyor ki romantik komedilerde bu bi nimet. Bora’dan ayrılmaya çalışırken bile ondan başkasını sevme ihtimali olmadığını net bir şekilde söylemesi de çok hoş bir detaydı. Ada ne yaparsa yapsın Bora’nın gözünde daima sevdiği kadın olacağı için ona aşk dolu bakmak dışında elinden bir şey gelmediği gerçeği bana ister istemez bu saatten sonra kendini tamamen aşkın kollarına bırakmış bir Bora göreceğimi düşündürttü.
Bora ve Ada’yı bir araya getiren tek şey birbirlerine karşı duydukları aşk değil; dışarıdan bakıldığında da birbirinden çok farklı görünen bu iki insanın özünde aynı acıyı yaşayarak pişmiş olmaları. Her ikisinin de yaratılış bakımından aynı şeylere değer verip aynı yerden yaralanmış olmaları. O yüzden #AdBor aşkı benim gözümde farklı bir noktada. Çünkü ne Ada ne de Bora yeniyetme iki ergen gibi aşkla gelen bu duygulara yabancılar. Aslında ikisi için de bu duygular yeni değil ama ilk defa karşılıklı ve derinden hissediliyor. İlk aşk her yaşta yaşanabilir; güzeldir ama aynı zamanda acemidir de. İlk adımlarını atmaya çalışan bir çocuğa benzer şuursuzdur ve geçicidir. Son aşkın ise seni kabuk tutan ortak yaralarınızdan tanır. Ve o kabuk tutan yaralar sizi birbirinize sonsuza dek bağlar…
“(…) Ada başkaları mutlu olsun diye kendi mutluluğumuzdan mı vazgeçelim? Kendimizden mi vazgeçelim? Sen burada kalıyorsun. Hiçbir yere gitmiyorsun. Ve ben de senden vazgeçmiyorum. (…) Sen beni dinlemiyorsun, Ada. Seni hiçbir zaman duymuyorsun. Ben seni hep dinliyorum. Seni bırakmayacağım. Senden asla vazgeçmeyeceğim. Bunu er ya da geç sende anlayacaksın.”
Bora’nın Ada ne yaparsa yapsın ne söylerse söylesin sorunun nereden kaynaklandığını henüz çözememiş olsa da bu aşk için savaşmaktan asla vazgeçmeyeceği yönünde verdiği mesajın çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Keşke tüm senaristler “aşkından ölüp bittiği kadına” hayatı eziyet eden adamlar yazacaklarına sevdiği insan vazgeçtiğinde aşk için savaşma sırasının kendine geldiğini düşünüp onun için savaşmayı göze alabilen erkek karakterler yazsalar böylelikle biz de kadınların sevdikleri adamlar tarafından aşağılandıkları dizilerin sonunda sözde mutlu sonlarının onları aşağılayan adamları affedip kavuşmak olduğunu görmek zorunda kalmasak ne güzel olurdu.
#AdBor akşam yemeği gözyaşı dolu bir yüzleşmeye dönüştü ki yüzleşmeler iyidir. Çünkü yüzleşmeler içindeki zehri kusmayı ve ardında bırakmayı başaran insan için daha iyi günler geleceğinin habercisidir. Çünkü bütün bu ayrılık gelgitleri aşkla doğma sürecinin bir parçasıdır. Aşkla doğma süreci de diğer tüm doğumlar gibi sancılıdır. Neyse ki sancılara göğüs gerecek kadar yürekli bir adam Bora. Ada’nın başkaları için mutluluğundan vazgeçeceği noktada aşkı için dünyayı karşısına alıp savaşmaya devam edebilir. Ada ve aşkı için her şeye göğüs geren taraf olabilir. Ada’dan istediği cevapları alamadığı halde araba kapısını açma kibarlığını gösteren Bora sen ne güzel bir detaysın.
Ada’nın şirkete girdiği anda karşılaştığı muameleyle dizinin aşk acısı kokan dramatik havasının yeniden komediye evirildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Normalde ofis muhabbetlerini “yani”lerle tamamlayan Pırıl bile ona bakıp “iyisin” diyerek sırıttığında Ada’nın şirkettekilerin Bora ile arasındakileri öğrenmiş olabilmeleri ihtimalini düşünmesi komiğime gitse de söz konusu olan Ada olduğundan şaşırmadım. Hatırlarsanız geçen haftada da Selin’in Bora’yla öpüştüğünü yüzünden anlayabileceğini düşünmüştü. Ah Ada! Eğer Bora’yla sevgili olduğunu anlına yazmadıysan şirkettekiler sizin aranızda yaşananları nereden bilecek? Bora çalışanlarıyla oturup dedikodu yapacak değil ya.
Bu arada çiçeklerin çok güzel olduğunu itiraf ediyorum ama ben de Ada gibi çiçeklerin dalından koparılmadığında daha güzel olduklarını düşünüyorum. Gönlümüzü almak ya da hoş etmek için dalından koparılıp ölmeye terk edilen çiçeklere üzülüyorum. Kıymeti fiyatıyla ölçülen çiçekleri de sevemiyorum. En güzeli doğada bulabileceğin çiçekler. O yüzden bu konudaki önyargımı kendime saklayacağım ama o tarz bir çiçeğe iliştirilecek olan notun daha romantik olmasını beklerdim. Sadece “terasta bekliyorum” sanki çok yavan bir not olmuş ya da pek iyi düşünülmemiş gibi.
Ada’ya gönderilen çiçekler mevzusunda hoşuma giden iki ayrıntıdan konuşmak istiyorum. Bunun ilki çiçek buketini ve notu gördükten sonra Rüzgar’ın verdiği tepki. Rüzgâr Ada’yı terk ederken işlerin bu noktaya gelebileceğini hiç düşünmemişti ama bu dünyada gerçekten de “adalet” diye bir şey var. “Kimse yaşattığı yaşamadan bu dünyadan göçmez” sözü boşuna değil. O zamanında nasıl Ada’yı “daha güzel daha yetenekli ve daha başarılı” biri için yarı yolda bıraktıysa şimdi de Ada gönlünü ondan daha yakışıklı daha yetenekli daha başarılı ve en önemlisi daha iyi bir insana kaptırdı. Ada’nın ilgisini kaybedene kadar değerini anlamayan Rüzgar’ın bir zamanlar dalga geçtiği “ilk aşk” mevzusundan bile kendine pay çıkarmaya çalışması zavallılıkta yeni bir rekordu. Ama Ada’nın cevabı yüzyılın kapağıydı: “Sen benim ilk aşkım değil; ilk yanlışımdın. Beni ilk aşkımı daha yeni karşılaştım. Daha yeni buldum”.
Gelelim geçen hafta köşe bucak ofiste aşk yaşamaya çalışan çiftimizin geçen hafta yarım kalan teras macerasının bu hafta bölünmeden tamamlanmasına. Ada “baht” bahanesiyle Bora’yı kendinden uzak tutmayı düşünüyordu ama hem Bora’nın ona olan aşkını hem de aşkının kendi üstündeki etkisini göz ardı ediyordu bence. Her ne kadar amacı #AdBor ilişkisini başlamadan bitirmek olsa da bu konuşmayı ikisinin de hayattan çok bunaldıklarında dünyanın geri kalanından saklanmak için kaçtıkları yerde yapmalarına çok sevindim. Malzeme dolabı gizli öpüşmelerin yeri ise terasta kesinlikle #AdBor çiftinin ilişkilerini ilgilendiren ciddi meseleleri konuştukları yer olmalı. Çünkü ikisi de ancak bu terasta tüm yüklerinden feragat edip gerçekten nefes almayı becerebiliyorlar. Ayrıntılara dikkat eden senaristler!
Ada’nın çiçekler konusunda neye takılabileceğini daha o söylemeden anlayacak ağzından ayrılıkla ilgili çıkan her lafın onun olmadığını bilecek kadar iyi tanıması Bora’nın hem gözlem yeteneğinin hem de aşkının bir göstergesi. Çiçekler nasıl ait oldukları yerde güzeller ise ailesi öldüğünden beri oradan oraya savrulup duran Ada da ait olduğu yerde yani sadece Bora’nın kalbindeyken güzel olabilir. Nefes alıp çiçek açabilir. O yüzden senaristler tarafından Ada ile çiçekler arasında yapılan bu benzeşmeye teşekkür etmek istiyorum. Ada gerçekten de bi çiçek kadar narin.
Bora Ada’nın nevi şahsına münhasır kişiliğinden ve aşkından o kadar emin ki ilişkilerinin neden yürümeyeceği ya da bu ilişkiyi neden başlamamaları gerektiğiyle ilgili söylediği hiçbir şeyin onun düşüncesi olmadığı biliyor. Ne yalan söyleyeyim bu kadar kısa bir sürede Ada’yı bu kadar iyi tanımış olması hoşuma gidiyor en çok da Ada’nın ona olan duygularının gerçek olduğundan bir an bile şüphe etmemesi yüzümü gülümsetiyor. Çok acele ettikleri düşüncesinin de duygularından emin olmamanın da Ada’nın gerçek korkularını gizlemek için kullandığı birer bahane olduğunu biliyor. Ada ellerini iki bacağının arasına yapışık şekilde sıkıştırmaya çalıştığında Bora’ya uzanmamak için kendini tutmaya çalıştığı mesajını veriyor. Bora’nın da ellerini serbest bir şekilde aşağıya doğru sallandırması Ada’dan gelecek her iletişime açık olduğunu gösteriyor. Gözlerinin içine bakarak konuşması da samimi olduğunu gösteriyor.
“Size zarar vermekten korkuyorum. Benimle olursanız ben size zarar veririm.
Senin varlığın bana zarar verir mi, Ada? Vermez. Yokluğun verir ama.”
Siz bu konuşmadan sonra ne düşünürsünüz bilmem ama Bora’nın bu baht inancını ciddiye almadığı her halinden belli oluyordu. Her ne kadar bu sohbetin içeriği Bora’yı bu aşktan vazgeçirmeye çalışmak olsa da belki de bölümün en sevdiğim repliklerinden birinin bu sahnede kullanıldığını söylemeliyim. Bora’nın daha ilişkinin başında Ada’nın varlığının değil; yokluğunun kendine zarar verebileceği noktaya gelmesi çok ilginç. #AdBor ilişkisinde ilk âşık olan tarafın restoranda göz göze geldikleri anda vurulan Bora olduğunu biliyordum ama topuklularla yaşayan heyecan dışında son bölümlerde üniversite yalanının ortaya çıkması ve Meltem’in ajan olması sürecinde kendini bir nebze geri çeken bir Bora söz konusuydu. Eğer hisleri Ada olmadan yaşayamayacağı bir noktaya gelecek kadar kuvvetli ise sorum şu: Bu zamana kadar kendini dizginlemeyi ve hislerine ket vurmayı nasıl başardı?
“Senin ilk aşkın kim, Ada? (…) Hala onu mu seviyorsun?
Hayır. Hayır.
Peki, beni seviyor musun?
Evet. Seviyorum.
İşte benim duymam gereken bilmem gereken tek şey bu, Ada.”
Ada aşklarını doyasıya yaşamalarının önündeki en büyük engel olarak karşısına aklı başında mantıklı bir insanın katiyen inanmayacağı türden batıl bir inancı koyarken Bora’nın aklına takılan tek şeyin onun ilk aşkı olup olmadığı sorusunun cevabı olması bana çok ilginç bir ayrıntı gibi geldi. Ada’nın mutluluğunun kendisinden başka bir erkeğe bağlı olduğunu düşüncesi bile kıskançlık hissinin kabarmasına neden oldu ki Bora’nın ne kadar kıskanç bir adam olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama aslında ortada kıskanması gereken bir durum olmadığını da biliyoruz. Çünkü Ada Bora’ya âşık olduğu gerçeğini kendisine itiraf ettiğinden beri hem teyzelerine hem de Rüzgar’a ona karşı hissettiği duygunun aşk olmadığını daha önce aşkın ne olduğunu bilmediği için bu duyguyu aşk sandığını söyleyip duruyor.
Bora’yı aksine inandırma çabası ise Bora’nın kendinden vazgeçmesini sağlamaya çalışmak. Baht için olmasa bile söylediği yalanları öğrenip kalbi kırılmasın diye. Yoksa “ilk aşkım sen değilsin” derken gözlerini kaçırmasından belli yalan söylediği. Bora’nın ilk aşkı olduğundan şüphesi yok hatta bunun doğru olduğunu iyi biliyor. Ama itiraf edeyim “ilk aşkın ben değil miyim?” diye soran Bora ile rüyasında “ilk aşkının Rüzgâr olduğundan emin misin?” diyen Bora arasında paralellik olduğu gözümden kaçmadı. Ada bu şekilde Bora’yı gördüğü ilk rüyasıyla paralellik taşıyan bir anı tecrübe etmiş oldu ki senaristlerimizi bu paralel sahneleri yazdıkları için tebrik ediyorum.
Ada’nın tüm bunları ona anlatırken ne kadar hassas bir ruh hali içinde olduğunu bilerek Ada’ya inançlarından dolayı kızmadan ve ailesinin sözde bahtsızlığını bahane olarak kullandığı suçlamasında bulunmadan bütün bu mantıksız korkularına rağmen birlikte olabilmeleri için birbirlerini sevmelerinin yeterli olduğu düşüncesiyle her zaman yanında olacağı güvencesini vermesine sevdim. Bu sayede Ada’nın onu bu ilişkiden vazgeçirmek için yaptığı konuşmayı tersine çevirerek Ada’yı bu ilişkiye bir şans verme konusunda ikna etmesine hayran oldum ki Ada onu sevdiğini söylediğinde Bora’nın gözündeki pırıltı ön yargılara kurban etmeden önce bu ilişkiye bir şans vermeyi hak ediyordu.
Ofise yani gerçek dünyaya döndüklerinde çalışanların Ada’nın dedikodusunu yaptığını kulaklarıyla duyan Bora’nın vermiş olduğu tepkiyi vermesine şaşırmadım. Bora’ya hiçbir konuda güvenemesen bile en azından prensip sahibi olduğuna ve sevdiklerini koruma içgüdüsüyle hareket ettiğine inanabilirsin. Ada’yı ofiste her Rüzgar’la konuşurken gördüğünde şirketimde gizli saklı ilişkiler istemem diyen bir adamın kendi ilişkisini özellikle de âşık olduğu kadınla olan ilişkisini saklaması iki yüzlülük olurdu; karakterine uymazdı. Üstelik “sevdiklerini koruma içgüdüsüyle” hareket eden bir adam sevdiği kadının ofis dedikodularına malzeme edilmesine izin vermezdi. O yüzden bütün çalışanlarını bir araya toplayıp Ada’ya gelen çiçeklerin sevgilisinden geldiğini ve o sevgilinin kendisi olduğunu dile getirmesi ona yaraşır bi hareketti. Ama bu şirketin ortasında bomba patlattığı ve Ada’yı zorda bıraktığı gerçeğini değiştirmiyor.
Bora aşık ve enine boyuna düşünmeden ilk kez kalbiyle hareket ediyor. Ne yalan söyleyeyim çok romantik jestler de yapıyor. İlişkilerini resmiyete döktükten sonra ona dönüp “Kolay gelsin, Ada Tözün” diyerek flört ettiği anlardaki Bora’nın romantik/muzip hallerine bayıldım. Her kadının hayallerini süsleyen bir şeydir topluluk içinde edilen itiraf. Ama bu aşk itiraf onu rahatlatırken Ada’yı daha büyük bir çıkmaza sokmuş oldu gibi geldi bana. Bora’nın iş yerinde flört eden hallerine bakıyorum da âşık olmak ona da karakterine de çok iyi geldi. Daha önce yaptığım bir yorumu hatırlıyorum da Ada’yla birlikte hayatına renklerin geldiğini söylemiştim; haklıydım karşımda rengarenk bi Bora var.
Ada’yı değil; ona karşı hissettiği aşkı sahiplendi. Bu ilişkiden gurur duyduğunu çalışanlara hissettirmiş olduğu kadar Ada’yla ilgili yapılabilecek dedikoduların da önüne geçti ama… Büyük bir “ama” var ki aralarındaki ilişki daha onlar bir konuşma fırsatı bulamadan ailelerin kulağına kadar gitmiş oldu. Doğrusöz evinde kıyamet kopsaydı herhalde bundan daha az yıkıcı ve kesinlikle daha az çatışmalı olurdu. Nergis’in öğrenmesi yeterince ciddi bir sorun değilmiş gibi bir de şirkette bu ilişkinin yaşanmasını istemeyen taraflar var ki özellikle birinin hedefinde ciddi ciddi Ada vardı.
Bora âşık oldu mu çok güzel seven bi adam. Aşkını sonuna kadar yaşama cesaretine ve bu aşkı tüm kötülüklerden koruyabilme yürekliliğine sahip. Bazıları gibi işine geldiği zaman aşağılayıp işine gelmediği zaman “seni seviyorum” diyenlerden değil. Sevdiği kadının masasını çiçeklerle donatan ve herkesin içinde onu sevdiğini haykıran Bora’ya söylenebilecek pek bir şey yok ama aşk itirafından sonra Rüzgar’ın yüzünden ve beden dilinden okunan perişanlık hakkında söylenecek çok şey var. Ne sanıyordu ki ben bu kızı terk ederim üstüne hayalleriyle “ilkokul” seviyesinde diye dalga geçerim, ona her seferinde kendini değersiz hissettiririm. Başım sıkıştığında da gerisi geri ona dönerim. O da beni sevmeye devam eder mi? Rüzgâr onu sevmiyor sadece vatandaşlığı tehlikeye girmesin istiyor, o kadar.
Aşka Batmından aşkını herkese haykıracak kadar sevilmek Ada için ancak bir “düş” olabilirdi. Çünkü Ada, Rüzgâr ve teyzelerinin kendisine ezberlettiği baht kuralları yüzünden birini hayatının merkezine koymadan o insan tarafından böylesine cüretkâr ve korkusuzca sevilebileceğini düşünmedi. Sevilmesi için muttarit kendinden ödün vermesi ve o insanı mutlu etmek için didinip durması gerektiğine inandı. Küçük yaşta anne-babasını kaybetmenin verdiği aşırı düzeltici davranış kalıpları Rüzgar’ın istismarcı kişilik yapısıyla pekiştirildi. Ada gerçek aşkın bu olduğunu sandı ama Bora’nın kendinden ve prensiplerinden onun için ödün verip kendisiyle orta bir noktada buluşmaya çalıştığını görünce aşkın karşılıklı bir alış-veriş olduğunu anladı. “İnsan alışkanlıklarının bütünüdür” derler ya o yüzden alışkın olmadığı bu aşk itirafının bir gündüz düşü olduğunu düşünmesi çok normal.
Ada malzeme dolabını kendi ofisiymiş gibi kullanmaya başladığında “acaba bir gün Bora’yı da oraya götürür mü?” diye düşünürdüm. Meltem’in bir ajan olduğunu açıklamak için Bora’yı malzeme dolabına götürdüğünde ise “acaba bir gün buraya öpüşmeye de gelirler mi?” diye düşünmeye başlamıştım ki meğerse malzeme dolabı Ada’nın Bora’yı değil; Bora’nın Ada’yı ofis ortamındaki küçük kaçamaklar için çekeceği yer olacakmış da haberim yokmuş. Selin’in deterjan bahanesiyle malzeme dolabında Bora ile karşılaştığı sahne bölümün en sevdiğim #AdBor sahnelerinden biriydi. Kapının arkasına tünemiş sevdiceğinin gelmesini bekleyen Bora’ya kalbimi bırakmayayım da ne yapayım?
“Ada biz beraberken bize hiçbir şey olmaz. Tamam mı? Ben seni kimsenin üzmesine izin vermem.
Teşekkür ederim.
Teşekkür ederim. Ne?
Teşekkür ederim, Bora.
Rica ederim, Ada.”
Sanırım #AdBor çifti kadar kendi adlarını karşısındakinin ağzından duymayı seven bir çift daha yoktur. Bora sevgili olmanın avantajı olarak gördüğü “Bey” ekinin kaldırılmasından sonra Ada her ismini söylediğinde adeta kendinden geçiyor. Dışardan objektif bir gözle bakan herhangi biri Ada’nın ismini değil de onu sevdiğini söylediğini sanacak. Yalnız malzeme dolabında Ada’nın gözünün içine bakarak kısık bir sesle “Bora” demesini altıncı bölümde kampa gittiklerinde otel odasının kapısının önünde “Bora” demesine benzettim. Her 2 sahnede de Ada kısık bir ses tonuyla Bora’nın ismini söylüyor ve Bora’nın verdiği tepkilerde iki sahne arasında paralellik gösteriyor. Aralarındaki tek fark otel odasının önünde Bora üzerindeki etkisinin ve aralarındaki ilişkinin boyutunu tam olarak bilmeyen Ada’nın daha cüretkâr olması; şimdiki Ada ise adını söylemesinin Bora’nın hoşuna gittiğinin farkında ama aynı zamanda teyzesi yüzünden de kendisini geri çekmek zorunda olduğunu da biliyor. O yüzden de daha kontrollü ve utangaç.
Senaristlerimize farklı bölümler arasında bu gibi sahnelerle kurmuş oldukları paralellikler için teşekkür ediyorum. Ki bu gibi sahneler sayesinde #AdBor ilişkisinde zamanla değişen ilişki dinamiklerini takip etmek de çok daha kolay oluyor. Yalnız Ada’yı özlediği için Selin’le iş birliği yapan Bora kırk yıl düşünsem asla görmeyi beklemediğim Bora. Üstelik Ada’yı malzeme dolabına gelmeye ikna etsin diye Selin’e de dil dökmek zorunda kalmış. Aşk insanı ne hale getiriyor gözlerimle görüyorum ama inanmakta zorlanıyorum. Kızın yanından ayrılalı daha ne kadar oldu ki hemen özlemeye başladı. Ama ben haklı çıktım. Bora Ada’nın devamlı odasının etrafında dolanmasına kızıyor ama işten çıkınca da bozuluyor demiştim. Demek ki tüm o şikayetleri aslında Ada ile didişmeyi sevmesindenmiş.
Meltem’in ajan olduğunu konuşmak için Bora’yı malzeme dolabına çektiğinde ithamları yüzünden ona kızan Bora dolaptan çıkmadan önce çok kısa bir an için -ışığı kapattığı halde dolaptan çıkmayıp Ada’ya bakıp- duraksadığında aslında içinden geçenin Ada’yı öpmek olduğunu söylemiştim. Geçen bölümdeki “dolap kaçamaklarında” da içinden geçen aklından geçen bu fanteziyi bir realite haline getirmekti ama çalışanlardan biri kapıyı açmaya çalışınca yarım kalmıştı. Bora bıkmadan usanmadan bu haftaki bölümde de aynı yerde Ada’yı öpmeye çalıştığında dikkatimi çeken iki detay oldu. İlki aynı eylem üzerinden birkaç hafta önceki ve geçen haftaki bölümle aralarında paralellikler olduğu, ikincisi de aynı zamanda Bora kapının arkasında Ada ise önünde olduğu için bu sahneyle o sahneler arasında bir ayna durumu ve kontrast kurulduğu. Üstelik bu defa kapıyı açan tarafın Ada olması da bunun bi kanıtı.
Bora’nın baht oyunu üzerinden tatlı tatlı Ada’ya yürümesi ve onu öpmeye çalışması gerçekten çok tatlıydı. Keşke Ada teyzelerine verdiği sözü ve söylediği yalanları bir süreliğine kenara bırakıp Bora’yı öpmüş olsaydı. Dört gözle bu öpücüğü bekledim ama meğer kendini tutma sırası Ada’ya gelmiş. Bora resmen deterjanın kapağıyla öpüşmüş oldu. Dudağına değdiğinde “ne oluyoruz” der gibi oldu. Hayal kırıklığına uğradı; hevesi kursağında kalmış oldu.
“Ne yapıyorsun kızım ya? Battıkça batıyorsun. Battıkça batıyorsun. Batma. Kapılma. Tut kendini. Tut kendini.
Battıkça batan benim, Ada. Aşkın içine.”
Bu iki satır aralarında yaşanan her şeyi ve birbirlerine olan duygularını anlatmaya yetiyor aslında. Önceki gece aynadaki yansımasıyla kavga ettiği gibi tüm dünyayı ardında bırakarak Bora’yla birlikte olmayı isteyen aşık yanıyla yalanları ve teyzelerinin komutları doğrultusunda ondan uzak dur diyen mantıklı yanı arasında şiddetli bir iç çatışma yaşıyor; teyzesine verdiği söze ve Tuğçe’ye Bora ile olamayacağını söylemiş olmasına rağmen onu gördüğü anda her şeyi unutup yelkenleri suya indiriyor. Bu yüzden de Ada kontrol edemediği bu içgüdüsel dürtülerine ket vurmak için sürekli kendine komutlar veriyor. Kendi içindeki savaşla öyle meşgul ki iş sesinin dışarıya yansıdığının farkında değil. Bora ise tüm ikna çalışmalarına rağmen baht inancından dolayı Ada’nın kendini engellediğinin farkında. Bu yüzden ona her yaklaştığında kaçma girişimini ona karşı koymakta zorlandığı şeklinde yorumlayarak gülümsüyor.
Bora geçen sefer âşık olduğunda ilişkisinin bitirmesine neden olan sevdiği insanın yalanlar söylemesi olmuş ama açıkçası Bora’nın bu defa daha hızlı ve daha kontrolsüz bir şekilde Ada’ya âşık olduğunu düşünüyorum. Battıkça battığının ve bu aşkın içine gömülerek bütün kontrolünü yitirmeye başladığının farkında. Bora’nın bu hızlı yükselişi gerçeği öğrendiğinde düşüşünün de çok yüksekten olacağı yönündeki korkularımın depreşmesine neden oluyor.
“Ada el alemin kızı değil; benim sevdiğim kadın. (…) Anneciğim, babacığım ben bu eve neden döndüm? Elif huzurlu olsun diye. Elif mutlu olsun diye döndüm, değil mi? (…) Bakın. Bu yarattığınız huzursuzluk Ada’ya ve Elif’e yansırsa bu evden giderim. Ama yalnız başıma gitmem. Ada’yı da Elif’i de alır öyle giderim.”
Bora’nın babası Zafer amcanın “statü farklarına” inanmayan özünde herkesin insan olduğunu ve önemli olanın iki insanın birbirini sevmesi olduğunu düşünen romantik yaklaşımını çok sevdim. Normalde bu tür yaklaşımlar anneler arasında daha yaygındır ama bu dizide kadınlar daha realist erkekler ise daha romantik. Cinsiyetçi kalıpları yıkan her senaryo benim gibi yenilikçi yaklaşımları seven insanlar için umut verici. Ancak Belma’nın Ada’yı istememesinin altında yatan nedenler sadece statü farkından değil; oğlunun daha önce yaşadığı bir hayal kırklığını tekrar etmesini istememesinden. Ada ile Aslı arasında bir bağlantı kurmuş ve Ada’nın oğlunun kalbini kıracağına inanmış. Ada’nın teyzelerinin baht inancı gibi Belma da oğlunun Aslı gibi biriyle olursa acı çekeceğini düşünüp bu ilişkiyi istemiyor. Ne gariptir ki Belma ailelerin çok farklı olduğunu anlatmaya çalışırken Ada’yı istememesinin altında yatan nedenle Ada’nın teyzelerinin Bora’yı istememesinin altında yatan neden aynı: Önyargı ve batıl inançlar.
Bu sahnede içinizde Bora’ya hayran olmayan biri kaldı mı acaba? Her oğlan bir gün âşık olabilir ama sevdiği kadını kendi ailesinden bile korumayı ancak gerçek bir erkek başarabilir. Erkek olmak yumruğunu masaya vurup gururun seni nereye götürürse oraya gitmek değildir. Erkek olmak sevdiğin kadına karşı sorumluluklarını bilip ona verdiğin sözleri tutmaktır ama en önemlisi de onun için gerekirse tüm dünyaya karşına almaktır. Kadınların kendi haklarını korumak için bir erkeğe ihtiyaçları olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Ama tüm dünya ona karşıyken gerektiğinde sevdiği kadının elinden tutan ya da ona destek olan her erkek benim gözümde bir feministtir. Çünkü aşık bir adamın ilk vazifesi sevdiği kadına hep destek olmaktır. Aynı Belma’nın tüm karşı çıkmalarına rağmen Bora’nın üstüne basa basa Ada’dan sevdiğim kadın olarak bahsetmesi gibi. Bora’nın ailesine Ada’yı ve Elif’i alıp giderim dediğinde onun aslında Ada ve Elif’i ailesi olarak gördüğünü söylemiş olduğu ayrıntısını fark eden tek kişi bence ben olamam.
“Pamuk şeker.
Bana daha önce hiç pamuk şeker diyen olmamıştı, Ada. Biliyor musun?
Nereden buldun bunu gece gece?
Bir tek sen mi sihirbazsın? Ben de sihirbazım. Hem senin pamuk şeker sevdiğini biliyorum.
Çok seviyorum.
Ben de…çok seviyorum.”
Bir küçük tatlı mesajla gece yarısı havuz başında Bora ile buluşmaya giden Ada’yı bekleyen “pamuk şeker” sürprizi benim için de büyük sürpriz oldu. Gözlerini kapatarak Ada için yaptığı bu tatlı sürprizin gerçekten “Ada için mi yoksa kendisi için mi?” olduğuna bir türlü karar veremedim. Ada ve Bora’yı en son pamuk şeker yerken gördüğümde Bora dudağında bir parça pamuk şeker kalmış Ada’ya neredeyse ilk öpücüğünü vermek üzereydi. O yüzden sevgilisinin yüzünü güldürmek için bu tatlı sürprizi yapan Bora’nın aslı amacının “dudağındaki…elime bulaştı” tarzı bir replikle aynı romantizmi yeniden yaratmak olduğunu düşünüyorum. Nasıl geçen haftaki malzeme dolabı sahnesini yeniden yaratmaya çalıştı şimdi de o zamanki yakınlaşma anını yeniden yaratıp Ada’yı öpmek için fırsat kolluyor. Bora Bey Bora Bey seni hınzır! Aklı fikri romantizm anlarını yeniden yaratmada. Sırada hangi an var acaba? Mutfak mı?
Ada sevgili olmalarının Bora’ya kötü şans getireceğini söylemiş ama onu bir türlü buna inandırmayı başaramamıştı. O da bahtsızlıkları küçük oyunlar oynayarak Bora’ya göstermeye çalıştı. Bora gibi işine düşkün birinin telefonunu suya düşürmenin de iyi bir başlangıç olacağına kanaat getirdi ama Bora’nın onun yanında iş düşünmeden aşklarına odaklanacağını bilemedi. Arayan ne kadar önemli biri olursa olsun, Ada’nın yanındayken anı yaşamaya odaklanan Bora romantik olsa da planı elinde patlayan Ada yüzünden sadece telefon değil; onlar da havuza düşmüş oldular. Gerçi Ada’nın havuza düşmeden önce kollarını Bora’nın boynuna dolaması detayını sevmiştim ama neyse.
“Ada (…) Gözlerimin içine bak. Ben senin yanındayken sana hiçbir kötülük dokunamaz. Buna kötü baht da dahil.”
Havuzdaki pozisyonları ve yakınlık mesafeleri yani Ada’nın ona koala gibi sarılmış olduğu düşünüldüğünde Ada ve Bora’nın çok basit bir nedenden ötürü havuzun dibini boylamalarını maruz görebilirim ama potansiyeli bu kadar büyük bir sahnede gerçekleşen güzel tek anın o yanındayken sevdiği kadına hiçbir kötülüğün dokunamayacağına dair Bora’nın söz verişi olması bana yeterli gelmedi. Bu sahnede teyzelerine verdiği söze rağmen Ada’nın kendini engelleyemeyip onu öpmesini beklerdim. Bora’ya koala gibi sarılmışken ilişkilerinde ufak da olsa bir hareketlenme olmalıydı. Alınlarının birbirine değmesi ve Ada’nın Bora’ya onu hiç bırakmak istemiyormuş gibi sarılması güzeldi ama ne havuzdan çıktıklarını ne de odalarına nasıl döndüklerini göremedik. Ki sahne adına bu büyük bir eksiklikti. Bir kurulanma anının ya da en azından odalarına giderken yan yana yürüyecekleri bir sahnenin hayalini kurdum.
Gelelim gece beklenilenin aksine epey aksiyonsuz geçen havuz sahnesinden sonra tam anlamıyla neler olduğunu göremediğimiz gecenin sabahına. Açıkçası ertesi gün Ada’nın bahtın gerçek olduğunu kanıtlamaya çalıştığı küçük oyunlar oynaması yüzünden gecenin aksine epey aksiyonlu geçti. “LOF” yani kendisine Lord Of Fire diyen adamla yapılan toplantının kendisi değil; bir görüşme gerçekleşeceğini toplantıda duyuran Bora’nın toplantı odasındaki hal ve tavırları sonrasında bu görüşmeye hazırlık sürecinde yaşanılan aksilikler ve Bora’nın asansörde mahsur kalmış halleri izlemesi birbirinden eğlenceli anlara ve bir ufakta romantizme şahitlik etmeme neden oldu; güzel de oldu.
Biz genellikle toplantıların Bora’nın odasında yapılmasına alışmıştık. O yüzden bu defaki toplantının bi kat yukarıda yapılmasının yazılacak hikâye örgüsüne alan açmak için olduğuna kanaat getirdim. Ama bana biraz minareyi çalan kılıfına uydurur tarzı bir eklemeymiş gibi geldi. Şirket toplantıları neden birdenbire yukarıda yapılmaya başlandı? Neden daha önce burada yapılmıyordu? Parfüm şirketiyle yapılan görüşme neden Bora’nın odasında yapıldı?
Sevgililiklerinin daha ilk dönemlerinde olduklarını ve Bora’nın Ada’dan uzak durmadığının farkındayım ama insan ister istemez onun gibi bir adamın iş ile aşkı birbirine karıştırmayacağını düşünüyor. Lakin görünen o ki Bora mevzu bahis Ada olduğunda onu çok yakından tanıyan insanların bile onu tanıyamayacağı kadar hızlı değişimler yaşıyor. Görünen o ki Ada’nın yaptığı tüm planlar yolunda gitse ve Bora’ya kara bahtın gerçekliğini ispatlayabilse bile Bora bu işaretleri görmezden gelmek ya da görse de ciddiye almamak için elinden geleni yapacak. Ada’yı kaybetmemek için bütün ömrünü ve birikimlerini harcadığı şirketinin batmasına bile ses çıkarmayacakmış gibi görünüyor.
Bora’daki aşkla beraber meydana gelen bu hızlı değişimleri büyük bir zevkle izliyorum. Bu zamana kadar gördüğüm Bora’yı zaten seviyordum ama bu aşık halleriyle tatlı tatlı sevgilisine yürüyen Bora’ya adeta âşık oldum diyebilirim. Özellikle de her fırsatta sevgisinin bir göstergesi olarak Ada’nın burnuna dokunduğu anları seviyorum. Bakıldığında sevgilinin burnuna dokunmak bir öpüşme kadar etkili bir eylem değil ama Ada ile Bora arasında bir samimiyet anı yaratıyor. Üstelik bu sahneyi parkta birlikte pizza yedikleri gece ve mutfakta birlikte hazırlık yaptıkları gün burnuna dokunduğu anlarla paralellik taşıdığı için de seviyorum. Ama itiraf edeyim bu Bora’nın ilk kez bir bahaneye ihtiyaç duymadan sevgilisinin burnuna dokunduğu an olduğu için daha çok seviyorum. Ada Bora’nın karizmasına ne kadar karşı koymaya çalışsa da onunla her göz göze geldiğinde gözlerinde kaybolduğu gerçeğini inkâr edemez, sanırım.
Bora birden durup dururken neden şirketin asansörüne binmeye başladığını çünkü senaristler öyle istediği dışında mantıklı bir açıklamayla anlatamasam da Ada’nın bu görüşme için yapılan bütün hazırlıkları sabote edebilmek için elektrikleri kesmeyi akıl etmesi tam Ada’ya yaraşır bir hareketti. Gerçekten kötü bir baht var mı bilmiyorum ama bu kesinti sırasında asansörde kalan Bora’nın kesinlikte şirketteki en bahtsız bedevi olduğunu söyleyebilirim. Ancak onun asansörde kalması bahtsızlıktan ziyade jeneratör konusundaki ihmalkarlıktan kaynaklandığını düşünüyorum. Bu arada bir asansör sahnesinin ilk kez içinde esas çiftin ya da klostrofobisi olan birinin olmadığı bir şekilde komedi için kullanıldığını görüyorum. Klasik anların yenilikçi bakış açılarıyla ele alınması bu olmalı. Helal olsun senaristler!
“Ne yapayım adaptasyon mu sağlayayım? Burada yaşamaya mı başlayayım? Ne yapayım?
Ada karşısında olsa yaşarsın da.
Ne diyorsun? Ne mırıldanıyorsun?
Ali Bey, ben buradayım duyuyorum.”
Kendi elleriyle yaratmaya çalıştığı tüm bahtsızlık girişimlerine rağmen sevdiceğinin asansörde mahsur kalmasına dayanamayan Ada’nın bu haberi aldıktan sonraki paniği ve hemen koşarak Bora’nın yanına gitmesi aslında ondan kolay kolay vazgeçemeyeceğinin güzel bir kanıtı değil mi? Ada’nın Bora’nın yanına koştuğu sahneyi gözlerimden kalpler çıkarak izledim. Şirketin emir komuta zincirini hemen eline alan Ada’nın endişeli halleri karşısında Rüzgar’ın umursamaz tavrı bana Ada’nın ilgisini kıskandığını düşündürttü. Bora’nın asansörün içinde kaldıkça tepesinin daha çok attığı sahneleri izlemek biz seyircilere bağışlanmış çok büyük bir nimetti. Çünkü ben Bora’nın sinirlendikçe tatlı olduğunu düşünüyorum. Özellikle de kimse söyledikleri anlamazken kuzeni Ali’ye yaptığı tehditler çok eğlenceliydi.
“Bana öyle bakma Ada. (…) Ben bahta mahta değil; sana inanıyorum Ada. Tamam mı? Sen bu işi halledersin.”
Biraz da romantizm konuşalım. Ada ve Bora belki aynı asansörün içinde mahsur kalmamış olabilirler ama Bora’nın asansörde sıkışıp kaldığında bile Ada’nın içini rahatlatmaya çalışması romantikti. Benim romantik prensim Bora’m şirketin asansöründe liseli aşıklar gibi nefesiyle buğuladığı camda kalp işareti yapıp ortamın tansiyonunu arttırırken Ada gönlünü nasıl ona kaptırmasın, teyzelerine verdiği uzak durma sözünü nasıl tutsun? Sevimlilikte de romantizm de seviye atlayan Bora tüm romantik komedi erkeklerine örnek olmalı. Umarım Bora gerçekleri öğrendikten sonra da Ada’ya olan inancını ve güveninin sürdürmeye devam edebilir. Çünkü onun Ada’ya duyduğu bu “sonsuz güven” Ada’nın da kendine duyduğu özgüveni arttırıyor. Aşk insana iyi gelen bir şey olmalı. Kusursuz olmak değil; aşkla kendinin daha iyi bir versiyonunu olmanı sağlamalı. Ki Bora da Ada da birbirleri için bu ihtiyacı yerine getiriyorlar.
Bora asansörde mahsur kaldığı için tüm sorumluluğunu Ada’ya verdiği görüşmenin nasıl geçtiğinin ve de içeriğinin hiçbirimiz için önemli olduğunu zannetmiyorum. O yüzden hemen konuyu Ada’nın sabotaj girişiminin neden olduğu felaketi yangın söndürücüyle söndürmesi yetmiyormuş gibi bir de avantaja çevirmesinden ve bunun Bora’yı nasıl gururlandırdığından bahsetmek istiyorum. Ada’nın bunu yaparak kendi kendini tufaya getirdiğini de söylemeliyim.
Bora’nın oturduğu koltuğundan karşısında duran Ada’yı yüzünde kocaman bir gülümsemeyle öyle bir izleyişi vardı ki herhalde Bora’nın gözlerinin içinin daha önce hiç bu kadar parladığını görmemiştim. Hayatındaki mutluluk adeta yüzüne yansımıştı. Bir an Ada’yı değil; bir tanrıçayı ya da sanat eserini izliyormuş gibi hissettim. Ada’ya güvenmişti ve Ada da onun bu güvenini boşuna çıkarmamış. Bora’nın bu işi alabilmesi için elinden geleni yapmıştı. Bora’nın bahtın bir saçmalık olduğunu kanıtlamış olduğu düşüncesiyle bu hayatta olmayı en sevdiği yere yani Ada’nın yanı başına oturuşu gerçekten çok organik bir şekilde gerçekleşti. Ben Bora’nın her seferinde odada başka yer yokmuş gibi gidip Ada’nın yanına oturmasını ve bedenlerinin birbirine deyişini izlemeyi seviyorum. Çünkü bu durum onlara çok doğal geliyor. Üstelik bedenlerinin de birbirinin yanında rahat olduğu mesajını veriyor. Bora’nın Ada’ya güven verişi ve onu bu bahtı yenebileceklerine inandırması aşkına sahip çıkan bir erkeğin inanılmaz çekiciliğine sahip.
“Şu anda ne düşünüyorum, biliyor musun?
Ne düşünüyorsun?
Sen ne düşünüyorsan onu.
Ama çok ayıp. Ofisteyiz, Bora Bey. Bir gören olur. Her yer cam.
O geçmiyordu ya yanlış anlamışım.
Ada. O geçmiyor. O benim hep aklımda.”
Ada’nın hemen yanına oturup göz temasını koparmadan o iç gıcıklayan ses tonuyla “sen ne düşünüyorsan onu” deyince Ada gibi ister istemez benim aklıma da Ada’nın aklına gelen geldi. Kim olsa aynı şeyi düşünürdü. Bora’nın hatası o ses tonunu kullanması suç sayılmalı. Aşık Ada ne yapsın gözleri hemen Bora’nın dudaklarına kaydı. Ada da az hınzır değil. Ada’nın aklından geçenin öpüşmek olduğunu anlayınca Bora’nın yüzünde beliren o gülümseme görülmeye değerdi. 32 diş birden sırıtışı çok şey anlatıyordu. Ada’ya “Aklından neler geçiyor böyle?” der gibi baktı.
Ada’nın her şeyi yanlış anladığını fark eder etmez utanması ilişkilerinin muzip yönünü gösteriyordu. Bora’nın ayağa kalkıp gözlerini Ada’nın gözlerinden hiç ayırmadan öpüşmenin aklından geçmediğini çünkü hep aklında olduğunu söylemesi şiir gibiydi. Öpüşeceklerinden çok emindim hatta dudakları da kavuşmak için birbirine doğru uzandı ama Ali gelip her şeyi bozdu. Gerçi Ali odadan çıkar çıkmaz Bora kaldığı yerden devam etmeye çalıştı ama anın büyüsü bozulmuştu bir kere. Ah Ali! #AdBor çiftinin #AdBor olmasını sağlayan sensin ama bu yaptığın hiç olmadı. Hepimiz yani #AdBor fanları adına konuşuyorum ki sevgili olduklarının akşamı aralarına baht giren çiftimiz bölüm 13 oldu ama sadece bir kere öpüşmeyi başarabildiler. Gene de öpüşmeye en çok yaklaştıkları an olarak bu anın kalbimdeki yerinin ayrı olduğunu söylemeliyim. Ada ve Bora kendi dünyalarında baş başa kaldıklarında mutlu olabileceklerini göstermekle kalmıyor; ilişkinin başında dahi olsalar aralarında organik gelişen bir ilişki olduğunu da kanıtlıyorlar.
Baht Oyunu’nun ikinci bölümünde likörlü çikolatayı yediğinden beri Ada’nın içmemesi gerektiğini sadece biz değil; aşk itirafından önce “ben asla…” oynadıklarında senaristler bile söyledi ama bana soracak olursanız Bora da içkili dünyaya salınmamalı. Çünkü söz konusu Ada olduğunda alkolün dozunu biraz fazla kaçırıyor. Tamam kendi evinin bahçesinde kuzeniyle içiyor; bunda ne sıkıntı var ki diyeceksiniz? Ama işin aslı öyle değil. Ada’nın şirkette “ailemin bahtı” diyerek oynadığı oyunların ve küçük sabotajlarının farkında olan Bora’nın hırsızları görünce aklının otomatik olarak bunun da bir oyun olduğunun gelmesi normal ama alkollüyken. Bora belli ki bu baht olayına söz konusu ilk aşk olunca biraz takmış. Baht meselesi ne kadar içine işlemişse hırsıza tek soru sormadan işi bahta bağlayıverdi. Ona ihtiyacın olduğun zaman Ada nerede acaba? Bora’nın bu sarhoş hallerini neden görmüyor? Bora’nın sarhoş Ada’ya yardım etmesinden sonra bunun bir paralelini neden Bora’nın sarhoşluğuyla görmedik ki senaristler.
Alkollü Doğrusöz kuzenler kendi aralarında yaptıkları kelime oyunları, dertleşmeleri ve göz kapakları meselesi üzerinden birbirlerine sataşmalarıyla gerçekten çok tatlılar. Aytaç da mevzu bahis komedi olduğunda Cemre kadar yetenekli bi oyuncu. Senaristler ona daha fazla komedi sahnesi yazmalı derken hırsıza yardım ettiği eşyaları taşıma hususunda hamallık yaptığı sahneleri izlemekten büyük bir keyif aldım. Sanırım bölümün en komik anlarından biri “Doğrusöz kuzenlerin” sarhoş kafayla hırsıza yardım ettikleri dokuz dakikalık sahneydi. Öyle üzerine saatlerce yorum yapılabilecek bi şey yoktu ama kafa dağıtıp mutlu dakikalar geçirmek için fazlasıyla sahne vardı. Ada kurnaz ama kamera kayıtlarına bakarak Ada’nın oyununu çözen Bora ondan kurnaz. Bu iki zeki insan birbirlerini bulmak için yaratılmışlar ama alkollüyken değil. #Adbor çiftinin aynı anda alkollü oldukları bir hikâyeyi düşünemiyorum bile.
Bora’nın sarhoş kafayla hırsızlığı oyun sanmasına eyvallah da sabah uyanıp evdeki eşyaların hala eksik olduğunu görmesine rağmen bunu hala Ada’nın oyunu sanması büyük ayıp. Bir de ev halkı ortalığa ayağa kaldırınca Ada’yı kolundan tutup oyuna son vermesini söylemedi mi, pes doğrusu. Bora’nın jeton köşeli ya da dün geceki alkol baya beyin hücresi yaktı demek geçti içimden. Ada’nın hırsızlığı Bora’ya haber verişi ve Bora’nın hırsıza yardım ettiğini öğrenişi arasındaki tüm tepkileri, mimikleri ve laf sokmalarıyla Cemre beni kalbimden vurdu. Bir insanın oyunculuğu bu kadar doğal olabilir mi? Cemre’nin bu sahnelerde doğaçlama yaptığını iddia edebilirim ama asla kanıtlayamam.
Bora akşam yardım ettiği adamın baht oyunu değil; gerçek hırsız olduğunu anlayınca polise haber vermeden kendi elleriyle hırsıza teslim ettiği babaannesinin tespihinin peşine düştü. Asıl macera da o noktada başladı. Ada ve onun arabadan arabaya telefonla yaptıkları sohbetin içeriği gerçekten çok nüktedandı. Bora daha dün gece baht oyunu diye hırsıza evde ne var ne yok taşımışken Ada’nın bahtsızlığa inanmasını çok saçma bulması üstelik onu da buna inandırmaya çalıştığı için Ada’ya sitem etmesi çok manidar. Yapacak daha önemli bir işi yokmuş gibi hırsız peşinde iken ilişkilerinden konuşmak Bora’ya özgü bir yetenek olmalı. Ali’nin yan koltuktan ilişkilerine ve Bora’nın zekasına dair yaptığı yorumlar da muhteşemdi. Bir insan az önce kavga ettiği kadına telefonda kibarca hoşça kal der mi ya?
Ali ve Bora hırsızların inine girip eşyalarını özellikle de “babaannelerinin tespihini” geri vermelerini talep ettiklerinde hırsızın vücut dilinden ve elinde sopalarla etraflarını saran adamlardan -ki sayıca fazlayken seri üretiminden çıkmış gibi görünen sopalara ihtiyaç yoktu sanki- anladığım kadarıyla Bora’nın Kuzey’e kafa attığı bölümdeki gibi bir kavga sahnesi yaklaşmaktaydı. Bora-Kuzey kavgasının bi paralelini izleyeceğim diye çok umutlanmıştım ama görünen o ki Ali kavga sırasında Rüzgâr kadar işe yarar bir partner değilmiş. Maalesef etraflarını saran adamlarla nasıl kavga ettiklerini göremedik. Bana soracak olursanız bu sahneleri çekmemekle büyük bir fırsat kaçırmış oldular. Ama kanı deli akan Bora’nın ne yapıp edip babaannesinin tespihini almış olduğunu görmek mutluluk vericiydi. Bora gibi bir adam hem kadınlara bu kadar kibar olup hem de kavgada bu kadar deli olmayı nasıl başarabiliyor, anlamıyorum…
Bunu dile getirmezsem olmaz Bora’nın salı günleri televizyonda yayınlanan “Kader Çarkı” dizisinden ve bu dizide oynayan Cemre’nin oyunculuğundan övgüyle bahsettiği sahne sahiden hoştu. Dizinin kendi içinde kendi reklamını yaptığı sahneleri izlemek daima hoşuma gider. Ki Ada da Tuğçe ve Rüzgar’a yemek hazırladığı akşam komşusuna “bugün Salı dizini izle” demişti. Aytaç’ın ağzından Cemre’nin oyunculuğunun övülmesi gerçekten de ilham vericiydi.
Bora’nın bir kavgaya daha kafa atarak girmesine hiç şaşırmadım ama bu durumu Ada’dan şefkat görmek ve onunla yakınlaşabilmek için bir bahane olarak kullanması beni gafil avladı. Tamam, bu Bora’nın Ada’ya oynadığı ilk oyun değil; daha önce Ada’ya Meltem üzerinden bir ders vermek için de bu yola başvurmuştu ama bu defa şefkatini elde edebilmek için kızın vicdanına oynamaya başladı. O ben yalanı hiç sevmem diyen Bora Doğrusöz’e ne oldu acaba? Ada baht demekten vazgeçsin diye dayak yemiş numarası yapmak “duygusal manipülasyon” olmuyor mu? Ada’nın o pamuk kalbine yazık, değil mi? Bora’yı öyle sargılar içinde görünce ne kadar üzüldü? Bora Bey, Bora Bey fenasın.
Bora olmayan ağrısıyla Ada’nın koltuğunda inim inim inlerken Ada’nın ayakkabılarını çıkarması aklıma ilk bölümde Bora’nın hastane çıkışı Ada’yı kucağında evine taşıyıp ayakkabılarını çıkardığı sahneyi getirdi. 2 sahne arasındaki paralellikler ve rolleri değişmiş olmalarından kaynaklanan kontrastlar görüntü olarak çok etkileyici. Bölümler arası mantık hatalarının olduğu dizileri izlemeye alışmış bir millet olarak ilk günden beri yazdıkları senaryoyu unutmadan aynı çizgide yazmayı sürdüren, bölümler arasında bu gibi sahnelerle köprü kuran senaristlerimizi tebrik ediyorum.
Ada’nın perişan bir halde kapısına dayanınca ilgilenmeye başladığı Bora’nın yanına oturup kollarını ona dolaması, tüm sevgisini ve şefkatini ona verirken elini de kucağına almasının yanı sıra Bora hemen iyileşsin diye ona mutfakta yiyecek bir şeyler hazırlaması hem aralarındaki samimiyetin hem de Bora’nın doğru yolda olduğunun bi göstergesi. Biz kadınları yardımımıza muhtaç erkeklere kol kanaat gerdirten bu anaç hallerimizin kaynağı ne merak ediyorum. Bu dünyaya sanki yardımımıza ihtiyaç duyan ve asla büyümeyen erkeklere kol kanaat germeye gelmişiz gibi önce babalarımıza varsa erkek kardeşlerimize sonra eşlerimize ve çocuklarımıza daima merhamet gösteriyoruz. Tıpta bile bir adı var: Nightingale Sendromu. Bora’nın yaptığı masum bir plan olsa da hayatın gerçeği çok daha acımasız.
“Ali ikna edemedi mi seni?
Hangi konuda?
Öpünce geçeceği konusunda ikna olmadın mı?”
Ada’nın evinde Bora’yla baş başa kaldığı ve onu alnını öptükten sonra göz göze geldikleri sahne cinsel tansiyonun en çok yükseldiği sahnelerden biri olmak dışında ruhlarının da birbirine aktığı sahne olduğunu söylemek hiç yanlış olmayacaktır. Bora Ada’nın gözlerinin içine bakıp “sevdiğim” dediğinde bütün bunların bir oyun olduğu gerçeğini ben bile görmezden geldim. Bu sahne bana Ada’nın boks maçı yaptıkları sırada Bora’nın üstünde kaldığı sahneyi anımsattı. Bu iki paralel sahne arasındaki tek fark spor salonundaki #AdBor çekiminin daha çok fiziksel yani cinsel kaynaklı olması çünkü bu sahnedeki #AdBor çekimi fiziksel olmaktan ziyade duygusal bir çekim. Hatta şu kısacık anda ruhlarının birbirine aktığını ve onlar dışındaki dünyanın tamamen kaybolduğunu söyleyebilirim. Bora’nın oyun oynadığı bu kadar çabuk ortaya çıkmasaydı daha güzel anlara da tanıklık edebilirdik ama ne yazık ki Bora kendini çok çabuk ele verdi. Ama Ada’nın kendine oyun oynanmasının acısını güreşerek çıkardığı sahne çok eğlenceliydi.
Bölümün son sahnesinde Rüzgar’ın boşanmamak için ayak diretmesinin bir sonucu olarak uyuyan devi yani Celal’i elinde raporla kapıya getirmesi ve Celal’in Ada’ya “sevgilim” diye seslenen Bora’yı görmesi bölümü tedirgin olarak tamamlamamıza -ki Ada Bora’yı ikna edecek bi yalan bulur da Ada’ya sevgilim diye seslenen Bora’nın varlığını bu adama nasıl açıklar; merak ediyorum- neden olsa da ben yorumumu “bahtın” arkasına saklanarak asıl korkularını paylaşmaktan kaçındığını anlayan Bora’nın Ada’ya kendini hazır hissetmesi için zaman tanıması ve şefkatle sarılıp alnından öpmesi en önemlisi de “senden asla vazgeçmeyeceğim” diyen Bora’ya odaklanarak tamamlıyorum.
Göz atmanızı öneririz: Baht Oyunu Bölüm Yorumları