Kategori: İzledimBaht Oyunu

BAHT OYUNU – Beni Yeniden Aşka İnandırdın

Baht Oyunu 12. Bölüm ile Total’de 3.17 reytingle 6. AB’de 2.42 reytingle 7. ABC1’de 3.10 reytingle 6.oldu. Bölüm  yorumu konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…

 

Baht Oyunu dizisinin on ikinci bölümü selefleri gibi kendinden önceki bölümün kaldığı noktadan yani Ada ve Rüzgâr sahte evliliklerini sürdürüp sürdürmeme konusunda farklı fikirlerinden dolayı tartışırken eş zamanlı olarak Bora’nın da şirkette Ada’yı aradığı noktadan başladı. Sanki bir sır değilmiş gibi “sahte evliliklerini” şirketteki herhangi birinin duyup öğrenebileceği bir yerde tartışmalarının abesliği bir yana hakikati duyan kişinin Bora olmamasına sevindim. Ada’nın Bora’ya gerçekleri söylemesinden yana olsam da bu şekilde öğrenmesini istemediğimi defalarca söyledim.

Ali’nin kardeşinin mutluluğu için yaptığı plan ve Ada ile Bora’nın bu plana verdikleri tepki gibi hakkında konuşulacak çok konu var aslında ama ben herkesin asıl merak ettiği konuya yani #SelAl çiftinin çevirdiği oyunu bahane ederek bir geceliğine de olsa bütün dünyadan uzaklaşarak otelde kalmaya karar verdikleri sahnelerle başlamak istiyorum.

 

Kaçamazsın, Çünkü Dört Tarafın Çevrili…

 

Herkesin bir an önce Ada ve Bora’nın öpüştüğü sahneyi görmek istediklerini biliyorum çünkü ben de çok bekledim. Ama nedense ben Ada ve Bora’nın birbirleriyle didiştikleri anları izlemeyi de çok seviyorum. Bora daha en başında Ada ile arasında bir sınır olmadığı mesajını farkında olmadan Ada’ya verince aralarındaki ilişki hiçbir zaman olması gerektiği gibi patron/çalışan ilişkisi şeklinde olmadı. Şu otel sahnesinde bile Bora’nın Selin’in yangına körükle gittiği eleştirisini yapan Ada’yla didişmesi ve otele peşinden gelmesini istemediği halde onu takip eden Ada’yı kolundan kavramaya çalışması bile aralarındaki ilişkinin boyutunun profesyonellikten ziyade samimi olduğunu kanıtlayabilir.

Yemekhane bölümüne hapishane muamelesi yaptıkları sahne izlemesi keyifli bir sahneydi. Ali’nin sanki yarı kapalı cezaevinde senelerdir mahkummuş gibi davrandığı anlarda çok güldüğümü itiraf etmeliyim. Aşırıya kaçan ya da sulandırılmış bir sahne değil; son derece iyi kurgulanmış kararında bir komedi sahnesi izlemiş oldum. Bora’nın her sinirlendiğinde Ali’yi dövmekle tehdit etmesinde şaşırılacak bir şey yoktu ama Ali’nin kuzenini tam da devrelerinin yandığı noktadan yakalaması büyük bir sürpriz oldu. Ali’nin zekasının kıvraklığına tekrar şahit olmak güzeldi. Aklın yolu bir ben de devamlı söylüyorum Bora’nın tüm bu sinirli hallerinin aslında hissettiği gerginlikten kaynaklandığını ve o gerginliğinin temelinde de bir türlü Ada’ya açıklayamadığı duygularının yattığını. Bunun sesli bir şekilde ifade edilmesine sevindim. Özellikle de “Dört yanın Ada’yla çevrildi. Teslim ol” şeklinde ifade edilmesine bayıldım.

Tuna Hanım bu cümleyi twitter üzerinden paylaştığında kim tarafından söyleneceğini çok merak etmiştim. Bu tespiti yapanın dizinin tespitler konusunda uzman karakteri Ali olmasına da sevindim. Ali haklı: Ada onun önce şirketine sonra hayatına, evine ve rüyalarına kadar girdi. Bu vakitten sonra Bora için Ada’nın olmadığı bir hayat mümkün değil. O yüzden yapabileceği en mantıklı şey akıntıya karşı yüzmek yerine aşka yenildiğini kabul edip teslim olmak. 

Selin de #AdBor çiftini bir araya getirebilmek için elinden geleni ardına koymadı. Ada’nın “beyaz evlilik” konusunda ondan yalan söylemesini istemediği halde neden Ali’ye yalan söylediğini sorgulamasından hareketle Ada’nın aklına Bora’yı kalbine de aşkını düşürmeye çalıştı. Ada ne kadar inkâr etse de Selin arkadaşının Bora’ya âşık olduğunun farkındaydı ama Ada’nın da bunu kendisine itiraf edebilmesini sağlamak için elinden geleni yaptı. Ki benim favorim “Dört tarafı Bora’yla çevrili kara parçasına Ada deniyor” cümlesiydi. Tuna Hanım twitter da bunu da paylaşmıştı…

Birinin Ada’ya gerçek anlamda evli olmadığını hatırlatmasına ihtiyacı vardı. Bu evliliğin üç yıl boyunca süren bir ev arkadaşlığından öteye gitmediğini ve Rüzgar’a hiçbir şey borçlu olmadığını söylemeliydi. O kişinin Selin olmasına sevindim çünkü Selin onu gerçekten kardeşi gibi görüyor. “Baht” gibi bir batıl inanış yüzünden aşkına engel olmaya çalışmıyor. Ada’yı hür kılmaya ve kalbinin sesini dinlemesini sağlamaya çalışıyor. Ada Bora’yı hayatının merkezine koymadığı halde Bora onu her haliyle seven ve mutlu edildiği kadar Ada’yı da mutlu etmek isteyen cömert bir aşık. Ada’yı ona verebileceği her şeyi alıp tüketmeye çalışmıyor. Ada gibi ona kendisinden bir şeyler vermeye çalışıyor. Aşk da bu değil midir? Kendini birine adamak değil; onunla ortak noktada buluşmak. Ada’ya yöneltilen “Bora Bey’i öpmeyi istedin mi?” sorusu da bence yerinde bir soruydu. İnsan birini öpmeyi hayal etmeye başlamışsa ona karşı bir şeyler de hissetmeye başlamış demektir. Yoksa hiç kimse bir şeyler hissetmediği bir insanı öpmeyi hayal etmez.

Selin ve Ali’nin sözlerinden etkilenen Ada ve Bora’nın birbirlerinin gözünün içine baktıkları o sahnede ben de onlar gibi eriyip gittim. Bora önceki ilişkisinin onda açtığı derin yaralardan ötürü Ada da hala evli olduğu ve herkese yalan söylediği için birbirlerinin gözünün içine bakmaya çok korkuyorlardı ama aynı zamanda hissettikleri aşktan dolayı da birbirlerinin gözüne bakma dürtülerine karşı koyamıyorlardı. Odanın iki ucundan birbirlerine bakarken sadece duygularıyla değil; birbirleriyle de savaşıyor oldukları bu hallerinin metaforik bir şekilde anlatılmasına bayıldım.

 

Her Şey Kardeşlerimiz İçin

 

Ada ve Bora zeki insanlar. Selin ve Ali’nin inandırıcı oyunculuğuna rağmen kendilerine oyun oynadıklarını anladılar ve bu gerçeği hem birbirlerinden hem de #SelAl çiftinden saklamayı tercih ettiler. Kendi kendilerini bu akşam otelde kalmalarının tek nedeninin arkadaşlarını barıştırmak olduğuna inandırdılar. İnsanın başkasına yalan söylemesi çok kötü bir alışkanlık da kendi kendine yalan söylemesi ve kendini buna inandırması düpedüz gaddarlık. Üstelik hiçbir şey hissetmedikleri konusunda birbirlerini ikna etmeye çalışmaları da nerden bakarsan bak yalan söylemek.

 

“Yani Bora Bey siz dediniz ya onlar kocaman insanlar, kendi aralarında çözsünler. (…)

(Ağzıma tüküreyim) Öyle dedim ben, değil mi?

Haaa. Öyle dediniz. Gidecek miyiz?

Şimdi gideriz gitmesine de kuzenimi bırakamam. Neden bırakamazsın diye sor.

Niye?

Selin deli. Şimdi ne yapacağı belli olmaz. (…) Ben kuzenime bunu yapamam.”

 

İkisi de Selin’in Ali’ye hiçbir şey yapmayacağını ve bu oyunu onları otelde tutabilmek için yaptıklarını bildikleri halde sanki bilmiyormuş gibi davranmayı tercih etmeleri aslında Ali ve Selin’in haklı olduğunu gösteriyordu. Bora ve Ada yalnız kalmak istiyorlar ama ne kendilerine ne de birbirlerine bunu itiraf edemiyorlar. O yüzden en saçma ve sahte nedene bile tutunmaya razıydılar. Tabi en başında Ada ona kendi sözlerini hatırlattığında Bora’nın yüzünün aldığı şekil ve mırıldanarak söylediği “ağzıma tüküreyim” sözünün de üzerinde biraz durmakta fayda var. Bora’nın yavaş yavaş Ada’ya benzemesi bir yana Bora son zamanlarda bu doğal tepkilerden çok fazla vermeye başladı. Elbisenin fermuarını kapatacağım diye hazırlanırken Ada fermuarı kapatmayı başardığını duyunca “Allah kahretsin” demişti. Bora’nın ilk defa bir söylediğinden pişman olduğunu bu sayede görmüş olduk. Ben eminim ki ofiste kendi aralarında çözerler karışmayalım dediğine bin pişman olmuştur. Aşk insanı söylediğine söyleyeceklerine pişman edebiliyor.

#SelAl bahane ederek işi bir oda tutup gece otelde kalmaya vardıran #AdBor çiftinin erkeği Bora’nın bu durumdan istifa ederek Ada’yı kuytu köşelere çektiği ve Ada’nın üstüne tünemiş olduğu gözümden kaçmadı. Otel odası fikri bile onun kendisini dizginlemesini bu kadar zorlaştırdıysa gerçekten aralarında bir şey olacak olsaydı ne olurdu?

Gelelim Ada ve Bora’nın resepsiyondaki hallerine. Ayrı ayrı odalar tutmak isteseler de Selin ve Ali’nin müdahalesi sayesinde tutabilecekleri tek bir odanın olduğunu öğrenen Bora’nın ilk önce öteki anahtarların varlığını sorgulaması onun şüpheci kişiliğine uygun bir davranıştı ama Şaibe onun hakkından iyi geldi diyebilirim. Asıl meseleye gelecek olursam Bora’nın aynı odada kalma mecburiyetlerini duyduktan sonra bile dönüp Ada’ya sorun edip etmeyeceğini sorması bence çok anlamlıydı. Boşuna demiyorum önce karşısındaki kadının kendini rahat hissetmesini düşünen Bora tam bir centilmen diye. Bir arkadaş yazmıştı “Bora Doğrusöz centilmenliği” diye bir şey olmalı diye çok haklı.

Bora abartısız şekilde gelmiş geçmiş tüm romantik komedilerin son zamanlardaki en centilmen erkeği olabilir. Eğer Ada’nın rahat edemeyeceğini düşünseydi kesin odanın içinde kendisinin olmayacağı bir uyku planı yapardı. Ama unutmayalım geceyi aynı odada geçirmeleri sadece kardeşleri Ali ve Selin’e yardım etmek için. Ah benim fedakâr Ada ve Bora’m. Her ne yapıyorsanız kardeşiniz gibi gördüğünüz insanlar için yapıyorsunuz ya. Kendinize çok yazık etmeyin. Fedakârlık yapacağız diye kendinizi hırpalamayın. Aynı odada kalmanız nasıl bir fedakarlıksa artık.

Tuğçe ve Rüzgar’dan bahsetmeden direkt aynı otel odasını paylaşmak zorunda kalan sözde isteksiz ama gerçekte içleri heyecandan kıpır kıpır olan Ada ve Bora ikilisine geçmek istiyorum. Odalarına girdikleri anda aynı odada ve yatakta nasıl yatacakları konusunda çok gergin bir Ada vardı. Onun ne kadar tedirgin olduğunu yüzüne bakıp da anlamamak mümkün değildi. Hiç bilmediği izbe bir otel odasında bu defa âşık olduğunu kendine itiraf edemese de bildiği adamla aynı yatakta kalmak zorunda olmak nereden bakılırsa bakılsın nişanlı numarası yaptıklarında aynı yatağı paylaşmalarından çok farklıydı. Ada geçen defa Duman’ı sayıklasa da ona âşık olduğunun farkında değildi.

Senaristlerimiz farklı bölümler arasında paralellikler kurmayı çok seviyorlar. O yüzden itiraf etmeliyim ki bu bölümde severek kaleme aldığım altıncı bölümün çok sayıda izdüşümüyle karşılaşıyorum. Bunların ilki de aynı otel odası ve yatağını paylaşmaları ama tek bir farkla bu defa hem Ada hem de Bora âşık olduğunun farkında. Bu da benzer sahneler arasında kurulan paralelliklerin yanı sıra değişen zaman dilimindeki kontrastlara da yer verildiğini anlamak ve zamanla #AdBor çiftinin dinamiklerinde meydana gelen değişimi görmek bakımından içerik zengini bi sahne. O yüzden paralelliklere ve kontrastlara aynı sahnede yer vererek anı zenginleştiren senaristlere teşekkür ediyorum.

 

Tadını Çıkartalım

 

Bora Ali ve Selin’in bu gece otelde kalmalarını istemesinden Ada ile aralarında bir şeyler olmasını umut ettiklerini anladı ama sanırsam Bora’yı asıl harekete geçiren ve böylesine muzipleştiren şey Selin de bu plana eşlik ediyorsa arkadaşının bana karşı bir şeyler hissettiğini biliyor olmalı düşüncesi. Biliyorum onun böyle düşündüğünü istesem de kanıtlayamam ama Bora’nın hislerinin karşılıksız olmadığını anladığına eminim. Size daha önce de söylemiştim Bora Ada’nın ona karşı bir şeyler hissettiğini bilmeden harekete geçecek türden bi adam değil diye. Onunla kalmayı sorun etmemesinden ve Selin’in âşık olduğunu söylemesinden o yapması gereken çıkarımı yaptı. Ki odaya girer girmez Ada’nın ağzını arayan ve gecenin geri kalanında da yaptığı çıkarıma göre daha rahat hareket eden bir Bora vardı. Daha cüretkâr daha muzip ve daha kararlıydı. Üstelik bacı lafı da bir adama anca bu kadar yakışırdı.

 

“Onlarsız yapamıyoruz. O zaman biz şey yapalım…tadını çıkartalım.

Tadını mı çıkartalım?

Yani…boğazım şey olmuş da tadını çıkartalım yani. Madem buradayız. Madem burada kalacağız.

Tabi. Aynen. Onlar bu gece bir yakınlaşsalar bir süngülerini düşürseler gerçekten hiçbir şeycikleri kalmayacak.”

 

Hazır elime bir fırsat geçmiş bari değerlendireyim diyen Bora’nın Ada’yı duvara yaslayıp “Tadını çıkaralım” demesi gerçekten de bel altı vurmak gibi oldu. Zaten Ada ile konuşurken daha erkeksi daha derinden gelen bir ses tonuyla konuşuyor; bir de o ses tonu ve imalı tonlamasıyla kıza iletmeye çalıştığı mesaj ayan beyan ortadaydı. Zavallı Ada bir an ne diyor bu diye kulaklarına inanamadı. Yüreği titredi ve dizlerinin bağları çözüldü. Bora ve ses tonunun Ada üzerindeki etkisini gören tek kişi ben olamam. Bora adeta geçen bölümde odasının ortasına düşüp “size düştüm” diyen Ada’dan öç almış kadar oldu. Bu konularda rövanşı alma hususunda hiçbir fırsatı kaçırmıyor Bora. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi boğazını temizleyip Ada’yı çıkardığı yükseklerden kafa üstü aşağıya bırakmış kadar oldu.  

Bu bölümde #SelAl çifti üzerinden gözler önüne serilen her şeyin ve sarf edilen her sözün aslında #AdBor ilişkisiyle paralellik taşıdığını ve onların farkında olmadan senaristlerin de bile isteye izleyicilerine iletmek istedikleri mesajları bu şekilde dillendirdiklerini söylemiştim. Ada “bu gece yakınlaşsalar, süngüleri düşse” dediği durum aslında #AdBor çiftinin bir çift olmayı başarabilmesi için de geçerli. Süngüleri bir düşürseler olacaklar ama hala oyun peşindeler.             

Bora hiç göründüğü gibi değil. Biz onu hep ciddi ve dürüst bir adam olarak görüyoruz ama bir bakışıyla hemen Ada tedirgin mi yoksa korkuyor mu hatta gerçekten ağlıyor mu ağlamıyor mu anında anlayıveriyor. Ada’yı ne kadar çok gözlemleyip aklının bir köşesine yazmışsa artık neredeyse hakkındaki her şeyi biliyor. Üstelik bilmekle de kalmayıp bununla Ada’ya oyun oynuyor. Tıpkı otel odalarının korku filmlerini aratmayan cinste olduğunu söyleyip de Ada’nın korkmasına neden olduğu gibi. Ben Bora’nın bu tavrını sevgilisiyle korku filmine giden erkeklerin tavrına benzettim. Kız korkup bana yanaşsın ben de “korkma, ben yanındayım” deyip kahramanı olayım diye çırpınıyorlar ya Bora da hem Ada’yı korkuttu hem de “merak etme, ben yanındayım” diyerek kahramanı oldu. Maksattın ne olduğu çok belli.

Ada da az değil. “Korkma ben buradayım” diyerek kendini kahraman ilan etmeye çalışan Bora’nın gözlerinin içine baka baka öyle bir tatlı “korkmam, siz buradasınız” dedi ki Bora neredeyse eğilip Ada’yı öpüyordu. Bora’nın iç çekiş sesini duydum kafası da yavaş yavaş Ada’ya doğru yanaşmaya başladı ben sahiden burada bu şekilde mi öpecek derken Ada kafasını öyle bir anda yana kaydırdı ki resmen Bora’ya fake atmış oldu. Ada’nın da bunu neden yaptığı malum. Bir öpüşme yaşanacağını anlayınca panikleyip hemen anı bozdu. Kafasını son anda yana çekerek bulduğu ilk bahaneye sığınıp kendini duş almak için banyoya attı. Ki ben en çok soğuk suyla mı duş aldığını merak ettim. 

Ada’nın hemen bitişindeki kapının ardında banyo yaptığını bile bile Bora o odada eli kolu bağlı oturmaya daha ne kadar dayanabilir diye düşünürken Bora’nın dakika bir yatağı kırmayı başarması bana büyük bir cevap oldu. Ekran başındaki izleyiciler de benim gibi düşündü mü bilmiyorum ama Bora sanki bütün libido gücünü kullanarak yatağı kırmayı başarmıştı. Biliyorum çoğunuzun hayalindeki “yatak kırma” sahnesi bu değildi ama Ada gibi kendine ayıplı şeyler düşünme diyen naif bir kızın o tür aksiyonlarda bulunmasını çok yakın bir zamanda beklemeyin derim. En azından boşanana kadar Ada’nın bu tür faaliyetlerden kaçınacağına emin sayılırım.

Köpüklü… Köpüklü Kaldım

 

On ikinci bölümün fragmanını gördüğümde en merak ettiğim sahnelerden biri de Bora’nın Ada’ya banyoda saçlarını yıkama konusunda yardım ettiği sahneydi. Bu yüzden de o noktaya gelmelerine neden olanın Ali ve Selin’in planları olduğunu öğrenince bir kez daha içimden #SelAl çiftine teşekkür etmek istedim. Suların kasten kesilmesi yüzünden köpük içinde kalan Ada’nın ağlaşmalarından ötürü Bora’nın sorunu çözmesi için Şahibe’yi aramasında büyütülecek bir şey yok ama telefonda Ada için “kız arkadaşım” kelimesini kullanmasının üzerine konuşulacak çok şey var. Dil sürçmesi sebebiyle Bora’nın ağzından kaçan “kız arkadaşım” aslında Bora’nın içten içe gerçekleşmesini umut ettiği şey, onu gözünde konumlandırdığı yer. O yüzden de onu tanımlarken bu sözcüğü kullanmak Bora’ya doğal geldi.

Tam ne güzel içinden geçeni söyledi derken Ada’yla ilişkilerinin boyutunun ne olduğunu hatırlayan Bora Bey hemen kendini düzeltip işi “arkadaşım” demeye çevirdi ama Ada çoktan duyması gerekeni duyup ilk tepkisini de vermişti. Bora “kız arkadaşım” dediğinde köpüklü kalmış olduğunu unutan Ada’nın yüzünde beliren o kocaman gülümseme aslında bu konuda neler hissettiğini açıkça anlatmaya yetiyordu. Bora’nın kız arkadaşı olma fikri Ada’nın çok fazla hoşuna gitmişti. Ki eğer Bora’ya duygularını açıklama konusunda cesaret veren Selin’in arkadaşının âşık olduğunu söylemesiyse Ada’ya da bu konuda cesaret veren onun otelde kaldıkları süre boyunca vücut dili ve dil sürçmeleriydi diyebilirim. Ada’nın sorununa çare bulmaya çalışan Bora sevdiğini kurtarmaya çalışan bir kahraman misali on aslan gücünde demek yanlış olmaz. Yalnız Ne hikmetse “kız arkadaşım” tabiri Bora’nın ağzına çok çabuk dolanıverdi.

Şahibe’nin Bora’nın sinirleri üzerinde ömür törpüsü etkisi yapması dışında yatağın kırılmasından dolayı yaşadığı hayal kırıklığını “Allah kahretsin” diye anlattığı detayı da kimsenin gözünden kaçmamıştır diye düşünüyorum. Ada ile o yatakta yatmanın hayalini kurmuşken yatağın kullanılamaz hale gelmesi Bora için çok yıkıcı olmuştur herhalde. Lakin Ada’nın sesinden ağlamadığını sadece numara yaptığını anlayacak kadar iyi çıkarımda bulunabilmesi kendi adıma bölümün naçizane detaylarından biriydi. Üstelik “yalan söylediğini biliyorum” dediğinde Ada’nın hemen bu ağlama modundan çıkması da bana Bora ona “sus” dediğinde her seferinde “tamam” deyip susmasını anımsattı. 

Kovalar hususunda aklıma takılan Bora’nın elindeki kovanın Ada’nın gözleri ve bluzun rengi gibi yeşil olması Ali’nin elindeki kovanın da Selin’in otele geldiği pantolonun rengi gibi mavi olması tesadüf mü yoksa kasıtlı bi durum mu? Kovaları doldurup otele döndüklerinde gecenin bir yarısı normalde sosyo-ekonomik durumları nedeniyle yanından bile geçmeyecekleri suyun bile olmadığı izbe bir otele kovaları doldurup su taşımalarının altında yatan nedenin ne olabileceğini kurcalayan Ali’nin sevdiğine su götüren felsefesine Bora’nın verdiği ilk tepki anlamazdan gelmekti.

 

“Konuştun mu Ada’yla?

Konuşmadım. Ama yakındır.

Mırıl mırıl döndün böyle bir şey dedin.

Baktım oğlum. Ne var ne yok diye.

Ne baktın? Mırıl mırıl konuştun böyle. Mırıldamaya başlamışsın Ada gibi sen de. Güzel transfer başlamış.”

 

Biraz da bu diyaloglara değinmek istiyorum çünkü Ali Ada’yla konuşup konuşmadığını sorduğunda Bora’nın neyi demeyip direkt olarak konuşmadım demesi çok ilginç. Bora bunu istemsizce mi yaptı yoksa kuzeninden daha fazla saklayamayacağını mı düşündü hiç bilmiyorum ama benim tanıdığım Bora her şeyi inkâr eder ve kuzeninin neyden bahsettiğini bilmiyormuş gibi davranır ya da Ali’ye kızarak üste çıkmaya çalışırdı. Onun aksine Bora teslim olmayı seçti. Üstelik Ada gibi içine içe mırıldandığında da duygularını Ada’ya açıklamaya karar verdiğini kanıtlamış oldu. Çünkü aşk insanı değiştirir, dönüştürür mecbur olduğu için değil; istediği için ona yeni bir şekil verir. Kısacası insan yavaş yavaş sevdiğine benzemeye başlar. Ve Bora da mırıldanmaya başlayarak Ada’ya benzemeye başladığını kanıtlamış oldu. Bir insan eski halinden hiç eser kalmadığını anladığında âşık olduğunu da anlamış oluyor.

Bora’nın odaya döndükten sonra kovayı banyoya bırakabilmek için gene gözlerini kapamak zorunda kalması komik ama tanıdık bi durumdu. İzleyiciler aralarında neler yaşanmasını umut ediyorken Ada’nın her defasında kendisine özgü RTÜK uygulamasını kullanması gerçekten çok manidar. Bora bile bu duruma o kadar çok alışmış ki ilk fırsatta kendisi gözlerini kapatmayı teklif ediyor. Yalnız yaşanan onca şeyden sonra Ada’nın hala “bu kaç” diye sormasına da pes doğrusu. Adam bakmıyor ki kuzu gibi ne söz verdiyse onu tutuyor. Gözlerini kapatıp kovayı içeriye bırakıyor. Ki kendimi Bora’nın yerine koymaya çalışıyorum da doğal dürtülerine karşı koyabilmek için kim bilir ne kadar irade gücü kullanması gerekti. Sonuçta içgüdüsel olarak Ada’ya yakın olmak istese de ona verdiği sözü tutmaya çalıştı.

Bora onu banyoda köpüklü ve havluya sarılmış şekilde görmesin diye o kadar çaba sarf etmişken suyu kafasından aşağıya boşaltsın diye Bora’ya banyoda ihtiyaç duyması olsa olsa ilahi adalet olurdu. Ada onun banyoya girmesine mecburiyetten izin vermiş gibi göründü ama kendimize dürüst olalım gerçekten işin ucunda “mecburiyet” var mıydı? Tuğçe de bir kova suyla üstelik elinde bi maşrapa da olmadan kendini yıkamak zorunda kaldı ve Rüzgar’dan yardım istediğini sanmıyorum. Bence saçlarını yıkamak için yardıma ihtiyacı olması hem Bora hem de onun için çok iyi bir bahane oldu. Neden bu gibi sahnelerde müziği kullandıklarını anlayabiliyorum ama bana soracak olursanız diyalog duymak çok daha otantik bir hava katardı. Bora’nın bakmıyorum ayağına Ada’yı yaktığı ve hallerine gülümseyerek eğlenmesini izlemek eğlenceliydi. Ada da zorluk çekiyormuş gibi görünüyordu ama bu durumdan özellikle de eliyle gözünü kapamış bir Bora Doğrusöz izlemekten keyif alıyordu. Bora’ya çaktırmadan attığı bakışlarından belli.

 

Aşk Paylaşmaktır

#SelAl çiftinin suyu kestikleri yetmiyormuş gibi elektriği de keserek sağladıkları ambiyans ortamını tebrik ediyorum. Çiçeği burnundaki çiftler için de çift olma yolundaki gençler için de mum ışığındaki loş bir ortam her zaman romantik olarak lanse edilir. Hakkını da vermek lazım aslında mum ışığında yapılan her şey biraz romantiktir. Neden bilmem belki sadece ortamın loş oluşunun insanların kusurlarını kısa bir süreliğine de olsa kapatıyor olmasındandır.

Tavuk paylaştırma sahnesine geçmeden önce bir detaydan bahsetmek istiyorum. Mum ışığında oturmuş yemeğin gelmesini beklerken Bora’nın elini alnına götürüp Ada’yı bir sanat eserini izler gibi yüzündeki kocaman bir hayranlık ifadesiyle izlemesi detayı. Yanlarındaki hiç kimseyi ve hiçbir şeyi umursamadan Bora’nın bütün dikkatini ve bakışını Ada’ya yoğunlaştırdığı o anda Bora’nın Ada’ya karşı neler hissettiği yüzünden okunuyordu. Üstelik Ada’nın kendini fark ettiğini anladığı halde bakışlarını onun üstünden çekmedi. Başka bir yöne bakmaya ya da konuyu değiştirmeye çalışmadı. O anda bir şeyler yemek Bora’nın umurunda bile değildi çünkü kalbini ve ruhunu Ada’yla doyuruyordu.    

Mum ışığında yenen akşam yemeği sahnesi çok güzeldi. İlk bakışta ellerindeki tavuğu aralarında paylaştıran 6 kişilik bir grubunun birlikte oturup akşam yemeği yedikleri sıradan bir sahneyi izliyoruz gibi görünüyor ama Bora’nın yaptığı o tavuk paylaştırma eylemi altında birçok anlam yatıyordu. Mesela Bora’nın tavuğu parçalarken ilk parçayı alıp Ada’nın tabağına koyması kendi içinde çok anlamlı bir metafordu. Bora’nın dünyadaki her şeyin en iyisini ve en güzelini Ada’ya vermek istediği anlamına geliyordu çünkü onun gözünde Ada her şeyin en iyisini hak ediyordu. Aynı anda karnını doyurmak gibi temel bir ihtiyaçta bile kendinden önce onun iyiliğini düşündüğünü gösteriyordu.   Herkes seni seviyorum diyebilir ama herkes sizi ne kadar sevdiğini göstermek için emek harcamaz. Bir insana onu sevdiğinizi söylemenin hiçbir ağırlığı yoktur. “Seni seviyorum” on üç harften oluşan bir kelimedir sadece ama sevdiği insan için emek veren ve fedakârlık yapan insan gerçekten sevmiş demektir. Ki ilk tavuk parçasını onun tabağına koyması Bora’nın hem ona âşık olduğu hem de onun için emek vermeye hazır olduğu anlamına geliyor.

Al tarafı bir tavuk çok anlam çıkarma dediğinizi duyuyor gibiyim ama Rüzgar’ın eylemine bakarsanız ne kadar haklı olduğumu göreceksiniz. Bora Ada’nın Ali de Selin’in tabağına birer parça tavuk koyduktan sonra Rüzgar’ın tavuğun kalanına çullanması ve bir an için bile Tuğçe’yi düşünmemesi bencil kişiliğin sadece küçük bir göstergesiydi. Kaldı ki Tuğçe de aynısını Rüzgar’a yaptı. Bazen Tuğçe’nin Rüzgar’ın erkek versiyonu olduğunu ve Rüzgar’ın onu hiçbir zaman sevmediğini düşünüyorum. Aslında teorim Tuğçe de kendini gördüğü için onu istediği ve bu sayede kendisi ile birlikte olma fırsatı bulacağını düşündüğü narsis bir kişiliği olduğu ama fazla psikolojiye girmeyeyim.

 

Yıldızlar Altında Dillerimiz Değil Bedenlerimiz Konuşsun

 

Sahilde bir gece vakti yıldızların altında oturup “doğruluk mu cesaret mi” oynadıkları sahnenin ilk hangi detayından bahsetsem karar veremedim. Ama ilk gözüme çarpan detay #AdBor çiftinin yan yana otururken bedenlerinin aldığı pozisyondu. Birbirlerine çok yakın oturmalarının dışında bedenleri birbirine dönüktü üstelik beden dilleri de iletişime açıktı. Daha önce de duyduğunuza eminim ama “bedenler arasında iletişim” diye bir kavram var. Mesela kollarımızı birbirine bağlayarak oturduğumuzda aslında bütün iletişim yollarını kapatmış oluyoruz. #AdBor çifti arasında bunun tam tersi bir iletişim söz konusu. Üstelik bedenleri iletişime o kadar açık ki bu sahnede birbirlerine olan duygularını dile getirmeden dile getirmiş kadar oldular. Bora’nın elini bilerek Ada’ya dönük ve her an elini tutabilecekmiş kadar yakınına koyması da beden dillerinin konuştuğunun bir kanıtı aslında. Bazen iletişim kurmak için dile ihtiyaç olmaz.

 

 “Bazen bazı güzellikleri görmek için uzaklaşmak gerekir.

Şehirden uzaklaşınca insan kendine yaklaşır diyorsun yani.”

 

Bu cümleleri kurduktan sonra Bora’nın kafasının Ada’ya doğru eğilmesi ve doğrudan dudaklarına odaklanması çok cesur bir hareketti. Yüzlerinin birbirine dönük olduğu ve aralarındaki mesafenin giderek kapandığı o anda gözlerini onun gözlerinden ayırmayan Bora’nın bir an yanlarındaki insanların varlığını unutup Ada’yı öpeceğini düşündüm. Ama hem o hem de Ada hiç kimseye fark ettirmeden kendilerini toparlayarak anı bozdular. Kendilerini toparlayarak dik oturduklarında ise omuzları neredeyse birbirine değmek üzereydi. Ki bu konuda bir teori var. Teoriye göre karşı cinsten iki insan yan yana oturup bedenleri birbirine değdiğinde içlerinden hiçbiri geri çekilmiyorlarsa bu iki insan hem birbirlerinden hoşlanıyor hem de birbirleriyle fiziksel yakınlık kurmaktan rahatsız olmuyor demektir.

Bora gibi insanları okuma konusunda çok iyi bir gözlemci Ada’nın beden dilinin tabirimi maruz görün ama kendisine yeşil ışık yaktığını anlayabilirdi ve anladı da. Bora o yüzden herkesin yanında Ada’ya karşı daha önce hiç olmadığı kadar cüretkâr davrandı. Konuşmadan yaptığı her eylem ve hareketi adeta Ada’yı etkileyip baştan çıkarmaya sonra da ona aşkını itiraf etmeye programlanmış gibiydi. Bora elinin baş parmağını onun eline değecek şekilde koyduğu anda Ada’ya attığı bakışlar duygularının pekiştiricisiydi. Orada olup Ada’nın “kalp atışlarını” duymayı isterdim. Bora yüzünden bir gün heyecandan bayılacak ama hayırlısı. Üstelik haksız da sayılmaz herkes gökyüzündeki yıldızlara bakarken Bora’nın Ada’ya bir yıldızmış gibi bakma detayına kalbini bırakmayacak bir kadın olduğunu sanmıyorum.

 

“Bana bak bana. Korktun mu sen?

Bakın. Oyunun olayı dürüstlük olunca Bora Bey’in nasıl ilgisini çekti hemen. Tam sizlik oyun.

Lafı çevirme Ada. Sen baya baya korktun.

Belki biraz.

Korkulacak bir şey yok. (…) Sen bana güven.”

 

“Baht Oyunu” detayının zekice bir kelime oyunuyla üst üste ikinci kere karşımıza çıkması bir yana -ki buradan kesin bir şey çıkacak- bi arkadaş grubunun da doğruluk mu cesaret mi yerine “ben asla…” oynamayı seçmesini kalıpların dışında bir hareket olarak gördüm. Klişelere yatkın bir anda alışılmışın dışında bir oyun oynamalarına çok sevindim. Yoksa hem bu oyunu bilen tek kişinin ben olduğumu hem de arkadaşlar bir araya geldiğinde doğruluk mu cesaret mi oynamayanı dövdüklerini düşünmeye başlayacaktım. Ada’nın aksine ağzına hiç alkol almamış bir insan evladı olarak bu oyunu kaç kere suyla oynadığımı hatırlamıyorum bile. Oyun aslında çok basit bir oyun ve dürüstlük ilkesi bakımından öteki oyunla çok benziyor ama burada “cesaret” deyip saçma sapan oyunlarına maruz kalmıyorsun.

Ada’nın bir an işin içine alkolün girmesinden korkması ve Bora’nın onun içince nasıl çığırından çıktığını hatırlaması dışında ki eminim bu defa alkolle kendinden geçmiş Ada’yı kucağında odaya çıkarmayı hiç sorun etmezdi. Karşılıklı paslaşarak oynadıkları “ben asla…” oyunun en önemli anları Rüzgar’ın anın büyüsünü bozup Ada’yı tedirgin etmek için evliliği hatırlattığı an ile Ada’nın duygularını dile getirmekle ilgili yaptığı yorumdu. Oyun dürüstlük ilkesi üzerine kurulmuş olduğundan evlilik denilince boş bulunup suyu içen Ada böylelikle daha önce evlenmiş olduğu gerçeğini de belli etmiş oldu. Selin hemen arkadaşının hatasını düzeltti ama Ada ne yaptığını anlayana ve uygun bir yalan akıl edene kadar geçen sürede Bora’nın yüzünün aldığı şekil uzun süre unutulmayacak cinstendi.

 

 

Üstelik sadece Ada da değil; Bora da boş bulunduğundan mı yoksa duygularını Ada’nın bilmesini istediğinden mi bilemiyorum ama Selin’in “ben şu an hiç aşık değilim” cümlesine su içerek karşılık vermeye karar verdi. Ki Bora’nın bunu planlamadan tamamen içgüdüsel olarak yaptığını sahneyi kim izlese anlayabilirdi. Üstelik suyu öyle bir içti ki dışardan bakan biri sadece âşık olmadığını aynı zamanda bu aşkın ateşiyle yanıp tutuştuğunu düşünürdü. O kadar yabancıydı ki ona düşünmeden bir eylemde bulunmak üstünü bi yalanla kapatma konusunda epey zorlandı. Yalnız suyu içer içmez Ada’nın gözlerinin içine baktığı için vermek istediği mesajı dili olmasa da gözleri vermiş kadar oldu.

Ada’nın piyangoyu kazanmış gibi ağzı kulaklarındaki o hali de dikkatimden kaçmadı. Üstelik Bora suyu neden içtiği konusunda bir bahane uydururken bile gözlerini Ada’nın üstünden çekmedi. Bana soracak olursanız asıl aşk itirafı sabah değil; gece oyun oynarken yapıldı. Sadece bedenlerin ve bilinçaltı tezahürlerinin yaptığını dil daha sonradan pekiştirmiş oldu. O yüzden gece/gündüz sahneleri arasında senaristlerimizin kurduğu paralellikleri çok sevdim.

Ama “ben asla…” oyununun en güzel kısmı kesinlikle Ada’nın itirafıydı. İtirafı diyorum çünkü resmen kendi ağzıyla “ben çok âşık olsam bile cesaret edip söyleyemem” dedi. Bu aşığım ama söyleyemiyorum demek değilse ben de bir şey bilmiyorum. “Zeki olan ima etmekten anlar” derler ya Bora da bundan anlamış olacak ki tekrar suyunu bir dikişte içiverdi. Ben zaten o saatten sonra aşk itirafı yakındır diye beklemeye başladım. Adam gözlerini Ada’dan bir saniye bile ayırmadan “sen itiraf edemesen ben ederim” demiş kadar oldu. Tek kelime etmeden birinin su içmesi ötekinin de gülümsemesiyle sahnenin cinsel tansiyonunun tavan yapmasına neden oldular.

 

Öpücüğe Adım Adım…

 

“Şuraya doğru yürüyelim mesela. İster misin, yürüyelim mi?

Ne var ki orada?”

 

Daha ne olsun, Ada. Bora Bey’in sana yapacağı büyük aşk itirafı var. Ah siz senaristler sizde az değilsiniz, kelime oyunu yapmaktan hiç sıkılmıyorsunuz ama ben de kaçmıyor.  Kimi uyuduktan kimisi de uyumuş numarası yaptıktan sonra Bora’nın tüm cesaretini toplayıp Ada’ya olan hislerini itiraf edebilmek için onu yalnız kalabilecekleri bi yere götürmesine bayıldım. İkisinin de gözüne aşktan bir gram uyku girmediği ve uyuyamayacakları da belliydi. Nihayet konuşacaklar diye heyecanlanmaktan sahneyi izlerken nefesim kesildi. Ki nasıl kesilmesin uzun zamandır bu aşk itirafını bekliyordum. Beklemeyi geçtim “biraz yürüyelim” derken Bora’nın kafasını Ada’ya doğru eğmesi, gözlerinin birbirine kenetlenmesi ve vücutlarının birbirine dönük olması bunun alelade bi yürüyüş olmayacağını belli ediyordu.

Bora’nın ona kalkmasında yardım etmek için uzattığı o el ve “gel” deyişi sadece sahilde sıradan bir yürüyüş yapma anlamına gelmiyordu. Senaristlerimiz metaforlar, sublimal mesajlar ve kelimeleri eş sesli anlamlarında kullanmayla o el tutmayı bir ilişkinin başlangıcını tasvir etmek amacıyla kullandılar. Her ilişki bir el tutmayla başlamaz mı evlilikler iki insanın ömür boyu ellerini birleştirmeye karar vermeleri değil mi? O “gel” kelimesi aslında hayatıma gel demek değil mi? Çıktıkları yolculuk sahile yürüme maksadıyla başlamış olsa da #AdBor olmaya çıkılan yolculuk değil mi?

Ada ne çok isterdi Bora’nın kendisine dediği gibi kendini, Rüzgar’ı, ailesinin bahtını ve tüm yalanlarını geride bırakıp hayalleriyle birlikte sadece #AdBor olmayı candan isterdi. Tıpkı Bora’nın da geçmişte yaşadığı travmayı ve Ada’nın kendisinden tüm sakladığı gerçekleri geride bırakıp sadece #AdBor olmayı istediği gibi. O yüzden geçmişlerini geçmişte bırakıp şimdiden #AdBor olup olamayacaklarını ve gelecek kurma ihtimallerinin olup olmadığı sorgulama sürecine girdiğini üstelik bunu sadece düşünmeyip şimdileri için ilk adımı atma riskini göze aldığını görmek güzeldi. Bunun için senaristlerimize çok teşekkür ediyorum. Abartısız ve ayakları yere basan bir aşk itiraf yazdıkları için.

Bora aşk itirafında bulunmadan önce bir iki kere dayanamayıp neredeyse Ada’yı öpecekmiş gibi davranınca beni devamlı umutlandırıp “ha şimdi oldu ha şimdi olacak” diye diye yerimde hop oturup hop kalkmama neden oldu ama gün ışığının üstlerine vurduğu anda Bora’nın aşk itirafının girişini hayallerin gerçek olabileceği hipotezi üzerinden yapmaya başlamasına ve Ada’yı eğer çok isterse bu havada bile yağmurun yağabileceğine inandırmasına bayıldım çünkü Bora’nın dilinde yağmur “aşk” demekti. Üstelik Ada’nın ona dair gördüğü ilk rüyanın içeriğinde de fıskiyeyle yağdırılmış bi yağmur vardı. Senaristlerimizi klişe bi dizi senaryosu yazdıklarını düşünerek eleştiren dizi karşıtlarına ve bazı takipçilerine sormak lazım: Onlar mı klişe yazıyor yoksa siz mi klişe algılıyorsunuz diye? Bir düşünün derim.

Gözlerini hayal etmek için kapatan Ada’yı dikkatle izleyen Bora tüm dünyanın aksine ona hayal etmesini söyleyen ve hayallerin gerçek olabileceğine inandıran ilk insan olarak takdir görmeyi fazlasıyla hak ediyor. Ada’yı incitmekten korkarak hafifçe yağmur gibi sudan ama aynı zamanda dünyalara bedel bir bahaneyle yüzüne dokunduğunda Ada neden Bora’ya âşık olmuş çok net anlamış oldum. Hayallerle birlikte #AdBor’un da gerçek olabileceğine inandırdı.

 

“Bora Bey, elimi tutuyorsunuz.

Evet. Tutuyorum. Sen de tutuyorsun.

Ama bırakmıyorsunuz.

Sen de bırakmıyorsun.”

 

Sahnenin Ada’nın Bora’nın kravatını bağladığı sırada Bora’nın onun ellini tuttuğu ve sonra da gözlerinin içine bakıp elini tutanın kendisi olduğunu unutarak Ada’ya bırak dediği sahnenin paraleli olmasına bayıldım. Bora tekrar onun elini tuttu; gözlerinin içine baktı ama bu defa bırakmak zorunda kalmadı. Çünkü Ada da onun elini tutuyordu. Sonra da aşkını itiraf edip onu öptüğü an benim de yeniden nefes aldığım an oldu çünkü bu defa öpücük bir hayal değildi. En az onlar kadar gerçekti. Ada’yı her şeyin üstesinden gelebileceklerine inandırıp sımsıkı sarmasına ve kokusunu içine doya çekmesi detayına bayıldım. Televizyonda kesmişlerdi ama öpüşme sahnesinin aslı gerçekten çok iyiydi.

Bora’nın aşk itirafı çok güzeldi ama gün ağarana kadar yürüdüklerine göre Bora öyle hemen konuya giremedi diye düşündüm. Ben yıldızların altında yapılan bir itirafı tercih ederim çünkü yıldızların ışıltısı altında sahilde uzandıkları bir sahne görmeyi çok istiyordum ama karşısındaki kadının güneşten daha parlak olduğunu söyleyerek Ada’ya hak ettiği değeri veren Bora’nın itirafını çok beğenip kabullendim. Üstelik itirafın gündüz vakti olması da doğan güneşle yepyeni bir hayat başladıklarını ve aşkla hayatlarına bir ışık doğduğunu betimlemesi açısından sahneye daha çok yaraşan bir metafordu. Bora senin aşkınla birlikte “aşk bir illüzyondur” diyen bu adamın hayatına yeniden ışık girdi mesajını vermiş oldu. Üstelik suyun ortasında birbirlerine aşk itirafı yaparken ayaklarının birbirine dönük olduğunu görmek beni mutlu etti. Bilen var mı bilmiyorum ama bir insanın sizden hoşlandığını ayaklarının ucunun size dönük olmasından anlayabilirsiniz diye bir teori var. O teorinin Ada ve Bora arasında tezahür ettiğini gördüğüme sevindim.

 

 

Aşkın Var Olduğunu Görebilmek İçin Gözlerini Kapatmak Lazımmış

 

Ada ve Bora’nın sahilde aşklarını itiraf eder etmez soluğu bu itirafın mimarı olan Selin ve Ali’nin yanında almalarına çok sevindim. Çünkü onların #AdBor olmalarında en az Ada ve Bora kadar emekleri var. Bu çiftin aşk yaşamasının önünde engel teşkil etmeyen tek ikili #SelAl çifti. Geri kalan herkes garip bir şekilde bu çifte düşman. Aşık insanlar birbirinin halinden anlarmış hesabı daha camdan baktıklarında sevgili olduklarını anlayan #SelAl çiftine bir teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Onun dışında otele girene kadar sanki az önce öpüşen onlar değilmiş gibi hem Ada’nın utangaç hallerini hem de ne diyeceğini bilemeyen Bora’nın öylesine saçmalamasını izlemek eğlenceliydi.

Bölümün ikinci yarısında #AdBor oldukları andan itibaren en çok dikkatimi çeken detay Bora’nın Ada’nın kokusunu her fırsatta içine çekmesi ve Ada’nın da onu her gördüğünde heyecanlanıp aptal aptal sırıtmasıydı. Ada’nın sırıtma hali hakkında söylenebilecek pek bir şey yok ama Bora’nın onun kokusuna bu kadar düşkün olması hususunda söylenebilecek bir iki şey var. İnsan zihninin en güçlü hafızasının koku duyusu olduğu söyleniyor. Bu yüzden Bora hem yanında olmadığında bile kokusunu yanında taşıyabilmek için hem de ona gerçekten âşık olduğu anı -kadınlar tuvaletinde gözleri kapalıyken elbisesinin fermuarını yukarı çektiği anı- anımsattığı için kokusuna bu kadar düşkün. Ada kapının önünde Selin’le konuşurken bile #SelAl çiftinin varlığını umursamadan Ada’nın kokusunu içine çekti. Onun için bu eylemin artık dizginlemek zorunda hissetmediği bir bağımlılık ya da içgüdü olduğunu düşünüyorum.

Bora ve Ada’nın aşk itiraflarını yaptıktan sonra #SelAl çiftinin numara yaptığını bildiklerini saklamamaları çok iyiydi. Bu andan sonra kasıtlı ya da bilmeden ellerinin birbirine değdiği her an eskisinden daha yakıcı ve elektrikli olacaktır. Ama ruh halleri ne hissettiklerini bilemedikleri ya da kendilerine itiraf edemedikleri zamandan çok daha sakin olacak çünkü hayatta insana kabullenmekten daha fazla huzur verecek başka hiçbir şey yoktur. Zira gece hiç uyumadığını anladığı kuzeni Ali’yle konuşurken Bora bambaşka bir insan olmuştu. Daha sakin, duygularını itiraf ettiği ve karşılık gördüğü için daha zen bir Bora vardı. Aşkın illüzyon olduğunu iddia eden adamdan “Aşkın var olduğunu görebilmek için tek yapman gereken gözlerini kapatmakmış” diyen adama dönüşmesini izlemek inanılmazdı. Aşk ne varlığı ne de yokluğu için kanıt istemeyen bir duygudur. Her insanın hayatının bir noktasında hissedeceğinin garantisi yoktur.

Ada içinse konunun daha karmaşık olduğunun farkındayım. Çünkü Ada’nın sakladığı birtakım sırları var. Önceden gerçekleri Bora’ya söylerse onu hiç kazanamadan kaybedeceğini düşünüyordu şimdi ise ona âşık olduğunu bildiği adamı kaybetmemek için susuyor. Korkunun suskunluğu, suskunluğun da korkuyu doğurduğu bir döngüde sıkışık kalan Ada’nın içi o öpücükle daha da karmaşık bir hale gelmişti. Ada’nın önünde Bora’ya göre savaşması gereken çok daha fazla cephe var. Çünkü hem elini kolunu bağlayan sırları hem de teyzelerinin baht saçmalığı var.

Ada anne ve babası olmadan büyümek zorunda kalmış ve bu yüzden de herkesi mutlu etme zorunluluğu hissetmiş bir çocuk. O yüzden Bora gibi ailesini hemen karşısına alamaz. Ama mutlu olmayı istiyorsa bir an önce ailesine bu hayatın sadece kendine ait olduğunu ve bu hayat hakkında karar verebilecek tek kişinin kendisi olduğunu anlatmalı. Teyzelerinin ve dünyanın #AdBor aşkının önüne geçmesini engellemek için elinden geleni yapmalı. Çünkü Selin’e yani en iyi arkadaşı ve destekçisine Bora’yla öpüştüğünü anlatırken bile yanlış bir şey yapmış gibi hissediyordu. Ki bu onun ilk aşk öpücüğüydü. Onun şimdi mutlu olması, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle şakıması gerekirken Rüzgâr yüzünden söylediği yalanlar mutluluğunu gölgeliyordu. Yalan söylemiş olsa da Ada bunu hak etmiyor, asla.

İnsanı mutlu edip onu kendine bağımlı eden de sonra ellerinin arasından kayıp giderek yoksunluğuyla acı çektiren de aşk. Bora’yı daha önce hiç olmadığı kadar mutlu edip gülümseten de bu duygu, Ada’yı daha önce hiç olmadığı kadar korkutup allak bullak eden de bu duygu. Hadi aşk ilişkiden ilişkiye farklılık gösterir onu anlarım da aynı ilişki de nasıl farklı olabiliyor. Gelin de siz çıkın işin içinden çıkabiliyorsanız. Belki Ada ve Bora kendi içlerinde bunun çözümlemesini yapıp ilişkilerine daha sağlam temellerle başlayacaklardı ki Bora’nın annesi Ada’nın teyzeleri sağ olsunlar; otele polis gelmesine neden olarak ortamın büyüsünü bozdular.

 

Gerçek Dünyaya Dönüş

 

Ada ve Bora’nın adam kaçırma konusundaki yanlış anlamayı düzeltip Doğrusöz malikanesine yani gerçek dünyaya döndükleri sahnedeki Bora tasvirine hayran kaldım. Meğer Bora aşkın gerçek olduğuna inanmadığını söyleyen şu gizli romantiklerden biriymiş. Aşkını o aşkın öznesi olan kadına itiraf ettiğinden beri dünyaya pembe gözlüklerle de bakmaya başlayan umut dolu Bora, aşkını tüm dünyaya itiraf edebilmek için neredeyse fırsat kolluyordu. Ona kalsa kapıdan içeriye Ada’nın elini tutarak girip evdeki herkese Ada’ya olan aşkını haykıracaktı. Üstelik annesinin bundan hiç haz etmeyeceğini bile bile ailelerin ne diyeceğini umursamadan Ada’ya olan aşkını göğsünü gere gere gururla itiraf etmeyi planlayan Bora kesinlikle favori Bora’m. Aşık dediğin insan aşkının arkasında durabilmeli.

Ada ise söylediği yalanlardan ve teyzelerinin baht inancından dolayı bu aşkta daha çekingen olan taraf. Bu yüzden Ada’nın bi süre aşklarını gizli saklı yaşamak istemesini yani ilişkilerini kendilerine saklamak istemesini iyi anlıyorum çünkü Ada ilişkilerinin daha ilk gününde geçmişinin yüklerini bu ilişkinin üstüne yüklemek istemiyor. Ama bu durum ne Bora’ya âşık olduğu gerçeğini ne de Bora’yla mutlu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sadece Bora’ya gerçeklerini anlatmadan önce Rüzgar’dan boşanmış olmayı bekliyor. Çünkü Bora gibi prensipli bir adam için kâğıt üstünde dahi olsa evli bir kadınla ilişki yaşayacak ya da uzlaşmaya gidecek türde bir adam değil. Ben olsam karşımdaki insanı yargılamaya ya da ona kızmaya başlamadan önce evliliğinin şartlarını öğrenirdim ama herkes bir ben değil.

Bora ilişkilerini herkese anlatmak istemesine rağmen Ada’nın bir süreliğine ilişkilerini gizleme isteğine kızmaması ve nedenlerine saygı duyarak teyzelerine kendi koşullarında anlatmak istemesine ılımlı yaklaşması Bora Doğrusöz centilmenliğinin bir ürünü. Tek bir oda olmasına rağmen aynı odada kalmaktan rahatsız olup olmayacağını sormayı akıl eden Bora ailesiyle olan ilişki dinamikleri kendininkinden farklı diye sevdiği kadına anlayış göstermesi üsteleme ya da zorbalığa varan baskılama yöntemleri kullanmaması bize “centilmenlik” gibi geliyor ama aslında sağduyusu olan her erkeğin sevdiği kadına karşı göstermesi gereken bir tevazu ama Bora gibilerden maalesef çok az kaldı… Erkekler hayatlarındaki kadınların kararlarına o karardan mutsuz olsalar da saygı duymayı öğrenmeleri lazım. 

Yalnız Ada’ya ilişkilerini bir süre saklama konusunda anlayış gösterse de evin çalışanı kapıyı açana kadar geçen sürede Ada’nın yüzüne dokunma ve kokusunu içine çekme dürtüsüne engel olamamasını izlemek çok eğlenceliydi. Biz daha önce Bora’nın birçok yüzüne şahit olduk: Öfkeli, ciddi, inatçı ve hayal kırıklığı yaşamış. Ama daha önce hiç yaramaz Bora’yla tanışmamıştık. Ve ne yalan söyleyeyim normalde iradesinin çelik gibi olduğuna on bir bölüm boyunca tanık olduğum adamın şimdi insan içinde bile her an kendini dizginleyemeyip Ada’yı öpecekmiş gibi olan bu versiyonunu izlemekten daha önce hiçbir şeyden zevk almadığım kadar çok zevk alıyorum. Aşık Bora çocuklar kadar mutlu Bora. Üstelik bu mutlulukta tek başına da değil. Az kalsın evin çalışanına hemencecik yakalanıyorlardı.

Keşke gerçek dünyaya hiç dönmeseydiler de onu en iyi anlaması gereken teyzesinin kendi kaderini yaşamasından korkarak kendi kaderini yaşamasına neden olduğu o yüzleşme aralarında hiç yaşanmamış olsaydı. Bu sahnedeki tek güzel detay Bora’ya âşık olarak gerçek aşkın ne olduğunu tatmaya başlayan Ada’nın “ilk aşkıyla evlenemezse ya da onu terk ederse ömür boyu mutsuz olacağı” lanetinin bir saçmalık olduğunu anlaması ve şu an yaşadığı tüm sorunların kaynağının onu bu batıl inançla yetiştirmelerinden kaynaklandığını söylemesiydi. Ada’nın baht saçmalığı karşısında isyan bayraklarını çekmesine çok sevindim. Bütün bunlar hep Bora’nın Ada üstündeki etkisinden. Ada onlar yüzünden aşkı bir adamı hayatının merkezine yerleştirmek sandığı için gidip Rüzgar’ı bulduğunu itiraf etmesi de benim aslında başından beri üstünde durduğum bir gerçeği destekliyordu: Aşk karşılıklı olursa aşktır.

 

 

Bora’nın aşkın verdiği ilhamla şirkette bambaşka bir adam olarak girdiği toplantı salonundaki o hallerine inanmakta ben bile zorluk çektim. Meğer Bora’nın gevşemesi için sadece aşkın var olduğuna yeniden inanması gerekiyormuş. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle neredeyse şarkı söyleye söyleye girdiği toplantıda ondaki bu değişimleri fark etmeyen tek kişi aşk acısından mustarip Evren’di. Seratonin patlaması dedikleri şey gerçekten de bu olmalı. Aşkın daha öncede insan üzerinde yarattığı etkiden dolayı uyuşturucuyla benzer olduğunu söylemiştim. Sanki en başında bir insana karşı duyulan “aşk duygusu” zamanla insanın kendisinden kopmak istemediği bir haz alışkanlığına doğru evirilmeye başlıyor ki bu hazın doruklarını çıktığımız anlar da genellikle Bora’nın da yaşadığı gibi ilk günler oluyor.

Bora’nın hayallerine inanıp sonuna kadar desteklemesinin bir sonucu olarak hayallerine sımsıkı tutunan Ada’nın aşktan aldığı ilhamı yazılarına aktardığını gördükten sonra aşka yeniden inanmasını sağlayan Ada sayesinde aşkın Bora üzerindeki etkisinin de aynı olduğunu görmek manidardı. Birbirlerinden çok farklı oldukları iddia edilen bu iki insanın aşktan aynı şekilde ilham aldıklarını görmek birbirlerinden çok farklı olduğunu sandığımız insanlar arasında aşkın nasıl bir ortak nokta oluşturduğunu görmek mutluluk vericiydi. Senaristlerimizi aşktan ilham alma konusunda #AdBor çifti arasında kurdukları paralellikten ötürü tebrik etmek istiyorum.

İyi ki Ada ilişkilerini bir süre herkesten saklamak istedi. Ofiste gizli saklı aşk yaşayan halleri buysa ilişkilerini ofisteki herkese anlatmaya karar veren halleri nasıl olurdu hiç bilemiyorum ama Bora’nın bu yerinde duramayan halleri ve imalı sözleriyle aşkını gizleme konusunda pek iyi bir iş çıkaramadığını söylemeliyim. Tabi Ali’nin imalı mırıldanması da tuzu biberi oldu. Bora gibi birinin “sır saklama ve aşkını gizleme” konusunda daha ketum olacağını düşünürsün ama hali ve tavırları sandığımın tam aksini kanıtlar cinstendi. Beden dilini geçtim “aşk” konusunda yazmak istediğini hele de “aşktan ne kadar kaçmaya çalışsan da onun senin bulacağı” hususunda yazmak istemesi aşka düştüğünü söylemeden itiraf etmenin bir yoluydu bence. Oldu olacak boynuna “Ada’ya âşık oldum” yazan bir tabela assaydı…

Aşk ve gözlemlerden yararlanacağını söylediğinde doğrudan Ada’nın gözlerinin içine bakması ve Ada’nın da çocuk gibi sırıtması dışında sanırım bu sahnede en çok hoşuma giden replikler Bora’nın doğrudan Ada’ya aşk hakkında ne düşündüğünü sormasıydı. İlk bakışta önemli hiçbir şey söylemiyormuş gibi görünüyorlardı ama tüm bir konuşma kelime oyunlarıyla bezenmişti. Öyle ki ancak bir aptal aralarında bir şeyler olduğundan şüphelenmezdi.

 

“Az önce konuştuk ya Ada’cığım aşk konusunda ne düşünüyorsun?

Aşk…aşk güzeldir. İnsanlar âşık olabilir. Mesela ben doğaya aşığım.

Sen doğaya aşıksın. Belki doğa da sana âşık olduğu içindir. Olabilir mi?”

 

Bora’nın Ada’nın burnunun dibine girerek sorduğu aşk hakkında ne düşündüğü sorusu Ada’yı biraz gafil avladı. Ki normalde her şeye diyecek bir söz bulan hazır cevap Ada ne diyeceğini bilemeyip ilk önce klişeler üstünden hareket etmeye karar verdi. Ama sonuçta karşımızdaki insan Ada. Düzenli yazan insanlar yaratıcı olma konusunda da hızlı düşünmeyi bilen insanlardır. O yüzden “doğa” diyerek “Bora’yı” ima etmesi hoştu. Düşünsenize teknik olarak “Bora” aslında bir doğa olayı. Onun karakteri gibi sert esen bir rüzgârın ismi. O yüzden itiraf ediyorum doğa deyip Bora’yı ima etmek hem hızlı bir zihnin hem de kıvrak bir zekanın ürünü. Zaten kelimelerin eş sesli anlamda kullanılmasına bi zaafım olduğu herkesin malumu. Ama Bora’nın verdiği cevabı da göz ardı etmemek lazım.

Söz konusu kelimeleri yaratıcı bir şekilde kullanmak olduğunda Bora da yazar kimliğine yaraşır nitelikte yaratıcı bir adam. Ada’ya doğru eğilip “doğa da sana âşık olduğu içindir” demesi herkesin gözü önünde seni seviyorum demek zorunda kalmadan seni seviyorum demenin yoluydu. Üstelik aralarındaki iletişim benim gibi biri için ayan beyan bir şekilde ortada olsa da o masada oturup onların dilinden konuşmayan herkes için son derece usturupluydu. Üstelik kelimeleri eş sesli ve metaforik anlamda kullanma konusunda aralarında ortak bi dil olduğu gözle görülür bir gerçek.

Bora’nın “şimdi gitmezsen hiç gidemeyeceksin” diyerek Ada’yla dalga geçmesinin yanı sıra ikisinin de bir zamanlar kafalarını toplamak için gittikleri yerde buluşmayı başarabilseler ne olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Bora’yı beklerken Ada’nın kalbinin patlayacakmış gibi çarptığı ve Bora’nın da kavuşacakları düşüncesiyle koşarak çıktığı o merdivenlerin sonunda umduğu gibi bir vuslat olsa harika olurdu ama Tuğçe sağ olsun anın büyüsünü bozmayı başardı. O yüzden bu anlardan pek söz etmeyeceğim sadece Ada’nın “ben havamı aldım” derken aslında ağzının payını aldığını ima ederek kelimeyi başka bir anlamda kullanmasına bayıldığımı ve Bora’nın da Ada’ya benzemeye başlayarak “gitmeseydin” diyerek mırıldanmasını çok sevdiğim gerçeği.

 

Vuslatımız: Malzeme Dolabı

 

Tuğçe’nin hissettiği duyguları Bora’ya açıklamasından korkması Ada’nın dünyasında son derece mantıklı bir korku. Çünkü Ada daha önce sevdiğini sandığı ilk adamı da ondan çok daha güzel, yetenekli ve başarılı olduğu söylenen birine kaptırmıştı. Tuğçe görüntüsü ve çizdiği imaj dolayısıyla kâğıt üzerinde her erkek için de ideal kadındı. Üstelik Ada terk edilmeye alışmış ve bu yüzden de sevdiklerinin daima onu terk edeceğinden korkarak büyümüş bir kadın. İsteyerek olmasa da bu hayatta ilk önce kendi anne ve babasının terk ettiği yaraları hiç kapanmamış bir kız çocuğu olarak bir insanın özellikle de bir erkeğin onu terk etmek istemeyecek kadar derinden sevebilmesi ona mantıklı ya da mümkün bir şeymiş gibi gelmiyor. Kısacası bir erkek tarafından ne pahasına olursa olsun terk edilmeyecek gibi derinden sevilebileceğine inanmıyor. Kim bilir belki de böylesi bir sevgiyi hak ettiğini düşünmüyor. O yüzden de bu sır ve Tuğçe’nin itirafı gibi herhangi bir nedenden bu ilişkinin kaybetmeye mahkûm olduğunu düşünüyor.

Onun bilmediği şeyse Bora’nın sevdiği insanlar konusunda hep kalan taraf olduğu. Kardeşinin emaneti Elif ve kızsa da çok sevdiği her halinden belli olan annesi için hiç anlaşamadığı babasıyla aynı evi paylaşmaya bile razı olduğu. Bora terk eden taraf değil; o zor olanı yapıp ne kadar zor olsa da hayatın gerçekleriyle yüzleşip bunların üstesinden gelmek için emek vermek gerektiğini bilen taraf. O yüzden de aslında Ada’ya ihtiyaç duyduğu sevgiyi de şefkati de kendisinden hiçbir karşılık beklemeden verebilecek adam. Bu yüzden de Ada’nın tüm dualarının karşılığı Bora.

Ofisin orta yerinde yanından geçerken Ada’nın kokusunu içine çekme fırsatını kaçırmayan Bora söz konusu olan Ada’ya olan aşkı olduğunda kendini dizginleme ve aşkını gizleme konusunda çok beceriksiz bir adam oluyor. Onun sır saklamamasına ya da yalan söylememesine hiç şaşırmıyorum çünkü belli ki pek yetenekli olduğu bir konu değil. Aşkı bu kadar dizginlenemeyecek kadar kuvvetliyse bugüne kadar kendine nasıl hâkim oldu çok merak ediyorum.

 

“Ben bunu götüreyim beklemesin.

Sen onu götür. Tuğçe Hanım’ın beklemesin. Ben yalnız kalmanın bir yolunu bulacağım. Haber bekle benden.

Yalnız. İkimiz.

İkimiz.

Tuğçe Hanım yok.

Bak kokun buram buram geliyor. Ya hemen git ya da gitme olacaklardan ben sorumlu değilim.”

 

Bora’nın Ada’nın kokusuna olan düşkünlüğüne daha önce de değinmiştim ama bu defa herkesin içinde kim görür kim duyar düşünmeden pervasızca Ada’yı koklamaya çalışması beni Bora’nın aşkının ateşiyle mantığını bir kenara bıraktığı konusunda ikna etti. Bora’nın Ada’ya duyduğu aşktan gurur duyduğunu görmek bir kez daha onun istisna bir adam olduğu ve eşi benzeri olmadığını düşünmekle ne kadar haklı olduğumu göstermiş oldu. Söz konusu olan Ada olduğunda Bora için başka hiç kimsenin bir önemi ya da anlamı yok. Yaptığı her şeyi doyasıya Ada’nın yanında olabilmek ve ona kavuşabilmek için yaptığını bilmek yüzümde kocaman bir gülümsemenin oluşmasına neden oldu.

 

“Özledim seni.

Geldim işte.

Ada hiçbir yere gitme istiyorum. Hep yanımda ol. Gitmeyeceksin, değil mi?

Gitmek istemiyorum.

Gitme. Hiçbir yere gitme.

Yandık Bora Bey.

Yandık Ada. Yandık, bittik, kül olduk. Sayende çok fena yandım Ada.”

 

Nihayet hayalindeki gibi Ada’yla baş başa kalabileceği koşulları sağlayan yerin malzeme dolabı olması burada işe başladığından beri Ada’nın sık kullandığı ve kendi buluşma noktası haline getirdiği yer olması bana ilahi bir müdale gibi geldi. Senaristlerimiz mekanlar üzerinden paralellikler ve kontrastlar kurmayı çok sevdiklerinden geçen sefer Meltem’in bir ajan olduğunu anlatmak için Bora’yla girdiği dolaba bu sefer aşk için girdiklerini görmek #AdBor olarak ne kadar yol kat ettiklerini gözler önüne seriyordu. Bora geçen sefer hislerini açıklayamadığından ışıkları kapatarak konuyu kapatmaya çalıştığı mekânı bu defa duygularını doyasıya yaşamak için kullanmayı seçmesi aynı mekâna farklı anılar yükleme over-correct yapma çabasından diye düşünüyorum. Bir de her şey hayal ettiği gibi gerçekleşse çok daha güzel olacaktı ama neredeyse basılmak üzere bir durumdayken bile duygularını Ada’ya açmaktan kendini sakınmaması bu sahnenin öpüşme sahnesinden sonra en sevdiğim sahne olmasına neden oldu.

Bora’nın içeriye girdikleri anda kimse bizi rahatsız etmesin diye içgüdüsel olarak kapının kilidini çevirmesi çok ince bir ayrıntı olarak dikkat çekse de Bora’nın elinde olsa kapıya süngü çekerdi herhalde. Ofiste kimseye belli etmeden gizli gizli yaşadıkları aşkın heyecanı yakalanma korkusuyla Ada’da kalp çarpıntısına neden olurken Bora da aksine daha çok zevk almasını sağlayan bir evcilik oyunu haline geldi. Kim derdi ki Bora tehlikeden hoşlanan biri çıkacak diye. Kesinlikle ben söyleyemezdim ama bir gün sürmüş olsa da çocuklar gibi olmalarına sevindim. İçeriye girdikleri an sanki kokusu tüm yaralarına merhemmiş gibi Ada’nın kokusunu içine çekmesi ve “seni özledim” derken ki ses tonu o kadar doğal ve organik bir sahneydi ki sahnedekinin Bora mı yoksa Aytaç mı olduğuna karar veremedim.

Ada terk edilmekten korkar da Bora korkmaz mı hiç. Yaşadığı kötü bir deneyimden sonra aşkın gerçek olmadığını kanıtlamak için her yerde deliller arayan ve “aşk bir illüzyondur” diye bir adam için yeniden âşık olup kalbinin kırılma riskini göze almak kolay bir eylem değil. Bu yaşadıklarının bir rüya olmasından ve gözlerini açtığında hepsinin ama en kötüsü de Ada’nın elinden kayıp gitmesinden korkuyor. Zaten o yüzden devamlı Ada’ya dokunmaya çalışması kendi kendine bunun bir rüya olmadığını ve Ada’nın gerçek olduğunu kanıtlamaya çalışması. Ada’ya olan aşkından yanıp tutuşan bir Bora var ki başka hiçbir şey gece deniz kenarında ayarladığı o romantik yemeği açıklayamazdı.

Âşık olmak güzel şey ama bu aşkın karşılıklı olduğunu bilmek ise kutsal bir şey. Öyle kutsal bir şey ki baht saçmalıkları gibi batıl bir inanç ya da Rüzgâr gibi saçma hırslar uğruna önünde engel değil; bu nadide duyguyu koruyabilmek ve yüceltebilmek için yanında destek olmak lazım. Sevdiği kadına büyük jestler yapmak yerine onun için emek harcayıp yemek yapan pilavını yoğurtsuz yemediği gibi küçük detaylara destek olan bir adımın önündeki bütün engelleri aşması konusunda el vermek gerektiğine inandığımı söyleyerek de yazımı tamamlıyorum. Unutmayın aşkı başka insanların tuzaklarına karşı korumak kolay asıl olay aşkını kendi yalanlarına, özgüvensizliklerine ve korkularına karşı koruyabilmek.

Haftaya Görüşmek Üzere… Hoşça Kalın…    

 

Göz atmanızı öneririz: Baht Oyunu Bölüm Yorumları

 

 

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

DEHA – Bu Savaşın Bir Kazanı Olacak mı?

Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

14 dakika Önce

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Beni Sen Tutuyorsun

Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Seni Sevdiğimi Gizlemiyorum

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Korkma, Korkarsan Kaybedersin

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

6 gün Önce

DEHA – Bu Dünya Gücü Gücüne Yetenlerin Dünyası

Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

1 hafta Önce