Baht Oyunu 4. Bölüm reytinglerde Total’de 4,13 reyting, AB’de 3,91 reyting ve ABC1’de 4,08 reytingle her üç grupta da gün 2.si oldu. Bölüm yorumu konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Baht Oyunu’nun dördüncü bölümü geçen hafta izleyicilerinin en çok tepki gösterdiği noktalardan biri olan evlenme teklifiyle başladı. Evlilik teklifi sahnesi hakkındaki eleştirilerime nereden başlayayım hiç bilemedim. Rüzgar’ın bu teklifi kendinden ayrılmış bir kızın odasına ondan habersiz girip sabaha kadar yanında uyuduktan sonra yapması mı yoksa Ada için aldığını söylediği yüzükle başka bir kadına evlenme teklif etmesi mi daha rahatsız ediciydi hiç bilemedim. Doğrusu sahnede dikkatimi çeken bir kontrast olmasaydı ondan bahsetmeye bile değer görmezdim.
Bu sahnede bahsedilmeye değer tek şey, kendisinden ayrılırken “sevdiğim kadın dışında her şeyim oldun” diyen Rüzgar’ın bu teklifi yaparken Ada’nın nasıl hissedebileceğini hiç düşünmemesi ama Bora’nın gördüğü bu manzara karşısında verdiği ilk tepkinin aralarında bir şeyler olduğunu sezdiği Ada’ya bakmak olmasıydı. Bora değer verdiği insanlar konusunda o kadar hassas ki hemen bu teklifinin Ada’yı nasıl etkileyeceğini düşündü. Ada da bir şeylerin farkındaki bayılmadan önceki son eylemi, kendisinden güç alabilmek için kolunu tutmak oldu. Eğer aralarında bir mesafe olması gerektiğini düşünüp bırakmasaydı Bora’nın kucağına düşmüş olacaktı ki bunu görmeyi isterdim.
Ada’nın bayılmasından sonra yaptığının belki biraz fazla acımasızca olduğunu düşünen Rüzgar’ın başını önüne eğerek oturması kusurunu anlamış olması açısından umut vericiydi. Birazcık dahi olsa utanma duygusu varmış ama asıl önemli olan Bora’nın ona verdiği değerin gösterilmesiydi. Ada’yı o koltuğa nasıl yatırdıklarını göremedik ama onu koltuğa yatıranın Bora olduğunu tahmin ediyorum. Ada’nın üstüne titremesi, durumunu abartıp dağ evine doktor çağırması ve bileklerini ovalarken ki hali Ada hakkında neler hissettiğini anlatmaya tek başına yetiyordu. Keşke senaristler Bora’nın Ada’yı koltuğa nasıl taşıdığını ve sağlığı için nasıl paniklediğini de göstermiş olsalardı…
Kendisini hiç kıskanmayacak bir adamın dikkatini çekebilmek için evliliğin aceleye getirilmemesi gereken ciddi bir karar olduğu konusundaki tüm söylemlere kulak asıp teklifi kabul etmek büyük şuursuzluk. Her ne yaparsa yapsın Bora’nın kendisini asla sevmeyeceği gerçeğini bir an önce idrak edip kabullenmesi gerekiyor yoksa bu düşünceyle önce kendisini sonra ilgisi giderek saplantıya dönüşmeye başlayan Rüzgar’ı delirtmeye başlayacak.
Ada’nın dağ evinden döner dönmez şahit olduklarından dolayı sarsılmış olsa da bundan sonra Rüzgar’ın peşinde koşmak yerine kariyerine odaklanmayı tercih etmesine çok ama çok sevindim. Bu saatten sonra hala Rüzgâr diye ısrar etseydi gözümden düşmüş olacaktı. Böylece hem inandırıcılığını kaybedecek hem de gurursuz bir kadın durumuna düşecekti. O yüzden kendisini görür görmez tebrik etmesini ve hiç umurunda değilmiş gibi davranmasını sevdim. O kadar güzel numara yaptı ki bir ara sinirlenmedi diye Rüzgar’ın kendisine bozulduğunu bile düşündüm.
Ada bundan sonra kariyerine odaklanıp Bora Bey’in kendisinden asla vazgeçmek istemeyeceği bir asistan olmaya karar vermişken Bora da kuzeninin “Ada’ya karşı senin farklı bir ilgin var gibi geliyor bana” dediği tek bir cümlesiyle uygulamak için bambaşka kararlar almıştı. Ada’nın aklına ve kalbine girmesini engellemek için kendisiyle bundan sonra daha mesafeli olacaktı. Ama Ada’nın planı da Bora’ya daha yakın olmayı içerince ortaya bir çatışma çıktı.
Tam da Ada için korktuğunu itiraf etmişken kuzenini söylediği şeyde haksız çıkarmak için Ada ile arasına mesafe koyma kararı vermesi benim için biraz üzücü oldu. Ama her aşk bir yerden başlamalı, değil mi? Aşka inanmadığını söyleyen bir adamın romantik hislerini hemen kabullenmesi çok absürt olurdu. İnkâr ve öfke aşamalarını ne kadar çabuk atlatırsa o kadar çabuk pazarlık aşamasına geçer diye onunla arasına bir mesafe koymak istemesine hiç kızmadım. Ne yapacağını bilmediği hislerin karmaşasıyla tökezleyip dengesiz davranmasına da ses çıkarmadım. Ada onun düşmanıydı, kalbini kontrol altında tutabilmesine düşmandı. Ama devamlı azarlamasını da sindiremedim.
Bora’nın Tersinden Kalktığı Gün: Yollar Sadece Nereye Gideceğini Bilmeyenler İçin Karışıktır
Ada tam da işine odaklanmayı seçmiş ve yaşamının geri kalanında başarısız olmayacağına dair kendisine bir söz vermişken Bora’nın kötü davranışlarına maruz kalması beni çok üzdü. Kızın “madem aşk hayatımda sonsuza dek mutsuz olacağım bari iş hayatında başarılı olayım” umudu düşüncesiz patronu Bora tarafından daha ilk sabahında sönüp gitti. Üstelik Bora’nın tüm bunları kendisine karşı hissettiği romantik duygularını bastırmak için yaptığını da bilmediğinden hemen kendisini suçlamaya başladı. Sadece aşk değil; iş konusunda başarısız olduğunu düşündü.
Bu ailede Elif dışında Ada’ya hak ettiği gibi davranan tek kişinin Bora’nın babası olması ne kadar da garip. Bora’nın onu kendisinden uzak tutabilmek için ona kötü davranmasına bir yere kadar ses çıkartmayabilirim. Sonuçta bu savaş Bora’nın aklıyla kalbinin savaşı. Ada da ona uzun zamandır kullanmadığı kalbini anımsatıyor. Ama Elif’in onu ne kadar sevdiğini ve Ada’nın da yardım etmek istediğini bile bile kıza yeğeninin gözünün önünde bağırmasının affedilecek hiçbir yanı yoktu. Ada’nın ilk kez gerçek anlamda kalbini kırmış oldu, Bora.
Bora’nın yumuşak karnının Elif olduğunu daha önce de söylemiştim. Bu yüzden Bora’yı asıl kızdıran şey Ada’nın Elif’e karşı anaç davranması ve yeğeninin de onu çok sevmesi oldu. Kendisi gibi Elif’in de ona çok alışmasından ama daha da önemlisi o yeğenine bu kadar iyi davrandıkça onu daha çok sevmekten ve benimsemekten korkuyor. Ada sevilmesi zor biri olsaydı işi daha kolay olacaktı ama Ada aksine sıcakkanlı ve herkese kendini sevdiren biri. Sorun da bu. Bora’nın duygularıyla arasındaki duvardan sızabiliyor olması. Bora için o duvarlar asla aşılmamalı.
Ada’yı kendinden uzak tutabilmek için evde ona çok sert davranmış olması yetmiyormuş gibi iş yerinde bu duruma bir de kıskançlığı eklendi. Bu bölümde aklı ile kalbi arasında kalan bir Bora gördüm. Bir yanı hem kuzenine hem kendisine Ada’ya karşı bir şeyler hissetmediğini kanıtlamaya çalışırken diğer yanı ise Ada’yı iş yerinde sadece iki kere konuşurken gördüğü Rüzgar’dan kıskanıyordu. Hem ona karşı bir şey hissetmediğini söylüyor hem de Ada’yı sevgilisi gibi kıskanıyor. Ama bu iki durum uzun süre birlikte var olmaya devam edemez. Aksi taktirde bir yerlerde kıyametin kopması çok yakın. Onunla konuştuğunu her gördüğünde iş yerinde bu tarz şeyleri hoş karşılamadığını söylüyor ama merak ediyorum diğer çalışanlarının da gün içinde kimlerle konuştuğunu bu kadar takip ediyor mu?
İnsanları okuma konusunda çok iyi olan Bora için her seferinde aralarında bir şeyler olduğunu inkâr eden Ada ve Rüzgâr konusunda kıskançlık krizlerine girmemesi mümkün değildi ama kıskançlığının acısını çalışanına değil; sevgilisine hesap sorar gibi Ada’nın yaptığı ve söylediği her şeyi sorgulayarak çıkartmaya çalışması çok fazlaydı.
Ancak itiraf etmeliyim ki Bora’nın ofiste yükseldiği bu sahneleri izlemekten büyük keyif aldım. Ada’nın hayatındaki yerini işle sınırlandırmaya çalışırken Ada’nın farkında olmadan tüm bariyerlerini yıkarak üstüne gelişi izlemesi çok keyifli sahnelere ön ayak oldu. Aralarına konulan ani mesafeye bir anlam veremeyen Ada’nın ısrarlarıyla başlayan tartışma aslında Bora’yı rahatsız eden şeyin ve duygularının bir itirafıydı. Ada bir erkeğin ondan hoşlanabileceğine ve onu sevebileceğine bir ihtimal verseydi, bunu kendi de anlardı. Ama Bora onu kıskandığı için mi yoksa Ada’nın kendisinden bir şeyler sakladığını anladığı için mi daha fazla köpürdü, ona karar veremedim. Tek bildiğim onların evlilik kararına çok sevindiği yalanını yutmayan Bora’nın ateşinin Ada’nın yanındayken daha çok harlandığıydı.
Rol yapmanın bile oyuncuya yardımcı olamayacağı bazı noktalar vardır. O noktalardan biri de esas çifti oynayan başrol oyuncularının uyumudur. Özellikle de cinsel kimyalarının uyuşmasıdır. Bu bölümde Bora’nın dile getirdiği cümle sırasında Ada’ya öyle bir bakışı vardı ki bu konuda birbirlerine uyum sağlamakta hiç güçlük çekmediklerini açıkça beyan eder nitelikteydi. Bora bakışlarıyla onu boğmak mı yoksa öpmek mi istediğine karar verememiş ruh halini çok güzel yansıttı. Tutkulu aşıklar birbirleriyle kavga ettikleri zaman o tutkuyu ve cinsel çekimi odadaki herkes hissedebilir. Ben de ekran başında oturmuş onları izlerken aralarındaki çekimi ve tutkuyu iliklerime kadar hissettim. Ada’dan gözlerini alamayan Bora’nın onun çekim gücüne nasıl girdiğini ve kendini nasıl kaybettiğini de gördüm.
Bora’nın dosyayı elinden alır almaz orası kendi ofisi olduğu halde odayı terk etmesi ve erkekler tuvaletinde Ada’ya yükselmesinin neden olduğu ateşi söndürmek için yüzüne su çarpması duygularıyla gerçek anlamda yüzleşmeye başladığının habercisiydi. En azından artık kendine yalan söyleyebilmesi mümkün değildi. Ama Ada’nın da aynı tartışmadan sonra yüzüne su çarpmak için kızlar tuvaletine girmiş olması, aynı ateşi hissettiğin bir göstergesiydi. Tartışma sırasında ateşi yükselen tek kişi Bora değildi; ne anlama geldiğini bilmeden istemsizce de olsa Ada da o anın içindeydi. Bu da karşılıklı aşklarının temellerinin artık ciddi ciddi atılmaya başlandığı anlamına geliyor.
Tuğçe’ye bölümün en sevdiğim sahnelerden birine vesile olduğu için içimden bir teşekkür etmek gelse de Rüzgar’ı parmağında oynattığı, Rüzgar’ın da “kaçan kovalanır” taktiğini yanlış anlayıp sapık gibi peşinden koştuğu ilişkiden söz etmek içimden gelmiyor. İnsanları ancak işine yaradıkları sürece dinlediğini söyleyen bencilliği ve Bora’yı elde etmek için itibarını zedelemekten çekinmeyen doğası sebebiyle Tuğçe’den bahsetmek de hiç içimden gelmiyor.
Ada’nın işinden kovulmamak için Tuğçe’nin aklına uyup topuklu ayakkabı giymesi başka bir ateş hattının başlıca sebebi oldu. Normalde Bora’yı sakinleştirdiği söylenen topuklunun sesi bu defa Bora’nın daha fazla köpürmesine neden oldu. Çünkü Ada’nın topuklular içindeki hali aklını başından aldı. Ada da tıpkı benim gibi boyunun kısalığına rağmen topuklu ayakkabı giymekten hiç hazzetmeyen bir kadın olarak elinde olmayan nedenlerle mecburiyetten giydiği o topuklularla kapıdan içeri girişi tam bir komediydi. Kapıyı açtığı anda düşecek diye düşündüm. Tam da o noktaya doğru ilerliyordu ki son anda kendini toparlayıp Bora’nın masasına doğru yürümeye başlayınca sahne bir anda canlandı. Topuk tıkırtısıyla Bora’da başlayan değişimleri özellikle de yüzündeki ifadeyi seyretmesi keyifliydi.
Topuklu ayakkabıların birçok erkek üzerinde aynı etkiyi yarattığından söz edilebilir. Sanırım bu durum topuklu ayakkabının kadının yürüyüşünü, duruşunu, beden pozisyonunu hatta kendine güvenini değiştirip dönüştüren bir yapıda olmasından kaynaklanıyor. Kadın ister istemez topuklular üzerinde daha dik daha özgüvenli ve bacaklarını daha ön plana çıkaran bir şekilde yürümeye eğilimli oluyor. Yani anlayacağınız erkeklerde topuklu ayakkabı “fetişi” sanıldığı kadar sıra dışı bir durum değil. Bora da bu fetişin ne ilk ne de son kurbanı olacak gibi görünüyor.
Ada her tıkırtının Bora’yı yavaş yavaş sakinleştireceğini düşünürken aslında her tıkırtısı Bora’nın içindeki yangını daha da alevlendiriyordu. Ada’yı tepeden aşağıya süzdükten sonra bacaklarına kitlenip kalışı, ciddi yüz ifadesinin yavaşça silikleşmesi, toplulara odaklanmamak için kendisiyle savaşması ve aklını kaybetmemek için Ada’yı ona verdiği işi yarım yapmakla suçlayıp odadan çıkması için bir bahane bulmaya çalışması, Ada’nın attığı her adımda kendine ne söylediğine odaklanmakta zorlanması aslında ondan ne kadar etkilendiğinin bir işaretiydi. Ada o an için Bora’nın hayatı boyunca en çok arzuladığı şey olabilir. Üstelik bir erkeğin karşı cinste onu cezbeden bir şey bulmuş olması suçlu olduğu anlamına gelmez hele de onu cinsel obje haline getirdiği anlamına hiç gelmez. Sonuçta insanız ve hepimizin bir libidosu var. Üstelik Bora bunu tek bir kadına yaptığından onu nesneleştirme derdinde de değil.
Bora’nın her tıkırtıdan kendini biraz daha kaybetmeye başladığı o anlar içinde favorim, iş yerinde tüm düğmelerini iliklemeye alışmış olduğu gömleğinin üstünde duran kravatı nefes alamıyormuş gibi gevşetmeye başlamasıydı. Odadaki cinsel gerilim onun için artık dayanılmaz bir hale gelince konuşmakta bile zorlanmaya başlayan Bora’nın yapabilecekleri konusunda kendine güvenememeye başladığının kanıtı olarak Ada’dan dosyayı bırakıp masasına dönmesini istediği anı göstermek mümkün. Bir ara sandalyesinden hiç kıpırdamama iradesini kendinde bulmasına şaşırırken ayaklandığı anda bir şeyler olma ihtimaline tutundum. Konuşurken sesinde oluşan titremeyi ve şehvet hissini gizlemek için öfkesini kullanması akıllıcaydı. Ama daha fazla dayanamayacağını anlayınca onun masasını odadan çıkartmaya ve kendisini de odadan dışarı atmaya karar vermesi bölümün en gerilimli sahnelerinden biriydi.
“Teknik ekipten iki adam çağır. İki eleman çağır sen hemen buraya. Masanı çıkarsınlar, kapının önüne koysunlar. A… Ada. Ben şimdi çıkıyorum. Siz şey yaparsınız. Siz halledin ben çıktım. O… topukluları da ayağından çıkart.”
Bu sahneden sonra hala topukluların gereğinden fazla işe yaradığını hatta Bora’nın terlemesine neden olduğunu anlamayan asistan Ada ya çok saf ya da bir erkeğin kendisine o gözle bakabileceğine dair en ufak bir fikri bile yok. Bora’nın ateşi öyle yükseldi ki Ada’ya kapılmasına engel olacak ve dikkatini dağıtacak kız arkadaşlarından birisiyle gün ortasında yemeğe çıkmayı bile kabul etti. Bora’nın yaptığını hiç doğru bulmadım. Ada’ya karşı hissettiği arzuyu ve duyguları herhangi birine kanalize etmeye ya da bastırmaya çalışması hiç sağlıklı bir eylem değil. Bu olsa olsa şehvet duygularını kanalize etmesini sağlar ama romantik hislerini yok etme konusunda ona yardımcı olmaz.
Bora’yı elde edebilmek için kendine her yolu mubah gören ve yeni bölüm fragmanından anladığım kadarıyla da ilk fırsatta Ada’yı yolundan çekme konusunda hiç tereddüt etmeyen bir Tuğçe izleyecektik madem neden iki bölümdür Ada ile birlikte hareket ettiklerini hiç anlamadım. Bora’yı Fulya’dan kurtarma operasyonunda her ne kadar birlikte çalışsalar da bu ikilinin “girl power” durumu bana hiç inandırıcı gelmedi. Keza aralarındaki bu kadın dayanışmasının Ada duygularını anlayana ya da Tuğçe Bora’nın “Ada” zaafını fak edene kadar süreceğini biliyorum…
Ada’nın hayalleri kesinlikle bölümün izlemesi en keyifli sahnelerinden. O yüzden kadına orijinallik kontrolü yapmış olduğu sahne beni gerçekten güldürmeyi başardı. Ama en çok da bu hayaller içine sıkıştırılan feminist manifestolar hoşuma gidiyor. Geçen haftaki bölümde yer alan “tüm kadınlar ideal kadındır” manifestosundan sonra bu hafta da erkeklerin/toplumun beklentilerini karşılayabilmek adına bazı kadınların kendilerini nasıl yüksek standartlara maruz bıraktıklarını ve ne kadar ileri gidebildiklerine dair bir manifestoya rastlamak tatlı bir sürpriz oldu.
“Burun yapılı. Evet hokka gibi olmuş ama.
Dön bana bakayım. Çene törpülenmiş, yanaklar bisektomi.
Gözler… gözler lens.
Eğil bakayım sen şöyle. Eğil, eğil. (Korse mi?)
Nefes alıyor olması bile bir mucize şu an. Yaşıyor musun sen? Mosmor olacaksın, nefes al.
Bora Bey şunu üzülerek söylemek istiyorum ki yaptığımız tetkikler sonucunda bu hanımefendi de hiçbir parça orijinal değil. Kendisi estetik cerrahlar, diş hekimleri ve diyetisyenler tarafından modifiye edilmiş durumda.”
Ne yazık ki bu toplum kadına gerçekçi olmayan birtakım yüksek standartları dayatma peşinde. Bu da ister istemez bazı kadınların görünüşlerine cerrahi müdahaleler yaptırmalarına neden oluyor. Yanlış anlamayın. İsteyen estetik yaptırma hakkına sahip ve benim burada eleştirdiğim de o değil. Kadın bunu kendi için yapıyorsa güzel. Erkekler tarafından beğenilmek/kabul görmek için yapıyorsa ruhundaki o yarayı düzeltebilecek hiçbir cerrahi işlem yoktur.
Ada artık Bora’nın bilinçaltına nasıl işlemişse yanında Fulya olduğu halde ona “Ada” diye seslenmesi bütün niyetini ele verdi. Bora istediği kadar kaçmaya çalışsın, zihni onu meşgul eden konuyu bir dil sürçmesiyle ortaya döktü.
Bora öyle de Ada farksız mı, değil. Bora’nın neden onun adını sayıkladığı konusunda kendince bir bahane uydurdu ama Bora’nın adını sayıklaması da hoşuna gitti. Tuğçe de işaretleri fark edecek kadar zeki değilse onun suçu mu? Bora senden nefret ettiği için mi adını sayıklıyor sakın o sana âşık olmaya başladığı için olmasın, Ada. Üstelik sen de ondan farklı değilsin. Bora akşam restoranda yaşananlar hakkında ondan bir açıklama hazırlamasını istediğinde ayna karşısında pratik yapan Ada’nın “Eski sevgilimle buluşacağım deyince korktum. Sizi başkasına kaptıracaktık” demesi aslında onu kaybetmekten korktuğunu anlatıyordu. Sonradan topu Tuğçe’ye attı ama bir kere birinci şahıs tekili kullanıp korktum demişti bile. Bunlar hep iki tarafında bilinçaltında kimin olduğunun göstergeleri.
Rüzgar’ın Tuğçe’yi takip etmesi ne kadar yanlışsa Ada ve Tuğçe’nin de Bora’yı randevusuna kadar takip etmesi o kadar yanlıştı bence. O yüzden de onu gizliden gizliye yan masadan dinledikleri ve Fulya’yı ekarte etmek için onun rujuyla tuvalette yaptıkları o numaradan bahsetmeyi pek doğru bulmuyorum. Sadece gerçek hayatta da örneklerine rastladığımı söyleyerek konuyu kapatıyorum. Her ne olursa olsun hiçbir kadın bu tarz tacizi hak etmez. Erkekler hayatı bizim için yeterince zorlaştırıyor; en azından “biz kadınlar” bunu birbirimize yapmayalım.
Rüzgar’ın o masaya oturması yetmiyormuş gibi kızlar da masaya oturunca kıyametin kopması kaçınılmaz olmuştu. Rüzgar’ın peşine takılıp restorana geldiklerini düşünen Bora aldığı son kararın etkisiyle Ada’ya tavır takınırken Ada’nın Fulya konusunda Tuğçe’den daha kıskanç olması beklenmedik bir durumdu. Telefonunun her çalışında ne kadar sosyal bir kadın olduğunu ima eden cümleler kurması Bora gibi zeki bir adamın dikkatinden de kaçmadı.
– “San Sebastian Cheesecake tavsiye eder misiniz, Fulya Hanım. Ben de yiyeyim mi?”
-“Bilmem. Seni damak tadını bilmiyorum ki.”
-“Ben sizin damak tadınızı çok iyi biliyorum ama.”
Bu masada oturan herkes aşkı ve ilişkiyi yanlış yerde arayan insanlar olmasalardı; Ada’nın dile getirdiği cümlenin ancak sevdiği erkeği kıskanan bir kadın tarafından kurulabileceğini anlarlardı. Erkekler bu tür konulardan anlamaz ama kadınlar hisseder denir. Fulya da Bora’nın dil sürçmesi olarak geçiştirdiği şeyin aslında ciddi bir duruma sirayet ettiğini anladığından masada gözü hep Ada’nın üstündeydi. Fulya’nın telefon numarasını tuvalete yazmak ne kadar yanlışsa Fulya’nın da Ada’ya sekreter demesi bir o kadar yanlıştı. Karşısındakini küçümseyerek kendini yücelttiğini düşünen insanlar kendilerini küçülttüklerinin farkında değildirler. Masada esen rüzgârın üç kadının da ona karşı hisleri olmasından kaynaklandığını anlamayan Bora’nın tüm gecenin faturasını Ada’ya yıkması da hiç adil değildi.
Ada’nın domestik bir ev kadını olmaktan daha iyi yapabileceği bir şey olmadığını söylediği anda Fulya kendi sonunu kendi diliyle hazırlamış oldu. Şiddet bir çözüm değildir deyip duruyoruz ama aslında kendimizi kandırıyoruz. Bazen karşındaki insanın seni ciddiye almasının tek yolu ona haddini en iyi şekilde bildirmekten geçer. Gece nasıl biterse bitsin Ada’nın yerinde olsaydım ben de aynısını yapar ve Fulya’nın üstüne atlardım. Kimsenin kimseyi aşağılamaya hakkı yok. Bora iki günde Ada’yı o kadar iyi tanımış ki bu sözlerin ardından üstüne çullanacağını anladı. Ada’yı ona odaklanmasını söyleyip sakinleştirmeye de çalıştı ama ne yazık ki pek de başarılı olamadı. Gece olaylı bitti…
Ertesi sabah işe gittiğinde karşısında dün gece yaşananlar hakkında mantıklı bir açıklama yapmasını bekleyen bir patron bulması Ada’nın istihdam durumunun tehlikeye girdiğinin habercisiydi. Neyse ki Ada şanslı günündeydi de ilk seferinde Bora’nın varlığını unuttuğu toplantı sayesinde ikinci seferinde de Elif’in evden kaçma haberi sayesinde kovulmaktan kurtuldu. Böylece Ada ilk seferinden sonra dün gece yaşanılanlar hakkında bir bahane uydurabilecek kadar zaman kazanmış oldu ki ayna karşısında prova yapışını izlemek gerçekten eğlenceliydi. Bir an için gerçekleri tüm çıplaklığıyla anlatacak kıvama da gelmişti. İster gerçeği söylesin ister bir bahane uydursun, kovulacağına o kadar emindi ki paniklemekten neredeyse aklını kaybedecekti. Çok şükür ki Elif’in evden kaçışı sayesinde ne Ada gerçekleri söylemek zorunda kaldı ne de Bora çeki eline tutuşturma imkânı buldu.
Zafer amcanın ısrarlarının sonuç vermesi sayesinde Belma hanımın evde olmadığı bir akşamda bu çekirdek aileyi yani Ada-Elif-Bora’yı mutfakta birlikte kek yaparken izlemek bölümün en eğlenceli sahnelerden biriydi.
Bora’nın iş yeri dışında yüzünü görmemek için Ada’yı eviyle alakalı bütün işlerden azat ettiği bir dönemde onunla aynı çatı altında uyumak zorunda kalması bana ironik geldi. Hatta bunun İlahi bir müdahale olduğu bile söylenebilir. “İstemediğin ot burnun dibinde bitermiş” hesabı odasında istemediği Ada misafir odasında bitiverdi. Anne ve babası yokken Ada ile baş başa kalma fikrinin onu gerdiği belli. Öyle bir gerçek var ki onu görmek istemediği halde Elif ile mutfaktaki etkileşimini izlemek hoşuna gitti. Kek yapmak için saatin geç olduğunu bahane etmesi de gördüğü bu manzaranın hoşuna gitmesinden kaynaklanıyor. Ada’nın kalbine daha çok yerleşmesine izin vermemeye çalışıyor.
Ada’nın en sevdiğim özelliklerinden biri Bora onu her iğnelediğinde onun da geciktirmeden kendisine laf sokabilme becerisine sahip olması. Hazır-cevap olmak iyi bir yazar olmanın da şartı. Bu yüzden Ada’nın iyi bir yazar olduğuna ve Bora’nın da bu kavgalardan keyif aldığına inanıyorum. Elif’i mutfakta bırakıp kavga ettikleri sahneyi izlemek çok keyifliydi. Aynı evin içinde evliymiş gibi kavga edişleri ileride ilişkilerinin nasıl bir boyut kazanacağının da işaretiydi. Hele mutfakta birbirlerini boğazlamak isterken birlikte çalışmak zorunda kalmaları ebeveynlere özgü bir hamleydi.
Ancak mutfak sahneleri içinde asıl bahsedilmeye değer olan sahne Ada ve Elif’in kek yapması değil; kekin olmasını beklerken tezgâhta oturan Ada ile Bora arasında geçen konuşmaydı. Kendini ona kaptırmamak için ısrarla Ada’nın evine gelmemesini isteyen Bora’nın bu isteğinin neden gerçekleşemediğine dair Ada ile yaptığı konuşmada en çok dikkatimi çeken şey, Ada’nın gerçekten de etrafında olup bitenden habersiz olmasıydı. Bora onu ne kadar itiyorsa Ada da istemsizce bir o kadar yanında olmak istiyordu. Hatta aralarına koyduğu bu ani mesafenin sebebini bulmaya çalışıyordu. Sanki altında yatan nedeni bulabilirse durumu düzeltip Bora’nın yakınında olmaya geri dönebilecekti. Aralarındaki mesafeye anlam verememekten ziyade ondan uzak kalma fikri bile fark etmeden Ada’ya acı veriyordu.
-“Bora Bey, siz bana benden önce uyanacak benden sonra uyuyacaksın, demediniz mi? Sürekli sağımda, solumda, etrafımda olacaksın. Leb demeden leblebiyi anlayacaksın, demediniz mi?”
-“Evet, söyledim. Şimdi de vazgeçiyorum. Bir sakıncası mı var?”
-“Yok. Ama sebebini merak ediyorum. Bir şey mi yaptım, Bora Bey? Bir yanlışım mı oldu? Söyleyin düzelteyim.”
-“Bir sebebi de yok. Tamam?”
“Dil söyler beden konuşur” diye bir deyiş var ya Ada ve Bora’nın durumunda gerçekten de öyle. Bora istediği kadar Ada’yı evinde istemediğini söylesin; bedeni bambaşka bir şey söylüyor. Bora Ada git derken bile bedeniyle tezgâhın üstündeki Ada’nın etrafını sarıyor. Mantığı ona Ada’yı kendinden uzak tutmasını söylüyor ama bedeni mantığını dinlemiyor. İnsan birini sevdiğinde ona devamlı dokunmak ister ya bedeni ondan önce hareket edip o ne olduğunu bile anlamadan bilinçsiz bir şekilde sevdiğine uzanmaya çalışır. Bora’nın Ada ile durumu da tam olarak bu. Sürekli sağımda, solumda, etrafımda olmasından vazgeçtim diyor ama bulduğu her fırsatta da Ada’nın kişisel alanını ihlal ediyor. Konuşurken kendini hep onunla bir nefes mesafesi uzaklıkta buluyor. İnsan bunu ancak aşıkken yapar.
Ada da Bora’ya olan duygularını istemsizce ele veriyor. Bora ona tezgâhın üstünde otururken yaklaştığında bir an için Ada’nın da dikkati dağıldı. Sonra konuşurlarken onun da istemsizce Bora’ya doğru başını eğmesi ve Bora bir sebebi yok dediği zaman uzunca bir süre bir sebep bulmaya çalışırcasına Bora’nın gözlerinin içine bakması. Eğer o fırının alarmı çalışmasaydı bu konuşmanın ateşi daha ne kadar ileriye giderdi merak etmeden duramıyorum. Zira aralarında ofisteki gibi bir “topuklu anı” yaşanmamış olsa da Bora’nın ilk seferinde ofisini erkekler tuvaletine gitmek için terk etmesine neden olana benzer bir an yaşanmıştı. O alarm olmasaydı kim bilir neler olurdu zira Elif’in mutfak masasında uyuya kaldığını bile fark etmediler. Artık gözleri birbirinden başka bir şey göremeyecek hale gelmişse…
İnsan bir kere âşık olmaya görsün sevdiği insanın yaptığı her şey de tüm duyu organlarına güzel gelmeye başlar. Tıpkı bu saatte kek yapılır mı diye Ada’yı azarlamaya çalışan Bora’nın gecenin ilerleyen saatlerinde dayanamayıp koşuya çıkmadan önce Ada’nın tezgâha koyduğu keki yiyip beğenmesi gibi. Bütün bölüm Ada ile Bora cephesinde bastırılmayan çalışılan duygular ve cinsel gerilim nedeniyle kavgalara ve bağrışmalara denk geldiğimden nadir de olsa aralarında geçen bu komik andan bahsetmeyi bir misyon haline getirdim.
Ada’nın yere döküldüğünü fark ettiği unu silmek için eğilip yeniden ayağa kalktığı ana kadar geçen o kısacık sürede tezgahtaki keki hiç sorgulamadan ısıran Bora’nın Ada’ya yakalanmış hali fener görmüş tavşan misali bir şaşkınlıktı. Elini annesinin kurabiye kavanozuna sokmuşken yakalanan küçük bir çocuktan farkı yoktu. Cemre’nin Ada rolüyle dizide sık sık komedi sahnelerinde oynadığına şahit oluyoruz ama Aytaç’ın Bora rolüyle komedi sahneleri çektiğine pek rast gelemiyoruz. Halbuki mutfak sahnedeki komedi zamanlamasına bakılacak olursa Aytaç da bu konuda çok yetenekli. Bence senaristler bunu dikkate alıp acilen Bora’ya da komedi sahneleri yazmalılar.
Bora’nın gece gece koşuya çıkması düzenli olarak yaptığı bir şey mi bilmiyorum ama kafasını boşaltmak için çıktığı bu koşunun sonunun iyi bitmeyeceği önceden belliydi. Bora’nın hatası duygularının da gündelik iş problemleri gibi koşuyla kafasından atabileceği bir şey olduğunu sanmasıydı. Halbuki insan kafası bu kadar doluyken asla koşuya çıkmamalı. Yoksa sonu Bora gibi olur. Bir bakmışsın ayağın yere basıyor sonra bir bakmışsın yerdesin. Çünkü bu dünya üzerinde gerçek duygularından koşarak kaçabileceğin hiçbir yer yoktur. Bora’nın bu yaptığı yıldızları izlerken çukura düşen filozof misali beyhude bir çabadır. Onun nasıl gözü yıldızlardan başka bir şey görmediyse Bora’nın da gözü Ada ile yaşadığı yakın anlardan başka bir şey görmedi. Ve ne olduğunu bile anlamadan aşka düştü Bora.
Zavallı Ada! Selin söylediğinde bile Bora gibi bir adamın kendine âşık olabileceğine inanmıyor. Çünkü “ilk aşkıyla” evlenmezse sonunun mutsuzluk olacağını inanıyor. Bu inancını bir yenebilse aslında çok mutlu olacağı kendisine benzeyen bir adamla büyük bir aşk yaşayacak ama farkında değil. Farkında olmadığı doğru ama bilinçaltı farkında. Bora’nın burkulan bileğini görünce hemen yanına koştu. Keşke Bora bu kadar huysuz olmasaydı da biz de Ada’nın hemşirelik yaptığını görseydik. Ama ona da hak vermek lazım. Bir şeyler hissetmeden kızın gözüne bile bakamıyor.
Bora’nın bileğini burkmasının Ali’nin işine yaracağını kim bilebilirdi? Bu sayede Ada işlerini evden yapmak zorunda kaldı. Tabletini getirsin diye aradığı Selin’in yolu da bu şekilde Ali ile kesişti. Ali görür görmez Selin’den hoşlandı ki etkilenen tek taraf da o değildi. Selin de ondan hoşlanmasaydı yaptığı bütün esprilere güler, o şekilde sırıtır mıydı?
İçinde Bora ve Ada’nın yer aldığı her sahneyi yorumlamışken son sahnedeki büyük kavgalarından hiç söz etmemek olmaz. Zafer amca konuyu Tuğçe’nin aldığı evlilik kararına getirdiğinde Ada ve Bora’nın “aşk” konusunda bu kadar ateşli bir tartışmaya girebileceklerini tahmin etmiş olabilseydi; sanırım bu konuyu asla açmamaya özen gösterirdi. Ali “aşktan” bahsetmeye başlayınca Bora’nın Ada’ya bakma detayı güzel işlenmişti. Âmâ ben nereden bilebilirdim ki Bora’nın bölüm boyunca hissettiği o cinsel gerilimin “aşk” üzerine yapılan sohbet sırasında patlak verebileceğini.
Aşkın bir kandırmaca olduğunu düşünen Bora ile aşka kavuşmak için her türlü cefaya katlanmaya hazır olan Ada arasında aşk üzerine yapılan bu tartışma aslında yüzyıllardır kadınla erkek cinsi arasında süregelen bir tartışma…
-“Aşk denilen şey erkek gözüyle söyleyecek olursam bir kadını ilk gördüğün anla onu gerçekten tanıdığın an arasında yaşadığın jetlagtır. (…)”
-“Size kesinlikle katılmıyorum, Bora Bey.”
-“Öyle mi? Ben de buna hiç şaşırmıyorum, Ada.”
-“Neden şaşırmıyorsunuz?”
-“Çünkü kadınsın.”
Aşk üzerinde yapılan şu tartışmanın aslında “aşık atışması” olduğunu anlayan tek kişinin Belma Hanım olması ne kadar garip. Sanırım bazı şeyleri görebilmek için tecrübe sahibi olmak gerekiyor. Bora kalbini kıran kadından nasıl bir kazık yemişse karşılıklı aşkların ancak masallarda veyahut romanlarda olabileceğine inanıyor. Aslı’yı gerçekten tanımaya başladığı anda “yalanlarıyla” karşılaştığı için ilişkinin bittiği ima edildiğinden ileride Ada hakkındaki gerçek ortaya çıktığında fırtınalar kopacağını hissediyorum. Hadi sonumuz hayırlı olsun…
“-Kadın yapısı gereği böyledir. Aşka aşık.”
-“Evet yapımız gereği duygusal olduğumuz doğrudur. Erkeklerin yapısı gereği biraz şey olduğu doğrudur.”
-“Öküz, duygusuz, sığır. Hangisi?”
-“Sıfatları siz saydınız. İstediğiniz yere istediğiniz şeyi söyleyebilirsiniz. (…)”
-“Kadın yapısı gereği böyledir. Beş yaşındaki bir kız çocuğu tül perdesinin arkasına geçer, tülü yüzüne örter ben gelin oldum der. Ama babasının kravatını takıp ben damat oldum diyen bir erkek çocuğu göremezsin. Erkek hayatını mücadeleyle kadınsa hayallerle geçirir.”
Bora’ya tek taraflı dile getirdiği bu düşüncelerinden dolayı kızmış olsam da söz konusu erkekler olduğunda çok da haksız olduğunu söyleyemeyeceğim. Hayatı boyunca evlenmenin veyahut gelinlik giymenin hayalini hiç kurmamış bir kız çocuğu olarak kadınlara çocukluklarından beri masallarla aşılanan bir “evlenme” eyleminin olduğu gerçeğini yadsıyamayacağım. Tam bu yüzden evlilik kadın için hayatının son aşkına kavuşmasını sağlayacak bir mutlu son iken erkek için mecburiyetten yapılan bir sözleşme ya da ömür boyu tutsaklık gibi geliyor. Herkesin kendi hayatında kendi deneyimleriyle kazanmış olduğu bir tecrübenin olduğuna saygı duyup önyargıda bulunmaktan kaçınıyorum.
Bölümün kapanışını ise henüz aşka düştüğünü fark etmeyen veyahut aşka düştüğünü inkâr etmeye çalışan bu iki ahmağın en sonunda Ada’nın da kendi rızasıyla istifa etmesine neden olan kavgasından bazı cümlelerle yapmayı uygun buldum. Öyle hararetli ve şiddetli bir kavgaydı ki bu etraflarına yaydıkları elektrik herkese çarpmaya yeterdi.
-“Ben mi kişisel algılıyorum her şeyi? (Evet) Asıl siz gözünüzdeki gurur perdesini indirirseniz bizim gibi sıradan insanların inandığı şeylere aşk gibi mesela saygı duyabilirsiniz, belki. (…) Yok Zafer amca hiç önemli değil. Ben artık şaşırmıyorum. Bora Bey’in yaptıklarına, söylediklerine hiç şaşırmıyorum.”
-“Evet. Aynen öyle, Ada. Ben sana çok şaşırıyorum ama biliyor musun?”
-“Şaşırmayacaksınız bundan sonra. Ben yokum artık.”
-“Oh! Hele şükür!”
-“Ben gidiyorum.”
-“Git! Git! Hadi güle güle!”
-“Keşke sizi hiç tanımasaydım.”
-“Evet, ne güzel. Bak ne güzel oldu. İlk defa bir konuda aynı fikirdeyiz değil mi? Keşke ben de seni tanımasaydım. Adını bile bilmeseydim keşke.”
Bora gibi kalbi daha önce bir kez kırılmış insanlar sevdiklerinin kendilerini terk etmelerinden ya da yeniden kalplerini kırmalarından korktukları için hayatlarına giren insanları çileden çıkarıp kendi rızalarıyla onlardan uzaklaşmalarını sağlamak için ellerinden geleni yaparlar. Ada’ya olan zaafının farkına varan Bora’nın da bölüm boyunca kıza kötü davranarak yapmaya çalıştığı şey tam olarak buydu. Ada kalbinde bir köşeye yerleşmeden önce onu kendinden soğutma fikri en sonunda da işe yaradı. Böyle insanlar kalplerine yeniden bir şans verip aşkı yeniden tatmak yerine bu aşkın da bir gün bitebileceği fikrine takılı kalarak gerçekleşmeden önüne geçmek isterler…
Hem sevdiği insana ondan vazgeçsin diye eziyet ederler hem de içten içe asla vazgeçmemelerini umut ederler. O da Ada vazgeçsin diye kıza çok eziyet etti. Ona sürekli bağırdı, onu tersledi hatta işten çıkarmayı bile denedi ama son ana kadar Ada hiç vazgeçmedi. O da Ada’nın en kutsal gördüğü şeye yani “gerçek aşk” düşüncesine saldırdı. Ada ben artık yokum dediğinde rahatlamış gibi davrandı ama vazgeçmemesini umut eden yanı da hayal kırıklığına uğradı. Bu yüzden masayı terk etmek istedi ama aşkı izin vermedi. Ayakları onu geri geri götürdü. Aşk “o insanı ilk gördüğün anla onu tanıdığın an arasındaki jetlagtır” diyen bir adama keşke seni hiç tanımasaydım demek aşkını ilan etmektir. Hele de Bora’nın seni tanımasaydım deyişi, Fulya’ya da onun adıyla hitap etmesinden dolayı keşke adını bile bilmeseydim deyişi bence çok büyük bir aşk itirafıydı deyip yazımı tamamlıyorum.
Kapak fotoğrafı için teşekkürler @haiiozgee