Baht Oyunu 9. Bölüm ileTotal’de 2,95 reytingle 3. , AB’de 2,61 reytingle 4. ve ABC1’de 2,35 reytingle 5.oldu. Bölüm yorumu konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Bölüm bir önceki bölümün son sahnesinin kaldığı yerden yani Ada’nın içinde onun ve Rüzgar’ın adının yazılı olduğu yüzüğü Bora’nın elinde gördüğü sahneden başladı. Elinde Ada’nın tektaş yüzüğünü gördüğümde hiçbir ayrıntıyı kaçırmayan Bora’nın yaratılışı gereği yüzüğün içinde adlarının yazılı olduğu detayını da gözden kaçırmayacağına ve Ada’nın evli olduğu gerçeğini olabilecek en kötü şekilde öğreneceğine kendimi alıştırmaya başlamıştım. Tamam dedim “Ada yüzdü yüzdü kuyruğuna geldi, şansı buraya kadarmış”. Bu noktadan sonra hiçbir yalan onu kurtaramaz derken yüzüğü Bora’nın elinden alarak işin içinden bu kadar kolay sıyrılması ben de biraz hayal kırıklığı yarattı.
Ada’nın başına türlü dertler açan ve kendisi için manevi hiçbir kıymeti olmayan yüzükten kurtulma çabaları bölümün ilk komik sahnesiydi. Normalde dizilerde de tuvalete atılma ya da düşme yoluyla üstüne sifon çekilen yüzüklerin kaybolduklarına çok şahit olmuşuzdur ama söz konusu Baht Oyunu ve Ada’nın bahtsızlığı olduğunda Ada sifonu kaç kere çekmiş olursa olsun bu yüzük lanetliymiş gibi bir türlü gitmek bilmedi. Bunun üzerine yüzükten kurtulmak için başka bir yöntem bulmadan önce onu tuvaletin deliğinden almaya çalışması komikti ama onun yerinde olsam benim asla başvurmayacağım yöntemdi. Tuvalete düşmüş bir şeyi alacağıma yakalanmayı yeğlerim. Kaldı ki Ada da o iş için tuvalet fırçasını kullandı ama o fırçanın aslında ne için kullanıldığını biliyoruz…
Dizinin bölüm senaryolarının önceden yazıldığını biliyorum ama geçen haftaki yorumumda The Lords Of The Rings filmlerinden bahsettikten sonra Ada’nın bu hafta kendini Frodo’ya benzetmesi ya çok acayip bir tesadüf ya da diziyi yorumlarken o kadar kafa patlattım ki senaristlerle aramda alacakaranlık kuşağına konu olacak türde bir bağ oluştu!
Sanırım bu gece Doğrusöz malikanesinde yaşanan tek iyi şey Ada ile Bora’nın gece vakti evin içinde karşılaşmaları oldu. Onca zamandır aynı evin içindeler neden geceleri hiç karşılaşmıyorlar ki derken tam da yüzüğü elinde tuttuğu anın karşılaşmaları için seçilmesi mükemmel zamanlamaydı da Bora gibi akıllı bir adam için Ada’nın bu esnemeleri kaçmak için kullandığını anlaması zor olmamıştır. O yüzden Ada’ya “uyu sen uyu” derken başka bir şeyi kast edip etmediğinden şüphelendim ama Ali ile ona yeni bir asistan bulması konusunda yaptığı telefon görüşmesini işiten Ada’nın verdiği tepkiye gülümsediğini görünce emin oldum. Bora akıllı bir adam ama söz konusu Ada olduğunda çocukça hamleler yapabiliyor. O yüzden bu eyleminin Ada’yı derinden yaralayabileceğini düşünememesi normal.
Birkaç bölümdür Ada’nın uyanıkken gördüğü gündüz düşlerine ya da Bora içerikli rüyalarına rastlamayan bir izleyici olarak bu sahnelerin dönüşüne çok sevinmiş olsam da gördüğünün bir rüya değil; aksine kâbus olmasına üzüldüm. Zira sahne görüldüğü gibi yorumlandığında Ada’nın işe girdikten sonra kendi emekleriyle hak ettiği masasının Bora tarafından eskiciye verilmesini içerse de biz izleyiciler Ada’nın masasından ayrılmaya dair yaşadığı bu anksiyetenin aslında bir metafor olduğunu iyi biliyoruz. Ada açısından bu masa Bora ile geçirdiği zamanı ve asistanlığını temsil ediyor. O yüzden kâbusunu buna göre yorumladığımızda Bora’nın kendisini asistanı olarak gözden çıkardığını ve beraber yaşadıkları tüm anıları da görmezden geldiğini hissetmesinin bir sembolü haline dönüşüyor. Ada’nın değer verdiği her şey Bora’nın o masayı bir çöp gibi elden çıkarmasıyla birlikte değersizleşiyor ve önemini kaybediyor.
Ama derinlerde bir yerde o masanın birlikte geçirdikleri zamanın ve asistanı oluşunun ötesinde aslında Bora’nın ta kendisin temsil ettiğini o anlamamış olsa da siz anlamışsındır diye umuyorum. Ada gözden çıkarılmasının yanı sıra Bora’nın yerini bir başkasıyla doldurabileceğinden ve vaktinin çoğunu o insanla geçirebileceğinden kısacası Bora’yı tamamen kaybedebileceğinden dolayı anksiyete yaşıyor. Farkında olmasa da masa onun için Bora’yı temsil ediyor.
O masanın Ada’nın bilinçaltında temsil ettiği bütün bu ihtimalleri derinlemesine düşünmeden sadece anı yaşayacak da olursak itiraf ediyorum böylesine derin bir konunun Ada’nın rüyalarında böylesine komik bir şekilde yansıtılması inanılır gibi değil. Ben bunun Ada’nın mizacından kaynaklandığını düşünüyorum. Ada’nın masası için koşturması, hurdacının arabasından almaya çalışması, çekiştirmesi ama oynatmayı bile becerememesi, Bora’nın kendisini sert bir dille azarlaması, hurdacının onu ezip geçmesi ve Ada’nın yere kapaklanıp zıngıltı çekmesi hep onun mizacından kaynaklanıyor. Bu arada Cemre’nin çektiği zıngıltının senaryoda olmayıp doğaçlama olduğunu söylemeliyim.
Daha gördüğü kâbusun etkisinden çıkmayı başaramayan Ada bir de sabah kahvaltısında Bora’nın yanına oturunca ortalık panayır yerine döndü. Nergis teyzenin #AdBor çiftinin temellerini atacağım diye 1001 takla atarak yağdırdığı iltifatlardan Ada’nın artık yanında çalışmadığını ailesine söylemediğini anlayan Bora’nın yeni bir yalanını yakaladığı için kızgın olacağını tahmin ediyordum ama gerçeği bir çırpıda itiraf etmesini hiç beklemiyordum. Saklanan sır eğer onunla ilgili değilse o sırrı söylemeyi dedikodu sayan Bora’ya ne oldu? Sanırım ailesine söylediği yalanın bir parçası olmak istemedi. Ada için bu pek iyi olmadı ama bu ikiliyi masa başında evli çiftler gibi atışırken görmek güzeldi.
Ada’nın işe başladığı ilk günden beri görmezden geldiği alt/üst mevki durumları Bora’nın asistanı olmayı bırakınca ve onunla aynı evin içinde yaşamaya başlayınca doğal olarak daha da bulanıklaştı, bunu anlıyorum. Ama kaç kişi patronuna kahvaltı masanın altından akranıymış gibi tekme atıp hala işini elinde tutmayı başarabilir hiç bilmiyorum. Ama Ada’nın kuralları bu kadar esnetebilmesinde Bora’nın da payı olduğunu düşünüyorum. Daha ilk günden beri aralarına bir asistan-patron mesafesi koymaya çalışmadı. Aksine geçen hafta patronu olduğunu hatırlattığı çıkışma anı dışında Ada’ya daima aklından geçeni söyleyip aklından geçeni yapabildiği bir alan tanımış oldu. Belki de Bora gibi profesyonel bir adamın bunu yapmasının altında Ada’yı sıradan bir asistanı olarak görmemesinin etkisi vardır. Aralarında belli sınırların olmamasının nedenini tartışaduralım sebebi her ne olursa olsun aralarında yarım ağızla fısıldayarak yaptıkları konuşmayı ve masanın altından Bora’ya vurduğu anı izlemekten büyük bir keyif aldım.
Ofise gittiğinde Ada’yı kabusunu gördüğünden çok daha büyük bir travma bekliyordu: O da Bora’nın yeni bir asistan bulması. Ada tüm yaptıklarını masasını kaybetmemek ve ona bir başkasının oturmasını engellemek için yaptığını iddia etse de aslında bütün bunları Bora’yı başka bir kadına kaptırmamak için yapıyor ki bu konudaki ilk eylemi de asistan adaylarına ait cvlerin olduğu dosyayı ele geçirmek oldu. Öncesinde Ada’nın kendisinden önce evden çıktığı halde ondan sonra işe gelen Bora’dan hesap sorduğu sahneden biraz söz etmek istiyorum.
Bu arada yirmi sekizinci bir asistan olmasın diye girdiği iddia ve kendinden sonra gelecek olana bir günlük bile süre tanımaması bana işe kabul edildiği ilk günü anımsattı. Senaristlerin bu paralelliklere yer vermesini çok seviyorum.
Ada nedeni bilinmez ama daha işe başladığı ilk günden beri bir asistanın normalde hiç sormaması gereken soruları patronuna yönlendiriyordu. Devamlı olarak “nereye gidiyorsun, ben de gelecek miyim” vb. sorularla sanki Bora’nın asistanı değil de Bora’nın eşi gibi davranıyordu. Adeta Bora’yı sorguya çekiyordu. Bunun üstüne bir de kıskanma eklenince ben bu soruları sormasına artık hiç şaşırmıyorum. Ada yeni bir asistanın gelmemesi için elindeki bütün yıldırma taktiklerini kullanıyor ama Bora da pes eden biri değil; Ada’yı en iyi nereden vurabileceğini iyi biliyor.
Ada onunla her konuşmaya çalıştığında Bora’nın onu ofisinden kovması ya da “Patronun bekler” gibi deyişler dile getirmesi aslında Ada’dan kurtulmak istediğinden değil; aksine onu bırakıp Tuğçe’yle çalışmaya karar vermesinden duyduğu kırgınlıktan kaynaklanıyor. O yüzdendir ki bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde olsun kendi canını yaktığı gibi Ada’nın canını da yakabilecek yegâne sözcüğü her seferinde dile getirip iki tarafından da üzülmesine neden oluyor.
“Ne yapacak yeni gelecek asistan? Sizin ajandanızı tutacak (…) toplantılara girip çıkacak (…) kuru temizlemeden kıyafetlerinizi alıp bırakıp getirip götürecek (…) iş yemeklerine sizinle beraber gelecek. Eve girecek mi?
Kendime asistan alıyorum değil mi? Senin yaptığın her şeyi o da yapacak. Tamam mı? Her şeyi. Anlaştık mı?
Ben bunları yapıyordum zaten.
Ha bir de şey yapacak… bütün bunları yaparken bana asla yalan söylemeyecek. Asla.”
Bora belki bir ihtimal gerçekleri söyler diye bekliyor ama her “gerçekler” dediğinde Ada’nın ışık görmüş tavşan gibi kalakalması öfkesinin daha da büyümesine neden oluyor. Üstelik Ada da Bora her yeni bir asistan almaktan söz ettiğinde içini kaplayan bir hırsla yanıp tutuşuyor. Bora’nın sıradan bir asistanın yapması gereken her şeyi yapacak yeni bir asistan arayışının Ada’yı bu denli rahatsız etmesi ve eve girip girmeyeceğini sorması ilgimi çekti. Normalde bakıldığında bu eylemlerin hiçbiri Bora ve yeni asistanı için romantik bir ortam anlamına gelmiyor ama Ada başka bir kadının onun mahremine ve ailesine girmesinden korkup onu birlikte vakit geçirdiği insanlardan bile kıskanıyor.
Senaristlerin bazı kelimeleri eş sesli anlamda kullanmalarına ve bunu da izleyicinin gözüne sokmadan üstü kapalı şekilde yapmalarına bayılıyorum. Ada’yı ofisinden gönderirken “Bitti” deyişi ve Ada’nın “gerçekten bitti mi?” cevabı eş sesli bir anlama işaret ediyordu. Sadece aralarındaki konuşmanın bittiğine değil, aynı zamanda aralarındaki her şeyin bittiğine delalet ediyordu ama Bora’nın bunu inanarak söylediğini sanmıyorum. Hele de Ada’nın masasını nasıl öptüğünü gördüğünde verdiği tepki düşünülürse Bora’nın yeni bir asistan bulmaktan ziyade Ada’nın burnunu sürtmek istediğini düşünüyorum. Arkasından “daha çok özlersin masanı” diye verdiği tepkiler de bunu destekliyor.
Röportajdan sonra Bora’yı asistanını gereğinden fazla önemsemekle suçladığında Ada-Tuğçe arasında bir kırılma anı yaşanacağını düşünmüştüm ama bu hafta “girl power” olarak birlikte giriştikleri aksiyonun boyutunu düşününce yanıldığımı anladım. Ada’yı yanına şantajdan dolayı almış ve ondan kurtulabilmek için bir açığını arıyor olsa da bu bölümdeki #AdTuğ gerçeğini kabul etmemenin önyargılı hüküm vermek olacağının farkındayım. Hele de bölümde Tuğçe’nin yavaş yavaş Ada’ya benzemeye başladığı ima edilmişken. Tuğçe’nin bunu inkâr ederken sesini Ada gibi bir ton inceltmesi detayına bayıldım. Artık ben de #AdTuğ arkadaşlığının gerçeğe dönüşmesini umut edeceğim.
Asistan alımı konusunda Ada’nın attığı ilk adımın asistan adaylarına ait cvlerin olduğu dosyanın peşine düşmesi olduğuna dönecek olursam bu bölümün en eğlenceli sahnelerinin bu dosyayı ele geçirme, adayları ayıklama ve de onları mülakata alma süreci olduğunu söylesem kimse itiraz etmez herhalde. Ada’nın dosyayı ele geçirebilmek için aniden Bora’nın odasına daldığı ilk girişimi beni çok güldürdü ama telefonda bir görüşme yapmaya çalışan Bora’yı hiç mutlu etmedi diyebilirim. Ada’yı ofisinde gördüğü anda değişen mimikleri ve telefonda konuştuğu biri olmasına rağmen onunla ayak üstü kavga edişi beni eğlendirdi. Ada ne zaman etrafında olsa o ciddi ve profesyonel iş insanı kimliğinden sıyrılan Bora bambaşka bir kimlik ve boyut kazanıyor. Kim bilir belki de bunda Ada’nın söz geçiremediği yegâne insan olmasının da etkisi büyüktür ama Ada’yı kovalama sahnesi çok komikti.
Yüzünün şekilden şekle girişini, Ada’yı sinek kovar gibi odasından kovalayışını ve onun yüzünden dikkatini bir türlü telefona veremeyişine çare olarak eliyle gözünü kapatma yolunu bulması beni epey güldürdü. Ben sahneyi izlerken o kadar güldüysem kim bilir onlar çekerken kaç kere gülmüşlerdir diye çok düşündüm. Son sahnede elini gözüne götürme hareketini yapanın Bora değil; Aytaç olduğunu bile düşündüm. Ama benim asıl favorim Ada’nın bu dosyayı alabilmek için sırtı kapıya dönük Bora’nın odasına ikinci kere girdiği sahneydi. Bu defa hamlesini sessiz ve derinden yapmaya çalıştı ama ofisin camdan olduğunu ve dışardan birinin onu görebileceğini hesaplamadı. Çalışanı Ada’nın orada olduğunu anlaması için Bora’ya bir işaret çaktıktan sonra yaşanan her şey öyle komikti ki gülmekten karnıma ağrı girdiğini itiraf etmeliyim. Bora da az değil; Ada’ya çaktırmadan onu ortaya çıkarabilmek için masanın altından ayaklarını uzatması sonra onu yakalayabilmek için arkasını dönmesi falan. Ada resmen iş üzerindeyken yakalandı.
Bora’nın yüzündeki seninle ne yapacağım ben bakışı ve tam masadaki dosyayı alırken Bora’ya yakalanan Ada’nın ben masum bir çocuğum bakışı beni benden aldı. Ada ancak bu kadar tatlı olabilirdi. Bora’ya da helal olsun, adamla telefonla konuşurken istifini hiç bozmadı. Hem görüşmesini yaptı hem de Ada’yla resmen kedi-fare oyunu oynadı. Ada bu sefer masa altında fena yakalandı. Ada bile içinde bulunduğu bu saçma durumu geçiştirecek mantıklı bir açıklama yapamaz derken kısmen haklı olduğumu anlamam gecikmedi. Ada’nın kesinlikle mantıklı bir açıklaması yoktu ama ataşı bahane etmesi de inanılmazdı. Ada’ya özgü bi bahane bulmayı becerdi. Yalanına helal olsun Ada.
Bu dizinin senaristlerinin bilinçaltına yönelik mesajları, derin metaforları ve kelimeleri eş sesli anlamda kullanmayı sevdiklerini söylemiştim o yüzden çok ileriye gidiyorsam kusura bakmayın ama “Ataşınızı almaya geldim” cümlesini “Ateşinizi almaya geldim” gibi algılamamak mümkün mü? Valla benim kulaklarım öyle duydu. Onların yalancısıyım.
Ali ve Bora’nın akrabalık ilişkisine bayılıyorum. Sadece kuzen gibi değiller aynı zamanda birbirlerinin tek bir cümlesi ile elindeki işleri bırakıp birbirinin yardımına koşacak kadar da kardeşler. Bora daha önce Ali üzülmesin diye Celal’i saklamak için nasıl çabaladıysa bu bölümde de Ali aynı şekilde onu koltuğundan kaldırmayı başardı. Bora’ya yalan söyleyemeden gerçeği itiraf etmesi hoşuma gitti. Bunlar dizilerde görmeye alışık olduğumuz kıskançlık ve hasetle kuzenin kuyusunu kazmaya çalışan “kötü kuzen” tarzı bir ilişki değil. Halbuki bizlere dizilerde asıl düşmanımızı hep ailede aramamızı öğretmeye çalışan birçok hikâyeye çok yakın bir zamanda muhatap olduk. O yüzden senaristlere düşman kuzenler hikayesi yazmadıkları için teşekkür ediyorum. Konu belki sıradan olabilir ama içimizden. Biz öyle birbirinin kuyusunu kazan ilişkilerle değil; amca çocukları kardeştir anlayışı ile büyüdük. Hala da ona inanıyoruz…
“Sana kardeşim dedim. Hain çıktın. Demek yenge hanım dedi ki sana Bora’yı oyala. Sen beni getirdin güneşin altına oyalıyorsun ha. Sakın Ada’yla aramıza girme bu işten uzak dur.”
Bora söylemek istediğim doğallığı ve bizdenliği o kadar iyi tanımladı ki bunun üstüne bir şey söylemeye gerek var mı bilemiyorum. Terasta o sarılmaları yok mu o sarılmaları insanın en iyi dostunu kuzeninde bulması büyük şans…
Dostluklara gelince Ada ve Tuğçe’nin birlik olup Bora’nın asistan adaylarının cvlerini elden geçirdikleri sahne epey eğlenceliydi. Bu ikilinin söz konusu Bora olduğunda aralarında uçurumlar olması gerekirken köprüler kurup iş birliği yapıyor olmaları ilginç. Acaba bunda Ada’nın kıskandığı tek şeyin yerine geçecek bir asistan olduğunu düşünüyor olmasının bir etkisi var mı? Ada’nın paylaşamadığı şeyin Bora olduğunu bilse gene de Ada ile aynı cephede savaş verir miydi acaba? Bu soruların net bir cevabı yok ama Ada ve Tuğçe’nin yaptığının net bir ismi var: Sabotaj. Ada benden sonra gelecek bir asistan seçemesin diye en iyi eğitimlileri ve tam donanımları ellerken Tuğçe de Bora’dan medet ummasınlar diye güzel olanları elemekle meşguldü. O sırada çirkin ve yaşlı birine ait cv bulsalardı herhalde bütün dünya onların olurdu. Kızın tekini gözlüklü bir fotoğrafını koydu diye niyeti kötü deyip elediler; daha ne olsun.
Üstelik bu adayları güzel ve eğitimli diye eledikten sonra bir güzel de oturup keyfini çıkardılar ya ikisini de hayretle izliyorum. Ada bir de elini kolunu sallayarak redakte ettikleri o dosyayı odasına geri koyarken Bora’ya yakalandı ya üstüne tüy dikmiş oldu. Ama Bora’nın ne istediğini anlayamıyorum hem Ada’yı her fırsatta odasından kovuyor hem de ofisinin etrafında köpekbalığı gibi dolaşması ya da başı kesik tavuk gibi dolaşması hoşuna gidiyor. Yüzündeki gülümseme Ada’nın odaya başka bir niyetle girdiğini kuzeninden öğrendiği için mi yoksa Ada’yı asistan konusunda kıvranırken görmek hoşuna gittiği için mi, bunun yorumunu siz okuyuculara bırakıyorum. Beğenin seçin…
Bu gelişmelerin ışığında asistan alımı için yapılan görüşmelerin nasıl geçtiğinden söz etmeye gerek yok sanırım. Bir an acaba asistanlık pozisyonu için işe alım mı yapılmaya çalışılıyor yoksa bütün dünya iş birliği yapmış Bora’yı mı delirtmeye çalışıyor bir anlam veremedim. Ama bunun gibi bir iki tane daha görüşme yapmak zorunda kalsaydı “durdurun dünyayı inecek var” diye haykırmaya ve üstünü başını yırtmaya başlardı herhalde diye düşündüm. Bütün bunlar onu delirtmiyormuş gibi bir de Ada’nın alay eden sözlerine maruz kaldı. “Çağımızın problemi: Beyin Göçü” mü? Ada’ya ve onun gündemi takip eden bu çıkarımlarına bayılıyorum. İçinde mutlaka biraz mizah barındırıyorlar. Ah Ada! İç sesine de mi hâkim olamıyorsun? Bora’nın yüzüne baka baka geleceği varsa göreceği de var ne demek!
Son zamanlardaki faaliyetlerinden dolayı #AdTuğ ikilisi sadece dizinin sosyal medyadaki takipçilerinin değil; aynı zamanda dizideki karakterlerin de dikkatini çekmeye başladılar. Rüzgar’ın iyi arkadaş oldunuz şeklindeki yorumları, Bora’nın taktığı cici kızlar lakabı durumun ciddiyetini ortaya koyuyor. Bu bölümde içinde onların olduğu ve benim en çok güldüğüm cümle hangisi diye soracak olursanız yeni bir asistan bulana kadar kendisini paylaşabileceklerini söylediğinde Bora’nın verdiği tepkiydi: “Nasıl paylaşalım seni? Enden mi paylaşalım boydan mı paylaşalım seni?”. Bora’nın istediği zaman onu susturmak yerine hazır cevap olmasına bayılıyorum. O iki cümleyle hem öfkesini hem de eşine sık rastlamadığımız alaycılığını birlikte yansıttıkları için senaristlerimize çok teşekkür ederim.
Bora yeni bir asistan arayışına girdiğinde aslında niyeti gerçekten de bir asistan bulmak değil; asistanlığından istifa ettiği ve ona yalan söylediği için Ada’nın burnunu sürtmekti ama annesinin kısmet bulma çalışmaları yüzünden işin rengi değişti. Tuğçe’nin bu basiretsizliğinden ve bir arpa boyu yol kat edememesinden sıkılan Berna’nın gelin adayı Meltem’in tarafına geçmesi hoş olmadı. Sırf #AdBor çiftinin arasına bir duvar örsün diye Meltem’i alıp şirkete getirdi.
Dikkatinizi hiç çekti mi bilemiyorum ama Yasemin bile Meltem’in bacak boyunu öve öve bitiremezken ve Ali dahil şirketteki tüm erkekler de Meltem’i süzerken Bora’nın ona göz ucuyla bile bakmaması onun deli gibi âşık olduğunu kanıtlamıyorsa ben bir şey bilmiyorum demektir. Öyle aşık ki gözü Ada’dan başkasını görmüyor. Sadece ondan ve doğallığından etkileniyor. Siz senaristler bizi böyle adamların var olduğuna inandırıyorsunuz ya alacağınız olsun….
Bora Meltem’den etkilenmemiş olabilir ama Meltem’i görür görmez kafasında tehlike çanları çalmaya başlayan Ada ve Tuğçe’nin Meltem’in geliş nedenini öğrenene kadar odadan çıkmak istememeleri hele de Ada’nın koltuğa yayılıp kahve siparişi vermesi pişkinlikte son noktaydı. Ama geçiş o kadar organik bir şekilde yapıldı ki benim için bölümün ikonik sahnelerinden biriydi. Ada konu Bora olduğunda akranıyla konuşuyormuş gibi hareket ediyor. Onun patronu olduğunu biliyor, adını söylerken sonuna Bey kelimesini getiriyor ama ona patronuymuş gibi davranmıyor. Üstelik Meltem’in güzel olması nedeniyle sınırı daha fazla aşmaya başladı ama benim asıl dikkatimi çeken Bora’nın verdiği tepkiydi. Ada’ya bu konuda tepkisini bağırarak değil; mimikleriyle ve sinirden gülme krizlerine girerek vermeyi seçti.
Ama ben asıl kıskançlıktan gözü dönmüş Ada’nın Bora’nın ofisine girmeden orada ne konuştuklarını öğrenebilmek için Selin’e telsiz muamelesi yapması ve telefonunu odada bıraktırmasını hayretler içinde izledim. Ada bu kadarını yapmaz demek isterdim ama utanmasa içerde konuşulanları duymak için duvarda sinek olacaktı. Bora konusunda dikkatimi çeken şey nasıl ki şirkette Meltem’den etkilenmeyen tek kişi oydu; Ada odayı telefon aracılığıyla dinlerken kazayla ses çıkardığında onu duyan tek kişi de oydu. Aşık Bora’ya bak sen tüm duyu organlarını Ada’ya odaklamış.
Bora’nın gerçekten yeni bir yönetici asistanı almaya niyeti yoktu ki eğer arada annesinin hatırı olmasaydı ve Meltem iş istemek için kendisine gelmiş olsaydı, havadan sudan bir bahaneyle kızı işe almamanın bir yolunu bulurdu ama maalesef araya annesi girdi. Teklifini duyduktan sonra Bora’nın yüzünde beliren ifadeden belli Meltem’le çalışmaya gönüllü değil ama teklife de bir kere evet demiş bulundu. Bora bir şey demedi ama onun gibi emrivakileri sevmeyen ve iltimaslardan hoşlanmayan bir adam için annesinin yaptığı bu emrivaki kesinlikle hoş değildi. Bora bu emrivakiyi kabul ettiyse bunda annesini kırmak istememesinin ve Ada’ya bir ders vermek istemesinin payı büyük.
“…ve birbirimize inanacağız. Birbirimize olan inancımızı zedeleyecek şeylerden kaçınacağız.”
Kurduğu cümleden belli amaç dürüst olmadığı için Ada’ya ders vermek. Yoksa Bora yirmi sekizinci asistanını şirket çalışanlarına tanıştıracak ve o masanın Ada için anlamını bilmesine rağmen onu odasına taşıttıracak 1 adam değil.
Eğer istediği kendisi gibi Ada’nın da kafayı yemesini sağlamaktıysa Bora’nın istediğine kavuştuğunu söyleyebilirim; işe başladığında ona gösterilmeyen özen ve sıcaklığın Meltem’e gösterildiğini gören Ada, kelimenin gerçek anlamı ile aklını kaybetti. Hele de masasını Meltem’in kullanacağını ve masayı içeriye taşıyacaklarını öğrenince de nerede olduklarını unutup Bora’yı Meltem’i işe aldığı için iltimas geçmekle suçladığı anı nefesimi tutarak seyrettim.
Her zaman adaletli olmakla övünen Bora’nın bu suçlamalar karşısında verdiği tepki ve didişmelerini gören bu şirket çalışanlarının hepsi mi kör? Mesela Rüzgâr Ada’nın arkasından yas tuttuğu şeyin masanın kendisi değil; Ada için temsil ettiği şey olduğunu nasıl anlamadı? Ada’nın devrelerinin yanmadığını ve bunun düpedüz bir kıskançlık krizi olduğunu nasıl kavrayamadı hiç bilemiyorum. Bora ve Ada’nın bu yaptığının laubali bir çalışan ve öfkeli bir patronun kavgası değil; birbirlerine aşklarını itiraf edememiş iki aşığın söyleyemedikleri dolayısıyla içlerinde biriken enerjinin neden olduğu bir didişme olduğunu anlayabilirdi. Ada ve Bora 2 keçi gibi kafa kafaya vermiş aşıklar gibi tartışıyorlar.
Bir psikiyatr olsa Ada’nın yara alan yanının kalbi olduğunu söylerdi. Bu çıplak gözle alenen görülen gerçek sadece Baht Oyunu aleminde anlaşılamıyor. Meltem daha ayağının tozuyla bu etkiyi yarattıysa çok beklememize gerek kalmaz birbirlerine duygusal ve cinsel anlamda yükselen #AdBor çifti çok yakında dayanamayıp birbirlerine olan duygularını anlatamasalar da en azından bir öpüşme eyleminde bulunmuş olurlar…
Meltem’in güzel ve kalifiye eleman olup olmaması bir yana Ada eğer telefonda birisine içeriye sızmayı başardığını söylediğini duymasaydım da ondan şüphe ederdim. Daha masasına oturur oturmaz zamanın boşa harcanmaması gerektiğinden söz etmeye başladı. İşkolik bir patron için zamanı iyi kullanan asistan kaçırılmayacak bir hazinedir. Üstelik asistanlık göreviyle ilgili biraz fazla hazırlıklıydı. Kimse kusura bakmasın ama Bora’nın hazır cevaplık olarak adlandırdığı benim gözümde kesinlikle önceden prova edilmiş ve üstüne çalışılmış cümlelerdi. Hele konuşmanın sonunda dürüstlüğe önem verdiğini söylediğinde gelmeden önce Bora çok iyi araştırmış olduğunu anladım. Bora hiç sesini çıkarmayan, programını kusursuz yürüten, zamanını iyi kullanan ve her dediğine biat eden bu asistandan profesyonel anlamda hoşnut kalmış olabilir ama iki güne kalmaz ona karşılık veren, sürekli didiştiği ve kendisine asla boyun eğmeyen asistanı Ada’yı özlemeye başlar. Ki iki gün bile dayanabileceğini sanmıyorum.
Toplantıda olanlar Ada cephesinde hissedilen kıskançlığın ve Meltem’e karşı Tuğçe ile kurmuş olduğu ittifakın bir tekrarı olacağı için toplantı sahnesine değinmeyeceğim; bu sahne de kendisinden söz edilmesi gereken tek detay Ada’nın şirketteki işleyişi Meltem’e öğretmeyi teklif ettiğinde Bora’nın buna karşı çıkmamasıydı. Bana kalırsa Bora Meltem’i Ada’nın domainine verirken aklındaki Ada’nın asistanına ne kadar yardımcı olabileceği değildi. Görünürde Ada onu şirket çalışanlarıyla tanıştırdı; kahve makinesini nasıl kullanacağını gösterdi ama Bora’nın onları izlerken yüzünde beliren muzip gülümsemeden belli Meltem’e yardım ediyor gibi görünürken aslında içten içe onu sabote edeceğini biliyor. O yüzden Bora için bu oryantasyon süreci aslında bir maruz bırakma terapisi. Ada’nın sevmediği otu burnunun dibine sokma girişimi. Ada’nın sicilini biliyorken Meltem’i onun insafına bırakmasına bakılacak olursa Bora arkadaşı Meltem’in can sağlığını Ada’ya sinir etmeyi ve ona bir ders vermeyi düşündüğü kadar düşünmüyor.
Ada’nın kıskançlığı nedeniyle Bora’nın kahvesini dört şekerli içtiği gibi ufak tefek yalanlar söylemesini izlemek çok keyifliydi. Pek büyük bir şey olmadığının farkındayım ama diğer dizilerde sabotaj ve entrika denilince akla nelerin geldiği bir düşünülünce Baht Oyunu dizisinin bu çocukça şakaları insanın içini rahatlıyor çünkü günümüzdeki diziler entrikalardan geçilmiyor. Baht Oyunu dünyasının kötü karakterlerinin ruhları bile masumiyetini koruyor. Ada mesela Meltem’i asistanlıktan yıldırana kadar en çok bu küçük sabotajlarına devam ederdi eğer onun telefon konuşmasına şahit olup şirkete sızmış bir ajan olduğunu öğrenmeseydi. O andan sonra tek amacı onun bir ajan olduğunu Bora’ya kanıtlamak oldu ama bu girişimleri sicilinin bozuk ve Meltem’in de kurnaz olması nedeniyle hiç sonuç vermedi.
Meltem’i tam da Bora’nın bilgisayarını karıştırmaya çalışırken yakaladığında bu iddiasını kanıtlayabileceğini ya da en azından Bora’nın aklına bir kuşku tohumumu ekebileceğini düşünmüştüm ama olmadı. Bora Bey’in bilgisayarını karıştırıyordun dediğinde Meltem kendini savunmak için bilgisayarın şifresi olduğunu söylediğinde Bora’nın Ada’nın üzerine gitmesini hiç beklemiyordum. Ben en azından sen benim bilgisayarımın şifreli olduğunu nereden biliyorsun ya da bilgisayarıma gerçekten baktın mı demesini bekliyordum ama Ada gözünde yalancı çobana dönmüş.
Ada ve Bora’nın bu haftaki bölümde Elif ile aynı karede oldukları sahneler dışında çok fazla bir sahneleri yok ama Ada’nın asistanı hakkında konuşmak için Bora’yı gizli yeri olan depoya çektiğinde yaşadıkları an kesinlikle üstünde konuşulmalı. Ada onu Meltem’in bir ajan olduğu konusunda ikna edemedi -ki Bora’nın yaptığı savunma gerçekten saçma. Birlikte büyüdüğüm dediği kızı on beş yıldır görmemiş. Üstelik birlikte büyüdüler diye kız ömrü boyunca ona kötülük yapmamaya yemin mi etmiş oluyor- ama en azından aralarında cinsel tansiyonun yükseldiği bir an yaşandı. Sahnenin statiği çok güzeldi ama en çok da tansiyonun yükseldiği anlarda ışığı bir dekor ya da bir figüran olarak sahneyi zenginleştirmek için kullanmaları hoşuma gitti. Üstelik ışığı açıp kapama gibi bu basit eylem metafor olarak Ada Bora’yı gerçeklerle aydınlatmaya çalışırken Bora cehaletinin karanlığında kalmaya diretiyordu şeklinde de yorumlanabilir. O yüzden de hakikatin savunucusu Ada’yı bu sahnede biraz daha çok sevdim ve savundum…
“Bora Bey, ışığı kapattınız ve çıkmıyorsunuz.
Evet. Yani, hayır. Evet, ışığı kapattım ve çıkıyorum. O ışığı açmayacaksın.”
Meltem’in kendisine ne zararı dokunduğunu gözleriyle anlatan Ada detayına bayıldım. Farkında olmadan da olsa Meltem’den haz etmeme nedenini Bora’ya bakışlarıyla anlatmış oldu. Mesaj açık ve net: Meltem’den haz etmeme nedeni Bora’yla arasına girmesi ama Bora mesajı aldı mı onu hiç bilmiyorum. Ama konuşmadan sadece birbirlerinin gözünün içine baktıkları o sahne iki kelimeyle nefes kesiciydi. Onları öyle uzun uzun birbirine bakıyorken görünce dokuz bölümdür neden öpüşemediklerini anlamış oldum. Ada çok konuşuyor; Bora ise çok düşünüyor. Halbuki bir düşünmeye ve konuşmaya ara verseler çok daha fazla yol kat edecekler! Ama izin vermiyorlar ki kendilerine…
Halbuki Bora Ada’ya uzun uzun baktıktan sonra “gel aşkın karanlığında kaybolalım” dercesine ışıkları kapatıp loş bir ortam hazırlamıştı ama Ada tedirgin olup konuşmasaydı belki de ilk öpüşme tam da bu noktada gerçek olurdu. Nedense dar alanlardaki öpüşme anları oldum olası beni cezbetmiştir, nedenini bilmiyorum ama bilinçaltımda var bir şeyler diye düşünüyorum. Bu sahnede birbirlerinin kalp atışlarını duysalardı ya da sevgili rolü yaptıkları kamptaki gibi birbirlerinin nefes alıp verişini duysalardı sahnenin cinsel tansiyonu daha da yüksek olurdu diye düşünüyorum. Ada konuşmaya başladı ve Bora da hemen kafasını toplayıp düşünmeye başladı ve bir sahnede daha hayallerimiz elimizde kaldı. Halbuki Bora ne güzel kelimelerini seçme konusunda zorlanmaya başlamıştı. Yazık oldu.
Aslında Ada ve Tuğçe’nin hakkında belki bir bilgiye ulaşırız ve açığını yakalarız umuduyla Meltem’in peşine düşme sahneleri hakkında söyleyebilecek pek fazla bir şeyim yok. Rüzgar’ın iyi bir ikili olmaya başladıklarına dair tespitinin çok yerinde bir tespit olması dışında sanırım tek diyebileceğim eğer Ada bir gün işten kovulur, Tuğçe’nin de skandal videonun arkasındaki kişi olduğu ortaya çıkarsa birlikte “Tözün ve Dikman Dedektiflik Bürosu” açabilecekleridir. Ne yalan söyleyeyim biraz acemiler ama araba takibinden telefon takibine kadar her şey bu kızlarda mevcut. Tabi onu da tecrübe kazandıkça üstlerinden atarlar diye düşünüyorum. İpuçlarını doğru değerlendirmeyi başarabilirseler…
Gerçi haklarını da yememek lazım. Yeraltından Notlar diye pastane ismi mi olur gerçekten? Yeraltından Notlar gizli bir buluşma yeri olur ya da bir edebiyat dergisinin ismi olur ne bileyim en fazla gizli bir örgütlenmenin buluşma yeri olur. Pastane dediğinin adı da pastane sahibinden, bulunduğu semtten ya da bir meyve/ağaçtan gelir. Âmâ Rus edebiyatından bir yazarın adını seçmek “Türk mahallesinde salyangoz satmaya” benzer. Üstelik Yeraltından Notlar ismiyle verilmek istenen mesaj ne? Tariflerimiz o kadar gizli ki onları yeraltından alıyoruz gibi bir mesaj mı verilmeye çalışılmış olunuyor. Yoksa tüm bunlar ismi duyduğunda insanları merak ettirip onları pastaneye çekmek için mi?
Yeraltından Notlar adı üzerine daha fazla düşünmeye devam edersem beynim yanacak diye bu konuyu geçiyorum. Gördüklerini haklı olarak yanlış yorumlayan Ada ve Tuğçe’nin “Meltem’in bir açığını bulduk” düşüncesiyle bu bilgiyi Bora’ya yetiştirmeye Doğrusöz evine gittikleri sahneyi yorumlamaya geçiyorum. Öncelikle Bora’yı bulma umuduyla eve gelip Belma’ya yakalandıkları sahnede Ada’nın ağzından kaçırdığı Benimki lafı üzerine az konuşmak istiyorum. Benimki derken Bora’yı kast ettiğini aslında hepimiz biliyoruz. Ama Ada’nın bilinçaltının da Bora’yı böyle kodladığını bilmek ve dil sürçmesi sayesinde bunu dile getirdiğini duymak çok güzel. Kim bilir belki de Nergis diye diye Ada’nın bilinçaltına bunu işlemeyi başarmıştır. Eğer öyleyse iyi ki varsın N. Çünkü bizim böyle sahnelere ihtiyacımız vardı.
Bu sahnede dikkatimi çeken bir diğer noktada yana yakıla Bora’yı arayan Ada’nın onu mutfakta bulduğunda verdiği tepkiye Bora’nın yapıştırdığı cevaptı. Hani birini sevmeye başladığında onunla ilgili her şeyi ezber etmeye ya da bilinçaltına kaydetmeye başlarsın ya Bora’nın evi çok büyük bulan Ada’ya karşı kafasına kayıt ettiği ilk şey Ada’nın yer yön duygusunun zayıf olduğu olmuş ama ilginç olan o değil. İlginç olan ayrıntı bu durumu Ada’nın cümleleriyle ifade etmesiydi. Bu Ada’ya dair her şeyi kafasında kaydetmeye başladığının kanıtı değilse nedir bilemiyorum.
Ada’nın yanındayken muzipleşen ve daha alaycı bir hale gelen Bora’yı sevdiğimi ve bu bölümde tepkilerini genelde bağırmak yerine laf sokarak vermeyi tercih ettiğini söylemiştim ya Ada ona yeni asistanının çevirdiği gizli kapaklı işlerden söz ederken “Yeraltından Notlar” dediği anda Bora’nın kızı takip ettiği için kızması dışında oranın gerçekte neresi olduğunu kendisinin keşfetmesine izin verdiği o sahne tam olarak da buna bir örnekti. Tabirimi maruz görün ama Ada’yla dalga geçtiği sahnedeki mimikleri ve kısık ses tonu çok güzeldi.
Biz neden sürekli bağıran Bora yerine Ada’yla inceden alay eden Bora’yı görmüyoruz çok merak ediyorum. Zavallı Ada o mekânın bir pastane olduğunu öğrendiğinde lokması boğazında kaldı. Yalnız Bora’nın “gizli buluşmaların olduğu bir yer mi sandın?” derken ki ses tonundan mimiklerine kadar Ada’ya laf sokmasının parçası olan her detaya bayıldım. Bora da az değil; onunla alay etmek için Ada’nın mimiklerini ve ses tonunu taklit ederken epey komikti.
Meltem’in Bora’ya yaptığı konuşmadan aslında her hareketinin planlı olduğu çıkarımını yapmıştım ya sadece planlı değil; aynı zamanda fazlasıyla sinsi ve entrikacı da. Kızları peşinden pastaneye sürüklediğinde bunun bir tesadüf olduğunu düşünmeyi istedim ama telefonuyla görüşmeye tuvalete gidip telefonunu almadan bahçeye döndüğünde her şeyi planladığını ve onlara bir oyun oynadığını anladım. Ada’nın o telefona girmeyi başaramayınca herkesin parmak izleri neden aynı değil ya da yüzümü onunki gibi yaparsam telefonunu kandırabilir miyim gibi kendi içinde felsefi sorgulamalar yapmasını izlemek keyifli olsa da başkasının telefonuna ondan izinsiz bakmak suç olmalı. Kaldı ki Ada’nın hiç düşünmeden içine atladığı durum en başından beri ben bir tuzağım diye bas bas bağırıyordu.
Bora daha kalkıp Meltem’in peşinden gitmeye kalktığı an niyetini anlamıştı zaten. Ada’nın kafasının nasıl çalıştığını iyi biliyor. O yüzden telefonumu unutmuşum bahanesiyle tuvalete dönüp telefonunu Ada’nın elinde görünce rezalet çıkaran Meltem’e inanması o kadar da zor olmadı. Bu sahnede en çok dikkatimi çeken şeyler Zafer amcanın Ada’ya duyduğu sonsuz güven, hiç sevmediğini hatta bir açığını aradığını söylediği asistanı Ada’yı kanatlarının altına alıp korumaya çalışan Tuğçe ve Bora’nın korktuğum gibi olmayan tepkisi. Size söyledim Bora Ada’ya bağırsa bile bunu asla kalabalık önünde yapmıyor. Böyle düşünceli bir adam için bilmeyenler kaba demiyorlar mı inanamıyorum…
Yalnız Bora’nın bu defa ayrım yapmayıp tartışmanın her iki tarafına da eşit tepki göstermesi ve özellikle Meltem’i evine deyip göndermesi gerçekten içimin yağlarını eritti. Ada’yı kolundan tutup odasına götürdüğünde “eyvah şimdi ayvayı yedik” demedim değil. Ada’nın sert bir sorgulama sonrası uzun bir nutuk dinleyeceği belliydi. Ama bölümün fragman yüzünden en çok beklenen sahnesi en azından iddia edildiği gibi şiddet içerikli değildi. Kasmayın artık…
“O telefona baktın mı bakmadın mı, Ada? Bana cevap ver.
Mesaj gözümün önünde geldi. Ne yapsaydım gözümü mü kapatsaydım? Ben görmüş bulundum.
Yani az önce o kapının önünde yine yalan söyledin, değil mi? Bakmadım derken.
Bravo! Beni hiç şaşırtmıyorsun Ada. Sen beni hiç yanıltmıyorsun. Bravo, Ada.
Bence çok yanılıyorsunuz. Üstelik kendimi anlatmam için bana bir şans vermiyorsunuz. Beni dinlemiyorsunuz?”
#AdBor çiftinin başlıca sorunu da bu. Bora bir yalanını yakaladı diye Ada’nın söylediği her şeyden şüphe eder oldu. Ada da benden nefret etmesin diye gerçekleri anlatamaz oldu. Haliyle aralarındaki bu iletişimsizlik hem hikâyenin gidişatına hem de izleyicilerin bu çifti birlikte görme hayallerine kilit vuran zincir oldu. Ada’nın korkularında haksız olduğunu düşünmüyorum özellikle de üniversiteyi bitirmediği yalanına verdiği tepkiye bakılırsa. Ama sorun şu ki o yalan söylemeye ve bir şeyleri saklamaya devam ettikçe Bora’nın bu öfkesi de asla geçmeyecek; önyargıları bitmek bilmeyecek. O yüzden keşke Ada sevdiği insanı gerçekten koruyup duygularını incitmemeye çalışacağına gerçeği söyleyip kıyametin kopmasına izin verseydi. Dünyası belki altüst olacaktı ama o dünyanın altı belki üstünden daha iyi olacaktı. En azından hem kendini hem de ne düşüneceğini bilemeyen Bora’yı özgür kılmış olacaktı.
Bora ona açıklama yapması için bir şans verip kaçmasın ya da biri içeriye girip konuşmalarını bölmesin diye kapıyı kilitlediğinde artık bir yerlere varacağız diye çok heyecanlanmıştım hatta bir öpücük olacak diye de umutlanmıştım. Ada Bora’ya karşı dürüst olamadığı için kendini suçlu hissediyor. Ona yalan söylüyor olmanın utancını yaşıyor ama gerçeği söylerse de bu sefer onu tamamen kaybedeceğinden korkuyor. Vicdanı, suçluluk duygusu ve kaybetme korkusu arasında sıkışıp kalmış Ada’yı bir de onun sıkıştırması bence biraz acımasızca ama Bora’nın da gerçekleri bilmeye ve ona göre hareket etmeye hakkı var. Ama ikisi için de durum zor. Burada bir suçlu ve bir kurban durumu yok sadece şartların kurban ettiği iki insanın kavuşamaması var. Çünkü hayat sadece siyah veya beyazdan ibaret değil; bazen biz istemesek de griler vuku bulur. Kız sevdiklerini korumak için demiş ya daha ne desin nasıl anlatsın.
“Bırakın beni.
Ada. Asla gizleyemiyorsun, biliyor musun? Asla gizleyemiyorsun.
Anlamadım.
Meltem’i kıskandığını asla gizleyemiyorsun.”
Bölümdeki favori sahnem buydu. Umduğum gibi bir öpüşme yaşanmadı ama skalamda ona çok yakın bir sahneydi. #AdBor çiftini izlerken gerçek anlamda nefesim kesildi. Eğer gerçek hayatta bir #AyCem gerçeği yoksa hem Aytaç hem de Cemre’ye bu sahnedeki oyunculuk performanslarından ötürü ödül vermeliler. Aynı sahne içinde birbirinden farklı o kadar çok duyguyu bize geçirdiler ki anın duygusuna kapılmaktan çıkarım yapmaya kafa yorma konusunda çok zorlandım. Ada’nın söyleyemedikleri için kaçma isteği ve Bora’nın bu halde olmasını onu kıskanıyor olmasına bağlaması vicdan azabıyla içe dönük bir duygunun öfke gibi dışa dönük bir duygunun çatışma yaşamasına neden oldu. Ada’yı duvara yasladığında ve nefes nefese kaldıklarında peşinden neyin geleceğini ikisi de çok iyi biliyordu. Nefes nefese oldukları anda ne Ada’nın söylediği yalanların ne de Bora’nın öfkesinin bir anlamı vardı.
İster bilinçli ister içgüdüsel deyin, ikisinin aklında savaşmak yoktu. Hâkim tek bir duygu vardı: Birbirlerine karışmak birbirlerinin içinde kaybolmak. Ama bir şeylere yarım yamalak başlamamak ve evli olduğu gerçeğinin ağırlığından ötürü ilk Ada çekildi. Gözleri Bora’ya kilitlenmiş eli ise gerçek dünyaya kaçmanın bir yolunu ararken kilidin yolunu bulamadı ama buraya dikkat edin Bora gitmek istediği için Ada’yı bıraktı. Onu kendi iradesi dışında zorla alıkoymak istemedi. O zaman Bora nasıl şiddet yanlısı biri olabilir. Kadını zorla alıkoyan bir adam yazmayan senaristlerimize teşekkür ediyorum. Sorularına cevap bulmayı çok istediği halde Ada’yı zorla içeride tutmayı aklından geçirmedi.
Sınıf/statü düşünen annesinin aksine oğlunun Ada’ya yavaş yavaş âşık olduğunun hatta aşka düştüğünün farkında olan Zafer’in Bora ile yaptığı konuşma çok anlamlıydı. Ada kendini söylemek zorunda hissettiği yalanlardan ötürü duygularını gösteremese de Bora onu her yalancı olarak yaftaladığında duyguları inciniyor. O yalan söylüyor Bora dürüst davranıyor diye incinen tek tarafın kendisi olduğunu sanıyor. Halbuki Ada da yaşananlardan ötürü her yalan söylediğinde inciniyor ve onları Bora’nın duygularını umursamadığı için değil; önemsediği için söylüyor. O yüzden ona yalan söylediği için her seferinde cehennem azabı yaşattığı kızın kuş kanadı kadar kırılgan bir yüreği olduğunu anımsattığı için Zafer amcanın yüreğimdeki yeri artık çok farklı. Meğer adam olan biten her şeyin farkındaymış…
Ada sabah Elif’i okula gitmesi için hazırlayıp salona indirdiğinde evin mutfağından elinde Bora’nın içeceğiyle gelen Meltem’i görmekten hiç mutlu olmadı. Özellikle de eline tepsiyi tutuşturup ona hizmetçi muamelesi yaptığında. Ve bir karar verdi ne pahasına olursa olsun, bugün Meltem’in sakladığı sırrı öğrenip maskesini düşürecekti. Ama hayat nasıldır bilirsiniz sen bir plan yaparsın ama evrenin senin için farklı bir sürprizi vardır. Halbuki her şey hazırdı Tuğçe ve eniştesiyle birlikte Meltem’in telefonundan aldığı adrese gidip her şeyi tereyağından kıl çeker gibi öğrenecekti. Ama okula başlayan Elif’in yardımına ihtiyacı olması bir anda tüm planlarını değiştirdi ki buradan Elif’in Ada için daha öncelikli olduğu sonucunu çıkarmak mümkün. Söz konusu Elif ise Ada her şeyi bir kenara bırakır.
Bora’nın işe gitmek için evden ayrılmadan önce son kere dönüp Ada’ya bakmasının anlamı büyük. Bora asistanının Ada’nın eline tutuşturdu tepsiyi görseydi “Ada hizmetçin değil” diyerek yaptığı saygısızlığın hesabını ondan sorardı.
Tuğçe Ada’yı seviyor mu sevmiyor mu belli değil. Hem bir açığını bulup göndereceğim diyor hem de Bora’nın ona bağırıp bağırmadığını sorup birazcık da olsa onu düşündüğünü gösteriyor. Yoksa Tuğçe farkında olmadan Ada’nın sevimliliğinin etkisine mi giriyor bilemiyorum ama Ada’nın tavsiyesi yüzünden Rüzgâr ile nişanlandığı yetmiyormuş gibi bir de eniştesiyle nişanlı rolü yapmak zorunda kaldı. Tuğçe ve enişteyi aynı kareye koymak nereden akıllarına gelmişse iyi ki gelmiş. Meğerse aynı sahnede olduklarını izlemeye ihtiyacım varmış. Tuğçe koluna girdiğinde sanki eşini aldatıyormuş gibi hisseden enişteye “Ne çabuk kirlendin?” demesi inanılmazdı. Sanırım bu üç kelime bundan daha komik ve anlamlı bir şekilde bir daha asla yan yana gelmeyecekler. Bu sahnede komedi yeteneğiyle parlayan Aslı’nın ilk rolündeki başarısına çıkarıyorum. Karakteri sevmiyor olabilirim ama Aslı’nın yeteneğinin farkındayım…
Ama enişte rolünü iyi yapsa ve karakterden çıkmasa da bir şey fark etmezdi çünkü her şey dediğim gibi bir oyundu. Onlar kuyruklarına kovalayadursunlar, Meltem Bora’ya her ne için yaklaşmışsa alıp gidecekmiş gibi görünüyor. Bu oyunun tek faydası Meltem’in ülkeye döndüğünü söylediği tarihle gerçekten döndüğü tarihin aynı olmadığının Ada tarafından fark edilmesini sağlamak oldu. Onun dışında başka hiçbir işe yaramadı. Yazık!
Ada’nın bir mesajıyla gene ne planlıyor diye düşünerek terasa çıkan aşık Bora Doğrusöz gözümden kaçmadı. Ona mesaj atan Ada değil başka biri olsaydı acaba aynı hızla terasa çıkmaya karar verir miydi? Bence iş yoğunluğunu bahane eder veyahut bekleterek ayağına getirirdi. Ama mevzu bahis Ada olunca hiçbir yere geç kalınamıyor. Ama kızı gördüğünde burnundan kıl aldırmıyor. Zavallı Ada intihar edeceğimi düşünüp geldi diye bile sevinebiliyor. Tüm yaşadıklarından sonra Ada’nın umurunda bile olmadığını söylemesi sanki biraz fazlaydı. Ada’ya da yazık!
Elif’i okulun ilk günü yaşadığı kargaşadan sonra eve getiren Ada’nın aynı şeyleri yaşamış biri olarak Elif’i canından çok sevdiği için Belma’ya kendisine ve ailesine kaybettikleri aile ferdinin yasını yaşamalarına izin vermesi gerektiği şeklindeki tavsiyesinin çok sert bir dille ve tatsız bir şekilde terslenmesi konusuna hiç girmek istemiyorum. Çünkü Belma’nın torununu ve oğlunu onlara iyi gelen yaralarına merhem olan yegâne kişiden uzak tutma mücadelesi her geçen gün gözüme daha da sevimsiz geliyor. Ama şu kadarını söyleyebilirim ki torunu Elif üzülmesin diye kalmayı kabul eden bir aileye ve torunuyla 7/24 ilgilenen Ada’ya evinde sığıntıymış gibi davranması hiç hoş değildi. Bora bu yaptığını görmüş olsaydı Ada’ya saygısızlık yaptığı için annesine çok kızardı. Bora Ada’nın ağzından çıkan her sözün yalan olduğuna inansa da Elif gösterdiği şefkatinin ve sevginin samimi olduğunu çok iyi biliyor…
Annesinden duyduğu kırıcı sözlere rağmen hiçbir şeyi olmadığı iddia edilen adamı ve hayallerini kurtarabilmek için Doğrusöz evine döndüğünde Ada’nın karşı karşıya kaldığı manzarayla kapanışı yapmak istiyorum. Meltem’in onun odasını karıştırması beklendik ama duşunu kullanması hiç beklenmedik bir hareketti. İnsan daha dün bir bugün iki yanında çalışmaya başladığın insanın evinde hiç duş alır mı? Hadi aldı diyelim, evde o kadar banyo varken neden Bora’nın kendi kişisel banyosunu kullanıyorsun? Bora’ya ne demeli Ada duşu kullanmak istediğinde senin burada ne işin var diye ortalığı ayağa kaldırmıştı. Gerçi bunun sebebi o duştayken duşa girmeye çalışmasıydı ama olsun, Meltem’in Bora’nın duşundan onun bornozuyla çıktığını görünce durumu yanlış anlamamak pek mümkün olmuyor?
Senaristlerimizin bölümler arasında paralellik ve kontrastlar oluşturacak sahneler yazmasını sevdiğimi söylemiştim ya Meltem’in üstünde Bora’nın bornozuyla banyosundan çıktığını gördüğü sahne ile Bora’nın Ada’nın evine ondan özür dilemeye gittiğinde kapının önünde üstünde bornozla Rüzgar’ı gördüğü sahne arasında paralellik söz konusu. Üstlerindeki bornozun rengi bile aynı olduğundan bu ayna durumu benim çok hoşuma gitti. Bora Rüzgar’ı o şekilde görüp gitmeye çalıştığında Tuğçe’yi odamda üstünde bornozla görsen ne düşünürdün diye sormuştu ya o sorunun cevabını alabilecek olmamız çok güzel. Senaristler genelde bu tarz durum eşitlemelerini birbirlerinin yerine geçerek empati kurmalarını sağlayacak durumları pek sık kaleme almıyorlar. Bunun için senaristlerimize teşekkür ediyorum ve onu bornozlu gördükten sonra Bora’nın aklından da bunun geçtiğine yemin edebilirim. Ada’nın gözlerindeki bir tutam hayal kırıklığı ve öfke Bora’nın gözlerinde de bu duruma nasıl düştüm diyen bir ifadeyle bölümü tamamladık.
Haftaya Görüşmek Üzere… Şimdilik Hoşça Kalın…
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.