Bir genç kızın var olma mücadelesini, “Bergen”e dönüşme yolculuğunu anlatan BERGEN filmi vizyonda. İzlenimleri konuk yazar Bade‘den. Keyifli Okumalar…
Küçük yaşlardan itibaren müzikle iç içe büyümeme, farklı tarzlarda müzik dinlememe ve amatör olarak müzikle ilgilenmeme rağmen arabeskle olan münasebetim sınırlıdır. Arka arkaya yirmi arabesk şarkıyı ezbere oku deseler o repertuvara sahip olduğumdan emin olmadığım gibi arabesk kültürüne de hakim değilimdir. Yaşım itibariyle Arabeskin kraliçesi olarak addedilen Bergen dönemine yetişememiş ama geçmiş yıllarda muhtelif şarkıcıların cover’ları sayesinde birkaç şarkısını dinleme fırsatı yakalamış biri olarak kendisinin dramatik ve genç yaşında sonlanan hayat hikayesini okumuştum. Bu hikayenin filme dönüştürüleceğini haberini okumamdan itibaren de vizyon tarihini dört gözle bekler olmuştum. Dolayısıyla filmin gösterime girmesinin hemen ertesi günü sinema salonundaki yerimi aldım.
Sema Kaygusuz ve Yıldız Bayazıt’ın kaleme aldığı, Çekmeceler ve Zenne ( çok kalp) filmlerinin yönetmenleri Mehmet Binay ve M.Caner Alper imzalı film, sanatçının çocukluğundan vefatına dek hayatının önemli dönemlerinden kesitler sunması itibariyle 145 dakika gibi uzun bir süreye yayılmasına rağmen akıcı ve merak uyandıran temposuyla sıkmadan ilerliyor. Bana göre tek bir boş dakika bile yoktu. Seyrettiğimiz her sahne tıpkı puzzle’ın bir parçası gibi Belgin Salınmışer’i Bergen yapan yaşanmışlıkları temsil ediyor. Öğrendim ki sanatçının hayat hikayesine dair eksik bilgilerim varmış. Babasız büyümesi, satın almak istediği çello sayesinde sahne ismini Bergen olarak ataması, bu çelloyu alabilmek amacıyla para biriktirmek için öğrenciyken aynı zamanda postanede çalışması gibi detaylar yeni öğrendiğim bilgiler oldu. Ajitasyona son derece meyilli bir hikayeyi bu yola hiç sapmadan, ne eksik ne fazla, tam da olması gerektiği aktaran senaryo ve reji ekibine sonsuz tebrikler.
“Bıçaklandım, utandım. Gözümü dağladılar, utandım. Anama kapıyı açamadım, utandım. Bir tek şarkı söylerken utanmadım ben”.
Farah Zeynep Abdullah’ı birçok kez ekranda seyretmiş biri olarak kendisine özel bir hayranlık duymadığı belirtmek isterim öncelikle. Ancak bu filmde kendisine tek kelimeyle ba-yıl-dım. Bergen rolü için teklifin ilk önce Serenay Sarıkaya’ya gittiğini bilenleriniz vardır muhakkak. Serenay’ı çok beğenirim, her projesinde oyunculuğunu biraz daha geliştirmiş olarak çıktı karşımıza, sesinin güzelliği ve şarkı söyleme yeteneği de dillere destan. Kendisine olan beğenim bir kenarda dursun, asla yanlış anlaşılmak istemem ama fiziği, duruşu itibariyle kendisini oldum olası Avrupai tipli bulduğum için Acıların Kadını profiline olduramazdım. Farah Zeynep Abdullah role cuk oturmuş. Bergen’i sahnede seyretmemiş olduğum için o kulvarda yorum yapmam doğru olmaz elbette ama sanatçının çalkantılı özel hayatında dönüştüğü tüm ruh hallerini; mutluluğu, acıyı, öfkeyi, çaresizliği başarıyla yansıtmış. Oynamamış, adeta yaşamış Bergen’i.
Erdal Beşikçioğlu’nu yalnızca bir kez tiyatro sahnesinde seyretmiş – evet tek bölüm bile Behzat Ç seyretmediğimi itiraf edeyim – olmama rağmen hem oyunculuğunu hem de duruşunu oldum olası çok beğenirim. Bergen’e hayatı zindan eden sonra da onu acımasızca katleden canavarın gömleğini üstüne öylesine giymiş ki her sahnede kendisine biraz daha söverek, ondan biraz nefret ederken buluyorsunuz kendinizi. Her rolün oyuncusu olmak böyle bir şey işte. Ayrıca kurgu olmayan bir karakteri , hak ettiği cezayı çekmemiş, kanlı canlı aramızda yaşamaya devam eden, üstüne üstlük yaptığından pişmanlık duymadığını söyleyen bir katili canlandırma cesaretini gösterdiği için kendisini kutluyorum.
Bergen’in annesi rolündeki usta oyuncu Tilbe Saran ve sanatçının pavyonda tanıştığı, sonrasında ise en yakın arkadaşı haline gelen Nadire rolündeki Nergis Öztürk de performanslarıyla kesinlikle özgüyü hak ediyorlar.
Filmde failin adının bir kez bile geçmemesi takdir edilesi bir duruş olmuş. Bunun sebebini senarist Sema Kaygusuz şu şekilde açıklıyor:
“Hiçbir şekilde failin adını geçirmedik. Çünkü failin Bergen’i öldürerek elde etmiş olduğu bir erkeklik, tahakküm ilişkilerini sürdürülebilir kılan bir anlatı var. Ve orada kendini kahraman addediyor. Dolayısıyla orada erkekliği adlandırarak, bir erkeğe indirgeyerek değil, bütün dünyanın bir erkeklik meselesi olduğunu vurgulamak istedik. Burada erkeğin adı yok, kadının adı var. O erkeklik o kadar yaygın, o kadar iliklerimize işlemiş bir zihniyet ki, onu oradan kazımanın tek yolu, failin adını film boyunca hiç anmamak, sadece bir yerde geçirip onu bu hikayenin dışında bırakmaktı.”
Kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin hızının kesilmediği, “kadın” olarak yaşamanın gün geçtikçe zorlaştığı ülkemizde failin adını bile anmaya değer bulmayarak, onu bir birey olarak görmeyip yalnızca erkek olarak addetmek gibi politik ve duyarlı bir duruş sergilemelerinden ötürü senaristler büyük bir alkışı hak ediyor.
Öte yandan Bergen’i Bergen yapan Acıların Kadını şarkısının filmde neden söylenmediğini soran seyircilerin merakını yine senaristin yanıtıyla gidermiş olalım: “Bir kadın güvenmek istediği bir adam tarafından öldürüldüğünde ister istemez, doğal olarak feminist bir kahramana dönüşür. Bize bıraktığı temsiliyet budur. Dolayısıyla biz bu ana anlatıyı değiştirerek Bergen’in kudretini ona geri iade ettik. Acıların kadını şarkısını ne söylemesini istedik, ne de onunla anılmasını istedik. Çünkü bu şekilde Bergen topluma satıldı”.
Mahsun Kırmızıgül’ün paylaşmış olduğu bir tweet ile başlayan, biyografik filmlerde filme konu sanatçının kendi sesi mi kullanılmalı yoksa oyuncu, şarkıları kendisi mi seslendirmeli tartışmasına dair ben de iki kelam etmek isterim. Bu tartışmada Özcan Deniz’in tarafındayım. Seyircisi olduğum bir dizide, tiyatro oyununda ve filmde benim için aslolan hikayedir, kurulan dünyadır, aktarılmak istenen duyguların bana ne kadarının geçebildiğidir, oyunculuklardır. Müzik, şarkı, dans gibi görsel ve işitsel unsurlar o eseri zenginleştiren süslemelerdir bana göre. Kaldı ki esas işi “rol yapmak” olan bir oyuncunun şarkı söyleyebilmesi, üstelik canlandırdığı şarkıcının mimiklerine, tavrına, nağmelerine benzeyebilen bir performans ortaya koyabilmesi benim için çok daha kıymetlidir. Müslüm filminde Timuçin Esen için de aynı hissiyatı taşımıştım. Ülkemizde yetenekli oyuncuların yetişiyor olması gurur verici.
Bergen gişe rakamları oldukça yüksek. Sadece ilk üç günde 718 bin 43 seyirci tarafından izlenen film, rekor seyirci sayısı ile tüm zamanların en iyi biyografi ve tüm zamanların en yüksek drama filmi açılış rekoruna sahip oldu. Yoğun talep üzerine Türkiye genelinde salon sayısı artırıldı, ek salonlarda gösterime girdi.
Bergen’i sadece bir biyografik film olarak addetmek haksızlık olur. Bu bir kadın filmidir; ezilen, utanan, utandırılan ama her şeye rağmen güçlü kalmaya, dik durmaya, umudunu kaybetmemeye çalışan tüm kadınların hikayesi… Tüm ekibin emeklerin sağlık.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.