Bir Zamanlar Çukurova 79. Bölümünde bir önceki haftaya göre küçük düşüş yaşasa da zirvedeki yerini korudu. Reytingler, Total’de 12,74 reyting, AB’de 8,30 reyting ve ABC1 11,29 reyting… Üçüncü sezonun 16. bölüm yazısı konuk yazarım Gözde ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar^^
Bir Zamanlar Çukurova 2021’in, yeni yılın ilk bölümüyle ekrana geldi. Jenerikten önce Vahide Perçin’in görüntüleri silinmişti, şimdi de Uğur Güneş’in görüntüleri silinmiş. Onlarsız jenerik o kadar garip geldi ki anlatamam. Sanki başka bir dizinin jeneriği gibi… Size de öyle gelmiyor mu? Jenerikte hala Uğur Güneş’in adının yazdığını görünce şaşırdım, morg sahnelerini beklemiyordum, direkt cenaze günüyle başlarız diye düşünüyordum. Kendisi de veda mesajı yayınlayınca kesin böyle olacak diye düşünürken morgda Yılmaz’ın beyazlamış ölüsüyle karşılaşmak bayağı sarstı beni. Zaman atlamasına kadar birçok sahnede yine ağladım tıpkı geçen bölümdeki gibi.
Morgda Züleyha, Müjgan ve Fekeli’nin Yılmaz’a son sözlerini duyduk. Üçüne de ayrı ayrı duygulandım. Bu sahneler Hünkar’ın ölümündeki sahnelerin biraz tekrarı gibiydi ama başka ne yazılabilirdi ki? Yılmaz’ın ölüm makyajı o kadar gerçekçiydi ki tıpkı Hünkar’daki gibi, makyaj ekibini de tebrik etmek lazım. Züleyha’nın sözleriyle ZülMaz’ın ilk bölümdeki hallerini, ne kadar güzel olduklarını görünce “Keşke onların geçmişini daha fazla seyredebilseydik.” dedim. İlk bölüm çok akıcıydı ama daha sonraki bölümlerde araya doğum günü haricinde farklı flasback sahneleri girseydi çok iyi olurdu. Açıkçası Züleyha’nın sözlerinden sonra Yılmaz’ı kalbinden silebileceğine, kalbinin bir başkası için atabileceğine ihtimal vermiyorum.
“Sinemada avucunu açıp alyanslarımızı gösterdiğin gün yüreğim hopladı. Elini tuttum, kalbime götürdüm. Güm güm atıyordu. Çok mesuttum Yılmaz’ım. Bu saadet bana ömrümce yeter dedim. Bir mucize olsa da aşkımızın başına dönebilsek… İstanbul sokaklarında el ele dolaştığımız, vitrinde gelinlik baktığımız, işten kaçıp buluştuğumuz o günlere… O günlere dönebilsek yine seni severdim Yılmaz’ım. Bin kere Dünya’ya gelsem bin kere seni severdim. Allah’ın bizi birbirimizi sevelim diye yarattığına inandım. Şu ağrılı Dünya’nın bir sınav olduğunu, sevenlerin bu Dünya’da olmasa da öbür dünyada kavuşacağına inandım hep. Hala inanıyorum kurban olduğum. Beni bekle Yılmaz’ım. Elbet benim de ömrüm bir gün sonuna gelecek. İşte o zaman kavuşacağız kurban olduğum. Bil ki gittiğin yere kalbimi de ruhumu da götürüyorsun.”
Bazen gidenlerin ardından keşke deriz tıpkı Müjgan gibi. Müjgan ilk defa morgda dile getirdi Züleyha ile aralarına girmemeyi dilediğini. Geç kalmış bir itiraftı bu. Onu uzaktan sevmeyi tercih ederdi son bir kez cansız bedenini öpmeye. Müjgan Yılmaz’ı artık sevmediğini söylüyordu ama eskisi kadar olmasa da kalbinde hala onun için yanan bir ateş vardı henüz tam anlamıyla söndüremediği. Sadece uzun zamandır Züleyha’ya olan nefreti bunu bastırıyordu. Bana biraz da Fikret’le yakınlaştığı için kızgın gibi geldi. Fikret’e olan bakışlarında bunu hissettim.
Cenaze, dua gibi sahnelerle ilgili birçok ince detay yazılmıştı. Yılmaz’ın cenazesine dair yapılan anonsta Adnan Yaman ve Kerem Ali Akkaya’nın babaları denilmesi çok duygulandırdı beni. Yılmaz, Adnan’ı nüfusuna alamadı belki ama onun babası olarak anons edildi. Adnan’ın ilerde soyadı değişmese bile adının Yılmaz yapılması çok anlamlı olur.
Fekeli, cenazeden önce son kez evini görsün diye Yılmaz’ın cenazesini eve getirtmiş. Bunu hala pek çok kişi ölen yakını için yapıyor. Cenaze namazında Yılmaz için helallik istenirken Demir’inkini ayrı olarak yüksek sesle duyduk, Züleyha ve Müjgan’ınkini de. Yılların düşmanlığından, onu defalarca öldürmeye teşebbüsten sonra Demir ona hakkını içten bir şekilde helal etti, tabutunu omuzladı. Açıkçası bana ona yaptıklarından, en çok da oğlundan ayırdığı için pişman gibi geldi. Adnan’ı da hazırlayıp cenazeye götürdü, bu da bunun bir göstergesi aslında.
Fikret ilk defa Demir’e olan düşmanlığını ona da hissettirmeye çalışıyor gibiydi. Sanıyorum Yılmaz’a bunca acı çektirdiği için ona tavırlıydı, sadece Adnan Yaman’la ilgili durumdan dolayı değil. Yılmaz’ın tabutunun ününü dünyaya yaymak istediğini narenciye ağaçlarıyla süslü çarşı içinden geçişini gördük. Henüz birkaç bölüm önce o yolda oğluyla el ele yürümüştü. Hem camide farklı bir avlu hem kortej için başka bir yol seçilmesi yerinde olmuş. Mezarlıkta kefene sarılı ölü tabuttan çıkartıldığında Saniye’nin Adnan görmesin diye onu öbür tarafa çevirmesi de doğru bir davranış. Ben ailesi olsam, cenaze alanına hiç sokmazdım ufacık çocuğu mesela.
“Bekle beni sevdiğim. Bekle Yılmaz’ım. Kavuşacağız. Oğlumuz bana emanet. Oğlumuz bana emanet merak etme.”
Züleyha mezara karanfil atarken Müjgan yanına gelip elini omzuna koydu. Birkaç ay önce öldürmeye çalıştığı kadını acı çekiyor diye teselli etti, ölümden öte her şeyin boş olduğunu gösteren bir andı. Açıkçası cenazede Züleyha ve Müjgan’ın hali çok duygulandırdı. İkisi de hem çok acı çekip hem de güçlü durmaya çalışan kadını çok başarılı yansıttı. Boşanmak üzere de olsalar Müjgan için de çok üzüldüm. Fikret’in Müjgan’a ara ara üzülerek baktığını, Demir’in de aynı şekilde Züleyha’ya baktığını gördük. Bundan sonra çift olarak olmasa da manevi olarak mutlaka yanlarında olacaklar her iki adam da. Özellikle Demir, Züleyha’nın morgdan çıkışından itibaren her an yanında oldu. Onun bu kadar üzülüyor olmasıydı onu üzen şeylerden biri de.
Ama en çok Adnan’a üzüldüm. Daha yeni kavuştuğu, doyamadığı babasına farkında olmadan veda etti. Daha akşam “Cici. Cici.” diye seviyordu hasta babasını. Mezarlıkta toprak atılma bittikten sonra bir anda babasının mezarına doğru koşup Fekeli’ye uzun uzun sarıldı. İlk defa dedesine burada sarılacağı varmış. Fekeli ona “Yılmaz’ım” deyince kucağına atlamasına, gözünü diktiği babasının fotoğrafına doğru “Baba” demesine kalbimi bıraktım. Ah keşke yaşasaydı da fotoğrafına değil de kendisine baba diyebilseydi. Zaten hissetmişçesine ilk kez Demir’e değil de ona baba demişti hatırlarsınız.
Demir’in onu akşam babasının okumasında bulunması için Fekeli’nin konağına getirmesi de çok doğru bir hareketti. Onun babası olduğunu cümle alem bildikten sonra olması gereken bu. Kerem Ali gibi onun da hakkı orada bulunmak. Ne kadar da hissetmiş gibi babasının öldüğünü sakin bir çocuktu cenaze ve dua ortamında. Kerem Ali de ne kadar sakindi, büyümüşte küçülmüş bir adam gibi. Aferin Adnan’a, yani Ömer Fethi Canpolat’a. Tabii bir aferin de Kerem Ali’yi oynayan bebeğimize. Bence bu bölümün yıldızı onlardı.
Adnan babasını özledi diye Üzüm’ün onu Yılmaz’ın mezarına götürdüğü, birlikte dua ettikleri sahneye ne demeli? Hiçbir çocuk bu kadar küçük yaşta babasını kaybedip yetim kalmasın, büyük yaşta bile zorken böylesi daha da zor. Neyse ki bu iki yavrunun da onu öz evladı gibi seven babaları var: Demir ve Gaffur. Yalnız bir an akşam vakti mezara yalnız gidiyorlar sandık, neyse ki Züleyha ve Demir peşlerinden gelmiş.
Yılmaz’ın yedi mevlidinin Züleyha rahatça gelebilsin diye camide yaptırdı Fekeli. Ne kadar da ince bir düşünce. Ben de “Neden ilk akşamki okumada Züleyha yok?” diyordum. Neyse ki kırk mevlidini de seyretmedik. Açıkçası bu kadar sık mevlit sahnesi seyretmekten afakanlar basmıştı. Fekeli’nin Hünkar’dan kısa süre sonra evladını kaybetmesi çok zor. Zavallı adam ömrü boyunca tüm sevdiklerine doyamamış, hepsini kaybetmiş. Kader onun yüzünün ömürlük gülmesine izin vermiyor besbelli. Ve gerçekten de ne Hünkar ile o kavuşabildi ne Züleyha ile Yılmaz. Her ikisi de sevdasının peşinden koştu ama kavuşamadı. Fekeli, Yılmaz’ın ilk okumasında da yere düşecek gibi oldu. Umarım kalbi Hünkar’ın katilinin yakalanmasını görebilecek kadar dayanır. Behice ile yüzleşmesi şart çünkü.
Züleyha’nın Yılmaz’ın mezarını ziyaret ettiği sahnede Yılmaz’ın ruhunun gelip ona uzaktan bakması içimi burktu. Çocukları annesiz kalmayacak olsa bir an önce o da ölsün, öteki tarafta kavuşsunlar derdim.
“Bugün tam yedi gün oldu. Beni böyle boynu bükük, gözü yaşlı bırakalı tam yedi gün. Sensizliğin, yokluğunun, boşluğunun tam yedinci günü. Hiç tahmin etmezdim biliyor musun senin için camide el açıp dua edeceğimi? Beni böyle bırakıp gideceğin hiç aklıma gelmezdi. Nereye gittin Yılmaz?”
Züleyha ile Yılmaz’ın nasıl tanıştıklarını ilk defa bu bölüm öğrendik. Keşke daha evvel öğrenmiş olsaydık. Şimdi Züleyha anlatırken hayalimizde canlandırmak yerine görebilseydik daha güzel olurdu. Etkileyici bir tanışma hikayesiydi. Yılmaz, Züleyha’yı ağabeyinin elinden dayak yemekten kurtarmış. Tam ona göre bir hareket. Züleyha’nın bunu aniden Demir ve Sevda’ya anlatması kötü niyetli değildi, Demir’e acı çektirmeye falan çalışmadı. Şu an onu arkadaş, dost gibi gördüğü için paylaşmak istemişti. Açıkçası bu hikayeyi dinleyen Demir için üzülmedim dersem yalan olur. Ama daha önce sormamış olması da normaldi, yerinde olsam ben de soramazdım.
Züleyha haklı olarak konaktan gitmek, ayrı yaşamak istedi. Demir’in kararına saygı duyacağını söylemesine ama gönlünün kalmasından yana olmasına şaşırmadım. Tüm yaşananlara rağmen Züleyha hala onun karısı ve çocuklarının annesi. Züleyha, onun vazgeçilmezi.
Şermin ile Füsun’un cenaze ve okumada dedikodu yapmaları da Gaffur’un okumadaki davranışları da yersizdi, ama cenaze temalı bölümdeki ağır dram havasını yumuşattığı için bana iyi geldi. Ayağını burktuğu için cenazeye gelemeyen, okumada aşağıya gelip insan içine çıkmayan Behice’yi sözleriyle sinir etmesi şahane bir hareketti Şermin’in. Benim tanıdığım Behice, Yılmaz Müjgan’la boşanamadan ölüp miras yeğenine kaldığı için aslında zil takıp oynamak istiyordur. Daha adamın gömüldüğü gün tapu konuşan bir paragöz yani, dur bir kırkı çıksın. Allah böyle verdi cezasını musibetin.
Behice: “Sen şeyi ne yaptın, tapu işini falan? Biraz baktın mı, neyi var neyi yok? Topladın mı tapuları?”
Müjgan: “Hala daha bugün gömdük ya Yılmaz’ı?”
Hemen mirasla ilgili, alınca gidip Moda’da yaşamak gibi planlara başladı. Müjgan pek oralı gibi değil ama aklını çelmesi de zor görünmüyor. Bu konuda yanında konuşabilmesine izin vermesi bile bunun göstergesi. Yılmaz’ın mirası açıklandığında ve malı mülkü kalmadığını öğrendiğinde Behice’nin yüzünün alacağı şekli görmek için sabırsızlanıyorum. Katil olduğunun ortaya çıkmasından daha fazla heyecanlandırıyor beni bu an.
Gaffur’un Almanya’ya kabul kağıdı geldi ve sonunda Demir de öğrendi onun Almanya’ya gideceğini. Ama gereğinden sert bir tepki verdi. Sevda’nın da dediği gibi Demir onların beyi, işvereni ama sahibi değil. Sevda ne kadar da doğru şeyler söyledi, Demir’e Gaffur’a kızmakta haksız olduğunu gösterdi, onu doğru yola sevk etti. Ama Fadik konuşmanın sonunu duyduğu için çalışanlar arasında yine kötü oldu kadın. Yine kararsız kaldım bu bölüm iyi biri mi kötü biri mi bu Sevda?
O yıllarda filmlerden gördüğüm kadarıyla Almanya’ya gitmek bir hayli modaydı ve iyi para kazanılıyor gibi gösteriliyordu. Gaffur’un konaktan ayrılma sahnesi duygusaldı. Özellikle Üzüm’ün minibüsün arkasından koşması… Zaten babasızdı, tekrar babasız kaldı çocuk.
Ama Almanya öncesi İstanbul’a giden Gaffur elindeki paraları da kaptırıp Almanya’ya gidemeden gerisin geri Adana’ya, konağa döndü. Meğer daha ilk başvuru zamanından başlamış bu dolandırılma hikayesi. Bizim Gaffur da aylar yerine hemencecik gidebilmek için kanmış tabii. Sadece bu uğurda Gülten’in arsa tapusunu kaptırmış olmasına üzüldüm. Hem Hünkar’ın katilini saklayacaksın hem kendi suçundan da yırtacaksın, oldu paşam. Açıkçası bu başına gelenleri hak etti. Hem konaktan ayrılırken hem konağa geri döndüğünde Demir’le olan sahneleri çok komikti doğrusu, DemGaf ikilisini seviyorum. ^^
“Elimi yalayıp durma.”
Yalnız Gaffur sahneleri lüzumundan uzundu, onun yerine Züleyha’nın Yılmaz için üzüldüğü sahneleri seyretmek isterdim.
Yılmaz’ın yedi duasından sonra dizide beklediğim gibi üç aylık bir zaman atlaması oldu. Züleyha konakta yaşamaya devam etmiş. Bunu Leyla için yaptığına eminim. Yılmaz’la evlendiklerinde Leyla’yı alabilme ihtimali daha yüksekti maddi durumdan dolayı ama şimdi tek başına yaşayacaktı. Bir de Yılmaz’ın tuttuğu o evde yaşamak, anılarla bir arada olmak zor gelmiş olabilir. Ölen yakınınızın son günlerini geçirdiği evde yaşamak hiç kolay değil, yanınızda evladınız bile olsa. İnanın anılar peşinizi hiç bırakmıyor.
Züleyha, çocukları için acısını içine gömüp Hünkar gibi hanım ağa olmaya karar vermiş. Ama bu onun yas tutmadığı, Yılmaz için üzülmediği anlamına gelmez. Başkalarının yanında gülüyor olması kalbinin ağlamadığı, yalnızken gözyaşlarını akıtmadığı anlamına gelmez. Eminim her gün Adnan’a babasını anlatmaya devam ediyordur. Sanki yakınını kaybeden hiç kimse işine gücüne devam etmiyor mu? Buruk da olsa bir özel gününü kutlamıyor mu? O yüzden ben Züleyha’nın konakta kalmasına da hanım ağalığa soyunmasına da kızmadım. Ama bunu yaparken Hünkar’ın kıyafetlerini giymeye, saçını onun gibi topuz yapmasına yani ona benzemesine gerek yoktu. Onun geleneklerini yaşatmak için toplu sünnet ve resmi nikah organize etmesi ise güzel. Bunlar Hünkar’ın en beğendiğim davranışlarındandı. Gülten ile Çetin’in düğünü esnasında olacakmış bu resmi nikah kıymalar. İşte Yılmaz öldü ama hayat devam ediyor, etmek zorunda. O öldü, yas tutuyoruz diye evlenmeyecek halleri yok tabii ki. Yalnız umarım Hünkar’a ait takılardan birkaçını Demir’den izinsiz, kendi başına Saniye, Gülten ve Fadik’e vermemiştir. Bence onların buna hakkı vardı, yerinde oldu birer hatıra kalması.
Nihayet beklenen karakter Ümit, Çukurova’ya giriş yaptı. Araba sürerek gelişi bana Fikret’in Çukurova’ya gelişini hatırlattı. Benzer bir hava vardı sahnede. Lastiği patlayıp yolda kalınca Demir’le karşılaştı. Züleyha’ya olan aşkından hiçbir zaman vazgeçmeyeceğini söyleyen ve bunu bize hissettiren Demir, nasıl ilk görüşte Ümit’ten etkilendi yahu? Acaba boşanmaya karar vermelerinden sonra geçen süre onun hislerini bastırmasına mı neden oldu? Gerçekten arzu ettiği gibi Züleyha’dan vazgeçmeyi mi başardı yoksa?
Hande Soral’ın performansı için yorum yapmak için henüz erken. Ama kesin şu an dizide olan biri ya da birileriyle bir bağı var. Acaba Sevda’nın üstüne basa basa andığı kızı o mu? Fikret’le bir bağlantısı var mı?
Bu arada acaba Demir, Ümit’in giyiminden mi etkilendi? Züleyha’yı ilk gördüğü anki gömlek, hırka ve küpe vardı üzerinde yahu. Ve saçını da tıpkı onun gibi savurdu. Tesadüfün böylesi. ^^
Bölümü ağlayan, yıkılmış Fikret’in gece mezarlıkta Adnan Yaman’ın mezar taşını parçalamasıyla noktaladık. Bence eğer babası ise son anda bunu dile getirmesi daha fazla merak uyandırıcı olabilirdi. Yalnız bu dizide neden herkes mezarlığa gece vakti gidiyor? Haydi Fikret gizli bir ziyaret yapıyor, mezar taşı kırıyor diye onu normal karşılayabilirim ama ya diğerleri? Fekeli, Demir, Züleyha, hatta Üzüm’le Adnan bile. Mezar ziyareti gündüz yapılır yahu, gece de nerden çıktı sevgili senaristler? Bundan sonra dizideki favori karakterim Fikret olacak gibi görünüyor. Demir pişman oldu, Yılmaz onu affetti ama yine de benim içim soğumadı. Yılmaz’a çektirdiklerinin cezasını yeterince çekmedi. Demir öyle yeni bir kadına aşık olup güllük gülistanlık devam etmemeli hayatına. Senden ümidim var Fikret Fekeli, arkandayım.
Resmen Çukurova’da yeni bir dönem başladı. Keşke Yılmaz’ın ölümü finalde olsaydı da böyle olmasaydı tabii… Bari dizide 1979 yılına geçmişken 1980 darbesi öncesi siyasi olaylara da yer verilse daha gerçekçi olur. Dönem dizisi sadece eski kıyafetler ve yaşantı tarzlarından ibaret olmamalı. Bakalım Çukurova’da yeni dönemde neler olacak? Peki sizler bu bölümü nasıl buldunuz?
Bir Zamanlar Çukurova dizi yorumları için İzledim / Bir Zamanlar Çukurova kategorisini ziyaret edebilirsiniz.
Bir Zamanlar Çukurova 80. Bölüm Fragmanlar
(henüz yayınlanmadı)