Bir Zamanlar Çukurova Total’de 12.52 reyting 28,73 share ile, AB’de 7.97 reyting 19,84 share ile ve ABC1 10.78 reyting 24,48 share ile her üç grupta da zirvede. Bu sezonun Total’deki en yüksek izlenme oranına ulaşan bölüm yazısı konuk yazarım Gözde ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar ^^
Bu bölüme dair izlenimlerimi yazmak benim için çok zor. Henüz İzmir’de yaşadığım depremin üzerinden bir hafta geçti ve evimiz sağlam olmasına rağmen korkumuz devam ediyor. Üstelik tıpkı Demir gibi önce babamı, ardından yıllar sonra annemi kaybettim ben de. Ve üzerinden yedi yıl geçmesine rağmen acım hala taze… O yüzden seyrederken hem duygusallığımdan hem karakterlerle empati yaptığımdan devamlı ağladım ve bölümden sonra yüreğime bir ağırlık çöktü. Hala yazı için duygusal sahnelerden birini açtığımda hemen gözlerim doluyor.
Züleyha ve Yılmaz’a yaptıklarından dolayı Hünkar’ı çok uzun süre sevmedim, evet. Ama yaptıklarının gerekçesini anlayabiliyordum. Fakat o gerçekten pişman olduğunda ve hatalarını telafi etmek için çabaladığında samimiyetine ben de Züleyha gibi inandım. Züleyha’nın yerinde olsam onu affeder miydim, yeniden “Anne” der miydim bilmiyorum ama Hünkar’ın Züleyha’ya bir süredir anne şefkati verdiği, hatalarını telafi etmek ve onun mutlu olması için çaba gösterdiği de ortadaydı. Sanırım buna kayıtsız kalamazdım.
Yalnız Hünkar’ı sevmediğim dönemlerde bile Fekeli ile aralarındaki sevdanın gerçekliğini, ikisinin uyumlarını kabul etmemek imkansızdı. Yine de yaptıklarından dolayı Fekeli’nin ona sırt çevirmesini istedim ve nikah iptal olup aralarının açılmasından da memnun oldum. Hünkar pişmanlıklarıyla değiştiğinde ise yeniden bir araya gelmelerini de istedim ve evlenme kararlarına çok sevindim.
Hünkar hiçbir zaman simsiyah bir karakter değildi, griydi. İlk bölümden itibaren pek çok kez kötülükleri kadar iyiliklerine de tanık olduk. O yüzden karakterin değişimi beni şaşırtmadı ve yadırgamadım. O, aslında yaptığı kötülükleri de kendince oğlunun iyiliği için yapmıştı. Ama veda mektubunda da dediği gibi:
“Analar evlatlarının tahtını yaparmış, bahtını değil. Ben bahtını da yaparım sandım, yanıldım.”
Hünkar’ın finalden önce ölebileceği aşikardı. Ana hikaye Züleyha-Yılmaz-Demir üzerine olduğu için akıbetleri mutlaka final bölümünde belli olması gereken oyuncular yalnızca onlar. Vahide Perçin kendi ayrılmak istediği için şu anki senaryodaki en mantıklı iki çözümden biri buydu elbette. Geçtiğimiz hafta Ankaralılar meselesi de kapandığı için geriye Behice ihtimali kalmıştı. Hem Fekeli ile evlenmesine engel olmak hem de gizli geçmişine ulaştığı için Hünkar’ı ortadan kaldırmak ister tabii kendisi. Çünkü parasız, lüksten uzak bir hayat yaşamamak için yapmayacağı şey yok.
Hünkar nihayet Behice’nin çok merak ettiğimiz geçmişine ulaşmıştı ve tahmin ettiğimiz gibi geçmişte de cinayet işlemiş. Hem de birden fazla. Eski zengin kocalarını miraslarına konmak için zehirleyerek öldürüp buna kalp krizi süsü verdirmiş ağabeyi sayesinde. Acaba Fekeli ile evlense ona da aynı şeyi mi yapacaktı?
Beni şaşırtan Behice’nin Hünkar’ı bıçaklayarak öldürmesi değil, Hünkar’ın onunla buluşmaya giderkenki tedbirsizliği oldu. Kudretine çok güvendiği için mi bu hatayı yaptı? Fekeli’yle evlenmenin heyecanına mı kapılmıştı? Ne kadar kudretli olursa olsun karşısında cinayet işlemiş ve halen buna meyilli biri vardı. Telefonla çağırınca tedbirli gelebileceği de aşikâr. Mutlaka uzakta da olsa güvendiği bir adamı olmalıydı. Acaba kendisi için araştırma yapan dedektif, öldüğünü duyunca Demir’e gelip durumu anlatır mı?
Hünkar’ın bıçaklanıp yere düştükten sonra gözleri kapanırken gözünden gökyüzünün kararması detayı çok iyi düşünülmüştü. Normalde bu bıçak darbeleri kolay kolay öldürmez ancak Hünkar uzun süre bulunamadığı için kan kaybından can verdi. Tabii ki Vahide Perçin diziden ayrılmak istemeseydi Hünkar yaralı bulunup kurtarılırdı elbette.
Behice’nin onu çalılıkların oraya sürüklemesine anlam veremedim ama hırsızlık süsü vermek için takılarını alması mantıklı. Yalnız o aceleyle çantasındaki paraları almayı unutup Demir’in aklına kurt düşürmeyi başardı sağ olsun. Behice gibi bir kurnazdan bu hatayı beklemezdim. Bıçaktaki parmak izlerini silip nehre attı, bıçak bulunsa ancak eğer o bıçağı tanıyan biri varsa kendini ele verecektir. Üzerinden takıları toplarken parmak izi bırakmış olması lazım. Otopside bunun fark edileceğini ve suçu üzerine attığı Sevda’nın bu şekilde aklanacağını düşünüyorum.
Demir’in Hünkar’ı bulmasıyla başlayan ölüm süreci çok iyi işlenmişti. Oyunculuklar o kadar iyiydi ki, sanki ben de bir yakınımı kaybetmiş gibi hissettim. Başta Murat Ünalmış ve Serpil Tamur olmak üzere her bir oyuncu ayrı ayrı övgüyü hak ediyor. Seçilen müzikler ve yer yer görüntülerin ağırlaştırılması hüznün etkisini katlamıştı. Duygu yoğunluğundan duanın gömülmeden sonra olmamasına, 70’lerde cenazede siyah giyilmesine ya da varsa başka kusurları görmezden gelebildim.
Tüm karakterlerin Hünkar’ın ölümünden duyduğu acı başkaydı. Kimi anne acısı, kimi sevdalı acısı, kimi evlat acısı yaşadı. Anne acısını çok iyi bilsem de beni en çok Haminne’nin evlat acısı etkiledi. Her iki acıyı da tadanlar evlat acısının daha zor olduğunu söylerler, sanıyorum bu yüzden onun sahnelerinde daha bir saldım kendimi. Belki anneannemi hatırladım, annem öldüğünde gizli gizli ağlayışlarını. Hamine Alzheimer da olsa, pek çok şeyi unutup karıştırsa da Hünkar’ın onun kızı olduğunu hiç unutmamıştı. Onunla ilgili şeyleri, yaşadığı acıları, sevinçleri hep dile getirmiyor muydu? Odaya girip cesedini ilk gördüğünde uyuyor sandı ama o da anladı aslında öldüğünü. Ama ana yüreği işte konduramadı. Bir daha göremeyeceğini evladını götürmesinler diye en yalın şekilde haykırırken sanırım hepimizin gözyaşları sel olmuştur.
“Dokunma kızıma, bırak uyusun. Uyuyacak o, bırak. Onu yatağına yatırın, uyuyacak o.”
Ölenin ayakkabıları evi kapısının önüne konur ya adetten. Haminne sanki Hünkar’ın öldüğünü kabullenmek istemezcesine bir tekini alıp bağrına bastı, sessiz sessiz ağladı. Bir de bu onun ikinci evlat acısıydı. Umarım ilkini de hatırlamıyordur, bari acısı katlanmasın. Şimdi Hünkar’ın ardından Haminne ne olacak? Kendi acılarına dalıp onun yadigarını ihmal etmezler değil mi?
Demir, Hünkar’ın cesedini ilk gördüğü andan itibaren bize anne babasız, yani kimsesiz kalan bir evladın duygularını çok doğru yansıttı. Özellikle çocukluğunu hatırladığı sahnede bu duygu çok yoğundu. Kimsesiz diyorum çünkü annesiyle arasındaki sevgi bağı o kadar güçlü, o kadar başkaydı ki onun yerini ikinci annem dediği Sevda, büyük aşkı Züleyha, evlatları bile tutamaz.
Annesini öyle görmek, ardından kamyonetin arkasında eve getirmek, kucaklayıp odasına götürüp yatağına yatırmak, ölüsüyle bir arada olmak o kadar zor bir durum ki. Kim olursa olsun buna dayanabilmek çok zor ama o buna dayandı. Demir çok güçlü bir adam. Kimimiz için yakınlarımızın mezarına gitmek bile zorken o çok uzun süre böyle görmeye bile katlanabildi.
Demir annesini yatağına yatırdıktan sonra baş ucunda ağlarken söylediği bu cümle benim de yüreğimi dağladı.
“Elin buz gibi olmuş anne.”
O hissi babam öldüğünde yaşamıştım, onu morgda buz gibiyken öptüğümü, o soğukluğu hiç unutamam… Bir gece önce sıcacıkken omzumda hastaneye gitmişti. Demir de daha yeni annesine sımsıkı sarılıp, dizlerinde ağlayıp onun sıcaklığını hissetmişti.
Hünkar’ın ölümüyle acısına en çok üzüldüğüm diğer bir kişi elbette Fekeli oldu. 40 yıllık sevdasına üçüncü kez kavuşamadı, üstelik bu defa ebedi bir ayrılıkla. Keşke Hünkar, onunla biraz olsun saadeti tadabilseydi de öyle ölseydi. Keşke evlenebildiklerini görebilseydik en azından. Ama Fekeli ölmesi yerine kavuşamamayı tercih etmekte çok haklı. Uzaktan da olsa sevdiğinin o güzel gözlerini görmeyi her seven yeğlerdi eminim.
“Varsın kavuşmasaydık, varsın ben sana 40 yıl daha hasret çekseydim. Ama sen yaşasaydın be Hünkar. Sen gitmeseydin, ben senin yaşadığını bilseydim. Hanımım…”
Açıkçası bu acıyla Fekeli yeni bir kalp krizi geçirip yığılıp kalacak diye düşünmedim değil. Yere düşen tesbihinin taneleri gibi o da yere düşecek sandım. Bakalım bu acıya yüreği ne kadar dayanabilecek?
Züleyha, Gaffur, Saniye, Gülten hepsi Hünkar’ı anne gibi seviyorlardı. O yüzden de annelerini kaybetmişçesine sarsıldılar. İnsan kan bağı olmadan da bu hissi kalpten duyabilir. Gaffur ve Gülten bir kez daha öksüz kaldılar bu ölümle. Haksız yere kovulduğu konağa keşke böyle dönmeseydi Gülten…
Bugüne kadar ne olursa olsun mutfağı ustalıkla çekip çeviren Saniye helva yaparken öyle zorlandı ki… Bir yandan da oradakileri teselli etmeye çalıştı. Herhalde onu ilk defa böyle gördük. Ama mecbur, görevini yapmaya çalıştı acısını içine ata ata… Duada bulunmak, helva kavurmak, servis yapmak, dağıtılanı yemek öyle zordur ki eğer ölenle çok yakın bir ilişkideysen…
Ölüm öyle bir şey ki ne küslük kalır ne düşmanlık. “Yılmaz’ın cenaze evinde ne işi var?” diye yorumlara rastladım. Ancak onun orda olmasını hiç yadırgamadım ben. Ölümlerden sonra kaç kez küskünlerin barışmalarına şahit oldum. Doğal olarak herkes gibi büyük bir üzüntü yoktu yüzünde. Hünkar’a olan karışık duyguları yüzüne yansımıştı. Demir ile Fekeli de iki ezeli düşman ama daha bir iki saat evvel tartışırken bu ölümle aynı acıyla birbirlerine sarılmadılar mı?
Sevda’nın cenaze evine ve ardından cenazeye gelmesine de şaşırmadım. Öleni tanımasak da ölenin yakınıyla bir bağımız var diye cenazeye gitmez miyiz? Sevda da oğlu gibi sevdiği Demir için bu görevi yerine getirmek istedi.
Gasilhane sahnesi mükemmeldi. En ince detayına kadar çekilmişti. Ben annem dahil hiç kimseninkinde oraya girmediğimden açıkçası o ortamda nasıl hissedilir bilemiyorum. Oraya girebilmek bence büyük bir dayanma gücü gerektiriyor. Saniye’nin son kez Hünkar’ın elini öpmesi ve Züleyha’nın onu yıkarken iyi kötü tüm hislerini eksiksiz ifade eden sözleri, içtenliği içimi burktu. Bazen cenazelerde öylesine hakkımızı helal ederiz ölen için, ama Züleyha’nınki içtendi.
Çok beddua ettim sana. “İki cihanda da iki elim yakanda.” dedim. “Hakkımı helal etmem.” dedim. “Allah’ın karşısına kul hakkıyla çıkacaksın.” dedim. Anne bütün hakkımı helal ediyorum sana. Ne hakkım varsa helal olsun anneciğim. “Torunlarım çok küçük.” dedin. “Bana bir şey olursa beni unuturlar, hatırlamazlar.” dedin. Unutmayacaklar anne. Sana söz veriyorum, unutturmayacağım. Huzurla uyu, mekânın Cennet olsun.
Hünkar’ın cesedinin hemen bulunmaması ve bütün bölümün yas temalı olmayışı bence mantıklıydı. Öbür türlü bölümdeki yüksek dram dozu çok bunaltıcı olabilirdi. Geçtiğimiz hafta Demir’e inat Adnan’ı kaçırıp Çukurova sokaklarında boy gösteren Yılmaz, haliyle Züleyha’dan büyük tepki görmüştü. Adnan’ı görmek, onunla vakit geçirmek elbetteki Yılmaz’ın hakkı ama Demir’le inatlaşmak uğruna Züleyha’ya acı çektirmeye, korku yaşatmaya hiç hakkı yok. Geri getirmekle yanlışını örtemez. Bu yüzden Züleyha “Demir’den ne farkı kaldı?” derken haklıydı. Züleyha’nın Yılmaz’dan vazgeçemeyeceğini biliyordum ancak affetmesi beklediğimden hızlı oldu. Yılmaz ısrarla peşinde dolanınca dayanamadı tabii. Ama Kerem Ali’yi de yanlarında götürme fikrine ısrarla itiraz etmesi doğru bir hareket. Züleyha ile Yılmaz birbirlerine sarılırken Adnan’ın onlara dikkatli dikkatli bakması ise çok tatlıydı. Zaten geçen bölümde Yılmaz’la da hiç huysuzluk yapmadan gezdi bütün Adana’yı.
Kulüpte herkes Adnan hakkında konuşurken oradaki bir adamın cümleleri tıpkı benim cümlelerime benziyordu.
Tamam evladım dedi ama Demir Yaman da hatalı. Vaktiyle Yılmaz’a bu senin çocuğun diyecekti. Yılmaz afla çıktı geldi. Adnan daha kundaktayken “Bu senin çocuğun.” diyecekti. Bu kadar alışmadan verecekti çocuğu öz babasına.
Bölümler 3-5 bölüm kadar stoklu çekilmese senaristler yazılarımı okuyor diyeceğim. ^^
Demir, Hünkar’ı bulmadan önce yazmakta olduğu vasiyetini buldu ve Fekeli ile evleneceğini öğrendi. Babasının metresine ikinci annem diyen Demir, annesinin Fekeli ile evlenme fikrine yine şiddetle karşı çıktı. Eminim ölümünün ardından “Fekeli ile evlenseydi de ölmeseydi.” diye düşünecek. Annelerinin evlatlarının her kararına karışması ne kadar yanlışsa evlatlarının ebeveynlerine karışmaları da yanlış. Fekeli olmasa bir başkasıyla da yeniden evlenmesine karşı çıksa, bu da yanlış bana göre. Allah’tan annesini aramak için eve geldiğinde Züleyha ile Yılmaz’ı konuşurken yakalamadı. Bu bölümde yine bu üçgende bir olay çekemezdim.
Fikret, hala gizemini koruyor. Acaba daha ne kadar bizi meraktan çatlatacak sevgili senarist? Kafamızı çorba etmişlerdi, neyse ki geçen bölüm birçok ihtimali eledik. Şu an elimizde kalanlara bakalım: Kendisi gerçek Fikret Fekeli, Adnan Yaman’la bir düşmanlığı var ve onun oğlu olabilir, Sevda’nın kaybettiği oğlu olabilir. Yalnız Ankaralılar’dan Erol’u konuşturmak için ne kadar ileri gidebildiğini gördük. Müjgan’ın dediği gibi tıpkı amcası gibi iyi kalpli, yardımsever ama bir yandan da öfkelendiğinde çok tehlikeli birine dönüşebiliyor. Cenaze evinde onca kişinin arasında Demir’in çalışma odasına girip karıştırmak da büyük cesaret doğrusu. Sandalyesinde otururken duruşu “Burası benim hakkım.” der gibiydi. Yalnız incelediği Hünkar ile Adnan’ın evlilik cüzdanındaki bir ayrıntı dikkat çekiciydi. Adnan’ın baba ismi Fikret. Bu kadar büyük bir tesadüf olabilir mi? Bakalım çekmeceden aldığı Yılmaz’a ait itiraf mektubuyla ne yapacak? Demir için mi, Yılmaz için mi bir planı var? Müjgan’la aralarındaki çekim belli, ona bir şey yapacağını sanmıyorum. İki haftadır teke tek sahnelerinde havada yine aşk kokusu vardı.
Behice’nin hiçbir şey olmamış gibi şehir kulübüne gidip limonatasını yudumlamasına, rahat rahat dernek toplantısına katılmasına, akşamına Hünkar’ın duasında bulunmasına sinir olan bir tek ben olamam herhalde. Esra Dermancıoğlu gibi gerçek hayatında çok tatlı bir kadının simsiyah bir kötü olan Behice’yi mükemmel oynamasına da ayrıca tebrik etmek gerekiyor. Son yılların en başarılı kötülerinden biri Behice.
Müjgan Hünkar’ı öldürenin Behice olabileceğini çarçabuk anladı ve bu defa onun kendisini kandırmasına müsaade etmedi. Beklediği cümleyi kendisinden duymadan bu defa Behice’nin blöfünü yememesi de Müjgan adına çok olumlu bir gelişme. Bu beni şaşırttı ama bir yandan da çok sevindirdi. Çünkü sadece kendisinin, Yılmaz’ın hataları değil halasının manipülasyonları da onu bu hale getirdi, nerdeyse katil oluyordu.Ondan şüphelendiğini keşke birine söylese de tüm cinayetlerinden hapsi boylasa bir an önce Behice. Çünkü gerçek ortaya çıkmasın diye her şeyi yapabilecek biri. Başka birine zarar vermeden içeri tıkılması şart.
Gaffur’u jandarma arayınca Şermin’den gerçeği öğrenen Behice’nin onu ihbar ettiğini sanmıştım ama meğerse asker kaçağı diye ihbar etmişler. Jandarma karakolundan dönüşte Hünkar’ı onun bulacağını düşünmüştüm ama hiç beklediğim gibi olmadı.
Cenaze sahnesiyle ilgili fotoğraflar internete haftalar önce düştüğü için diğer sahneler kadar duygulanamadım. Böyle durumlara engel olunması gerekiyor. Cenazenin sürprizi ise jandarmanın gelip Hünkar’ın katili diye Sevda’yı göz altına almak istemesiydi. Açıkçası cenazenin bitmesini beklemedikleri için çok sinirlendim. Umarım Demir, bu iftiraya inanmaz. Daha dün Sevda’nın gönderdiği parayı iki kez reddettiğini öğrenmişti. Hem Sevda öldürecek olsa Hünkar’ı Adnan hayattayken öldürürdü. Behice kesin takıları gizlice Sevda’nın evine saklamıştır. Ancak Hünkar’ın üstündeki parmak izleriyle Sevda’nınki eşleşmeyince aklanacaktır.
Bir Zamanlar Çukurova’nın bugüne kadarki en iyi bölümlerinden birini seyrettik. Çok etkileyiciydi. Başta senarist Yıldız Tunç, yönetmen Murat Saraçoğlu ve oyuncular olmak üzere tüm ekibin emeklerine sağlık. Hoşça kal Vahide Perçin. Seni özleyeceğiz Hünkar Yaman…
Tweetleriyle yazıma renk katan Ebrar , ~mrv , güloyya , iremdonesahin , Angelina Hünkeli Forever ‘a çok teşekkürler.
Bir Zamanlar Çukurova dizi yorumları için İzledim / Bir Zamanlar Çukurova kategorisini ziyaret edebilirsiniz.
Yalı Çapkını 85. bölümde özlenen Svl analizleri geri döndü. Keyifli okumalar…
Yalı Çapkını 85. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını hep konuşuyoruz, biraz da Ferit'i konuşalım mı? Özge (OZZY)‘nin kaleminden, keyifli okumalar…
Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…