Bridgertone’a dair Gülsüm’ün kaleminden… Keyifli okumalar ^^
Hepimizin bildiği üzere Bridgertone’un 3.sezonunun ilk dörtlüsü yayınlandı. Bridgertone benim bir sebepten çok değer verdiğim bir yapım. Görmek istediklerimi eğlenceli bir üslupta yansıtıyor. Karakterleri ve ortamı hep bir yerden tanıyormuşum izlenimine kapılıyorum. Kurgusu itibariyle bana Gossip Girl’ü hatırlatmasının yanı sıra bünyesinde insanlar ve toplum ilişkileri üstüne değerler taşıyabiliyor. Bir Netflix yapımına göre epey övgü dolu bir yazı başlangıcı olduğunu kabul ediyorum. Ancak 3.sezon başlangıcı adına aynı övgüleri sürdüremeyeceğim sanırım. Bu yazar da aşkın ve tutkunun insanın en temel içgüdülerini harekete geçirdiğine inanıyor tabi ki. Ancak kurgusal bir evrenin senaryo örgüsü ve ana mesajı da sadece tutkuyu barındıracak sığlıkta işlememeli. Bridgertone’un bu sezon başlangıcındaki hatası bana göre bu. Bilen bilir boşa giden potansiyelden iğrenmeye çok yatkın olabiliyorum. Bu sebeple sezon sonunu da bir görelim bakalım.
Gelelim bu sezonun parlayan çiftine: Colin ve Penelope. Bu dizinin sevdiğim özelliklerinden biri aynı bağlam ve koşullar üzerinde her sezonunda kadın ve erkek çift başrol vurgusunun değişmesi. Tabiatıyla her çiftin ilişki dinamikleri de birbirinden zıt özellikler barındırabiliyor. Simon&Daphne, Kate&Anthony ve Pen&Colin ilişkilerini kıyaslamak her birisine haksızlık olur.
Penelope ve Colin arkadaşlık temelinden romantik bir ilişkiye yol alacak şekilde sunulsa da Pen için bunun dizinin en başından itibaren daha farklı olduğu hissettirilmeseydi muhtemelen kendileri de dahil hiç kimse bu arkadaşların neden çift olduğunu anlayamayacaktı. Yani demek istiyorum ki bu ilişkinin temeli hiç yokmuşçasına bu sezona başlamak bu ilişkinin en dezavantajlı yönü oldu kendi adıma.
Dizi başından itibaren beklediğim bir çift olmalarına rağmen üzülerek ifade ediyorum. Ne yazık ki bu çifti oldukça etkisiz ve yetersiz bir şekilde kaleme alıp çekime hazırlamışlar. Başlarken de söylediğim gibi tutku tek başına her şeyin çözümü olamıyor ve bu ilk dört bölümde de çözüm olamadı.
Karakterleri ayrı ayrı değerlendirdiğimde Allah’a çok şükür Pen’in aşık olduğunu neyse ki biliyorduk. Lord Debling ileyken yaşadığı tereddüt ve bekleme hali de buna hala hizmet ediyordu. Ancak karşıdaki Kazanova’nın duygusal geçişi fazlasıyla üstünkörüydü. Üstünkörü olmasını da geçtim böyle bir aktarımın olmayışı kendi açımdan çok can sıkıcıydı. Yani koca yürekli Colin, her ona yalvaran insanı öpecek tıynette olmasaydı bu hesapta daha çok beklerdik. Esasen sözde haftalardır söylemeye çalıştığı duygularının temelinde dostlukları vardı. Bu sebeple bence geçmişe flashbackler yapmaları gerekirdi. Üstüne konuşmaları değil. Polin’in de ayrıca net şekilde pompalanması gerekirdi, en azından Colin’e. Çok alelacele geçilmiş izlenimi uyandırdı bende. Favori çiftlerimden biri olacakken beklenti altında ezilmiş gibilerdi. Ki buna gerek de yoktu. Çünkü arkadaşlıkları zemini doldurup temeli beslemeliydi.
Hadi flashback olmadı diyelim. Sözde Charming 101 dersleri de ilerleme kat edemeden milletin ağzına sakız oldu. Pen ve ben bunları hiç hak etmedik. Tam olarak hizmet etmesi gereken yere ulaşamadık bile. Tabi Pen de haliyle kimliğini gizlemek adına kendisi hakkında acımasız bir şekilde Lady Whistdown olarak yazmak durumunda kaldı. Bu arada Pen ve LW arasındaki kimlik geçişlerini hissetmek keyifli ancak bir yönden kişilik bölünmesinin izleri de mevcut. Bu benim için 2.sezondan itibaren çok ilgimi çeken bir nokta. Eloise’in fark etmesi de böyle mümkün oldu zaten.
Derslere dönecek olursak Colin sayesinde evlilik teklifini güvence altına alınacağı iddia edilse de olay Pen’in iletişim becerisine bırakılmıştı. İletişim veya flört adına Pen’de before&after da yoktu. Pen zaten rahat hissettikleriyle kuvvetli bir iletişim kurabiliyordu. Lord Debling ile dansları ve konuşmaları da bunu elbette onaylıyordu. Bu arada Debling’i sevdim. Analiz gücü kuvvetli bir arkadaşımızdı. Doğru soruları sormak insanları doğru noktalara götürebilir malum.
Lord Debling’in her iki karakter için de yönlendirici olması dikkate değer bir husus. Pen açısından mantık evliliğinin aslında ona uymayışını, Colin açısından ise kıskançlığını körüklediğini fazlasıyla hissettirebildiler. Vatanım Sensin’deki Leon’un Aristo göndermesi paralelinde olduğu gibi Lady Whistledown’a bir kulak verelim. İlişki kıvılcımının gerçeğe dönüştüğü o noktayı fazlasıyla beğendim. Sahne bence at arabası sahnesinden bile çok daha güçlüydü. Colin’in tereddüttü ve ağzı içinde sessizce gevelediği aşk itirafı sanırım kendi açımdan sahneleri arasındaki favorimdir sevgili okur.
Lady Whistledown: Bu yazar insan soyunun büyük icatlarının amacının bizim için en doğal olandan uzaklaşmaktan başka bir şey olmadığına inanıyor… İçgüdülerimiz. En sofistike olanımızda bile var olan doğuştan gelen hayvani dürtü. Nihayetinde doğamız her zaman galip gelir. Anlaşılan Lord Debling’in içgüdüleri bu doğa adamına sezonun en şaşırtıcı seçimini yaptırdı: Bayan Penelope Featherington. Şu kadarını söyleyeyim. Bu yazar büyülendi. Çünkü insan ve doğa arasındaki savaşta, savaşın aslında insanın kendisiyle arasında olduğu çok açık.
Gelelim gizem unsurumuz Lady Whistledown’a. Whistledown hakkında Colin’in söylediği aşırı ifadeler ilişki dinamiklerini etkileyecek olması için yapılan bir şey belli ki. Colin bunun ardından bizim Leonidas gibi peşine düşüp Pen’den şüphelense dizide ayrıca bir konu olurdu. Whistledown konusu bence tüm toplumda infial oluşturacak büyük bir konu değil. Daha çok döneminin eğlence ve magazin sektörüne hizmet ediyor. Vatanım Sensin’i Yunan tarafından izleyip Halit İkbal peşine düşmüş gibi hissettim. Buna gerek var mı gerçekten? Halk birbirine karşı bu kadar hasetken toplumdan aforoz edilmeye yaklaşmak kimse için dünyanın sonu falan değil. Hesabını vermeyecekleri hareketleri yaparken bir zahmet hizmetçilerine yakalanmayıversinler o halde.
Bu arada atlamayayım. Pen’in Whistledown ağzından Colin hakkındaki sözlerinde hak payı mevcut. ‘Gerçek kişiliği mi gösteriş/ilgi çekme çabası mı?’ Bence gayet yerinde bir yorum ve sorgulamaydı. Colin üstüne alınıp kimliğini gösterseydi. Söylem bu noktada hiçbir işime yaramıyor. Whistledown patlak verdiğinde bir ihtimal Colin’in aşkının gerçekliğini ve karakterini görebileceğiz. Aslında benim nazarımda Colin’in Pen’i seçmesi onun karakterini gösteriyordu. Colin peki neden seçti kızı? Seks için mi? Zaten Kazanova’ydı. Başkasıyla da yazılabilirmiş gibi göründü bana. Bu noktada Colin’in ne yazık ki sözde karakter gelişimi ve aşkı bana tam anlamıyla geçmedi. Benim için de en önemli nokta tam da burası. Colin’in aşkının gelişimini gerçekten anlayamadım ve bu düpedüz eksikti.
Son bölümde Pen ve Debling’in dansını bölmesi, artan kıskanç bakışları, at arabasındaki tasdik müdürü edaları, orada samimi görünen özrü/itirafı/teklifi, Penelope’nin en vahşi fantezilerini süslemesi, bilinçaltında bazı küçük dokunuşlarla birlikte Pen’in yeni tarzını çok yerinde analiz etmesi, öpüşme aklına düşmeden önce elinin kesilmesiyle ilgili düşüncelere dalması veya Colin’in o dönemde özür kisvesi altında arkadaşlık deklarasyonu kılıfıyla kızın elini sıkması kısa ve öz sahnelerdi. Böyle arka arkaya sıralamama rağmen eksik bulunca tatmin olması güç biri gibi göründüm sanırım ama bu 4 bölüm içinde arkadaşlıkları bir üst seviyeye geçseydi, bahsettiğim tüm bu sahneler çok daha etkili hale dönüşebilirdi. Neredeyse hepsine birden çığlık dahi atabilirdim. Kız Colin’e doğru düzgün trip bile atamadı. Bence bir özrün mahiyeti bu kadar kolay olmamalı eğer bir bozuşma ve çekişme romantik ilişkileri güçlendirecekse. Colin için tek ilgi çekici olan nokta iyi bir yazar olması sayılabilir belki. Bunun gideceği yeri görmek isterim varsa. Pen de bir yazar ve iyi bir okur. Bu yönden birbirlerine eş olmaları belki bir avantaj sağlar. Kim bilir?
Eloise ve Pen’i arkadaş olarak görmeyi ne kadar özlesem de Eloise’in anlayışsızlığı ve empati yoksunluğu beni çok üzüyor. Eloise’in Whistledown olarak damgalanması kraliçe tarafından daha büyük bir ceza almasına sebep olacaktı. Artık anlasın. Bence bu küslük fazla uzadı. Cressida’yı arkadaş olarak pek yakıştıramadım Eloise’e. Bridgertone sülalesinin (en azından Colin ve Eloise’in) ise Colin evlendikten sonra Pen’in kimliğini korumak için ellerinden geleni yapması gerekecek tahminim. Bunu ise bekliyorum. Umarım yansıtılabilir. Pen’in kimliğinin gizli kalması benim tercihim olur açıkçası. Dizideki gizem unsuru bundan besleniyor.
Geçelim yan konularımıza. Öncelikle yan rollere aşırı süre vermek bana çok anlamlı gelmedi. Malum kısa sürede anlatılması gereken bir ‘friends to lovers’ çiftimiz vardı. Yan konular anlamında Kate ve Anthony ile başlayalım. Bu Bridgertone çifti için aşırı aşırı yükselmesem de Kıbrıs harekâtına çıkar gibi tatile çıkıp bir türlü geri de dönmediler. Sahne sürelerinin çoğunda düşman gördüğüm bu çifti biraz daha sağlıklı bir iletişim kurarken görmek içimizi biraz olsun açabilirdi. Yan konulara süre ayrılıyorsa, bunlara zaman verilse çok daha doğru olurdu. Anne Featherington’un entrikaları biraz beni ilgilendirmiyor da.
Bunun karşısında Violet Bridgerton’un anlayışlılığı ve çocuklarını çok doğru tanıyışına ise her defasında hayranlıkla bakıyorum. Benedict Bridgerton’u ise dizi içerisinde oldukça amaçsız buluyorum. Bir zevce bulmak gibi kolaya kaçan istekleri olmadığını biliyorum. Peki sanatını icra etmek konusunda neden bu kadar hevesi çabuk kaçtı ki? Ne olmuş yani Anthony sanat okuluna rüşvet verdiyse? Gerçekten böyle bir yönelimi varsa biraz daha üstüne gidebilirdi. Lady Arnold ile çekişmeli ve çarpıcı bir başlangıç yapsalar da Benedict’i konumlandırabileceğim bir nokta şu an için tam olarak bulamıyorum. Bulan bi’ el atsın buraya. Bunların yanında dişiyle tırnağıyla bar işleten ve oğullarına kalan mirasa şaşıran Mondrich çiftinin zorlanması gayet doğal yansıtılmış tabi ama sahnelerinden yine de kısılabilirdi demekten kendimi alamadım.
Francesca Bridgertone ise tam bir elmas. Kraliçe geçen sezondan sonra elmas seçmeyi ertelemekle doğrusunu yaptı. Francesca çok güzel bir kız ve becerikli bir virtüöz. Açıkçası partnerlerini fiziken çok beğenmedim. Lord Kilmartin ile sessizliği paylaşmak ve müzik aranjesi anlamlı görünen jestler. Kilmartin’e karşı çok soğuk değilim ama fazla da ısınamadım. Tabi bu konuda Kraliçenin de çok memnun olmayacağını düşünüyorum. Eğlenceli olacak burası.
Sona gelirken şöyle söyleyeyim kısaca. Bridgertone’un 3.sezon ilk partı kendi adıma bazı eksikliklerle dolu olsa da atmosferini özlemişim. Emeklere sağlık. Okuduğunuz için teşekkür ediyorum. O zaman ikinci partta görüşmek üzere…
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.