Aşağıdaki tweet’e nasıl güldüm anlatamam. Önüm arkam sağım solum Casa de Papel.
Tabi diziyi bu kadar çok sevenlerin, her bir detayına – maske olarak Dali’nin seçilmesi (Dali toplumun değer yargılarına aykırılığı ile tanınan bir sanatçı), kırmızı tulumlar, Bella Ciao – anlamlar yüklemeleri –ki katılıyorum, temeline sadece soygunu oturtmuş değil incelikle işlenmiş bir hikâye, bir o kadar da ‘Yahu dizi işte’ diyenlere rastladım. Ama günün sonunda, beğenin ya da beğenmeyin bu dizi çok izlendi, çok konuşuldu.
Bana göre de Casa de Papel’in yol hikayesi ‘Haydi heyecanlı bir soygun hikayesi çekelim. Hmm, ne olsun? Kahramanlarımız darphane binasını soysun. Yok hayır; darphane binasını ele geçirip para bassın’ temasından çok farklı…
Profesör ısrarla planı anlatırken halk ile kurulacak bağın üstüne bastı. Soygunu takip edenler karakterlerle bağ kuracak, benimseyecek, onların tarafını tutacak demişti. Seyircinin yaşadıkları da bununla benzeşmiyor mu? Kendi adıma birden fazla karakterle birden fazla nedenle bağ kurdum, ama asıl uzun zaman sonra İspanyolca ile yeniden bağ kurdum. Konu bağ kurulan karaktere gelmişken La Casa de Papel dizisinde en sevdiğiniz ve itici bulduğunuz karakterleri sormuş bir twitter hesabı. Kendiminkini yazmadan yanıtlara biz göz atıyorum…
En sevilmeyen Arturo. Berlin için ‘adam’ ama en sevilen bankada para basılmasına hunharca katkıda bulunan yaşlı adam yanıtı veren arkadaşa katılmamak mümkün değil… Bir yorumcu da yaşlı amcayı ‘ayın rehinesi’ seçmiş.
Hemen hemen her yorumda Berlin ısrarla ‘en sevilen’, ‘en çekici’, ‘en kral’…
Birçok bölümü ‘ABV Tokyo’ diyerek izleyen bir ben olamam diye hızlıca yorumlar arasında ilerliyorum ama Arturo var hatta öğretmen bile var ama Tokyo yok, yok, yoook… Bırakın en itici karakter olmasını en sevilenler arasında görüyorum ismini. Benim için tescilli fevriliği ile en sevilmeyeni bırak en iticilikte zirvedeydi.
— YAZININ DEVAMI SPOILER İÇERİR —
Soruyorum size: Denver affetmiş olsa da babacan Moskova’nın ölümündeki payı nasıl göz ardı edilebildi?
Ayrım yapamayanlar da yok değil: “Ekibin hepsi ayrı sevdim. Profesör’ün her şeyden sıyrılabilen kıvrak zekâsı, Berlin’in olaylara iyi ya da kötü el koyuşu, Moskova’nın babacan tavrı, Denver’ın saflığı ve gülüşü, Rio’nun çocukluğunun yanında bir dahi olması, Nairobi’nin her işi kotarması, Tokyo’nun seksapelitesi ve aşkı, Helsinki ve Oslo’nun görev adamlığı. Ekip dışında deli gibi para basan amca çok iyiydi. En itici olanlarda Arturito ile öğretmendi”
Hızlıca en sevilenlere göz atıyorum. İlerledikçe Berlin’e bir rakip geliyor: Profesör. Ama yorumlar arasında dikkat çekici bir şey daha var ki; Berlin hem en sevilen hem de en sevilmeyen, en iticiler arasında yer alıyor…
Benim penceremden baktığımda ise karakterlerin derin bir hikayesi olması sanırım en sevdiğim… Tokyo, Profesör ve Berlin’in hayat hikayelerinden ne spin offlar çıkar… Berlin sosyopatın teki belli ama onun sakinliği, dinginliği farklı bir huzur vermiyor mu? Hele ki Berlin’in direnişi… Tam bir dava adamı. Plana inancı, sadakati son güne kadar gram eksilmedi. Bu inanç uğruna hayatını feda ederken bile…
Profesör’ün oğlunun hastane masraflarını karşılamak için bankanın önünde öldürülen bir babanın, babasının anısını yaşatmak için sistemi sorgulatacak bir darbe planları ve hümanist yapısı ile bu plandan ne rehine ne de polis hiç kimsenin zarar görmesini istememesiyle…
Nairobi… Sempatikliği ile, duygusallığı ile, önderliği ile… Kadın mücadelesi ile…
Oslo ve Helsinki… İki dev cüsseli Sırp, insana sağladığı güven duygusuyla…
Moskova… Geçmişini sorgulaması, pişmanlıkları, duygusal geçişlerindeki samimiyeti ve tabii ki babacanlığıyla…
Denver… Böylesine sakin bir babadan böylesine kavgacı bir evlat ama bütün bu fevriliğin içinde gizli duygusallığı ile…
Rio… Duygusallık öyle bir şey ki kimi zaman karakteri sevdiriyor (bknz Denver) kimi zamanda… Ekibin teknoloji beyni olsa bile aşırı duygusallığı ile işleri sarpa sardırmadı mı? Ama ya sevimliliği…
Ve Tokyo… (yazar burada istemsizce bir kez daha ABV Tokyo demiş olabilir, hatta dedi!) Disiplin yok, empati yok, hep kendi istekleri, kendi doğruları… Ama insanoğlu hata yapabiliyor işte… İş ile aşkı bir kez daha birbirine karıştırıp ‘mükemmel’ olmamasıyla…
Yine de kararım değişmedi: En sevdiğim Berlin ve en sevmediğim Tokyo . Peki ya sizin sevdiğiniz/ sevmediğiniz Casa de Papel karakteri kim?