Blogda yeni bir kategori açıldı: ÖZLENENLER. ‘Bu taze kategori nasıl oluştu ve kategorinin ilk yazısı neden içerde ?’ derseniz, Şölen yazısının girişinde bu tatlış yol hikayesine de yer vermiş. Taze kategorimiz bir çok yazı ile renklenecek, takipte kalın ^^
Kategorinin ilk yazısı İçerde’yi kaleme alan Şölen‘in bu yazısını (hoş gelmiş, kalemi de pek kuvvetliymiş; yine gelsin, hep gelsin <3) siteye eklemem epey zaman aldı. Yazıdaki videoları başa sarıp sarıp izleyince – anlayacağınız admin yazının yayınlanmasındaki gecikmeyi direk yazarın üstüne atıyor, zaman nasıl geçti anlamadım, ama n’apayım, çok özlemişim ^^ Eminim ki siz de özleyenlerdensiniz, o halde keyifli okumalar …
Magazin medyası diliyle 2017-2018 sezonuna damgasını vuran dizisi nasıl Çukur olduysa geçen sezonun şampiyonu da tartışmasız İçerde idi. Bu sezon Çukur’u her hafta beraber izleyip yorumlaştığım sevgili arkadaşlarımın da hemen hepsi aynı benim gibi geçen sezon sadık İçerde izleyicileriydi. Her şey sevgili Eda’nın Çukur’un 27. Bölümünü yorumladığı yazısının altında ‘karakterler bir konuşsa neler neler çözülür’ diye dertleşirken, İçerde’de de Yılmaz Brothers’ın ne kadar geç birbirlerine kavuştuklarını hatırlamamızla başladı. Ah İçerde ne güzel, ne unutulmaz diziydi, ne çok özlemiştik! Bir özlem yazısı mı yazsaydık acaba? Aslı yazar mıydı minnoş bloğunda? Bloguna konuk yazar bulmada asla zorlanmayan Aslı bana kısaca “söyleyeceğine yap” dedi… Açıkçası ben de çok nazlanmadım çünkü hem İçerde’yi çok özlemiştim hem de neden olmasındı? Üstelik de Yılmaz Brothers’ın birbirlerine kavuştukları zamanların da seneyi devriyesi yaklaşmıştı. Örneğin bu satırların yazıldığı tarihten tam bir sene önceki hafta içinde 32. Bölümü izlemiştik. Tam da bu zamanda şöyle bir İçerde’yi ansak, sevdiğimiz anları, sahneleri hatırlasak güzel olmaz mıydı?
Sizleri umarım sıkmam çünkü fırsatını buldum mu uzun uzun yazmaktan hoşlanırım bu nedenle önce İçerde’yi nasıl izlemeye başladığımı anlatacağım. Diziyle ilgili ilk duyduklarım sanıyorum 2016 yaz aylarında; ‘Uluç Bayraktar, Aras, suç draması’ Zaten bunları duyunca daha başlamadan ben bu diziye bakarım dedim. (Bir not: Çağatay’ın oynadığını da duymuştum tabi ama İçerde’ye kadar kendisini hiç izlemediğim için kendisi radarımda değildi dolayısıyla diziye başlama motivasyonum değildi) Dizinin tanıtımları dönmeye başladığında Martin Scorsese’nin çok sevdiğim The Departed filmini andırdığı/esinlendiği/uyarlandığı lafları da ortalıkta dolaşıyordu. Ama sonradan öğrendik ki İçerde filmden uyarlama değilmiş, üstüne İçerde’de filmde olmayan bir güzellik daha varmış; ‘mafya’ya sızan genç polis ile polis teşkilatına sızan mafya elemanı’ yıllar önce birbirlerini kaybetmiş öz be öz kardeşlermiş, üstelik ikisinin de tek amacı birbirlerini bulmakmış. Hem suç draması hem aksiyon hem aile trajedisi… Tam bana göreydi, ilk bölümden oturdum ekranın karşısına.
Sonra 39 bölüm boyunca, mafya tetikçisi babası hapishanede itirafçı olmasın diye babasının acımasız patronu tarafından üç yaşındayken bir çocuk çetesi liderine ‘kaçırtılan’, daha sonra aynı mafya patronu tarafından ‘sokaklardan kurtarılarak(!)’ polis akademisinde okutulan ve mafya hesabına çalışmak üzere teşkilata sızdırılan Umut/Mert ile, ailesini paramparça eden acımasız mafya babasını yok etmek ve 20 küsur yıldır sağ mı ölü mü olduğunu bile bilmediği kardeşini bulmak için polis olan Sarp’ın birbirini bulma macerasını izledik. Hem gerçek hem mecazi anlamında Umut’u aradık, aradılar. Sarp ve ‘kendi ismini koyan çocuk’ Mert, 39 bölüm boyunca -hatta polis akademisinde aynı sınıfta okuduklarını düşünürsek çok daha başından beri, birbirlerinin gözünün önündeydiler, burunlarının dibindeydiler ama birbirlerine kavuşmaları için çok ama çok uzun süre bekledik, beklediler. Önce akademiyi bitirdiler, göreve atandılar (evet herkes Sarp’ı mezun olamadı sanıyordu) derken karşı saflarda aylarca birbirlerinden nefret ettiler, racon kestiler, didiştiler, dövüştüler, gerektirdiğinde birbirlerinin arkasını kollayıp beraber hareket ettiler, annelerini/Füsun Teyzelerini birbirlerinden kıskandılar, birbirlerinin manevi kız kardeşlerine âşık oldular…
İçerde’nin bence en güzel tarafı izleyicinin onların kardeş olduklarını en başından beri biliyor olmasıydı. Bu yüzden birbirlerini her öldürme noktasında geldiklerinde, içimiz cız ederek, o sızıyı kalbimizin en derinlerinde hissederek o en klişe lafı defalarca içimizden söyledik: “Durun siz kardeşsiniz!” İçimiz her seferinde cız etti çünkü bu Sarp ve Mert’in trajedisiydi, bu trajedi hayatı boyunca birbirini aramış iki kardeşin aslında en başından beri birbirlerinin yanı başında oluşuydu. Çağatay ve Aras’ın olağanüstü içselleştirerek hayat verdikleri ekranda oldukları her anda belli olan Sarp ve Mert, benim gibi tek çocuk olan birisine bile kardeş sahibi olmanın, o kardeş hayatımızda hiç olmasa bile onun için neler yapılabileceğinin ne demek olduğunu gösterdiler bana. Önlerindeki tonlarca engel ve bilinmezlik ile yolları hiç kolay olmadı. (Yatacak yerin yok Coşkun! Az kanırtmadın bizi de onları da) Çoğu kez yılgınlığa kapıldılarsa da umudun/Umut’un peşini hiç bırakmadılar ve çok şükür, mutlu sona ulaştılar.
Bu epik macerada hafızamda en çok yer etmiş, beni en çok etkilemiş sahneleri sizlere paylaşarak hepimizin gönlünde sarsılmaz bir yerde duran İçerde’yi bir kez daha hatırlamak, özlemimizi bir nebze gidermek istedim. 11 sahne + 2 bonus sahne seçtim, hazırsanız başlayalım:
11 – İçerde 28. Bölüm, Duygu Dolu Anlar
Aylar boyu annesine gerçeği söyleyememenin ağırlığı altında ezilip un ufak olan Sarp, Celal’in mahalleye ani gelişi sırasında annesinin aslında onun gizli polis olduğunu bildiğini anlar. O sırada Celal ile birlikte mahallede dolaşmaya başlarlar ama Sarp aniden fark ettiği bu gerçeğin heyecanıyla dikkatini bir türlü Celal’e veremez, sürekli arkasını dönüp annesinin lokantasına doğru bakar, sonunda dayanamaz ve gözyaşları içinde, “Annem yaa… Biliyor işte, öğrenmiş” diye ağlayarak anneciğine koşar. Annesi onu lokantanın önünde gururlu gözlerle beklemektedir. Canım Çağatay ne güzel bi’ adamsın sen, gözyaşının en çok yakıştığı adamlardan…
10 – İçerde 21. Bölüm, Mert’le Sarp Buzhaneden Kurtulacak mı?
O sıralar Mert Sarp’a fena halde gıcıktır çünkü Sarp Coşkun’u, yani kendi geçmişini bilme ihtimali olan yegâne kişiyi öldürmüştür, daha doğrusu Mert öyle sanmaktadır. Bir vesileyle tuzağa düşüp bir buzhanede kilitli kalan kardeşler donmak üzereyken artık herhalde burada beraber ölüyoruz bari konuşalım noktasına gelirler. Ama tabii ki daha konuşamadan buzhaneden kaçabilecekleri bir havalandırma deliğini fark ederler. ‘Sen mi çıkacaksın, ben mi‘ tartışmasını Mert kazanır çünkü Sarp o delik için fazla iridir. Mert çıkmayı başarır, hayatı boyunca bir ‘yalnız kurt’ olmuş Mert için bu an, nefret ettiği Sarp’ı ortadan kaldırmak için iyi bir fırsattır. Ama tabii ki, Mert de vicdan vardır, üstelik kan çeker ve son anda geri dönüp ağabeyciğini sırtlar, donmaktan kurtarır.
9 – İçerde 2. Bölüm, “Bu, anneme yaptığın iyilik için!”
İkinci bölüm İçerde’ye sözleriyle, ruhuyla en çok yakışan şarkı ile başlar, Erkin Koray’ın ‘Tek Başına’sı ile… Bölüm sonunda ise Sarp’ın mafyaya sızmış gizli polis olarak ilk zorlu sınavını vermesi gerekir. Bir gece yarısı Sarp’ın Kebapçı Celal’in yeni en favori adamı olarak, Organize Şube’nin en karizmatik polisi Mert’i ormanın karanlıklarında vurması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Celal’in Yılmaz Brothers’ın rahmetli babaları Metin’den sonra 10 numaralı formayı emanet ettiği Davut’un gözü üstündeyken (deyim canımız Alyanak’ımıza aittir!) Sarp, bu durumdan nasıl kurtulacaktır? Mert’in ölüme meydan okuyan bakışları bir anda şaşkınlıkla açılırken Sarp silahı kendi omzuna sıkar ve “Bu, anneme yaptığın iyilik için!” der. O anda fonda yine Tek Başına çalmakta, iki kardeşin sahneleri, o anda ormanda yaşananları ana yüreğiyle sezmiş olan anneciklerinin Umut’un oyuncağıyla oynadığı an ile harmanlanmaktadır. Dizi bomba gibi başlamış, bomba gibi devam etmektedir.
8 – İçerde 37. Bölüm, “Ne Zaman Bitecek Bu Çile?”
Yılmaz Brothers kavuşmuştur kavuşmasına ama, daha aşılması gereken çok engel vardır. Celal, Sarp’ın polis olduğunu öğrenmesinin acısını annesi ve Eylem’den çıkarmaya kararlı olduğu için her zamankinden daha da acımasızdır. Bu ortamda Mert’in Umut olduğunu annelerine ve Eylem’e anlatmak çok risklidir. Ama Mert’in de Celal’in yanında rol yapmaya dayanacak gücü kalmamıştır. Ağabeyciği telefonda nasıl olduğunu sorar, cevap çok nettir:
“Dayanamıyorum, zor katlanıyorum, annem orda ben kebapçı itinin yanındayım, gelmek istiyorum, görmek istiyorum, sarılmak istiyorum, Eylem’e gerçeği anlatmak istiyorum….”
Canım Aras sesini nasıl güzel kullanıyor bu sahnede.
[wp_ad_camp_1]
7 – İçerde 14. Bölüm, “Şirinleri Oynama!”
Yusuf Müdür, görevi Mert’e devredeceğini Sarp’a söylemiştir. Sarp hem bu durumdan hem de Mert’in annesini Umut hakkında boş hayallere sürüklemesinden dolayı çok mutsuzdur. Füsun her ikisini de akşam yemeği için çağırmıştır. Kardeşler evin kapısının önünde karşılaşırlar ve tabii ki didişmeye başlamaları uzun sürmez. Tam birbirlerinin yakasına yapıştıkları anda, anneleri kapıyı açar: “Nerdesiniz siz?” Yılmaz Brothers’dan cevap aynı anda gelir: ”Burdayız işte!” Aras ve Çağatay arasındaki efsanevi uyumun, kimyanın parıl parıl parladığı anlar. Üstüne bir de aynı anda kapıdan geçmeye çalışmaları! 😀 😀
6 – İçerde 12. Bölüm, Kırmış Kalbini
Ah ah, kimler kimler kırmadı ki bu kuzuların kalbini yıllar boyu… 12. Bölümün açılışında Sarp, Yusuf Müdür’ün Necip yalanını anlamış, aynı anlarda Mert de yıllar sonra bir sokak arasında tesadüfen Coşkun’u görmüştür. Sarp gizli görev motivasyonunu devam ettirebilmesi için Yusuf Müdür’ün kendisini en hassas noktasından, Umut’tan vurduğu gerçeği ile baş başa kalırken, Coşkun’un ölmediğini anlayan Mert ise bir anda Coşkun’un yanında aç ve açıkta geçen çocukluk günlerine dönmüştür. İki kalbi kırık, iki yaralı genç adam, ikisinin de kalbi paramparça… Fonda Duman… (Bir not, bu sahnede Coşkun’u görmenin siniriyle Mert’in elini duvara vurması sahnesi, Aras önceki günlerde çekimler sırasında elini kırdığı için bu durumun senaryoya eklenmesi amacıyla çekilmişti.)
5 – İçerde 38. Bölüm, Sarp ve Mert Namlunun Ucunda
38. Bölüm baştan sona içimizin yağlarını eriten, gözlerimizden kalpler fışkırtıp, kahkahalar attıran bir bölümdü. Finalden bir önce bu kadar çok gülünce, finalde ağlayacak mıyız yoksa endişesi hafifçe tüylerimizi ürpertse de yine de Yılmaz Brothers’ın Kebapçı’yı dürüm yapmasını zevkle izlemiştik. Bayıltılarak Alyanak’ın ‘kadim mekanına’ getirilen kardeşler gözlerini açar açmaz Kebapçı ile aralarında bir sinir harbi başlar.
Ancak canımız Alyanakımız olan bitene pek hâkim değildir; “Umut kim be?!” sorusu da Kebapçı’nın ters bakışlarıyla bertaraf edilir. Akabinde, Sarp ve Mert’in Kebapçı’yı sinirden çıldırtmalarını efsane repliklerle birlikte izleriz;
– “ Çıkışta ne yiyelim?
– Sahilde balık ekmek, bıktım usandım kebaptaaağnn!”
-“ Sık Davut sık, atış serbest!”
-“Bu gibi durumlarda genelde ne olur biliyor musun Umut?
-Ne olur abi?
-Davut’un telefonu çalar!”
Ve Davut’un telefonu çalar… Tüm bu sahnelere söyleyebileceğim tek şey; Bromance at its finest!
[wp_ad_camp_1]
4 – İçerde 34. Bölüm, Sarp Namlunun ucunda “Sık hadi!”
Rejisi, atmosferi, oyunculukları ve duygusuyla beni benden alan olağanüstü bir sahne. Her izlediğimde… Kebapçı Celal bundan daha fazla acımasız, daha çok sadist olabilir miydi? Sarp’a kardeşinin kim olduğunu öğrenemeden gideceksin derken, zamanında küçük bir çocuktan medet umduğunu anlayan en sadık adamı Minik bile bir an için tereddüt eder patronundan. Derken Celal Mert’in eline tutuşturur silahı, çünkü kendinden çok onun hakkıdır Sarp’ı öldürmek, hem de bu durum Celal’e daha çok zevk verecektir; kardeşi kardeşe kırdırtmak. Sarp’ın dizleri çökük, gözünde yaşlarla Mert’e “Yapacak mısın devrem? Bu mu sana iyi hissettirecek olan şey?” diye sorması, Mert’in bakışları, vücudunun her hareketinden o tereddüdü hissetmemiz, müzik yükselirken Sarp’ın “SIK HADİİİ!” diye haykırması…
3 – İçerde 33. Bölüm, Nefes Kesen Düello
O bembeyaz çarşafların paketlerinden yeni çıkarıldığı anlaşılmasaydı iyiydi. Onun dışında nazarımda hala Türk dizilerinde yapılmış en iyi aksiyon sahnesidir. Ama sadece bir aksiyon sahnesi de değil. Uçuşan beyaz çarşaflar, güvercinler, çocukluk anlarına mükemmel flashback geçişleri ile bir “masumiyetimizi nasıl yitirdik?” masalı…
Sahneyi uzun uzun anlatmaya gerek yok, 16 dakikalık duygu dolu müthiş görsellik. “Ölsene lan sen artık!” Ah yapmayın çocuklar siz kardeşsiniz!
2 – İçerde 39. Bölüm, Umut Kurtulacak mı?
Sarp tam her şey bitti dediği anda Coşkun ortaya çıkar ve Umut’un yerini söyler. Böylece Celal’in Umut’u kaldırdığı mezbahada Yılmaz Brothers ve Kebapçı Celal arasındaki savaşın son perdesi başlar. Hayatı boyunca ölümle dalga geçmiş olan Mert/Umut o anlarda hepimizin aklındaki düşünceyi söylüyor gibidir: “Bari ikimizden biri yaşasa!” Derken kurşunları biter, kaçacak yer bulamaz ve kapana kısılırlar, Celal ve adamları onları bulmak üzeredir.
– Napıcaz?
– Elimizden geleni…
– Eyvallah!
Ve böylece sırt sırta, yan yana, birbirlerine yaslanarak, kanlarının son damlasına ellerinden geleni yaparlar.
1- İçerde 36. Bölüm, Sarp’la Umut’un Kavuşma Anı
-“Abin mi var lan senin, ha?”
-“Var-mış, ama görmedim, bilmiyorum, tanımıyorum”
Bu anda kamera iki kardeşin arasında müzikle beraber dönmeye başlar. Sarp’ın gözlerinde şok-şaşkınlık-aklına gelene inanmak istememek arasında gidip gelen bakışlar:
-“Kimsin lan sen, ha, kimsin sen?”
-“Kolay mı lan bu sorunun cevabını vermek. Yıllardır bu sorunun cevabını arıyorum lan. Kimim lan ben, ha kimim ben?”
-“Umut’sun sen Mert!”
Coşkun Prodüksiyon iftiharla sundu. 9 ay boyunca beklenen “The Sahne”… Başka bir şey söylemeye bilmiyorum gerek var mı?
Ay Yapım’ın sadece bu sahnenin çekilme hikayesi ile ilgili şöyle bir 10 dakikalık mini belgesel, bir kamera arkası yapmasını ne çok isterdim. Oyuncuların, yönetmenin sahneye nasıl hazırlandığı, hazırlık ve çekim anları, senaristlerin nasıl ve kaç farklı versiyonda yazdıkları mesela… Dizinin başından beri beklenen biricik sahneyi yazmak da çekmek de oynamak da eminim ekipteki herkes için en başından beri omuzlarında hissettikleri çok ama çok büyük bir sorumluluktu, ama çok şahane olmadı mı?
[wp_ad_camp_1]
Bonus Sahneler:
En sevdiğim sahneleri yazarken ilk 11 içine almadığım ama bahsetmezsem de içimin rahat etmeyeceği iki minnoş sahneyi de bonus olarak anmak isterim.
Bonus Sahne 1 – 32. Bölüm, “Keşke Hiç Tanımasaydım Seni!”
Aşksız bir hayat olamayacağına göre, aşksız bir dizi de olmaz, olamaz! Hele ki bir Türk dizisi ise. Tabi ki İçerde’de de aşk kahramanlarımızı teğet geçmedi ve kaderin cilvesi olarak her ikisi de birbirlerinin manevi kız kardeşlerine âşık oldular. Dozunda, ayarında, kararında romans sahneleriyle bir aksiyon/suç dramasına aşk teması seyirciyi baymadan yormadan nasıl mı yedirilir? Bakınız Mert ve Eylem. Aras ve Damla’nın birlikte ekran kimyası bir yana, giriş- gelişme-sonucuyla minnoş minnoş, usul usul izlediğimiz bir hikâye oldu Eylem ve Mert’in hikayesi. Bu da en sevdiğim sahneleri… Çok güzel oynamışlardı be!
Bonus Sahne 2- 15. Bölüm, Kendi Cenaze Marşını Söyledi
Canınız sıkkınsa açın bu sahneyi ve özellikle ilk 1,5 dakikasını izleyin. Kahkaha atmamanız imkânsız. Koca koca adamlara hem de ağır racon insanlarına bakın! Bu nasıl bir sahnedir, nasıl çektiniz, nasıl oynadınız? 😀 😀 Acaba kaç tekrar almışlardır?
“Ne yapayım Celal Baba? Doyamadım kendi cenaze marşıma!”
En sevdiğimiz kötü adamsın sen Alyanak!
Dizinin bittiği akşam, şöyle bir twit atmıştım yanlış hatırlamıyorsam: “Mutsuz son olmadan da epik final yapılabileceğini gösterdiğiniz, tadında ve zirvede bıraktığınız için teşekkürler!”
Bu teşekkürlerimi burada biraz daha açarak yazımı bitireceğim müsaadenizle, 39 hafta boyunca bize bu hikâyeyi anlatan Uluç Bayraktar’a ve rejisine, karakterlerini oynamayan -can veren ve ruh üfleyen- Aras ve Çağatay’a, gördüğümüz en sempatik kötü karakterleri yaratarak adeta rol çalan Yıldıray Şahinler ve Nebil Sayın başta olmak üzere tüm oyuncu kadrosuna, İçerde’yi yazan, çeken, yaratan, bölümleri yetiştirmek için gece gündüz çalışan tüm set emekçilerine bir kez daha çok ama çok teşekkürler!
İyi ki bu diziyi yaptınız! İyi ki İçerde’ydik!
Unutmadan, diğer özlediğimiz dizilerin yazıları için Özlenenler kategorisini ziyaret etmeyi unutmayın…