Sözüm vardı. Madem Efsun ile Yamaç’ın kronolojisi‘ni kaleme almıştım, benzer bir yazı Karaca ile Azer’e için de gelecekti. Gecikti ama sonunda geldi. AzKar’a dair aklıma gelen her detayı yazıya dökmek istiyorum ama buna sayfalar yetmez. Bu nedenle AzKar yazısını ikiye bölmeye karar verdim. Devamı haftaya (umarım haftaya ^^) İlk bölüm için keyifli okumalar…
Diziyi ilk sezondan bu yana dikkatle takip ediyorum, her hafta tam bu adreste bölüm yazıları bile yazıyorum ama bu ikilinin enerjisini beğensem de AzKar fandom gibi sahnelerini delicesine takip ettiğim söylenemez. Bu nedenle değinmeyi atladığım konular, hatalı izlenimler var ise özürlerimi şimdiden kabul edin. (Yazı altı yorumlarda düzeltme yaparsanız sevinirim.)
Önce esas kızımız Karaca… Karaca’nın istediği bir tutam sevgi idi hep; babasından, annesinden, ailesinden… Düşünsenize babası Selim var ama yok, Sultan tarafından sindirilmiş annesinin biriciği ise Akın. (Gerçi ilk sezonda Akın’a düşkünlüğünü anlamamıştık ama, kızına da sevgi pıtırcığı olduğu söylenemezdi). Karaca böylesine silik bir anne-babası olmasına rağmen bir şekilde Koçovalı malikanesinde var olmaya çalıştı. Bu çabası sırasında da tasvip etmediğimiz yollara da saptığı oldu tabii. Hemen anladınız: Celasun! Aslında bence Karaca, Celasun’u sevmedi, sadece Celasun’un Akşın’ı sevdiği gibi sevilmek istedi. Tam olarak bundandı hırçınlığı ve kardeş gibi birlikte büyüdüğü kuzeninin aşkına olan tutkusunun gerisinde yatan da sadece kıskançlıktı. Akşın ile olan bir savaş değil, özünde kendi ile olandı… Ailenin başına büyük bir felaket geldi, her bir birey bambaşka yere savruldu ve darmadağın oldular. Bu felaket Karaca’nın bir gecede büyümesine sebep oldu belki de… Yine, yeniden eski ‘sevgisiz’ günlerindeki gibi olsa bile ailenin birlikte olmasını istedi hep. Aile sonunda toparlandı; eksik, yaralı ama ayakta… Tüm bu kaos içinde onunla olmak için her şeyi göze alabileceği Celasun elini uzatsa ona koşacak… Ama onun istediği Celasun değildi ki… Ardından kayıplar geldi, büyük kayıplar… Abla bildiği Sena, ardından kardeş bildiği Akşın… Ve ona şemsiye çikolata getiren dedesi… Tam o noktada bir karar aldı Karaca. Koçovalı kelimesinin sadece bir soyadı olmadığından ilhamla başının üzerindeki çatıyı yeniden oluşturmak için çalışmaya başladı. Aileye, Çukur’a ihanet edene çelme takmak için çabaladı. Bu kişi abisi Akın olsa bile…
Sonra bir düşman ile kesişiyor yolu. Bu adam bir sepet dayak yemiş, yüzü gözü dağılmış; Akın’dan alacaklarına karşılık kardeşi Karaca’yı kaçırıyor. O anda biraz daha büyüyor Karaca. Akın’a çelme takarken taktığı çelmenin nerelere kadar uzandığını fark ediyor etmesine de, geri adım atmamaya kararlı. Zerre korku duymuyor. Azer’in elinde tutsak ama kaçabilme imkanı da yok değil. Kaçmıyor. Geri adım atmaya niyeti yok ki, neden kaçsın? Azer düşman! Düşman demek ‘kötü’ demek. Varsın ona olan öfkesini diri tutsun, ondan korkmadığını, bir damlacık bile olsa çekinmediğini göstersin; Azer konuştukça, paylaştıkları anlar arttıkça Azer’in karakterine dair soru işaretleri oluşuyor Karaca’da. Azer’in onun canını acıtacak bir ‘cani’ olmadığının farkına varıyor. Öyle ki Azer sırf korkmasın diye onu katliam ertesi cesetlerle dolu evine bile sokmuyor: “Seni içeri neden sokmadım? Oradakileri görüp korkma diye. Benden korkma diye.” Düşünsenize Karaca’nın karşısında düşman var ama bu öyle bir düşman ki onunla sadece konuşmak istiyor: “Sonra sen yoluna ben yoluma…” diyecek kadar açık sözlü. Karaca’nın ağzını bıçak açmadıkça işler geriliyor gerilmesine ama Azer Karaca’ya zarar veremez ki: “Erkek olsan eze eze konuştururum da; ama sana bir şey yapamam”. Azer’in amacı sevdiklerini kurtarmak. Tam da bu noktada Karaca’nın kabuk bağlamış yaralarına dokunuyor, ailesinin onu onca saat arayıp sormamalarına dokunuyor: “Niye kimse peşine düşmedi Karaca, yoksa seni sevmiyorlar mı?” Nokta atışı! İlk defa biri Karaca’yı kitap gibi okuyor. Kim bu Azer? Kim bu yaralarını kanatan adam? Karaca da sıralıyor sorularını; “sen kızını almaya nasıl giderdin?”. Neyse ki Selim tam da Azer’in anlatımı gibi geçiyor Azer’in karşısına. Silahsız, ardında bir ordu adam olmadan…
Azer istediğini almış. Selim de… Karaca sağ salim evine dönüyor ama bir fazla ile; (şimdilik sadece) aklına düşmüş Azer ile…
Azer’i bir sonraki görüşü bu kez kendi evinde. Görüşü derken sadece uzaktan… Çünkü Azer’in annesi Fadik’i alma seremonisinde odasına gönderiliyor. Azer’in Koçovalıların evine gelişini düşman kuvvetlerin ateşkesi olarak kutlayabilecekken Yamaç’ın Azer’in eline tutuşturduğu tespih ile pek de sular durulmuş gibi görünmüyor. Azer hala ailesinin düşmanı! Oysa aynı adam Karaca için artık ‘kötü’ biri değil. O ailesi tehlikede olsa da Karaca’nın başına ördüğü çorapları bilse bile onu incitmeyen bir adam. İşte bu ne büyük bir ikilem.
Azer isminin bir sonraki geçtiği yer Çukur kadınlarının kaçırılması… Karaca kendi başına geldiği için tecrübe ile sabit, Azer’in haksız yere kimseye – hele ki kadınlara, zarar vermeyecek bir adam olduğuna inanmış. Bu nedenle çatıcı arkadaşından olanları öğrendiğinde tepki gösteriyor. Ama çatıcı arkadaşı kurt, bu ani tepkiye yanıtı gecikmeyince hislerini kendine saklamak için tek yol inkar. O ne kadar inkar etsin, kimseler bilmesin istesin; biz çoktan biliyoruz Azer’e karşı olan hislerini… Azer’i savunma isteğini saklayamazken Damla’nın “gebersin!” demesi ile bir darbe daha alıyor zavallı Karaca…
Ardından savaş daha da kızışıyor; Azer Karaca’nın ailesine, sevdiklerine pusu kuruyor. Babası yaralı, amca Cumali ameliyatta hayat savaşı veriyor. Ardından Kurtuluş ailesi de Yamaç’ın silahından çıkan bir kurşunla bir evlat (daha) kaybediyor. Bu savaşı durdurabilmek için ameliyathane kapısında sessizce beklemekten gayri bir şey yapılmalı. Azer’in evine giderse -Sultan Hanım’ın sorgusuz sualsiz hızlıca onay vermesini pek anlayamasam da– iki aile birbirine silah çekmekten çekinir mi? Bu çözüm Karaca’nın aklına nasıl geldi bilemem ama Azer’e karşı olan bastırılmış hislerinin de bu kararda etkili olduğu kesin. Karaca içten içe Azer’e güvendiği için teslim oluyor.
[wp_ad_camp_1]
Yazının başında bahsi geçmişti Karaca’nın kanı artık daha deli akıyor. Belki ailesi için bambaşka şartlarda da kendi canını hiçe sayardı saymasına ama bu kez biliyor ki Azer’den başkasının evinde canı yanar. O güvenle Azer’in kapısına davetsiz misafir olarak dikildi. Ardında Çukur’un adamları olmadan, silahsız. Aynı Azer’in tanımladığı gibi değil mi? Özgüvenle…
“Zorla getirmesini biliyorsun”
Karaca amcalarını tanıyor. Bu kararını onaylamayacakları kesin. Azer de onaylamıyor… Her iki tarafta savaşçı. Karaca’nın ateşkes sağlama kararlılığını savunurken Koçovalılar’ın haricinde mücadele etmesi gereken Azer’in öfkesini azımsamayalım… Karaca’nın yabancı bir evde Azer’in öfkesi karşısında sığınacağı tek bir liman var: hisleri…
Karaca Azer’in evinde günler geçiriyor ama kendi de tanımlayamıyor özgürlüğünü hangi tanımla Azer’in ellerine teslim etmesini. Esir ya da rehine fark etmez. Amaç iki aileden de daha fazla kan akmasın yeter^^ Ama bunu her iki tarafa da anlatması pek kolay olmayacak belli ki. Babası kızını Azer’in evinden almaya geliyor bir kez daha; bu kez silahlı ve yanında Yamaç başta olmak üzere tüm Çukur ile… Ama Karaca dimdik duruyor Çukur’un karşısında; akacak kanların durmasının tek bir yolu var: Karaca’nın fedakarlığı.
Koçovalıları geri gönderiyor ama Karaca o çatı altında sus pus oturacak değil. İşte asıl elektrik bu didişmelerden başlıyor. Karaca’nın Azer’den etkilenmesinin işaretlerini onu istemsizce korumasından anlamıştık ama Karaca kısacık rehinelik sırasında tanıdığını düşündüğü adamın hakkında öğrendikleri ile (hisleri değişmese de) düşünceleri değişmişti bir kere. Bu nedenle sorguladı: “İnanamadım biliyor musun?” Ardından gelen “Bana yaklaşmaya kalkarsan…” ile bu hislerini nasıl bastırmaya çalıştığına şahit olduk. Fiziksel olarak bir şey yapmayacağından emin, asıl duygusal yakınlaşma olmasından korkuyor besbelli…
Koçovalıların hep bir mağrur duruşu vardır ya; Karaca’da Koçovalı kanının etkisi ile Azer karşısında başını eğip onun kanatları altına girmiş olsa da, duruş itibari ile hep başı dik. “Asla Koçovalı olduğumu unutmayacağım” diyerek bu tavrını sözleriyle de destekliyor…
Günler hızlıca geçerken Azer gerek sözleri gerekse tavrı ile Karaca’nın varlığından duyduğu rahatsızlığı hep dile getirdi. Ah o tatlı laf sokmalar ^^ Ama Karaca hiçbir zaman geri atmadı… Her didişme birbirleri hakkında farklı bir şey daha öğrenmelerini sağladı. Azer’i hala çözemediğimiz ama Karaca’nın arafına geri döndüğünü hissettiğimiz dönemlerdi. Karaca’nın Azer’in odasında ona dair ipucu bulma arayışını hatırlasanıza…
Hani Azer Karaca’nın zorunluğu misafirliğinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmekten çekinmiyor demiştik ya, öyle bir an oluyor ki şahit olduğu tek bir kare ile Karaca’nın iç dünyasına giriveriyor, hep taze kalacak ‘ailedeki yeri’ yarasına tuz basıyor; Fadik ile Ayşe karşılaştırması ile vuruyor Karaca’yı. Kendisini yabancı ellerde aramayan Ayşe ile çocukları için canını verecek Fadik bir olur mu? Belki de Azer’in bu karşılaştırmayı yapmasından çok, iki annenin arasındaki bu farkın yüzüne vurulması yaralıyor Karaca’yı… Düşünsenize “Sana da, çocuklarına da kapım açık” diyen Fadik’e rağmen hiçbir Koçovalı kadını Karaca’yı görmek için kapılarını çalmıyor… Konu Fadik ve evlatları ile ailesinin kıyası olunca Karaca Azer’in de kayıpları olduğunun daha ciddi bir çerçevede farkına varıyor. Dolaylı da olsa Yamaç yüzünden can veren Seyhan! Bu sahnede Karaca’nın dilediği baş sağlığı o kadar içten ki…
Ailesi için ‘var olabilmek’ Karaca’nın en büyük isteği iken karşılaştığı duruma ister unutulmak deyin ister önemsenmemek Azer’in sözleri canını çok daha fazla acıtıyor. Tüm bu fedakarlık ne için?
“Ben en azından katilimi tanıyorum fakat sen bir gün sevilmediğin bir yürekte kim vurduya gideceksin.”
Cumali sağlığına kavuşur kavuşmaz Azer’in evinde alıyor soluğu, amaç belli Karaca’yı eve geri götürmek ve kan davasının kaldığı yerden tüm ateşi ile devam edebilmesi…
Bu nokta tam bir dönüm noktası Karaca için. Bu kez kendi isteği ve arzusu ile değil Azer’den aldığı özgüven ile “Ben gelmiyorum.” diyor amcasına. Amcanın tepkisi ise Azer’in farkına varmasını sağladığı Koçovalı gerçeğinin bir Koçovalı ağzından dile gelmesi: “Benim kanımdan değilsin, bilesin…”
İşte o an Karaca’nın yersiz yurtsuz olduğu kadar ailesiz kaldığı an… O anın acısını Azer’in omuzlarında ağlayarak dindiriyor Karaca. Belki de Azer ilk defa birinin acısına ortak oluyor, kim bilir?
Bu duygusal paylaşımdan sonra bir küçük Yılmaz Güney meselesi Azer ile Karaca arasındaki uçurumu kaya misali tek hamlede kapatıveriyor. Belki de öyle bir an ki bu, Azer Karaca’nın varlığının farkında olan dünya üzerindeki tek kişi oluveriyor.
[wp_ad_camp_1]
Karaca olaylardan epey uzak kaldığından bilmiyor ki Koçovalı’lar Azer Kurtuluş’tan çok daha güçlü düşmanlarla boğuşuyor. Düşünsenize ailenizi korumak için ailenizden uzaktasınız ama ailenizin başının çok daha büyük belada olduğunu öğreniyorsunuz, üstelik telefonlarınıza da çıkmıyorlar, haber alma şansınız da yok. Uzakta olmak bir yana, nasıl yardımcı olabileceğini bilememek diğer yana… Bir başka savaşta da olsa bir kez daha ailesinin yanında olabilmek için evine dönmek istediğini söylüyor.
Az bir zaman önce Karaca’nın bu kararını şenliklere karşılayacak Azer bu sefer set oluyor önüne. Hep ailesinin vazgeçilmez parçası olmaya çalışırken, vazgeçilmediği parçası olduğu evin, ailenin düşmanı olması manidar değil mi? Bu noktada aralarındaki düşmanlığı unutup Karaca’nın ailesi için yeni bir cephede kendini ön saflara atmasına izin vermiyor Azer.
Ailesinden haber alabilmesi için karakolda bilgi almaya Azer gidiyor: “Bir fırtınadır gidiyor, bile isteye seni ateşe atamam.”
Bu cümle çok kritik! Benim için Azer’in hislerinin açığa vurulduğu an. Karaca Azer için öyle değerli ki, ona en ufak bir kıvılcımın değmesine izin vermeyecek kadar korumak istiyor. En ufak bir ihtimal bile olsa… Üstelik tüm bu çabasının karşılığında hiçbir beklentisi yok Azer’in. Bunu geç de olsa anlıyor Karaca. Artık aralarında güven ağı kurulmuş besbelli…
Azer’in aldığı haberler pek de olumlu değil. Bunun üzerine geçici de olsa eve dönme istediğini bir kez daha dile getiriyor Karaca. Ve bir kez daha bunu istemediğini söylüyor Azer.
“Neden ama bir şey olacaksa bana olacak.”
“Sana olacak diye.”
Bu itiraf karşısında ona ilk defa değer veren birinin varlığının farkına varıyor Karaca. Bugüne kadar hep sevmiş. Ama görünen o ki ilk defa korkusuzca, şartlara rağmen hislerini saklamadan seviliyor.
Bu itirafın ardından gelen tespit ise Karaca’ya açık bir teklif aslında: “Bu hayat bize mutluluğun fotoğrafını çektirmez ama sen yine de bi’ düşün”
Azer’in Sena, Akşın ve İdris’in ölümündeki payı, Kemal’in ölümü bir yana… Azer’in can kardeşlerini kaybetmesi bir diğer yana… Bu açıdan bakarsan kabul edilebilir bir durum yok ama toprağa verilen canlara rağmen düşmanlığı aşka çeviren hisler canlı ise? (edit: Yorumlarda bölüm bölüm Azer’in Koçovalılar’a düşman oluşu sıralanıyor. Sena’nın ve Akşın’ın ölümünde payı yokmuş!)
Karaca ilk defa mutluluğun kapısını çaldığı anda, kapıları sonuna kadar açacak mı yoksa üstüne kilit mi vuracak?Mutluluğuna bir şans vermek uğruna ailesini tamamen kaybetmek mi yoksa Koçovalı kuralları ile yaşamaya devam etmek mi?
İlk temasın tam öncesi; Azer yavaş yavaş duygularını hissettirmeye başlamaktan öte dile bile getirmiş, “ihtimalleri düşün” diyor. Karaca ise biraz şaşkın, biraz tereddütlü. Azer Karaca’nın küçük çantasını yatağın üstünde gördüğünde “Gidiyor musun? Tamam, yolun açık olsun. Eyvallah, güle güle git” derken bile iç sesi “GİT-ME!” diye haykırıyordu belli ki. Gitmesin istiyor ama geriye söylenecek ne kalmış? Azer yorulmuş artık kendini sözcüklere dökmeden; ‘Eyvallah’ derken belki de hislerinin karşılıklı olduğunu düşünürken hata yaptığını düşündü kim bilir? Oysaki Karaca’nın da sessizliği çok şey anlatıyor. Karaca Azer’i kolundan tutarken tane tane hislerini anlatmak istiyor olabilir ama yazarken dile kolay da düşmanı, daha doğrusu ailesinin düşmanı olan adama aşkını itiraf etmek kolay mı? “Yok olmaz” diyemez, “seninle her şeye varım” hiç diyemez… Arafta kalmanın tarifi bu olsa gerek.
Azer ‘söylesene’ diyerek Karaca’nın üstüne üstüne gidip onun ağzından duymak isteği söylediklerinden çok daha farklı: “Sen öyle düşünmüşsün de, kafanda kurmuşsun de, yok öyle bir şey de…” Şartlar dahilinde düşünüldüğünde bir tarafın bunları dile getirmesi mantıklı! Azer bu çıkışı ile sevdalarının imkansızlığına büyük bir dokunuş yapıyor aslında. Karaca düşmanını neden sevsin? Bu sözleri Karaca’ya söyletmeye çalışıyor gözükse de onun bu cümleleri kuramayacağından da emin. Ama olur ya, Karaca’nın da kanı deli atıyor ya, söylediklerini onaylamasın diye naif bir dokunuşla Karaca’yı bulunduğu yere mıhlıyor. Aşka tam bir teslimiyet… Karaca’nın hislerinden emindim de, bu hareket Azer’in de maskesini düşürüyor. Karaca şaşkın, Azer öpücük ertesi gitmeli mi kalmalı tedirginliğinde…
Elbette AzKar sahnelerine youtube’da birçok video yapılmıştır ama benim bu durumdaki Karaca’ya yakıştırdığım tek şarkı var.
Gidemiyorum, kalamıyorum
Baş edemiyorum
Teslim olamıyorum (*)
(devam edecek)
Dizi ile ilgili diğer yazılara göz atmak isterseniz İzledim / Çukur kategorisini ziyaret edebilirsiniz…
(*) Göksel, Gidemiyorum