Günaydın İdris Koçovalı … Hani ilk bölümlerde serzenişte bulunuyorduk ya ‘nedir bu Koçovalı’lardaki Corleone havası’ diye… İdris Koçovalı’nın da geriye kalan ömrünü felçli olarak geçireceğine dair bahse girebilirdim. Aramızda kalsın, içten içe Ercan Kesal’ın felçli bir adamı canlandırmasını da istiyordum doğrusu. Sonuçta fragmanın ışığında beklediğim gibi olmadı, bu nedenle Günaydın İdris Koçovalı … Hem yeni bir güne merhaba derken, hem yeni bir Çukur’a, hem de aileye geri dönenlere, yeni katılanlara da merhaba diyeceksin…
Gelelim bölüme…
En sevdiğim sahne Yamaç’ın Sena’ya mısra ile (¹) seslenmesiydi sanırım… Sena’nın duygularının tutarlılığından emin olamasam da Yamaç’ın aşkından zerre şüphem yok.
“pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun ağışını mı
pencereyi kapama
kuş dolabilir içeri
sen neyi taşıyabilirsin
kırık bir dalın yükünü mü”
Sena’nın dokunuluşuyla şekillenen Yamaç Koçovalı’yı pek sevdim. Sırf kıyafet değil mevzu – ki siyah takımları çıkartmasına sevindim, esas kızımızın Yamaç’ın içindeki iyi niyet ve merhameti canlı tutma misyonu var. Bu aralar başarılı olduğu aşikâr ama ilerleyen dönemlerde zaman ne gösterir
Yamaç açısından bakarsak, genlerde zaten var ama babasının kanatları altında geçirdiği 18 yılda ‘gerçek’ bir Koçovalı olmayı çok iyi kavramış, bunu yıllar sonra bile hissedebiliyoruz.
Sultan Koçovalı… Benim için ailenin en kötüsü, net… Selim’in bile tutunur bir dalı var benim için, para için ailesini, mahallesini de satmış olsa, abisinin katline bile yol açsa empati yapabiliyorum Selim Koçovalı ile… Anne sevgisi göstermemiş, baba sürekli kötülemiş, eş desen destek yerine hep köstek – hatta Kahraman’a mı aşıkmış? Ama ya Sultan? Evde dirlik düzen devam etsin diye Nazi Almanya’sı yönetimi benimsemiş…
Sultan Koçovalı’yı se-ve-mi-yo-rum, bu net. Bu hislerimde karakter bir yana oyuncunun da payı büyük. Perihan Savaş’a saygım var ama Sultan’ı hakkı ile canlandırabiliyor mu? Bana göre hayır… Tek bir örnek vermem yeterli olacaktır: Cenaze sonrası haykırışı gözlerimi doldurması gerekirken bir an önce bitsin isteyecek kadar kötü değil miydi?
İşte sevdiğim bir karakter: Vartolu… Çukur’a döndü… Üstelik Çukur’a komşu Dere’den Mavi Panjurlu değil Mavi Badanalı bir evden çıkmış Vartolu, nam-ı diğer Salih. Hikayesini deli gibi merak ediyorum, sağlam bir hikayesi olduğuna inancım tam. Yamaç – Koçovalı sahneleri ile tam bir keyif^^
Gelelim Selim’e… Sizce Yamaç Selim’in aileye ihanetini çözdü mü? İçimden bir ses ‘kesin çözdü, satranç misali hamlelerini dikkatlice planlıyor.’ diyor ama planlanmamış bölüm sayısını hesaba katınca bu seste doğruluk payı olma ihtimali yok. Selim’in korkuyla gözlerinin pörtlediği sahnede, Yamaç karşısında giderek küçülmesini beklerdim… Çok daha güzel bir görsel şölen olurdu. Yaralı bir adam Selim… Ailede ikinci plana atılmış, kendi çekirdek ailesinde bile sevilmeyen, saygı duyulmayan bir adam. Yaptıklarını haklı çıkartmaz ama ‘neden yaptığını’ anlamama yeter sayıda sahnede gördük dünyasını. Yine de seni sevemedim Selim, ama eşini ve kızını hiç sevmedim.
Lannister etkisi görülen hane cümlesiyle yazıyı sonlandıralım:
“Koçovalılar hiçbir şeyi unutmaz”
Yazı bölüm ertesi taslaklarda kalmış, neredeyse küflenmiş… Yeni bölüme bir kala geç de olsa yayına giriversin, gelecek hafta daha erken buluşmak dileğiyle ^^
(¹) Arkadaş Zekai Özger’in ‘Pencere’ şiirinden
Unutmadan; bu dizi ile ilgili diğer yazılar için Çukur kategorisini ziyaret edebilirsiniz.