Bölüm bitince sessizce haykırdığım gibi “Bana böyle bölümlerle gelin”. Tek kelime ile Ba-yıl-dım! Ve bölüm sonuna daha da çok bayıldım. Koçovalı Üç Silahşörler <3
Dumas’ın klasiklerinden üç silahşörler Çukur karakterlerine bürünüvermiş. Athos, Portos ve Aramis. Aman D’Artagnan‘ı da unutmayalım. (Bölüm içinde bir görünüp bir kaybolan Selim ile 4 kardeş değiller mi zaten?) Gerçi karakterin dağılımını ben farklı yapardım. D’Artagnan başına açıp durduğu belalarla bilinir ki bu kim olurdu? Tabii ki Vartolu. Akıllı ve ihtiyatlı şövalyemiz Athos için Yamaç’dan başkası düşünülemez. Aramis hep saman altından su yürütendir, bu nedenle Selim daha uygun ve geriye kalan da gösterişçi Portos da Cumali.
Üç + 1 silahşörlerin maceralarını ilerleyen bölümlere bırakalım, gelelim bu enfes bölümün bana bıraktıklarına…
“Allah’ım çektiğim acılar yetmedi mi? Neden sürekli benim üzerime ıstırap yağdırıyorsun?”
Hayat ne tesadüflere gebe. Kim bilebilirdi Vartolu’nun metruk binada rastladığı Halil ile yollarının dolaylı ve acı bir şekilde birleştiğini. Bazen öyle bir karar alırsınız ki, o an için doğrudur, hatta sonuçları istemediğiniz bile olsa ‘bugün olsa yine aynısını yapardım.’ dediğiniz. Vartolu – Halil örneği ise aldığımız kararların hiç bilmediğimiz başka sonuçları da olabileceği ve belki de o sonuçlarla yüzleşmemiz gerekeceğini dan diye göstermedi mi?
Ve Vartolu adım adım bu keşfe doğru ilerlerken Halil’in İdris Baba’yı tanıttığı sahnede içi kıyılmayan, gözleri dolmayan bizden değildir. Net!
İtiraf edeyim, Saadettin – (meczup) Halil sahnelerini ilk önce zaman doldurmaya ne gerek var diyerek izledim ama bölüm sonunda geriye dönük size ne hissettirdi bilemem ama benim için repliklerin doluluğu içime anca sinmişti. Halil’i sevdim. <3
Hikâyedeki diğer kadınlarda olduğu gibi Sena’nın karakteri de güzel yazılmadığı için her replik üzerinde eğreti duruyor. Her biri çok güzel replikler, ona lafım yok ama karakterden ‘büyük’ replikler. Kendinden yaşça büyük ablasının kıyafetini giymiş gibi. Tam da bu nedenle gerek Vartolu’nun gözünü Karakuzular’a karşı açması gerekse bu bölümde Yamaç ile konuşması Sena’ya oturmadı. Yaşadıkları ile kişisel gelişimini tamamladı desek? Hmm, o bile oturmuyor ki…
“Baban tuttu, Salih kesti, Selim pişirdi, sen de yedin. Baykal, Nazım, abim… Neden bütün günahlar senin olacak illa? Şunu yapmaktan vazgeç. Sonra da babanı görmeye git. Abini de getir hatta.”
Bu nedenle mentorluk yapması yerine Sena’nın şımarıklığını, triplerini bile izlemeye razıyım. Hani dedi ya ‘ben normal değilim.’
Sadiş’in doğumu yaklaştı. Israrla ya anne yada bebeği ölür diyen izleyiciler – ki ben de bunlardan biriyim, katliamda bile öldürmeyen senaristin doğumda ölüm yazmasını an itibari ile komik buluyordur değil mi? Sadiş’cim acaba bebeğini ‘kuzum’ diye sevmesen mi? Malum an itibariyle ‘kuzu’ bize pek de minnoş bir şeyi çağrıştırmıyor.
Don Kişot der ki: “Şövalye dediğinin bir sevdiği olmalıdır. Yaptığı kavgaları sevdiğine adayan gece karanlıkta güzelliğine şiirler yazan, her şeyini sevdiğine borçlu olan şövalyedir. Aşık olmadan şövalye olunmaz”. Peki ya Çukur’un şövalyelerinin sevdikleri kim?
Yamaç’ın Sena’sı, Saadettin’in de Sadiş’i var malum. Peki ya Cumali? İlk sezon yazılarında oğullarını kendi seçtiği gelinlerle erkenden evlendiren Sultan ‘en büyüğüm’ dediği Cumali’yi – hep hapiste değildi ya bu adam?, evlendirmemiş konusuna değinmiş, ‘acaba Sadiş’e mi aşıktı?’ teorisini bile ortaya atmıştım. Neyse bu konudan aile içi bir dram çıkmadı. Kanı deli akan şövalyemizin (bir zamanlar) aşık olduğu kişi Yıldız’mış. Yoksa annesi ile arasının bozuk olmasının nedeni Yıldız mı? Anaların anası Sultan oğlunun sevdiği ile yan yana gelmesine izin vermemesine rağmen ekmeğini pavyonlardan kazanmasına göz mü yumdu onca yıl?
[wp_ad_camp_1]
Hayır, katliam(lar)daki kayıp sayısının bir elin parmağını geçmemesine söylenmeyeceğim. İster çocukların çatapatları deyin ister su tabancası; gelin yok hükmünde kabul edelim bu konuyu. Ama Gökhan Bey’i tebrik etmek lazım, süper bir sezon finali kaleme aldı, merakla beklediğimiz bir sezon arası yaşattı bize. Sonunu beklediğimiz gibi tamamlayamadı ama olsun ^^ (Bölüm o kadar güzeldi ki yaşasın Pollyannacılık <3)
Yahu çıyan bile dirildi. Bu bir yol kazası mıydı dersiniz? Öldüğünü ben çok net hatırlıyorum?
Biz yine katliam mağdurlarına dönelim; tamam, ölmemişler ama ölmüşten de beter olmuşlar değil mi? Sultan’a bile üzüldüğüme göre… Annem sürekli boşuna mı der ‘ne oldum demeyeceksin ne olucam diyeceksin!’ diye… (Bu bir anne sözü değil atasözü! Ama annelerin sözü atasözünden daha çok kulakta kalır malum ^^)
Yamaç ailesini koruyamadığı için mi İdris ve Sultan ile görüşmüyor? Saçma! Sadece Koçovalı’lar ve ‘aile’ olan Çukur’dan kayıplar bu kadar az iken Yamaç neyin bunalımda idi de ailesinden kopmuştu o konu hala muallak benim için. ‘Koruyamadım’ diyor ya; asıl böylesine ortak bir acı yaşıyorken yanlarında olmuyorsan ‘aile’ nedir bilmiyorsun be oğul! Asıl koruman gereken zamanlarda onları bir başına bırakmışsın!
Ama günün sonunda o bir Yamaç Koçovalı, kalp kalp kalp… Dönüşü muhteşem olmadı mı? Biz de memnun olduk Yamaç Koçovalı Bey.
Abi kardeş, Cumali Abi ve ‘bebe’… Efsane sahneler çıkartıyorlar. Hem pek sevişirler (mecazi anlamda) hem dövüşürler… Kardeşi olan bilir ^^ Bu böyledir! (Unutmadan, dövüşürken ısırabilen kazanır <3)
Bu bölümün Forrest Gump’ı da Cumali Koçovalı idi. Koş Cumali Koş. Peşinde Karakuzu var koş, peşinde Çukur’un adamları var, yine koş… Necip Memili’yi aksiyon sahnelerinde de izlemek keyifliymiş. Sizce?
DreamyTangerine ve Gözde ile yaptığımız sanatsal çalışmalarımızı nasıl buldunuz? (4 tanecik çalışma yaptık, döne döne her yazıda paylaşacağım anlaşılan, ama çok sevdim, n’apiim) Yeri gelmişken belirtmek isterim: Üç Silahşörler’den önce Mançalı Şövalye Don Kişot ve Sancho Panza vardı.
[wp_ad_camp_1]
İdris Baba ve biriktirdiği insanlar… Bakınız örnek Meke…
Meke’nin acısını anlıyorum. Babası öldü dile kolay. Ama sorsa bir kendine bu adam niye öldü? Çukur’un ele geçirilmesinin ilk dinamitini ateşleyen ve kendi yetmezmiş gibi bütün mahalleliyi tefecilerin eline düşüren o değil miydi? Ha, babalarının sevmediği oğulları (aradan epey zaman geçti böyle miydi bu tanım?) elbette bir yolunu bulurdu o ayrı ama bu kadar da çabuk teslim olmazdı Çukur. Bu nedenle Meke’nin dönüşüne -ki ilk sezonda da pek sevmezdim kendisini, Koçovalılar açısından da ekran karşısındaki izleyici açısından da benzer şeyi söyleyebilirim: ‘Hadsiz’ Tam da bu nedenle Cumali’nin Çukur dövmesini derisinden söküp almasını izlemek isterdim doğrusu. ‘Kan!’ diye çığıranlar değilim ama o dövmenin orada olması sizi de gıcık etmiyor mu? (Enfes bir sahne olurdu doğrusu!)
Selim’in durumu açığa kavuşacak mı dersiniz? Nasıl kurtuldu? Çeto’nun onu bildiği kesin! Peki ya aile? Emmi gördü ama tanımadı fakat İdris Koçovalı gördü ve görmemezlikten geldi bana göre. Ne zaman bitecek bu gizem? Bu arada Selim’in Karakuzuları Cumali ile eş zamanlı ama birbirlerinden habersiz avlıyor olma ihtimalini çok sevmiştim. Görünen o ki böyle bir ihtimal yok. Ama bu olmayacak demek değil. Gölge bir silahşör fikri size de hoş gelmiyor mu?
Yazı uzadıkça uzadı, Karakuzular da bir başka yazıya kaldı ama yahu bu kuzular sandığımız kadar güçlü değillermiş ya… Bence bizim üç şilahşörler bu kuzuları çiğ çiğ yer… Ya sizce?
Varsın gizli ‘düşman’ olsunlar, bu durum günün sonunda ‘kardeş’ olduklarını değiştirmeyecek.
Dizi ile ilgili diğer yazılara göz atmak isterseniz İzledim / Çukur kategorisini ziyaret edebilirsiniz.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.