Aylar önce, 31 Ekim 2017 tarihli yazımda Yamaç’ın Yamaç Koçovalı’ya evrilmesini konu almış başlığı Metamorfoz olarak seçmiştim. Bu yazıda da bir metamorfoz konu ediliyor ama farklı bir karakter için…
Vartolu Saadettin olarak hayatımıza giren, derine indiğimizde içerilerde bir yerlerde gizlenmiş Salih’i bulduğumuz, hatta tanıdıkça sevdiğimiz karakterimiz dönüşümünü tamamladı, artık kesin ve net olarak yolunu çizdi. ‘Salih mi, Saadettin mi olacak’ derken yanıtımızı aldık, Vartolu geri dönüyor. Belki de bu metamorfoz tamamlandığı için bu bölümü pek keyifle izledim.
Yolunu seçti seçmesine de, peki nasıl oldu bu dönüşüm? Anahtar ne Çukur ne de Koçovalılar. Anahtar Saadet!
Salih 1 günlük izin aldı Vartolu olmaktan ve Sadiş’in rüyasını gerçeğe çevirdi. (Sosyal medya hesabımdan ‘Günlük ev mi kiraladın, seni gibi seni’ imaları yapmış olabilirim^^ Ama ikili koltuk varken yan yana iki tekli koltukta oturan aşıkları izleyeceğimizi ne bileyim…) Özlenen Türk filmleri tadındaki sahneyi Barış Manço’ya rahmet göndererek izledim. Tüm sahne boyunca Saadet’i bir kenara koydum, Salih ne güzel seviyor değil mi? Veda sahnesiyle de Saadet onu özenle yerleştirdiğim o kenarda çürüsün, bitsin gitsin istiyorum. İlişkilerinde söz konusu ayrılık olduğunda Saadet’in Vartolu’yu hayatının merkezine almak istememesinin nedenlerini hep geçerli buldum. Karanlık geçmiş, aile… Önemli etkenler. Ama dikkatinizi çekerim, bu kez Saadet’in geride bıraktığı Vartolu değil Salih’ti. Ve Salih’in ‘Sadiş, gitme!’ demesine karşın arkasındaki enkaza bakmadan İdris Babacığına koştu. Acaba bölüm sonundaki ‘Yarı yolda bırakanların bizzat kendim kafasına sıkarım’ açıklaması Sadiş’i de kapsıyor mu?
Bölüm Saadettin’den ağır bir hayat dersiyle başladı. Saadettin’in Nedret (Abla) ile diyaloğu ne kadar güzeldi değil mi? Tekrar tekrar izlenilesi sahnelerim arasında çoktan yer aldı.
“Senin gözlerinde bir ışık var. Çakmak çakmak, mavi mavi… İçindeki sancının gözüne yansıması o. Ben onun ne olduğunu çok iyi bilirim. İntikamını alınca o sancı geçer zannedersin. Geçmiyor be abla…”
Kahraman evlerimize misafir olduğu tek bölümde evine, eşine bağlı bir adam olarak çizilmediği için Nedret’in kocasına (aşık olduğunu söylese bile) güzellemeler yapması benim için epey rahatsız edici oldu doğrusu. Ama onun asıl isyanı kocasının ölümüne değil, İdris Koçovalı’nın evinde bir odada ‘dul’ olarak yaşamasınaydı. Bakmayın siz Sena desteğiyle Emmi ile görüştüğüne, hediye broşu gururla yakasına taktığına, prangasının zinciri birkaç halka birden kısaldı Kahraman ölünce…
Bu sahnenin akabinde kaza kurşunuyla Sultan Ana vuruldu. Öksüz yetim bir çocuğa kendi evinde olmasa da -ki hak veriyorum, Çukur’da yuva açamayan, evlatları arasında ayrımcılık yapan, gelinlerine hapis hayatı yaşatan bir kadını ‘Sultan Ana’ olarak göremiyor olduğumdan zerre üzülmedim. İşin kötüsü ölmedi de… Yerli dizi tıbbiyesi konusunda kocaman bir paragraf yazılır. Konunda uzman bile olsan, omuriliğinden hasar gören hastayı yüzüstü ameliyat edersen o hastanın iyileşmesi mantık olarak mümkün olamıyor işte, gördün mü bak felç kaldı bizim Sultan…
Mağdur Sultan’ı izlemek istemediğinden emin olmakla beraber, Saadet’in şeytanla kırıştırdığı için yaşadığı vicdan azabını Sultan’ın hasta bakıcılığıyla telafi etmeye çalışmasını izlemek isteyip istemediğimden hiç emin değilim. Bu nedenle yaşlı halacığının yanı başında kalması tek dileğim.
Kendi adıma Sadiş – Salih aşkı gözümden düştüğüne göre dizide bana kalan tek gerçek sevda olan Medet- Saadettin üzerine konuşabiliriz. Vartolu’nun Medet’i Muhittin ve çetesine teslim etmemek üzere verdiği savaş Saadettin’ için ‘Budur liderlik’ dedirtti. Çukur Medet’i istiyor, ama aldıkları yanıt ‘Her Medet istendiğinde vermiş olsaydık, şimdi burada ayakçılık yapıyor olurduk.’ oluyor. Bu adam elleriyle Medet’i teslim eder mi? Hele ki o tüfekle fırlama sahnesi ne güzeldi…
Ön izlemeye göre Medet Sultan’dan yırtacak yırtmasına da Kahraman’dan gidici… Ah Aliço’m Ah… Mahalledeki en ufak tabela detayını hatırlayan Aliço’nun bunca zaman Medet’le hiç karşı karşıya gelmemesi söz konusu? Hafızamızı biraz zorlayalım mı?
[wp_ad_camp_1]
Yamaç- Vartolu sahnelerinin biri bile karavana çıkmıyor, hepsi nokta atışı. Hepsi özenle yazılmış, oyuncularda karakteri iyi giyince üzerine keyifle izliyorum… Yamaç “En başından başlayayım, Baykal’a kadar gidelim” cümlesinde ne kadar haklıysa, Salih tarafından bakıldığında en başından başlanıldığında başlangıç noktalarından birinin Yamaç’ın annesiyle kesişiyor olmasında da o kadar haklı. Tam bir sarmal…
Ben ne kadar Yamaç’ın duruma müdahalesini sevsem de biliyorum ki Yamaç oraya dile getirdiği gibi babasının oğlunu koruyup kollamaya değil ‘Yamaç Babamız’a zeval gelmesin’ diye gitti. ‘Sen hala konuşuyor musun Berber Muhittin? Madem kararları sen veriyorsun, mahalle senin!’ diyerek silahı Muhittin’e (dikkatinizi çekerim Muhittin Abi değil) teslim etmesi de bunun bir göstergesi değil miydi? Yamaç’a dik çıkışlar pek yakışsa da benim gönlümde rakınrolcu Yamaç’ın yeri bir başka…
Yamaç – Salih ister kötülüklerini ister güçlerini birleştirsinler bir birleşme olması fikrine hep sahip çıktım. Sonuçta ‘kardeşlik kazasın’ isteğimi, yerli dizi ekranlarında görmeye alışkın olmadığımız ‘Bromance’ i izlemekten pek keyif alacağımı sürekli dile getiriyordum ki, artık zor. Çok zor… Bu ikili arasında görmeyi beklediğim ilişki birbirlerine kavuşalı çok kısa zaman olan Nazım – Emrah arasında başladı, hadi bakalım hayırlısı…
Artık dizinin kötüleri babasının onu limanda bir başına bırakmasının travmasını uzun süre atlatamayacak Avukat Nazım, (şimdilik bildiği) tek kan bağı olan kişinin yolunda ilerlemeye kararlı Emrah ve Vartolu… Keşke kötülerin içinde Elvis’i erken yolcu etmeseydik, kafiyeli bölük pörçük konuşmasına bile alışabilirdim.
Bu Sena- Emrah geçmişi bi’ olamadı, oturmuyor taşlar. Yüzleşmeleri de zaten 20 saniye sürdü. (Özellikle baktım) ‘Kim hayatının kontrolünü başka birinin eline verir ki?’ sorusu iki kardeş arasındaki ilişkinin derinliğini açıklamaktan uzak. Artık ‘Camdan atla dedi, atladım. Bacağımı kırdım onun yüzünden’ hikayesini bir kenara koyup gerçekleri konuşmanın zamanı gelmedi mi? Aksi oldukça Sena’nın Emrah’ın evini basmasını, ardından gidip Yamaç’a yaptığı açıklamasını (1 dakika ya sürdü ya da sürmedi) öylesine bir sahne diye geçiştirebiliriz. Neden annesi Emrah’ı kızı için kaybetti? Emrah neden uzaklara gitti? Sena’nın annesi neden oğlunu Sena yüzünden kaybettiğini düşünüyor? Seyircinin anladığı Sena’nın ve Emrah’ın davranışlarıyla tutarlı bambaşka bir geçmiş olması olası iken bu ısrarın sebebi nedir?
Metamorfoz ile başladı yazı onunla bitirelim. Bir de metafor ekleyelim: Kolye!. O kolye Salih’in Koçovalı olmakla ilgili bağı idi. O kolye sadece ölüme yürürken çıkartıldı. O kolye artık boyunda değilse sen kork Çukur…
Biz Salih’in naif yüreğini gördük sevdik. Yaralarına merhem olmak yerine üzerine tuz basan Koçovalı’lara karşı karanlık tarafının ön plana gelmesi kaçınılmazdı. Bırak Paşa ve Sultan Ana’yı hesap sorması için karşısına çıkartmayı Sadiş’i de dahil olmak üzere kimse ona elini uzatmadı ki. O yüzden merakla ve sabırsızlıkla bekliyorum Çukur’un ona muhtaç olacağı günleri…
“Ama gün gelecek Çukur bana yalvaracak geri dön diye. Bu da benim şimdilik son sözüm olsun.”
[wp_ad_camp_1]
Bu bölümde bahsi geçmedi ama elbet zamanı gelecek: Meliha Kim? anketine katıldınız mı? Sahi Hale’nin cenazesi ne oldu?
Dizi ile ilgili diğer yazılara göz atmak isterseniz ÇUKUR kategorisini ziyaret edebilirsiniz.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.