Kategori: İzledimÇukur

ÇUKUR – Kral Tsongor’un Ölümü İncelemesi

Çukur detaylarda gizli dersek yanlış olmaz.  Biliyoruz ki Kral Oidipus nasıl 2.sezonu belirlediyse, Kral Tsongor’un Ölümü Çukur  3.sezonun habercisi.

Konuk yazarım Balvin  Kral Tsongor’un Ölümü adlı kitaptan alıntılarla Çukur ile benzerliklerini derledi. Keyifli okumalar ^^

 

Bu yazıyı okurken aşağıdaki denklemler bize yol gösterecek, kitaptan alıntıları okurken benzerliği özümsemek için isim değişiklikleri kolayca yapmak için bu denklemleri aklınızın ucunda tutun.

 

Tsongor = Baykal

Sango Kerim = Arık Böke

Samilia = Efsun

Kouame = Yamaç

 

Öncelikle kitaptaki karakterin tanımına bakalım; Sango Kerim’den Samilia’ya… Çukur’un karakterlerine ne kadar da benziyorlar değil mi?

Sango Kerim

“Kralın huzuruna çıkan adam uzun boyluydu. Pahalı, koyu renk kumaşlarla giyinmişti. Mücevherden ziyade nazarlık taşıyordu. Yüzüğü yoktu. Boynundan sallanan küçük kutucukta nazarlıklar bulunuyordu.”

 

 

 

Samilia

“Prenses Samilia’nın binlerce parfüm ve renk cümbüşü giysileri vardı. Bu kıyafetler özel olarak sarayda yetişmiş kadınlar tarafından dikilirdi. Yüzlerce takı ve mücevheri vardı. Kral Tsongor, kızını olabilecek en şatafatlı şekilde büyütmüştü.”

 

Kral Tsongor

“Kral Tsongor’un stratejist bir dehaydı. Bir ülkeyi fethetmeden önce oranın devlet mekanizmasındaki büyük başlara sızar, onları kendi tarafına çeker ve kaleyi içten içe fethederdi. En büyük silahının düşmanını yanına çekmek olduğunu vurgulardı.”

 

 

Üçü de tanıdık gelmedi mi size?  Gelin biraz da karakterlerin iç dünyasına girelim;  Kral Tsongor’un kızı Samilia’ya verdiği önem ile Çukur: Yamaç’ın Dönüşü adlı kitapta Gökhan Horzum’un Baykal’ı anlattığı bölümü karşılaştıralım.

 

Samilia paha biçilmez biriydi. Tsongor, Kouame’ye öyle demiş, Samilia’nın paha biçilmez biri olduğunu söylemişti. Tsongor, Samilia için hayattaki tek değerli varlığı olduğunu belirtmişti. Kızına her şeyini sunuyordu. Krallığını, sınırsız zenginliğini.”

 

“Baykal’ın umurunda değildi aslında Emrah ya da Nazım. Baykal’ın neredeyse takıntı haline getirdiği Çukur’a, Koçovalılara, en önemlisi Yamaç’a karşı öne sürebileceği piyonlardan başka bir şey değildi ikisi de. Onun gerçekten değer verdiği bir tane çocuğu vardı sadece. Onu da herkesten sır gibi saklıyor.”

 

Her iki paragrafı isimlerin yerlerini yukarıda belirttiğimiz eşitliğe göre değiştirip tekrar okuyun, ne hissediyorsunuz?

 

Sanırım aynı fikirdeyiz, o zaman kitapta geçen olaylara göz gezdirelim. Bakalım ne benzerlikler bulacağız?

 

Kral Tsongor’un Ölümü – Bölüm 1 :  SANGO KERİM’İN DÖNÜŞÜ

 

Kral Tsongor kızı Samilia’yı Tuz Toprakları’nın prensi Kouame ile evlendiriyordu. Düğün günü sarayın kapılarının önünde bir adam belirdi. Kral Tsongor’la görüşmek istediğini bildirdi. Ve yalnızca kralla, tek başına… Kralın huzuruna çıkan adam uzun boyluydu. Pahalı, koyu renk kumaşlarla giyinmişti. Mücevherden ziyade nazarlık taşıyordu. Yüzüğü yoktu. Boynundan sallanan küçük kutucukta nazarlıklar bulunuyordu. Elçiler eşliğinde Kral’ın odasına girdi. Yabancı gözlerini Tsongor’a doğru kaldırdı. Ve gülümsedi. Yumuşacık bir dost gülümsemesiyle…

 

 

Kral Tsongor sıçrayarak ayağa kalktı. Kendine gelemiyordu. Sango Kerim karşısında duruyordu. Bir mutluluk yükseldi içinden ve tüm benliğini kapladı. Sango Kerim. Onu nasıl tanıyamamıştı. Gittiğinde bir çocuktu. Ve şu an karşısında duran bir adamdı. Sango Kerim. Kralın her zaman beşinci çocuğu gibi sevdiği Sango Kerim. On beş yaşına kadar çocuklarıyla birlikte büyümüş, çocuklarının oyun arkadaşı Sango Kerim. Buradaydı. Tam karşısında. Kibar. Gururlu. Gerçek bir göçebe prens.

 

“Samilia’nın yarın evleneceğini biliyor musun?” “Biliyorum, Tsongor” diye yanıtladı göçebe. “Bunun için geri geldin, öyle değil mi? Özellikle bugünü seçtin. Konuklarımız arasına katılmak için.”

“Evet, Samilia için geldim. Samilia bana ait olduğu için geri döndüm.”

Tsongor duyduklarına inanamadı. Neredeyse kahkahalarla gülecekti.

“Ama Sango… sen anlamadın galiba… Samilia… yarın evleniyor… Yani, demek istediğim, böyle duyguların olduğunu…

Sango Kerim ciddiyetle: “Ben duygularımdan söz etmiyorum, Tsongor. Ben bir vaatten bahsediyorum. Samilia’yı çocukluğundan beri tanıdığımı, onu sevdiğimi söylüyorum.”

 

 

“Benden ne istiyorsun, Sango?” diye sordu kupkuru bir sesle. “Kızını.” “Yarın evleniyor. Sana söyledim.” “Yarın evleniyor. Ama benimle.” Kral Tsongor öylece durdu. Genç adamı seyrediyordu. “Tamam, öyle olsun. Düşünmem için bana bir gecelik izin vermeni istiyorum senden. Sana cevabımı yarın, günün ilk ışıklarıyla birlikte vereceğim.” Kral Tsongor hemen kızı Samilia’nın çağırılmasını emretti.

Samilia huzura geldiğinde babasına kendisini neden getirttiğini sormadı, onun yaşlı kırışık alnını görür görmez önemli bir şeyler olduğunu hemen anladı.  “Baba, seni dinliyorum” dedi. Kral Tsongor arkasına döndü. Kızına baktı. Şu son aylarda ne yapmışsa, hepsini Samilia’nın düğünü için yapmıştı.

“Samilia, sen ve Sango Kerim, arkadaş olduğunuz günlerde birbirinize bir söz verdiniz mi?” Samilia cevap vermedi. Babasının söylediklerine benzer bir şeyler bulmaya çalışıyordu belleğinde. “İleride onunla evleneceğine dair söz verdiğin, onun da bu konuda sana söz verdiği doğru mu?” diye devam etti Tsongor.

 

 

“Sango Kerim’i ve çocukken yaşadıklarımızı hatırlıyorum. Birbirimize verdiğimiz sırlarımızı, birbirimize verdiğimiz sözleri hatırlıyorum. Hiçbir şeyi unutmadım. Neden öyle bakıyor bana? Bunlar geçmişte verilmiş sözler, şimdi hepsini gömüyorum. Yüzümün kızaracağı hiçbir şey yapmadım.”

Tüm bunlar geçiyordu kafasından, ama yalnızca: “Evet baba, doğru” diye yanıtladı.

Kral, bu saatten sonra kızını kime verirse versin karşı tarafın rahat durmayacağını ve büyük bir savaşın çıkacağını düşünerek, oğlu gibi sevdiği Sango Kerim ve söz verdiği Kouame’nin arasında kalmamak için intihar eder.

Kral Tsongor’un Ölümü – Bölüm 2 : KRAL TSONGOR’UN ÖLÜMÜ

Taziye günü tüm evlatları ölünün başı ucunda başsağlığı dileklerini kabul ediyordu. Tuz Toprakları Prensi Koaume içeriye giriş yaptı. Tüm kardeşleri teselli ettikten sonra sıra Samilia’ya gelmişti. Samilia ile Koaume bugüne kadar hiç karşılaşmamıştı.

 

 

Samilia sırasını bekliyordu. Garip bir heyecan tüm benliğini ele geçiriyordu. Kouame önünde diz çöktüğünde içgüdüsel olarak başını kaldırdı ve onunla bu kadar yakın olmak genç kızı yerinden sıçrattı. Oradaydı. Tam önünde. Güzeldi. Dudakları kalemle çizilmiş gibiydi.

 

 

Ama kendisine ateşli ateşli bakan gözlerini görüyordu. Ve bu bakışlardan Kouame’nin kendisini hâlâ istediğini anladı. Bunun için gelmiş olduğunu anladı. Bu yüz öyle söylüyordu. Bugün her şeyin bitmediğini söyleyen bu adamdan gözlerini ayıramıyordu.

 

 

Ardından Sango Kerim de saraya giriş yaptı. Samilia içeri giren adamı seyrediyordu. Şaşırıp kalmıştı. Bu oydu: Sango Kerim. Tüm geçmiş gözlerinin önünde canlandı. Yüzünü dikkatle inceliyordu ve bir an için onun aralarında yaşadığı günlere, babasının hâlâ hayatta olduğu günlere gider gibi oldu.

Bu anımsama ruhunu rahatlattı. Yaşamında sürüp giden, hiç değişmeyen bir şeyler vardı. Sango Kerim eskiden olduğu gibi yeniden çevresinde dolanıyordu. Tutkuyla bakıyordu kendisine. Oradaydı. Tam karşısında.

 

 

Bu felaketin ortasında güvenebileceğine inandığı bir şey vardı: Sango Kerim’in sarsılmaz sadakati.

Kouame’nin varlığını unutmuş değildi ve bu iki talibin karşılaşmasından doğacak öfke ve şiddeti hissediyordu. Sango Kerim’in yüzü kendisine başlı başına huzur veriyordu. Sanki uzaklardan gelen bir ses kendisini sakinleştirmek için kulağına geçmişteki çocuk şarkılarını fısıldıyordu

Sango Kerim odaya girdiği andan beri, hiçbir şey söylemeden, Kouame’yi süzüyordu. Herkes bekliyordu. Onunda, bütün bakışların üzerinde toplandığı Sango Kerim söz aldı. Kouame’ye yöneltti sözlerini. “Siz…tabiî ya… hemen koşup geldiniz. Hiç beklemeden. Bir gün olsun beklemeden”

 

 

 

Neler olup bittiğini anlamayan Kouame: “Kimsiniz?” diye sordu sakin bir sesle. Ama Sango Kerim onu dinlemiyordu. Sözlerine devam etti: “Kalkıp geldiniz… Onu tanımıyordunuz bile… Ama buradasınız işte. Evet… Ben onu sevdim. Çocukken saatler boyu onu seyrederdim.”

 

 

“Bir köşeye çekilir ve hep onu izlerdim, çünkü onun hareketlerini, davranışlarım, sözcüklerini öğrenmek istiyordum. Evet. Ben onu tanıdım…” Kouame bu adamın ne istediğinden hâlâ hiçbir şey anlamıyordu, otoriter ve kupkuru bir sesle: “Susunuz” dedi Sango’ya.

Sango Kerim’in yüzüne inen bir tokat gibi oldu bu söz. Sustu ve yüzü daha da sarardı. Sonra bakışları yeniden Kouame’nin üzerine odaklandı. Gözlerini küçümseyerek üzerinden ayırdı: “Samilia’yı almaya geldim.” Tsongor’un oğulları tek bir insan gibi ayağa kalktılar.

 

 

“Sango” dedi kralın büyük oğlu, “salonu terk etsen iyi olur, çünkü saçmalamaya başladın ve giderek küstahlaşıyorsun.” “Samilia’yı almaya geldim” diye yineledi Sango Kerim. Kouame bu kez kendini tutamadı. “Buna nasıl cesaret ediyorsunuz?” diye bağırdı.

 

 

Sango Kerim ona sakin sakin baktı ve cevap verdi: “Sizin yaptığınızı yapıyorum. Tıpkı sizin gibi, hakkım olan şeyi almak için, bir yas günü kalkıp geliyorum. Ben Sango Kerim’im. Burada Samilia ile büyüdüm, günlerimi Samilia’yla birlikte geçirdim.”

 

 

“Ve sizlere Samilia’yı birlikte götüreceğimi söylüyorum.” “Sen Sango Kerim’sin ve ben seni tanımıyorum” diye yanıtladı için için kaynayan Kouame. “Ne anneni tanıyorum ne de babanı, tabi eğer varsa. Burada bizlere hakaret ettiğin için seni elimin tersiyle yok edebilirim.”

 

 

Oda öfkeli bir uğultuyla doldu. Herkes aynı anda konuşuyordu. Bağrışıyordu. Bu, kararlı ve otorite dolu bir ses yankılanıncaya dek böyle sürdü. “En azından bugün ben hâlâ babama aitim. Çıkın buradan. Ve bırakın bizi, ağlayalım.”

Samilia ayağa kalkmıştı. Sesi gürültüyü bastırmıştı. Hepsi oldukları yerde taş kestiler. Sonra erkekler bu emri yerine getirdiler, durumun kendilerine bu şekilde hatırlatılmasının utancı içinde sarayı terk ettiler.

 

 

Kral Tsongor’un Ölümü – Bölüm 3 : AŞKIN BÜYÜSÜ

Sango Kerim istediğini alamayınca Massaba kentinin surlarına dayandı ve ilk savaşı başlattı. Massaba kentinin ağzı cesetlerle doldu. Bir tarafta Tsongor’un Oğulları ve Kouame öbür tarafta ise Sango Kerim vardı. Samilia tüm savaşı sarayın çatısından izliyordu. “Ben hiçbir şey istemedim” diye düşünüyordu, “yalnızca bana sunulanı kabul ettim, o kadar. Babam bana Kouame’den söz edip duruyordu ve onu görmeden sevdim. Bugün erkek kardeşlerim bir savaşa hazırlanıyor.”

 

 

“Kimsenin bana bir şey sorduğu yok. Ben buradayım. Hiç kımıldamadan duruyorum. Tepeleri seyrediyorum. Ben bir Tsongor’um. Şimdi istemenin tam zamanı. Ben de savaş ilan edeceğim. Beni bir mal gibi isteyen sizler… Ben kimsenin malı değilim.”

 

Samilia, bu olanlara dayanamayıp Kouame’yi sarayına çağırdı.

 

 

“Kouame” dedi Samilia, “sana söyleyeceklerim var.” Kouame başıyla onayladı, sessizce. “Beni tanıyor musunuz, Kouame?” diye sordu. Prens sessizliğini korudu. Kendisini sevmek için tanımasına hiç gerek olmadığını söylemek isterdi. Ama hiçbir şey söylemedi.

 

 

“Ve buna rağmen benim için dövüşüyorsunuz” diye devam etti Samilia. “Nereye gelmek istiyorsunuz?” diye sordu Kouame. Samilia onun sesindeki öfkeyi fark etti. Sakin sakin yüzüne baktı genç adamın. “Şimdi söyleyeceğim.”

 

 

“Babam bana sizden ilk kez söz ettiğinde onu, sözlerini içen çocuk gözlerimi açarak dinledim ve itiraf edeyim, çizdiği portrenize hemen o an vuruldum. Sizi tanımak için sabırsızlanıyordum, sevdiklerimi terk etmenin acısını bile bastıran bir sabırsızlıktı bu.”

 

 

“Sizin gelişinizden bir gece önce babam bana Sango’nun geri döndüğünü ve dönüş nedenini açıkladı. Söylediklerinin doğru olduğunu bilin, yeter. Birlikte büyütüldük. Oynadığımız oyunlardan, paylaştığımız SIRlardan binlerce anı var içimde.”

 

Burada hemen Kral Tsongor’un Ölümü alıntılarına ara verip soruyorum: Sizce Efsun’un Arık ile bir sırrı olabilir mi?

 

“Yanımızdan ayrıldığı gün yalnızca bana gidiş nedenini açıkladı. Hiçbir şeyi yoktu. Kendinde olmayanlara sahip olmak için. Zafere. Topraklara. Bir krallığa. Kendisini destekleyecek insanlara. Sonra da Massaba’ya geri dönecekti. Babamın karşısına çıkıp kızını istemek için.”

 

 

“Bunun için birbirimize yemin etmiştik. Gülümsediğinizi görüyorum, Kouame, gülümsemekte haklısınız. Hepimizin yaptığı gibi çocuk yeminleriydi bunlar, çocukça söz vermeler. Geçmişin gücüyle, geçmişin etkisiyle bir anda ortaya çıktığında, inanın bana, bu yeminler çok ürkütücü oluyor”

“Sango ile Samilia’nın yemini. Eğer Sango Kerim bugün Massaba surlarının önüne gelmemiş olsaydı ben de sizin az önce yaptığınız gibi gülümserdim.” Kouame bir şeyler söylemek istediyse de Samilia onu bir el hareketiyle susturdu, kendisini dinlemesini rica etti ve devam etti.

 

 

“Sango Kerim’i ortadan kaldırmak gerektiğini söyleyeceksiniz. Ama şimdi beni iyi dinleyin. Sizin olursam bu size sadık kalacağım mı demektir? Sango Kerim benim hayatımın bir parçası. Sizinle kalırsam sözüme de geçmişime de ihanet etmiş oluyorum. Beni anlayın, Kouame. Sango Kerim benim kim olduğumu biliyor. Babamı tanıyordu. Erkek kardeşlerimin benim bilmediğim sırlarını biliyor. Size gelirsem, Kouame, kendi öz yaşamıma yabancılaşacağım.”

 

 

Hemen yine araya giriyorum. İşte bir kanıt daha… Gökhan Horzum’un esinlenmelerinden biri daha…

 

Kouame afallamıştı. Bu kadının konuşmasını dinliyor, onun sesini sevdiğini, konuşma biçimini sevdiğini, vahşi saptamasını sevdiğini şaşkınlık içinde keşfediyordu.

 

Garip değil mi? Yamaç değil mi bu?

 

 

 

“Kararımı verdim. Bu akşam buradan gidiyorum. Bu kararımı bilen tek kişi sizsiniz. Bana tek kelime bile etmeyeceksiniz. Beni alıkoymayacaksınız. Beni engellemeyeceksiniz. Bunu sizden istiyorum. Sango Kerim’i bulmaya gidiyorum ve belki de yarın her şey sona erebilir. 

“Hepsi bu. Kadere karşı açılacak bir savaş da yok.” Konuştukça Samilia daha yumuşuyor, daha sakinleşiyordu. Ama o konuşmasını sürdürdükçe Kouame içindeki öfkenin giderek yükseldiğini hissediyordu. Samilia nihayet sustuğunda Kouame patladı:

 

 

“Bunun için artık çok geç, Samilia. Bugün kan aktı. Bugün arkadaşım Tolorus öldü. Hayır, geri dönmüyorum. Sizi geçmişinize teslim etmiyorum. Biz birbirimize bağlandık Samilia, siz ve ben. Biz birbirimize bağlandık ve artık sizi hiç rahat bırakmayacağım.”

 

 

“Bu akşam buradan gidiyorum” diye yineledi Samilia, “sizin için öldüğümü farz edin. Bunu iyice kafanıza sokun.” Geri çekildi ve odanın kapısına doğru yürüdü. Ama Kouame öfkeden kudurarak bağırdı:

 

 

“Kendinizi kandırmayın. Demek ki bundan böyle orada olacaksınız. Tamam. Anlaşılan kazanılması gereken bir savaş var ortada. Sizi bulmaya gideceğim. Şimdi bir savaş var ortada. Ve bu savaşı sonuna kadar götüreceğim.”

 

 

Kouame ona hiç bu kadar güzel, bu kadar yakışıklı görünmemişti. Bugüne dek onun karısı olmak için bu kadar büyük bir arzu duymamıştı içinde. Söylediklerine sonuna kadar inanıyordu. Bu konuşma için hazırlanmıştı. Her bir nedenin üzerinde tek tek durmuştu. Sadık olmak istiyordu. Sadakate inanıyordu.

 

 

Oysa, konuşmaya başladığında, içinde engelleyemediği, önüne geçemediği bir duygunun yükseldiğini ve tüm söylediklerini yalanladığını hissetmişti. Kouame’yi ilk karşılaştıkları günkü haliyle hatırlıyordu. Bir yaşam vaadi gibi. Söyleyeceklerinin sonuna gelmişti. Bir adım bile gerilemeden söylemişti söyleyeceklerini. Ama onu sevdiğine hiç kuşkusu kalmamıştı. Onu unutacağına yeminler ederek gözden kayboldu. Ama ondan ne kadar uzaklaşırsa ona o kadar tutulduğunu daha şimdiden hissediyordu.

 

Kral Tsongor’un Ölümü – Bölüm 4: KİME AİTSİN?

 

 

Samilia abileri ve Kouame’yi durdurma umuduyla Sango Kerim’in yanına gitti. O atından indi ve Sango Kerim’e doğru ilerledi. Sango Kerim şaşkındı. Burada, onun karşısında olduğuna inanamıyordu. “Hiç sevinme, Sango Kerim” dedi, “Çünkü karşında duran felaketin ta kendisi. Bu konaklama yerinde bana ev sahipliği gösterirsen, savaş durmayacak.”

 

 

“Savaş korkunç olacak. Kouame seni öldürmeyene dek durmayacak. Bunu bana kendi söyledi. Söylediğini kesinlikle yapacaktır da. Senin karşına geliyor ve senden bana ev sahipliği göstermeni istiyorum ama karın olmayacağım. Bu savaş bitmeden önce karın olmayacağım.”

 

 

“Burada olacağım. Bu anları seninle paylaşacağım. Sana göz kulak olacak, üzerine titreyeceğim, ama her şey bitmeden bana kavuşamayacaksın. Beni kovabilirsin. Bunda utanılacak şey yok. Hatta büyük bir krala yakışır bir davranış olur bu, böylece adamlarının canını kurtarabilirsin.”

Sango Kerim yere diz çöktü ve Samilia’yla arasındaki toprağı öptü. Sonra ona geçmiş yılların tüm arzusuyla bakarak: “Bu konaklama yeri senindir” dedi. “Baban nasıl Massaba’da hüküm sürmüşse sen de burada öyle hüküm süreceksin. Sana ordumu sunuyorum. Sana bedenimi sunuyorum.”

 

 

Sango Kerim tüm sadakatiyle: “Eğer sen kendini felaket diye adlandırıyorsan varsın öyle olsun, ben bu felaketi tümüyle kucaklamak ve ömrümün sonuna kadar onunla yaşamak istiyorum.”

 

Mazebu = Sultan, Olası bir Sultan-Efsun olayı…

 

 

“Zayıflamışsın, oğlum” dedi. “Kuşatma aylardır sürüyor, anne” diye yanıtladı Kouame. “Aynı zamanda yaşlanmışsın da” dedi Mazebu. “Bir an olsun ölmek ve öldürmekten başka bir şey yapmadık ki” diye yanıtladı Kouame.

Mazebu tok bir sesle: “Yüzünde Samilia’nın izini görüyorum. Sana bakıyorum ve sende onunla tanışıyorum. Yüzünde çizgiler oluşturmuş. Bu güzel.”

 

 

“Dinle beni Kouame ve sakın sözümü kesmeye kalkma. Uzun zamandan beri buradayım. Ama bu söylediklerime kulak ver, Kouame. Annenin sana söylediklerini dinle. O kadını istedin ve onun için savaştın. Bugüne dek alamadığın şeyi gelecek de senin önüne sunmayacaktır.”

“Samilia şimdiye dek senin olmamışsa, bundan sonra da olmayacaktır. Tanrılar ikinizi de kesinlikle ondan yoksun bırakmakta kararlılar. Güçleriniz de kurnazlıklarınız da birbirine eşit. Birbirinizi tüketiyorsunuz yalnızca ve savaş büyüdükçe büyüyor. Vazgeç, Kouame.”

 

 

“Ölülerini göm ve bu kentin üzerine tükür. Soluk yüzlü Samilia’ya tükür. İstesen de istemesen de hayat ağır ağır akıp gidiyor. Bu kadını Sango Kerim’e ya da onu isteyecek herhangi birine bırak kadından feryat ve kandan başka bir şey beklemek mümkün değil.”

 

 

İşte bunları söyledi Mazebu. Kouame, yüzü asık, hiçbir şey söylemeden dinledi. Gözlerini bir an olsun ayırmadı annesinden. “Yüzünün kızarmasını gerektirecek hiçbir şey yok. Seninle gelmemi isteme benden. Benim hâlâ alacağım bir kadın ve öldüreceğim bir adam var.”

 

 

Ama geride Sango Kerim’i, Samilia’ya sahip olan Sango Kerim’i bırakmak düşüncesi onu dehşete düşürüyordu. Gelecekte onların birbirlerine sarıldıklarını düşündükçe midesi bulanıyordu. Savaşma arzusunu da yitirmişti. Daha beceriksizleşmişti.

 

Bu bölüme hatırlayacağınız bir Yamaç Koçovalı repliği ile son verelim: “Seni başkasıyla düşünmek, bana ne hissettiriyor farkında mısın!?”

 

 

Kral Tsongor’un Ölümü – Bölüm 5 : HER ŞEYE RAĞMEN

 

Massaba’da savaş yükseliyordu. Kent düşme noktasına gelmişti. Sango Kerim zaferini ilan etmek üzereydi. Kouame ise öleceğini hissediyordu. Ve ölmeden önce soluğu Sango Kerim’in çadırında bulunan Samilia ile almak istedi.

 

 

Samilia’yı yatağına uzanmış, saçlarındaki onlarca süs iğnesini sabırla çıkartırken buldu. “Kimsin?” diye sordu kız, yerinden sıçrayarak. “Kouame, Tuz Toprakları’nın prensi” diye yanıtladı. “Kouame?” Kız ayağa kalkmıştı, gözleri fal taşı gibi açılmış, sesi titriyordu.

 

 

“Beni tanımamış olmana hiç şaşırmadım, Samilia, çünkü o eski Kouame’yle benzer hiçbir yanım kalmadı.” Bir sessizlik oldu. Kouame, Samilia’nın kendisine başka bir soru daha soracağını düşünüyordu, ama genç kız hiçbir şey sormadı. Soramıyordu. Donup kalmıştı.

“Beni adamlarına teslim etmen için bir kez bağırman yeter. İçinden nasıl geliyorsa öyle yap. Benim için hiç önemi yok. Yarın nasıl olsa ölmüş olacağım.” Samilia bağırmadı. Eskiden gördüğü adamı bir içinden türlü çıkaramadan, önünde yüzünü buruşturan insana bakıyordu.

 

 

Eskiden gördüğü adamı “İÇİNDEN BİR TÜRLÜ ÇIKARMADAN”, önünde yüzünü buruşturan insana bakıyordu. Yalnızca gözlerindeki bakış değişmemişti. Evet, ilk görüşmelerinde gözleri birleştiğinde karşılaştığı bakıştı bu. Kendisini çırılçıplak soyan bakış.

 

Bir kez daha kitaptan kesitlere ara verelim, bir tanıdık cümle daha: O yaralı adamı içinden bir türlü çıkaramamış!

 

 

“Ne istiyorsun?” diye sordu Samilia. “Ne istediğimi biliyorsun, Samilia. Bak bana. Ne istediğimi biliyorsun, değil mi?” Aslında, onun ne istediğini yeniden göz göze geldikleri anda anlamıştı Samilia. Kendisi için gelmişti. Kendisine sahip olmak için.

 

 

Onun ne istediğini anladı Samilia, istediğini verecekti. İçindeki arzu bir an olsun sönmemişti. Onu ilk kez gördüğü günden beri bir şeyler Kouame’ye boyun eğmeye zorluyordu Samilia’yı. Ama ilk gördüğü an Kouame’ye ait olduğunu anlamıştı. Elinde olmaksızın.

 

 

Birleşmelerine hiçbir zaman izin vermeyecek olan savaşa rağmen. Böyle yazılmıştı. Samilia yerinden kımıldamıyordu. Kouame yanma yaklaştı. Şimdi soluğunu göğsünde hissediyordu Samilia. “Yarın öleceğim. Şu an senin kokunu tanırsam bunun hiç de önemi yok.” Samilia gözlerini kapattı

Kouame ruhundaki savaş yaralarını temizledi. Son bir kez hayatın kokusuyla sarhoş oldu. Çadır, kucaklaşmalarının ağır kokusuyla kaplanıyordu Düşman kampından kaçmak ve kente ulaşmak için Kouame güneş doğmadan Samilia’nın yatağından çıktı. Samilia onun yüzünü okşadı. Okşamasına izin verdi genç adam. Yanağındaki bu el ona veda ediyordu. Samilia: “Git” diyordu Kouame’ye. “Git.”

 

 

Kral Tsongor’un Ölümü – Bölüm 6 : UNUTULAN KADIN

Bu kısımın dizide gerçekleşeceğini sanmıyorum ama yine de göz atalım mı?

 

 

“Seni dinliyorum” dedi Sango Kerim. “Samilia babasının kendisinden önce yaptığı şeyi yapsın. Kendini kendi elleriyle öldürsün. Barışı sağlamak için” dedi Kouame.

Sango Kerim sapsarı kesilmiş, ağzı bir karış açık kalmıştı. “Sen ne diyorsun?” diye sormaktan kendini alamadı. “Samilia hiç kimsenin olmayacak” diye yineledi Kouame, “Benim gibi bunu sen de biliyorsun. Ona sahip olmadım hepimiz öleceğiz. Samilia felaketin görünen yüzüdür.”

“Onu kolaylıkla mahkûm ettiğimi sanma. Karım olmasını bugünkü kadar hiç arzulamamıştım. Ama onun ölümüyle ordularımız savaşa son verecek, ölüp yok olmaktan kurtulacak.”  Kouame’nin yüzü kıpkırmızıydı. Söylediklerinin içini yaktığı görülüyordu. Atının üzerinde kıvranıyordu.

 

(Yamaç böyle yapmaz ama?)

 

 

“Havaya girme, Sango Kerim” diye devam etti Kouame. “Candan sevdiğin bu kadın kendisini bana sundu. Senin tarafını seçmiş olmasına rağmen, bir gece kendini bana teslim etti. Kendisi de söyleyebilir. Anlattıklarım doğru değil mi, Samilia?”

 

 

Buz gibi bir sessizlik oldu. Samilia sakin sakin duruyordu. “Doğru” diye yanıtladı. “Senin ırzına geçtim mi?” diye sordu Kouame yan çılgın bir halde. “Kimse benim ırzıma geçmedi, geçemez de!” diye yanıtladı Samilia.

Sango Kerim’in yüzü değişmişti. Öfkeden kaskatı kesilmişti. Ne kımıldayabiliyor ne de konuşabiliyordu. Kouame gitgide daha da coşarak sürdürdü konuşmasını. “Anlıyor musun, Sango Kerim? Hiçbir zaman ikimizden birine ait olmayacak. Yapılabilecek tek bir şey var.”

O zaman Sango Kerim atını Samilia’ya doğru çevirdi ve taş kesmiş savaşçılarının önünde ona seslendi. “Bunca zaman senin için savaştım” dedi. “Eskiden verdiğimiz söze sadık kalmak için. Bugünse kendini Kouame’ye sunduğunu, seviştiğini öğreniyorum.”

“Bu durumda evet, ben de onun tarafına geçiyorum ve ölmeni istiyorum.” Samilia ağır ağır peçesini çıkardı. Böylece savaşçılar uzun zamandır uğruna savaştıkları insanın yüzünü gördüler. Güzeldi. “Benim ölümümü istiyorsunuz” dedi. “Öyle olsun. Boğazımı kesin ve barışınızı imzalayın.”

 

 

“Eğer ikinizden birinin bunu yapacak cesareti yoksa adamlarınızdan biri ortaya çıksın ve şeflerinin yapmaya cesaret edemediği işi bitirsin. Tek başımayım. Beni çevreleyen binlerce adamın ortasında. Kaçmayacağım.”

“Ama hayır. Yerinizden kımıldamıyorsunuz. Hiçbir şey söylemiyorsunuz. İstediğiniz bu değil. Kendi kendimi öldürmemi istiyorsunuz. Ve karşımda durup bunu benden istemeye cesaret ediyorsunuz.”

 

 

“Ben hiçbir şey talep etmedim. Sonra ordularınızla babamın karşısına çıktınız. Savaş patladı. Hayır. Asla kendimi öldürmeyeceğim. Hayatı terk etmek istemiyorum. Bu hayat bana hiçbir şey sunmadı. Zengindim, kentim yerle bir oldu. Mutluydum, babamı ve kardeşimi toprağa verdim.”

“Kendimi Kouame’ye sundum. Evet. Bunu yaptımsa, o gece karşıma gelen adam zaten ölmüş biri olduğu için yaptım. Tıpkı bir ölünün şakaklarını okşar gibi seviştim onunla. Karanlıklar içinde ilerlerken yaşamın kokusunu mümkün olduğunca uzun duyabilsin diye seviştim onunla.”

 

 

“Buraya geliyor ve bunları tüm ordunun önünde açıklıyorsun, Kouame. Ama kendimi sana vermedim. Senin yenilmiş gölgene verdim. İkinizin de ölmemi istemeye cesaret eden ikinizin de tanrılar belasını versin. Babam Kral Tsongor’un laneti üzerinize olsun.”

 

 

“Samilia’nın size söylediklerini iyi duyun. Bıçağı asla kendi derime doğru çevirmeyeceğim. Eğer benim ölümümü görmek istiyorsanız beni kendiniz öldürün ve kirletin ellerinizi. Bugünden itibaren ben artık hiç kimseye ait değilim.”

 

 

“Senin de çocukluk anılarımızın da üzerine tükürüyorum, Sango Kerim. Senin de seni dünyaya getiren annenin de üzerine tükürüyorum Kouame. Savaşı bitirmek için sizlere bir başka çözüm sunuyorum. Bundan böyle artık kimsenin olmayacağım.”

“Saçlarımdan çekerek sürükleseniz bile beni herhangi birinizin yatağına sokamayacaksınız. Artık sizi savaşmaya zorlayan hiçbir şey kalmıyor. Çünkü bugünden sonra benim için dövüşmeyeceksiniz.”

Samilia, derin bir sessizliğin ortasında, kardeşlerine göz ucuyla bile bakmadan sırtını iki orduya çevirdi ve çekip gitti. Yalnızdı. Yanında hiçbir şey yoktu. Hayatını arkasında bırakıyordu…

 

 

Bunun öfkesiyle Sango Kerim ve Kouame son kez ordularıyla beraber savaşa giriştiler. Kouame’nin dostu Yaşlı Barnak önce Sango Kerim’i sonra ise Kouame’yi öldürdü. Savaş böylece bir hiç uğruna sona erdi.

 

Kitaptan alıntılar burada sonra eriyor.  Okudukça fark ediyoruz ki son olay hariç çoğu şey kitaptan uyarlanmış. Karakterler bile kitapla uyuşuyor.  Uyumlu olmayan son olayı Çukur’dan ayıran Kouame. Kouame Yamaç’la tek bir konuda benzerlik taşıyor. O da Samilia’ya olan aşkı. Onun dışında bir benzerliği yok. Zaten Yamaç bambaşka, Gökhan Horzum tarafından özgün yaratılmış bir karakter.

Efsun ile Samilia ise çok benziyor. Arık Böke şu an fiziksel olarak, dış görünüşüyle kitapla örtüşüyor. Kral Tsongor da birebir Baykal’ın kendisi. Oğulları da kitaptakilerle birebir kopya. Yukarıda bahsi geçmedi ama Tsongor’un kitapta 2 oğlu daha var. Sako ve Dagna. Bunlar babaları öldükten sonra taht kavgasına giriyorlar ve Dagna, Sako’yu öldürüyor. Sako yere düşmeden önce Dagna’yı yaralıyor. Ardından Dagna yolda yarasından dolayı ölüyor. Bildiğimiz Nazım ve Emrah’ın ölüm sahnesi. Tsongor’un stratejik zekâsı kitapta övgüyle bahsediliyor. Baykal da öyle biri. Tsongor için düşmanlarını en yakınına çekip onları kullandığı bahsediliyor. İşte size Baykal!

 

 

Sonuç olarak Kral Tsongor’un Ölümü adlı kitap Çukur senaryosu çok benzer. Zaten Efsun bize tanıtılırken babaannesinin elinde bu kitabı görüyoruz.

Gökhan Horzum 2.bölümden spoiler’i vermiş diyebilir miyiz? Yukarıda da belirttiğim gibi buradan çıkaracağımız sonuç Efsun ve Arık’ın arasında bir sır olabileceği mi?

 

Kitabın derinliklerinde siz de kaybolmak isterseniz; Kral Tsongor’un Ölümü yazarı  Laurent Gaude. Kitabı satın almak için linke tıklayınız.

 

Dizi ile ilgili diğer yazılara göz atmak isterseniz  İzledim / Çukur  kategorisini ziyaret edebilirsiniz…

 

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

DEHA – Bu Savaşın Bir Kazanı Olacak mı?

Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

4 saat Önce

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Beni Sen Tutuyorsun

Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Seni Sevdiğimi Gizlemiyorum

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Korkma, Korkarsan Kaybedersin

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

7 gün Önce

DEHA – Bu Dünya Gücü Gücüne Yetenlerin Dünyası

Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

1 hafta Önce