Altı haftadır ekranlarımıza misafir olan Destan başarılı oyuncu kadrosu, güzel sahne tasarımları, izleyicileri etkileyen duygusal geçişleri ve sahne açılarıyla dikkat çekiyor. Genel bir değerlendirme yazısı konuk yazar Hande‘den. Keyifli okumalar…
Yılbaşı ve reklam gelirleri dolayısıyla ulusal kanallarda yayınlanan dizilerin zorunlu ara verdikleri bu süreçte nasıl vakit geçireceğimi düşünürken aklıma uzun zamandır hakkında yazmayı düşündüğüm hatta 2021-2022 sezonunda beni en çok şaşırtan dizilerden biri olan Destan hakkında yazmak geldi. Yapım aşamasında olduğunu duyduğumda önceki işleri Sefirin Kızı dizisini getirdikleri noktadan ötürü senaristlerine tepkili olduğum ve en başında izlememeye karar verdiğim bu dizi ilk bölümüyle bana önyargının ne kadar kötü bir şey olduğunu bir kez daha hatırlatmış oldu. Daha önce anlatılmamış bir tarihi aydınlatmayı kendine misyon edinişi, dönemin kıyafetleriyle yaratılan atmosferle birlikte oyuncuların da karakterlerine kattıkları ruhla ortaya seyir keyfi çok yüksek bir iş çıktı. Ancak ilk bölümünden yazma fırsatı bulamadığım Destan yazımın asıl konusu diziye ruhunu veren Batuga ve Akkız yani #AkBat çifti oldu.
Bu yazıda televizyonda yayınlanmış altı bölüm içinde en beğendiğim on #AkBat sahnesinden söz edeceğim. Yalnız bunu yapmadan önce bu iki karaktere can veren oyunculardan yani Ebru ve Edip’ten kısaca söz etmek istiyorum. Ebru’yu daha önce sadece Hercai dizisinde izlemiş -ki onun da sadece ilk sezonunu- biri olarak hassas ve kırılgan Reyyan karakterinden sonra onunla hiçbir ortak noktası olmayan güçlü ve savaşçı Akkız karakterini seçmesini çok taktir ettim. Bir karakterde ve türde başarılı olduktan sonra o kalıbın dışına çıkmaya çalışmak her oyuncunun almak isteyeceği türden bir risk değildir. Ama Ebru bu riski aldı ve Akkız karakterinin altından kalkmayı da başardı. Bunu belirtiyorum çünkü bu dizinin öncesinde Ebru’nun hayran olmadığım halde performansını tarafsız değerlendirdiğimi bilin istiyorum. Bu on sahneyi de tarafsız bir gözlemle aklımda yer edinen sahneler oldukları için dile getiriyorum…
Edip’e gelince kendisi dünyama Sefirin Kızı dizisinin Kavruk’u olarak girdi. Onun bilgeliğini anlamayan insanlar için mensuptu Kavruk. Tıpkı zekasını anlamayan insanlar için Batuga’nın da sadece bir engelli olması gibi. Edip toplum tarafından geleneksel kalıplara uymadıkları için dışlanan karakterleri oynamakta çok başarılı. Özellikle ilk bölümde konuşmadan sadece gözleriyle ortaya koyduğu oyunculuğu beni hemen etkisi altına aldı. Edip konusunda yaptığım değerlendirmelerin daha taraflı ve duygusal olabileceğini şimdiden belirtmek istiyorum. Çünkü Sefirin Kızı dizisinde Sancar’ın hikayesini ana karakter olduğu ve içinde büyüdüğü toplumsal normların hayatını mahvettiği bir adamın hatalarından ders alarak değişme hikayesi olduğu içim izlemeyi sevsem de benim için dizideki ideal erkek ne Gediz ne de Sancar’dı. Aksine karşısındaki kadını anlayan, dinleyen ve kararlarına saygı duyup yargılamayan Kavruk’tu.
Çocuk yaşta birinin yetim diğerinin de öksüz kalmasına neden olan o acı günden on beş yıl sonra ilk karşılaşmaları olan bu sahne aslında çok büyük oyunculuk performanslarının sergilendiği bir sahne değil ama #AkBat hikayesinin başlangıcı olması bakımından önemli olduğuna inanıyorum. Arka fonda çalan müziğin etkisiyle sadece mimikleriyle ortaya koydukları oyunculuk performansları tek kelimeyle mükemmeldi. Öncesinde birbirlerini sade uzaktan görme fırsatı bulmuş bu 2 insanın göz göze geldiklerinde verdikleri tepki bir bakışıyla “ruh eşini” tanıyan insanların verdiği tepkiydi. Batuga’nın ona “eksik Tegin” demelerine neden olan bakışlarından sıyrıldığı ve onu gördüğü için sevinse de sarayına esir düşmesine üzüldüğü bakışları içime işledi. Tabi Akkız’ın da onu gördüğüne sevinmesinden dolayı gözlerinde beliren parıltıya esir düşmesi nedeniyle düşen hüzün de çok etkileyiciydi. Akkız sahnenin hakkını verdi.
İnsanların ruh eşlerini ilk bakışta tanıdıklarına dair anlatılan hikayelerin Batuga ve Akkız için ete kemiğe büründüğü sahneydi. Akkız’ın onu görür görmez tanımasında garipsenecek bir şey yoktu ama onun karanlıkta sadece siluetini gördüğü Akkız’ı bir bakışından tanıması ruh eşlerinin varlığına inanmama neden olan andı. Aralarındaki duygusal bağın zaman gibi bir nosyonla kopmayacak kadar güçlü olduğunu ilk o an anladım. Benim bu bakışlardan yaptığım çıkarım yıllarca kaybettikleri ebeveynlerinden ötürü sıla hasreti çeken iki çocuğun birbirlerinde evlerini bulmalarıydı. Alpagu Hanın kılıcıyla yarım bıraktığı bu iki çocuğun bir bakışlarıyla birbirlerindeki eksikliği tamamladılar diyebilirim.
Çift Başlı Kurt’un Pençesi’nin Akkız olduğunu anlayan Kıraç’ın onu Gök Sarayının zindanına kapatacağını anlayan ve bu işin sonunda zarar göreceğini fark eden Batuga’nın Akkız’ı kurtarmak için kendi sırrını riske atması çok büyük bir fedakârlık örneğiydi. On beş yıl boyunca Saray’da sırrını hiç kimseye açık etmemişken bütün bunları Akkız için bir çırpıda tehlikeye atabilmesinden etkilendim. Herkes kahramanlığa soyunabilir ama herkes kendini riske atma pahasına kahraman olmayı beceremez. Üstelik Batuga peşlerinden giderken aklında ne bir planı ne de peşlerinden gittiğinde Kıraç’la savaşabilecek gücü vardı. Batuga’ya baktığımda onların gördükleri gibi eksik birini görmüyorum. Aksine o kocaman yüreğiyle birçok erkeği utandırabilecek bir adam görüyorum. Ancak bir elini kullanamadığı gerçeği de ortada. Bu durunda Batuga sadece sırrının ortaya çıkma tehlikesini değil; Akkız’ı kurtarmaya çalışırken fiziksel olarak karşı koyamayacağı bir adamın karşısında dikilerek hayatını tehlikeye atma riskini de göz almış oldu.
Akkız’ın bu iyiliğe ve fedakarlığı üstünden çok fazla zaman geçmeden önce eşit şekilde karşılık vermesinden ötürü sahneyi ayrı ele almak istemedim. Akkız Kıraç’ı sadece kendisinin ve Batuga’nın canını kurtarmak için değil; onun için kendini açık eden Batuga’nın sırrını koruyabilmek için de öldürdü. Babasının intikamını almak için bütün riskleri göze alıp eylemlerinin sonuçlarının sorumluluğunu da almaya dünden razı birisinin ölümden korkması beklenemez. Ki bıçağı Kıraç’ın boğazına saplayarak Batuga’yı hayatını kurtardığı sahnedeki performansıyla Ebru beni büyüledi. Akkız’ı sadece oynamıyor, yaşatıyordu. Akkız bu eylemiyle Batuga ile aralarında yılların koparamadığı bağı sadece kanla mühürlemiş olmadı aynı zamanda birbirlerine sırlarını emanet ederek bir güven bağı da oluşturmuş oldular.
Batuga’nın sırrının ortaya çıkmasını göze alarak asiliği yüzünden Akkız’a bağlanmaya çalışılan siyah kuşağa engel olmasının hatırlanmaya daha değer bir sahne olduğunu düşünebilirsiniz ve bu konuda size muhtemelen hak veririm de ama listeye daha önce buna benzer bir sahne eklediğimden tekrara düşmek istemedim. Üstelik bu sahnenin de #AkBat için duygusal olarak daha kıymetli olduğunu düşündüm. Saray’a ayak basar basmaz girdiği kanlı mücadele ve Batuga’ya birbirlerine takındıkları olumsuz tavırdan sonra duvarın arkasından da olsa Saray’daki ilk gecesinde Batuga’nın ona eşlik etmesi ve geceyi konuşarak geçirmeleri çok güzeldi. Saray’da esaretin ne demek olduğunu küçük yaşta öğrenen Batuga için onunla aynı kaderi paylaşan Akkız’a acısını dindirme konusunda yardımcı olmak önemliydi. Bu sahnede Akkız’ın Gök’e esir olduğu halde özgürlük umudunu söndürmeden gülümsediğini gördüm.
“Bizimle gel ananın yurduna. Tegin olduğun dağa dön.
Gelemem. (…) Bu taş duvarlar babam öldüğünde kardeşlerimin üstüne yıkılacak. Taht savaşı çıkınca onları korumam lazım. Bana biraz dağı anlatsana.
Dağ, acunun yıldızlara en yakın yeridir. Gece oldu mu gökyüzü amber saçar dağın üstüne. Gündüz de başka güzeldir. Ne kadar hızlı at koşturursan koştur çarpacağın tek duvar gök.”
Zindandaki son gecesinde çocukluğunun en büyük acısını paylaştığı Akkız’ın rahat edebilmesi için tünellere peynir koyma inceliğini gösteren Batuga’nın bu düşünceli tavrı yüreğimi ısıttı. Bu sarayda esir olmanın ne demek olduğunu iyi bildiği için Akkız’ı bir an önce özgürlüğüne kavuşturmak istese de o gittiğinde sarayda yeniden yalnız kalacağını ve de onu bir daha hiç göremeyeceğini düşünmenin hüznü arasında gidip gelen ruh halini Edip’in çok iyi yansıttığını düşünüyorum. Ki Akkız’ın da Saraydan Batuga’sız ayrılmak istememesi ve kendileriyle gelmesini teklif etmesi içten içe Akkız’ın da ondan ayrılmak istemediğini düşündürttü. Belki birbirlerinin gözlerinin içine bakıp konuşmaya imkân bulamadılar ancak aralarındaki aşılması güç duvarlara rağmen kalplerinden geçenleri söyleyebilmeleri önemliydi.
Akkız Batuga’nın ona verdiği Çift Başlı Kurt’un Pençesi olmaya devam ettiği sürece esaretten kurtulacağına dair umudunu kaybetmezken Batuga da Akkız’ın kelimeleriyle resmettiği dağı gözleriyle gördüğünü hayal ederek içten içe bu esaretinin son bulmasını arzulaması bana Akkız için onun anlamının “umut” Batuga için de onun anlamının “hürriyet” olduğunu düşündürttü. Akkız atasını kaybettikten sonra hayata tutunmasını sağlayan tek şeyin Çift Başlı Kurt’un Pençesi olmak olduğunu ve bu ismi onu düşünerek aldığını anlatması Batuga’nın neden onun için “umut” demek olduğunu ortaya koyuyordu. Batuga’nın taht kavgası çıktıktan sonra kardeşlerini tüm tehlikelerden koruyup kollayabilmek için kendini bu Saray’a esir ettiği halde Akkız’dan dağı dinlemek istemesine bakarak “özgür” kalmak isteyen yanının neden bu anlamı Akkız’a yüklediğini anlamak zor değil. Onların kaderinin Akkız’ın Çift Başlı Kurt’un Pençesi olmaya karar verdiği gün bir daha ayrılmamak üzere birbirine bağlandığına güzel vurgu yapıldı.
“Aklın yerinde. Akılsız değilsin sen.
Gök Kağan’ının vuracak kadar akılsız değilim. Evet.
Ben Gök Kağan’ını öksüz yetim bıraktığı iki çocuğun öcünü almak için vurdum. Sen bana akılsız mı dersin?
Akılsız. Kafasız. Düşüncesiz. Daha sayayım mı?
(…) Sana ne demeli akılsız gibi davranırsın? Eksik olmadığın halde eksik gibi davranırsın.
Çünkü aklım yerinde olursa başım yerinde kalmaz. Dağlı anamın öcünü almamdan korkarlar. Boğarlar. Gerçi benden değil; senden korkmaları gerekirmiş de bilememişler.
Senden niye korkarlar ki dağın oğlu anasının öcünü almak yerine babasının sarayında uslu uslu oturur. Öç almaya cesareti olanı da akılsız sanır.
Gök Hanını vurup Gök zindanına düşen Dağlı onu oradan kurtaracak Gök Tegin’e diklenir. Bu mudur akıl?”
İçinizde ikinci bölüme torpil geçtiğimi düşünenler mutlaka olacaktır ancak Destan özel bölümünün ve #AkBat kolaj çalışmalarının genellikle görmezden gelmeyi tercih ettikleri bu sahne benim için çok değerli. Çünkü bu sahne beni gerçek anlamda #AkBat fanı yapan sahne. Son konuşmalarının üstünden yıllar geçmiş olmasına rağmen yan yana geldikleri anda kaldıkları yerden devam etmeleri beni çok etkilemişti. İlk başta bu sahneyi birbirlerini bulur bulmaz ilk tanıştıkları zamana yani avuçlarının arasından zorla sökülüp alınan çocukluklarına dönmeleri olarak yorumladım ama daha sonra aralarında yaşanan tartışmanın “aşık kavgasına” benzediğini fark ettim. Akkız ve Batuga’nın yeni evli bir çiftmiş gibi birbirlerine laf sokmalarını ve kimin daha akıllı olduğu konusunda didişmelerini çok zevkli buldum.
Akkız’ın sonunu düşünmeden yaptıklarını akılsızca bulduğunu dillendirme konusunda hiç zorlanmayan Batuga’nın karşısında Akkız’ın da annesini öldüren adamın sarayında hiçbir şey yapmadan oturan Batuga’nın korkaklığını dile getiriş biçimi arasındaki çatışmayı yaratılışlarını anlamak bakımından çok bilgilendirici buldum. Aralarında en başta bir ast üst ilişkisinin kurulmaması hoşuma gitti. Batuga’nın Akkız’ın çatallı diline karşı kendisinin bir Tegin olduğunu hatırlatmayıp ona eşiti gibi davranması ilişkilerinin nasıl bir dinamik üzerine şekilleneceğinin de en büyük işaretiydi.
Batuga’nın yıllardır konuşmamasına rağmen konuşmasında ya da ikili iletişimde yabancılık çekmemesi bana ilginç geldi. Derdini anlatabilecek kadar konuşmasını geçtim; Akkız’a karşısında takınmış olduğu iğneleyici üslubu onun zeki ve entelektüel olduğunu gösteriyordu. Zira alaycılık zeki insanların kullandıkları bir iletişim yoludur. Eksik akıllı olduğu düşünülen bir Tegin’e eğitim verilmeyeceği bilinirken onun bu denli entelektüel olmasını açıklayabilecek tek şey, onun bizim sandığımızdan bile zeki olduğu gerçeği olabilir. Birbirlerine laf soktukları bu diyaloglarda dikkatimi çeken bir diğer noktada senaristlerin #AkBat çifti üzerinden cinsiyet kalıplarını yıkmayı başarmaları oldu. Normalde erkeğin dürtüsel kadınınsa daha soğukkanlı hareket etmesine alışkın olduğumuz bütün senaryoların aksine Akkız geçmişin hesabını ok ve kılıçla sormaya çalışırken Batuga mevzuyu daha diplomatik bir şekilde çözmeye çalışıyor.
“Niye izin vermezsin Gök Sarayını yerin dibine batırayım? Niye izin vermezsin o 2 küçük çocuğun öcünü alayım?
Çünkü Gök Sarayı batarsa Gök de batar. Babam ölünce taht savaşı çıkacak. Balamir kurultayda tahtı ele geçirecek ama Rus prensesi Ulu Ece buna izin vermeyecek. Kaya’yla Balamir’in arasını bozacak. Sonra savaş çıkacak. Savaş çıkınca ülkem bölünecek. Bölünüp zayıflayınca da Temur’un Çin İmparatoru kaynatası gelip zayıflamış ülkemi işgal edecek. Ülkemin işgal edilmesine izin vermem. Bir öksüzle yetim öç alacak diye göğün yok olmasına izin veremem.
Yok olsun Gök sana ne? Boynuna yay kirişi dayayan Gök yerin dibine batsın. Yok olsun. Niye izin vermezsin?
Çünkü içimde bir Han var.
(…) Sen dağla göğün oğlusun. Çift Başlı Kurdun bir başı Dağ bir başı Gök. Dağla göğü bir edecek olan sensin. Çift Başlı Kurt sensin. Gök Tengri’nin kut verdiği Kurt pençesi olmak için ant içtiğim Han sensin.”
Birçoğunuz Akkız ve Batuga arasında geçen onca sahne varken ilk ona neden bunu seçtiğimi sorgulayabilir ama bana soracak olursanız bu sahne #AkBat denildiğinde akla gelen ilk sahnelerden biri olmalı. Akkız’ın seneler önce daha küçük bir kız çocuğuyken Pençe’si olmaya söz verdiği Çift Başlı Kurt’un aslında Batuga olduğunu öğrenmesi hem ilişkileri hem de hikâyenin bundan sonra izleyeceği yol için çok önemli. Akkız hayatının amacını çocukluğunu birlikte gömdüğü ve aynı kaderi paylaştığı insanda bulması evrenin onları ayrılmamak üzere birbirine bağladığının en büyük işaretiydi. Akkız’ın otoritelere diz çökmediğini hatta ona emrettiği halde Çolpan Han’ın karşısında bile diz çökmeyi ilk başta reddettiğini düşünecek olursak şimdi kendi rızasıyla Batuga’nın önünde eğilmeyi kabul etmesinin aslında görünenin çok daha ötesinde bir eylem olduğu anlaşılacaktır. Bu bir kadının bir erkeğin önünde eğilmesini içeren kadınları aşağılayan bir ataerkil yaşam kalıbı değil; Akkız gibi kudretli bir savaşçının Han’ına gösterdiği saygı ve sadakat nişanesi olduğunu anlamak hiç zor değil. O herkesin eksik Tegin dediği adama kendi rızasıyla biat etti.
Gerçek bir lider korku ve vaatlerle tebaasını önünde diz çökmeye zorlayan değil; tebaasının kendi rızalarıyla saygı ve sadakatlerini göstermek için seve seve önünde eğildiğidir. Çünkü biat etmek mandası altına girmeye benzemez.
O taht Dağ’ın ve Gök’ün oğlu olduğu için kardeşlerinin aksine özbeöz Türk olan Batuga’nın hakkı. O yüzden Gök Tengri’nin kut verdiği Kurt’un o olduğunun söylendiği bu sahne çok hoşuma gitti. Zira Batuga’nın perde arkasından neler yapabildiğini gördüğümden beri Han olması gerekenin o olduğunu düşünüyordum. Nihayet fiziksel sınırlarına rağmen birinin onun yüreğindeki ve zihnindeki potansiyeli görebilmesine çok sevindim. Bir Han’ın Kaya gibi sadece akıllı olması yetmez aynı zamanda halkına merhamet göstermeyi becerebilecek bir yüreğe de sahip olması gerekir. Ki o akıl ve kalp Batuga’da fazlasıyla mevcut. Akkız’ın onun Pençesi olmaya ant içmiş olması da cinsiyet kalıplarını yıkan bir ilişki dinamiği yaratıyor. Olağanı kadının Saray’da beklemesi erkeğin ise savaş meydanında cenk etmesi iken burada “Pençe” olmayı kabul ederek cenk meydanına çıkanın bir “kadın” olması çok anlamlı. Batuga ata binip savaşa gitse bile yanında asla ayrılmayacak hem kalbini hem de ülkesini paylaşabileceği bir kadın daima yanında.
“Çok acır mı? Sorarım bir de acır tabi.
Canım yanar çünkü Ok Toyuna gidemem. Çolpan Han’a bitikleri gösteremem.
Ağlama. Hele şu ellerin bir iyi olsun da.
Birazdan toy için yola çıkarsınız hadi git sen.
Gitmem. Eksik Tegin’im ben. Mazeretim var. Akılsızım ya.
Derdimi unutayım diye yaparsın. (…) Yaman da böyleydi. Ne zaman neşemiz eksik olsa bizi güldürmenin bir yolunu bulurdu.”
Bu iki sahne kıskançlık teması bakımından birbirleriyle ilişkili olduklarından ikisini birlikte ele almaya karar verdim. Batuga’nın Gök Sarayı’na geldiğinden beri Akkız’ın öldürülmekten korumanın yanı sıra canı yandığında yaralarını da saran insan olması çok güzeldi. Akkız’ın canı yandığında onun da canı yanmış oldu. Kendi Nişan toyunu unutup Akkız’ın yarasıyla ilgilenmesi ve yanan ellerine belki iyi gelir diye nefesini üflemesi Akkız’ı öyle etkiledi ki elini çekip gardını almak zorunda kaldı. Batuga ona her “ağlama” dediğinde kendi yüreğinde de bir şeylerin çığ gibi düştüğünü hissedebiliyorum. Sevdiğinin canı yandığında yüreğine hiç sönmeyecek bir ateş düşen her insan gerçekten aşıktır. Batuga belki Temur gibi mavi gözlere ve Kaya gibi etkileyici bir karizmaya sahip değil ama sevdiğinin canı acıdığı zaman kendi canı yanmış gibi olan kocaman bir kalbe sahip. Batuga’nın sevdikleri için canını ortaya koyacak kadar güzel bir yüreği var. Adam dediğin de sevdiğinin tırnağına diken battığında yüreği kanamaya başlayan adamdır…
Sevdiğinin yüzünü güldürmek için eksiz Tegin oluşunu şaka malzemesi yapan Batuga’nın Yaman’ın adını duyunca gözlerinde beliren hüzün dikkatimden kaçmadı. Aralarında Çift Başlı Kurt ve Pençesi olmak gibi özel bir bağ varken Yaman’ı Akkız’ın sevdiği adam sanması hem kıskançlığını hem de kendisini yeniden eksik hissetmesini tetiklemiş oldu. Kendisini istemsizce Yaman’ın kim olduğunu sorgularken buldu ama Yaman’ın Sırma’nın yavuklusu olduğunu öğrenince gözlerinde gördüğüm anda içimi parçalamaya başlayan o hüznün yerini tekrar neşeye bırakmasını çok sevdim. Dizilerde çiftler arası kıskançlıklar genellikle izlemesi keyifli anlara zemin hazırlarlar. Bu da istisna olmadı.
“Ne oldu kırk günlük Nişan Toyundan canın mı sıkıldı, Gök Tegin’i? Ondan mı çağırırsın beni?
Gök Tegin’i dediğine göre Dağ Kızı gene kızgın bana.
Sana da kızgınım. Kendime de kızgınım. Bunca zaman oldu hala Saray’dan çıkıp ananın katilini bulamadık.
Gelsene. Yürürken söylenirsin.
Söylenmem ben. Dur dersin dururum. Önce ellerin iyileşsin bekle dedin, bekledim. Kimse bir şey etme dedin etmedim. Kimseye bir şey etme dedin. Etmedim. Ama yeter artık. Hem senin dışarda nişanın var. Sen nişanlının yanında duracağına burada benimle tünellerde… Sen nişanlının yanında duracağına tutmuşsun beni ellerimden.”
Cümleye “Nişan Toyu” diyerek başlaması bile Batuga’nın Kır Çiçek’le olan nişan eğlencesinde ikramları yapan kişi olmaktan ne kadar nefret ettiğini anlamaya yetiyordu. Nişan konusunda Batuga’nın herhangi bir söz hakkı olmadığı ve evlendirileceği kızı sevmediği gerçeğini bildiği halde evlenecek olmasına böyle takılması Akkız’ın onu kıskandığı gerçeğini gözler önüne seriyordu. Bulduğu her fırsatta nişanlısının yanında olması gerekirken tünellerde onunla ne işi olduğunu sorgulamasının da bundan kaynaklandığını düşünüyorum. Kızgınlığının nedenini başka bir gerekçeye bağlayarak hala saraydan çıkamamış olmasına indirgese de asıl nedenin otuz gündür devam eden Nişan Toyunu bahane edip Gök Tegin’in onunla hiç ilgilenmemesi olduğu belli. Sahnenin kalbimi çalan detayı ise el ele tutuşmuş olmaları dışında Akkız’ın durmaksızın trip atan sevgililer gibi tünel boyunca “ben söylenmem” derken söylenmeye devam etmesi ve bu durumun Batuga’nın hoşuna gitmesiydi. Söylenmelerine öyle alışmış gibi ona bu durum çok normal geliyor. Akkız Batuga’nın yanında bazen gerçekten ilk tanıştıkları günkü yaşına dönüp çocuk oluveriyor…
“Bütün o süre içinde seni yetim bırakan adamın sarayında köle olarak mı kalacaksın, Akkız? Sana yazık.
Sen bana acır mısın, Batuga Tegin’im? Ben sana hiç acıdım mı, Batuga Tegin’im?
Hiç. Ben…belki acınacak haldeyim. Herkes de acır belki bana ama sen hiç.
Acınacak halde değilsin. Eli ayağı kim ne yapsın? Kimsede olmayan yürek sen de var. Bak sadece akıl demem. Küçük yaşta bütün Saray’ı kandıran aklına diyecek yok ama sen de öyle bir yürek var ki öfkeni, öcünü ona gömdün. Halkın için bana bile karşı durdun. Hanını korudun. Eğer sen o yüreğe sarılıp onurunu, saflığını, aklını koruyup bunca yıl bu yere batasıca sarayda sağ kalabildiysen ben de sağ kalırım. Bende de sarılacak ufak bir yürek vardır.
Ufak demeyesin kızarım.
Kızdırmayalım, Tegin’imizi.”
Herkesin onu “eksik Tegin” olarak yaftalamasına ve acımasına alışkın olan Batuga’nın çocukluk acılarını paylaştığı kendisine sırrını açık etme riskini göze alacak kadar değer verdiği kadın tarafından yetersiz görülmemesinin anlamı büyük. O yüzden bu anın #AkBat ilişkisi üzerindeki etkisinin de çok büyük olduğuna inanıyorum. O daha kendine bile bu kadar değer vermezken bir başkasının ona değer verdiğini görmek Batuga’yı epey duygulandırdı. Fiziksel eksikliği sadece diğer insanların değil; kendine baktığında Batuga’nın da ilk gördüğü şey. Çok zeki bir adam olduğu halde Batuga’nın beden imajı konusunda kendisini onların söylediği gibi eksik gördüğü çok aşikâr bir gerçek. Tam da bu yüzden ona kendisinden daha fazla değer veren ve inanan bir insan olduğunu görmek büyük bir nimet. Her insanın kendisine güvenecek ve inanacak birine ihtiyacı vardır. O insan bağımsızlığına ve bireyselliğine çok düşkün olsa da. O yüzden Batuga’ya inanan ve güvenen insanın Akkız olması anlamlıydı. Çünkü Akkız aynı zamanda itiraf etmek istemese de Batuga’nın kalbini de elinde tutan kadın. Bu da Akkız’ın anlamını perçinleyen bir başka unsur.
Fiziksel görünüşe takılmayıp bunun ötesini yani ilk bakışta görünmeyen aklını ve kalbini görebilen Akkız’la benzer bir yönüm olduğunu görmemi sağlayan bu sahnenin derinliğini çok sevdim. Rom-com dizilerin yarattığı esas erkek kusursuzdur imajını yıkan bu sahneyi favori #AkBat sahnelerimden biri ilan etmesem olmazdı. Üstelik bu sahneyle birlikte aralarındaki farklılıkları bir kenara bırakarak birlikte çalışmaya başlamalarını görmek de güzeldi. Akkız’ın Batuga’ya baktığında aklının eksik olmadığını bilmediği zamanlarda bile ona acımazken şimdi yüreğinin ve aklının kudretini görerek hayranlık duymasını hatta onu kendine örnek alarak intikamını ardında bırakmasını izlemek iyiydi. Batuga’nın yüreğinden ilham alarak Gök Sarayı’nda karşısına çıkabilecek bütün kötülüklere göğüs gerebileceğini dile getirmesi kendisinden ilham alındığını öğrenen her insan gibi Batuga’yı da duygulandırdı elbette. #AkBat yakın.
“Başardın. Babamın ilgisini çektin.
Senin sayende. Hepsinin ne yapacağını nasıl bildin?
Kişi oğlu konuşunca kendini susunca herkesi dinlermiş.
Sen de bunca sene susarak herkesi öğrendin yani. He hadi de bakalım beni de bildin mi? Ne yapacağım bundan sonra.
Önce bir dinleyeyim.
Bitikleri Çolpan Han’a göstermek istersin. Çünkü dedemin yazısını o bilir. Bir de gerçek damgası ondadır.
Öğrenmişsin, Gök Tegin’im. Bunu yapacaktım.”
Batuga’nın Gök Sarayı’ndaki herkesin nasıl tepki vereceğini önceden hesap ederek Akkız’ı Alpagu Han’ın radarına sokmayı başarmasını ağzım açık şekilde izledikten sonra bu konuda mütevazi olmadığını görmek güzeldi. Bu klişe gelecek ama insanları dinleyerek haklarında onlarla konuşarak öğrenebileceğimizden çok daha fazlasını öğrenmek mümkün. Boşuna iki kulağımız ama bir ağzımız yok. Batuga yıllarca konuşmayarak çok konuşan insanların daima düştükleri bir gaflet olan kendi düşüncelerinde kaybolma hastalığına yakalanmamış. O yüzden etrafında olan biteni herkesten daha iyi anlayabiliyor. İstediğinde ailesini manipüle etmeyi bilecek kadar zeki ama iyi yürekli bir Tegin o. Sarayda dönen politika oyunu birçoğundan daha iyi oynayacak akla ve şuura sahip. Ama bu sahnede o yeteneğiyle Akkız’a biraz gösteriş yaptığını da düşünmeden edemiyorum. Sevdiği kızı etkilemeye çalışan ergenler gibiydi sanki
Bu sahneye ilk on içinde asıl yer vermemin nedeni “Önce bir dinleyeyim” diyerek gözlerini kapatıp Akkız’ı dinleyen Batuga’nın bariz bir şekilde Pençesi olmaya ant içmiş kızla flört ediyor olmasıydı. Daha önce de belirttim. Yıllardır hiç kimseyle konuşmuyor olduğu halde karşısındaki kadınla doğru bir şekilde iletişim kurma konusunda en ufak bir sorun yaşamayan Batuga bu sahneye gelene kadar Akkız’la birçok kez flört etti ama içlerinde en bariz olanı buydu.
Bu sahnenin bir de Akkız boyutu vardı ki ondan da bir iki kelam etmemek olmazdı. Batuga’nın bu kadar kısa sürede onu bu kadar iyi tanımasının Akkız üzerinde yarattığı hayranlık bir yana Batuga gözlerini kapattıktan sonra yüzünün tüm hatlarını en ince detayına kadar incelemesi ve kendisini onu hayranlıkla seyrediyor şekilde yakaladıktan sonra yüzünü çevirmeye çalışması ama bunda başarılı olamaması Ebru tarafından çok güzel bir şekilde yansıtıldı bence. Batuga’nın ses tonunun etkisiyle Akkız’ın kalp atışlarının hızlandığı yüzünden ve beden dilinden anlaşılıyordu. Onu benim kadar çözümleyemeyenler ya da bu sahneye çok dikkat etmeyen insanlar belki anlamamış olabilir ama ben bu sahnede Batuga’nın Akkız’ı ses tonuyla ve bir bakışıyla etkileyebildiğini görebiliyordum. Ki tüneldeki resimlerden sonra #Akkız’ın kendisini hisleri konusunda en açık ettiği sahne bence buydu. Kameranın Batuga’nın dudaklarına ve Akkız’ın yüzüne odaklanması senaristlerin de benim düşündüğüm duyguyu anlatmaya çalıştıklarının kanıtıydı.
Batuga’nın işin ucunda annesinin masumiyetini kanıtlamak olduğu halde Çift Başlı Kurdun Pençesi’nin yaşadığını öğrenen Han babasının Akkız’ın gerçek kimliğini öğrenip ona zarar vermesini engellemek için kendini düşünmeden Akkız’ı arkadaşına ve özgürlüğüne kavuşturma anıyla Akkız’ın Batuga’ya sarılma anını birlikte ele almamın nedeni aralarında neden sonuç ilişkisi olmasındandı. Batuga’nın Yaman’la birlikte yaptığı sürpriz Akkız’ın çok sevinmesine ve önce bakışıp sonra da sıkıca sarılmasına sebep oldu. Bu 2 anının ortak temasının sürpriz olduğu da söylenebilir.
“Hemen burada ne olduğunu bana anlatın yoksa ikinizi de pataklarım.
Pataklar.
Batuga Tegin’im beni ok toyunda buldu. Buyruğunu söyledi. Otuz gecedir ormandan buraya gizli geçidi kazarız. Bugün bitti. Kün Ata ile Börte dışarda bekler.
Neden söylemedin?
Ellerin yanıp toya katılamayınca çok üzülmüştün. Ben de yine bir aksilik çıkarsa üzülmeyesin diye demedim.”
Batuga’nın Akkız’ı o çok özlem duyduğu hürriyetine kavuşturabilmek için kendi sırrını Yaman’a açık etmesi aslında hem Akkız için alabileceği riskleri en büyüğüydü hem de Akkız’a ne kadar çok güvendiğini gösteriyordu. Tanımadığı bir yabancıya sırrını emanet etmesi çok kötü bir şekilde sonuçlanabilirdi. Bu riski alması çok tehlikeliydi ama öteki yandan da Akkız ona güveniyor ve onu “candaşı” olarak görüyor diye sevdiği kadının güvendiği insana güvenmeyi tercih etmesi de hem çok tatlı hem de çok romantikti. Akkız’ı geçtim benim gibi aşırı romantik sahnelere gelemeyen bir insan evladı bile bu yaptığı karşısında yağ gibi eridi. Meşaleden yansıyan ışıkla birlikte olur da bir şeyler yolunda gitmezse diye onu yaşaması muhtemel bir hayal kırıklığından korumaya çalışan Batuga’yla onun yaptığı bu sürpriz karşısında kalbi çocuk gibi hızlı atmaya başlayan ve eski neşesine yeniden kavuşan Akkız’ın bakışması kesinlikle yakıcı nitelikteydi. Birbirlerinin gözlerinde kayboldukları anda aşk ateşinin yüreklerini sarmış olduğu da belli olmaya başlamıştı. Ayrıca sahneyi olduğundan daha güzel yapan detayda bu aşk ateşini Yaman’ın da fark etmiş olmasıydı.
Birbirlerinin gözlerinin içine bakarken dünyadan kopup bambaşka bir boyuta geçtikleri sahne bir başına fazlasıyla romantikken -ki kesinlikle uzun yerli dizilerin sahneyi uzatmak için uyguladıkları uzun uzun bakışma klişesi değildi- Yaman’ın onları birbirlerinin gözlerinin içinde kaybolurken izlemesi ve bu birbirlerinin gözlerinde kaybolma mevzusu çok uzadığında da öksürerek oradaki varlığını hatırlatması adeta yalnız değilsiniz mesajını vermesiyle ana komedi unsurunun katılmasına bayıldım. Akkız’ın tam da bu bölümde Gök Sarayı’ndan ayrılması iyi olmuş. Zira biraz daha sarayda kalmaya devam etseydi iki gözü olan her insan Batuga’nın sırrını bilmedikleri halde aralarındaki kimyadan hareketle birbirlerine âşık olduklarını anlayacaklardı. Ki hem Batuga hem de Akkız hislerini kontrol etme konusunda zorlanmaya başlamışlardı. Yoksa Akkız’ın sarayda onları kimin görebileceğini ve bunun nelere sebep olabileceğini hiç düşünmeden Batuga’ya sarılmasının başka bir açıklaması olamaz. Burada Batuga’nın da annesinden sonra ilk kez bir kadının kendisine sarılmasını büyük bir şaşkınlık karşıladığı yüzünden ve beden dilinden çok belli oluyordu.
Eksik Tegin olarak yaftalanarak itilip kakılmaya alışkın olan Batuga’ya Sarayı’nda şefkat gösteren sadece üç insan var. Bunlardan ikisi Temur ve Alpagu erkek oldukları için konunun dışındalar. Ona insan gibi davranan üçüncü kişi de Günseli. O bir kadın ama Batuga’ya sımsıkı sarıldığı bir anın olduğunu hiç sanmıyorum. Bundan dolayı Akkız’ın ona sarılması sıradan bir sarılma olmanın çok ötesinde. Onun için özlemini duyduğu şefkat ve sevginin ona yeniden dönmesiydi. Hiç beklemediği ama olduğu andan itibaren kendisine ne kadar ihtiyaç duyduğunu anladığı içini ısıtan o sarılma hayatında ilk kez ne yapacağını bilememesine hatta akıl tutulması yaşamasına neden oldu.
“Bunu sen mi çizdin? Bu sen bu da anan kaçarken. Çok güzel. Umutlu. Başka var mı?
Var ama umutsuz.
Güvercin ve sen neden umutsuz?
Haber Dağ Hanı dedemdendi. (Tılsım’ın öldürüldüğü ve Batuga’nın boğulduğu resme bakarlar) Ağlama.
Nasıl dayandın? Dağ olsa yıkılır. Gök olsa yarılır. Sen nasıl dayandın?
Bir tahta kılıçla.
Onu da çizdin mi? Beni çirkin çizmişsin.
Eee, çirkinsin.”
Bu sahnenin fazlasıyla duygu yüklü olmasından dolayı içeriğinde bir yorumcunun bulmayı umut ettiği tüm duyguları barındırmaktaydı. Ki itiraf ediyorum beni cezbeden de bu duygular arası geçişlerin bu kadar hızlı ve keskin şekilde yapılması oldu. Madenlere gitmesine engel olarak hür biri olarak ölmek yerine Dağ’ın malı olarak damgalamasına neden olduğu için Batuga’ya öfkelenen Akkız’la başlayan sahne Saray’dan çıkmasına yardımcı olacak tünelin çıkış kapısında gördüğü resimlerle yerini umuda ve bu tünellerde daha fazlasının olup olmadığına dair bir meraka bıraktı. Batuga’nın hiç bilmediği bir yüzüyle tanışan Akkız’ın her biri sanat eseri değerinde bu resimlerin estetiği karşısında sakinleşmesini izlemek duygu geçişlerinin de çok hızlı olması açısından gözlemlenmesi keyifli bir andı. Batuga’nın bu resimler sayesinde dilini kullanarak anlatamadığı trajedisini Akkız’a hissettirebilmesi çok anlamlıydı. Annesinin ölümüne neden olan olayı ve sonrasını aksettiği duvar resimlerini görüp hikâyeyi onun ağzından dinledikçe Akkız’ın yüzündeki umudun yerini bu defa kalbinde hissettiği büyük bir acıya ve hüzne bıraktığını gözlerinde görmüş oldum.
Birinin babasını ötekinin de annesini kaybettiği o kara günden sonra sadece kendisinin acı çekmediğini aksine bu Saray’da babasının dizinin dibinde oturup aklı yokmuş gibi davranmasını eleştirdiği Batuga’nın aslında tahmin ettiği gibi korkaklık etmediğini sadece hayatta kalmaya çalıştığını öğrenmesi hem Batuga’ya olan bakış açısını değiştirdi hem de onun bu Saray’da nasıl bir hayat sürdüğüne dair yaptığı bütün ön yargısal tahminleri de kırmasına yardımcı oldu. Batuga’yı anasının öcünü almaya çalışmayan bir korkak ve şımarık bir Han oğlu olarak değerlendirmektense onu bütün bu acılara tek başına göğüs geren ve yalnız olduğu halde hayatta kalmayı başaran güçlü bir insan olarak görmeye başlaması Batuga’ya bambaşka bir gözle bakmasını sağladı. Gök Tegin’in ardında saklanan yüreği yaralı hiç büyüyememiş ama o günden sonra hiç çocuk da olamamış Gerçek Batuga’yı tüm çıplaklığıyla görmüş oldu…
Batuga’nın acısına ve hiç kabuk bağlamayan yarasına şahit olduktan sonra tahta kılıçtan hareketle ilk tanıştıkları anı resmedip etmediğini sorgulaması çok sevimliydi. O duvardaki tek umut dolu resmin Akkız’ın tahta kılıcını ona uzattığı anın resmi olması ilginçti. Ancak bu tanışmaya da ebeveynlerinin ölümü sebep olduğundan o resme de bir gölge düştü. Akkız’a çirkin dedikten sonra ikisinin de yüzünde beliren o gülümsemeyle anın atmosferi değişiverdi. Meşaleyle birbirlerinin aydınlanan yüzlerine uzun uzun bakmalarını ve bu bakışma anında ilk tanıştıkları o çocukluk hallerini görmelerini çocukluk aşklarının ateşinin gerçek aşklarının da yolunu aydınlatacağı şeklinde yorumladım.
Sonuç olarak Destan’ın ilk altı bölümünden yola çıkarak #AkBat çifti hakkında yaptığım ilk onum bu şekilde sıralanıyor. Bu on sahnenin yanına eğer on birinci sahne ekleyebilseydim o kesinlikle Batuga’nın Tegin olmasına aldırmadan “Tegin’e öf denmez” dediği halde Akkız’ın önünde kendi rızasıyla eğildiği sahneydi. Ki Akkız nasıl Pençesi olmaya yemin ettiği Çift Başlı Kurt’un önünde eğilip Batuga’ya biat ettiyse ileride Han olma ihtimaline rağmen Batuga’nın da Akkız’a biat ettiği günleri göreceğimize eminim. Hele de aralarındaki aşk ikisinin de dillendirdiği bir gerçek olduğunda yüreğindeki aşkla biat eden tarafın Batuga olacağına eminim. Gök Tengri’nin Kut verdiği Kurt olarak bütün dünya onun önünde o da sadece Akkız’ın önünde eğilecektir. Bu eğilmelerin manda altına girmek olmadığını bir kez daha hatırlatarak yazıma son vermeden önce altıncı bölümdeki vedalaşma sahnesini bilerek bu listeye dahil etmediğimi söylemeliyim. Çünkü ben vedalaşmaları hiç sevmem. Çünkü Batuga’nın onu bir daha görmemeyi göze alması ne kadar büyük bir fedakârlık olsa da ne onun Akkız’ı gitmeye zorlamasını ne de Akkız’ın bir veda bile etmeden gitmesini sevemedim.
Fotoğraflar için teşekkürler: @denizzmel @cactuuuuuuuss @
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.