Bu yaz da yaz dizilerinde aradığını bulamayanlar için Uzakdoğu’dan Kore ‘ye uzanıyoruz; konuk yazarımız Gülsüm K-Drama’dan üç öneri sunuyor. Keyifli okumalar…
Güney Kore dramalarıyla ilgili önerilerimde 2.yazımla karşınızdayım. İlki aşk temalı olmuştu. Bu sefer, dram ağırlıklı olmak üzere konuları biraz çeşitlendireyim dedim ve bu 3 güzel öneriyle karşınıza çıkıyorum. Dizilerin tanıtımını yapabilmek için ve bazı değerlendirmeler geçebilmem için yazı içinde sürpriz bozanlar mevcut. Lütfen buna göre okumaya devam ediniz. Haydi başlayalım.
Iteawon Class (2020)
Hikâye, lise çağındaki Park Sae-ro-yi (Park Seo-joon) ve restoran zinciri sahibinin oğlu Jang Geun-won (Ahn Bo-Hyun) arasında zorbalık sebebiyle çıkan kavgayla başlıyor. Sae-ro-yi’nin babası ise bu restoran zincirinde çalışan bir eleman. Karakterler karşı karşıya geldiği zaman ise, küçük balıklar haliyle yeniliyor. Yine de Park ailesi hayat devam ettiği ve böyle istedikleri için kendi dükkânlarını açıyorlar. Ardından Geun-won, Sae-ro-yi’nin babasının trafik kazasına karıştığında intikam hikâyesinin tohumları atılıyor. Üstüne bir dram daha yapıştırmışlar tabi. Sae-ro-yi, bu kazanın müsebbibinin o zibidi olduğunu öğrendiğinde öfkesine yenik düşüyor ve 3 yıl hapis cezasına çarptırılıyor. Bir intikam planından yola çıkan hikâye, daha 4.bölümlerinde 15 yıllık bir süreçle bizi selamlıyor. Burada belirtilmesi gereken ise, aslında asla diz çökmeyen Sae-ro-yi ile diz çöktürme sevdalısı holding sahibi amca Jang Dae-hee’nin (Yoo Jae-Myung) karşı karşıya gelmesi. Sae-ro-yi’nin düşmanını tanımakla başlayan bu hatırı sayılır planlama sürecinin görüşümü olumlu yönde etkilediğini ve diziyi bu sebeple öneriye açtığımı belirtmek isterim.
Jang Dae-hee: “Güçlü güçsüzü yer. Sence kimin iyi, kimin kötü olduğuna kim karar verir? Kazanan karar verir.”
Başrollerinde Park Seo-joon, Kim Da-mi, Yoo Jae-myung’un yer aldığı birer saatlik 16 bölümden oluşan Iteawon Class (kısaltması IC- fonetik olarak I See), izleme listemin başlarında yer almasına rağmen, bir şekilde ertelediğim ve ön yargımın bulunduğu bir projeydi. Bu projenin kısaltması bile benim için çok olumlu temaları çağrıştırıyor: anlayış, dostluk, aile bağları, dürüstlük, erdem, adalet gibi. Bu tip çok çeşitli pozitif kavramların uygun bir kompozisyonla dizinin intikam temasına yerleştirildiğini düşünüyorum. Dizilere genellikle yarısına gelmeden puan biçmek huyum değildir. Sanırım ilk defa dizinin dörtte birindeyken 9 ve üstü puan vermeye meylettim. Dizinin kalabalık kadrosunu, senaryo akışında en uygun hamleyi yapacak şekilde kullanmak bu dizinin bana kalırsa en sağlam yönü olmuş. Dizinin geneline yayılarak neredeyse her karakterin iç seslerine tanıklık ediyoruz veya anlatılarıyla hayat hikâyelerinin bir kısmını öğrenebiliyoruz. Bu fırsatla dizideki karakter kalabalığının dezavantajı belli ölçüde avantaja dönüşmüş diyebiliriz. Beni “karakterleri tanımıyoruz ki, bu kadar karakter var ama hepsi 2 boyutlu” demekten alıkoyabildiler.
Park Sung-yeol: “İçerken başını hafifçe yana çevir. İşte böyle. Tadı nasıl?”
Park Sae-ro-yi: “Tatlı.”
Park Sung-yeol: “Tanrım. Demek ki günün başarılı geçmiş.”
Konuya hâkim olduğumuza göre geçeyim yorumuma. Dizi geneli açısından bölümler oldukça akıcı, kurgusu/montajı yerinde, bölümler içinde şaşırtmacalar (plot-twistler) doğru anlarda kullanılmış ve karakter arası ilişki dinamikleri doğru şekillendirilmiş. Özellikle baba-oğul ilişkisinde, yukarıda verdiğim replik o kadar anlamlıydı ki, her içki sahnesinde neredeyse ağlamaklı oldum. Bu arada dizinin arka planında yer yer Tarkan’ın Cuppa parçası da çalıyor. Dikkatli olmak lazım dizi izlerken de artık.
Oyuncu performansları konusunda, iyisinden kötüsüne, siyahından beyazına neredeyse herkes oyunlarının hakkını vermiş diyebilirim. Hatta Park Seo-joon’un romantik dizilerden ziyade böyle diziler yapmasını salık verebilirim. Tamam, bu adamı “What’s Wrong with Secretary Kim?”deki Mr. Aura olarak da sevdim ama karakter çeşitlemesi açısından bu diziyi, oyuncunun oyun paletini açığa vurmasına imkân sağlamış bir proje olarak değerlendiriyorum.
Kim Da-mi’yi aslında “Our Beloved Summer”daki performansından dolayı aşırı aşırı beğenmiyor gibiydim ama bu dizide Jo Yi-seo karakterinin yazımını ve oyuncunun performansını gerçekten beğendim. Çift uyumu konusunda ise, ortada dizinin tamamına hâkim çift taraflı bir aşk hikâyesi olsaydı belki daha geniş yorum yapılabilirdi. Yine de desteklediğim çift Sae-ro-yi & Yi-seo oldu. Karakterlerin farklılıkları ve yaşadıkları şeylerin benzerlikleri bana bunu dedirtiyor. Dizinin son 6 bölümünde artan aşk hikâyesi vurgusuna karşın puanımı etkileyen bir nokta da olmadı romantizmi aslında, ilginçtir. Kore dramlarında aşk satardı normalde ama bu dizide aradığım şey bir aşk hikâyesi değildi, adaletti daha çok. Bence dizinin en belirgin mesajı buydu. Neyse neyse başrollere dönersek Park Seo-joon ve Kim Da-mi, klasik tiplemelerden çok, dürüstlük, güvenilirlik, adil olmak, tavizsiz olmak, kindarlık gibi tipik özellikler gösteren ancak bu özelliklerin doğru yorumlandığı sağlam karakterler seçebilmişler. Kendilerine buradan tebriklerimi gönderiyorum. Çünkü izlerken fikrimi değiştirdikleri, beni üzen, mutlu eden ve empatiye sevk eden birçok an yakalayabildim. Anlaşıldığı üzere bunlar diziye hep artı yazar.
İntikam senaryosunda, iyi-kötü savaşı sırasında kötü lehine gelişen direnç noktaları dizinin avantajına olsa da, düşünülmemiş veya üstünden atlanmış köşelerin ve hatta karakterlerin olduğu da doğru. Holding sahibi amcanın iki oğlu da izlerken yordu beni. Ne oldu da bu kadar kör topal tefeciye bağladılar dedirttiler yani. Haydi, birine aşk diyelim. Bir de diğerine bakalım. Uğruna cinayetin üstü kapatılan şirket veliahdının aynı anda bu kadar andaval ve egoist yazılması bana çok yanlış geldi. Ya biri ya diğeri olmalıydı sanki. Bari biraz vicdanı olsaydı da yanlışlarından pişmanlık duyabilmiş bir insan olarak görebilseydim. Bu tip hikâyelerde günahkârların öne çıktığı nokta, daha çok vicdanları olurdu. Burada saf kötülüğün bayrak taşıyanı gibi oldu. Baba karakteri zaten bu kıvamdaydı. Belki kötü karakterlerin yazımı, baba dışında biraz daha griye yakın olmalıydı. Sonunda baba da diz çökünce üzülecek gibi oldum. Böyle bir dünya olabilir mi? Bunun dışında, ekstra puan kırma sebebim ise, klasik Netflix pompalaması olan LGBT+ vurgusundan. Tanıtım videosu aşağıda. Sonuna kadar hak ettiği 8.2’lik IMDb puanına karşılık benim kanaatim 9. Emeklere sağlık. Dizi Netflix’te halen yayında. Tanıtımını buradan izleyebilirsiniz. Herkese keyifli seyirler.
Youth of May (2021)
İkinci önerim, Gwangju Ayaklanması döneminde geçen tarihi drama türündeki 12 bölümlük “Youth of May”. Bu diziyi anlamlandırmak için aslında döneminin tarihine biraz hâkim olmak gerekiyor. Gwangju Ayaklanması, Mayıs 1980’de Güney Kore’de sert askeri cunta yönetimine karşı sivillerin ve üniversite öğrencilerinin katıldığı, en az 10 gün sürdüğü söylenen ve sertçe bastırılan bir isyan. Yani ülke içindeki siyasi, askeri ve ekonomik çalkantı içerisinde bir hikâye bize sunuluyor. Dizide, bu ayaklanma sırasında birbirlerine âşık olan Hwang Hee-tae (Lee Do-hyun) ve Kim Myung-hee (Go Min-shi) isimli iki genç merkezde yer alıyor. Esas oğlanın ve esas kızın karşılaşması, bence biraz “Business Proposal” benzeri bir tarza sahip. Bununla birlikte çiftin ekran uyumlarını beğendiğimi söyleyebilirim. Lee Do-hyun’un eğlenceli şekilde yorumladığı Hee-tae’sine, biraz dramatik ve acıların kızı tiplemesiyle eşlik etmiş Go Min-shi’nin Myung-hee’si. Ancak bu durum zıtlık dengesi de oluşturduğu için seyri keyifliydi. Esas karakterler arasındaki hikâye şöyle özetlenebilir: Hemşire olarak çalışan kızımız, yurtdışında hemşirelik eğitimi alması için çok pahalı uçak bileti karşılığında zengin ve demokrat arkadaşının görücü usulü randevusuna katılıyor. Romantizm açısından gerisini siz tahmin edersiniz. Hee-tae, bu blind-date dışında ilk görüşünden itibaren hemşirelik yaparken Myung-hee’yi beğenince ilişkileri gelişmeye başlıyor.
Esas çiftin sahne kompozisyonları o kadar güzeldi ki, en acısından en tatlısına sahnelerini dönüp tekrar izlediğim bile oldu. Bu noktada derinlikli yazılmış detaylar, Hee-tae’nin bile isteye kandırılmasına müsaade ederek, Myung-hee ile görüşmeye devam etme çabası ve iki karakterin sadece bir Mayıs’a sıkışabilecek zamanlarının farkında olmalarıydı. Replikler ve oyunculuklar yeterliydi. Myung-hee’nin sadece aşkına veya ailesine değil, geleceğine/ideallerine bağlı olması, bunun için görücü usulü randevuya bile gitmesi, zayıf görünse de böylesi güçlü bir karakterin dizi boyunca bize eşlik etmesi gerçekten onu her adımında desteklememi ve ona saygı duymamı sağladı. Burada uyuz görünen birkaç aşk üçgeni dörtgeni falan var da neyse ki dizi 12 bölüm sürdüğü için ve esas çift yeterince esaslı olduğundan bu kısım beni pek germedi. Daha çok bir üst jenerasyonun, gencecik çocuklara yaklaşımı ağırdı ve boğucuydu. Dönem şartları zaten ağırken bir de Hee-tae’nin tuhaf babasının ezici tutumları biraz beni çileden çıkardı diyebilirim.
Dizide kullanılan mekânlar, mekânların havası, dizinin renkleri ve genel atmosferini oldukça etkileyici buldum ve özenildiğini hissettim. Bu anlamda tarihi ve mekânsal bağlamın başarılı bir şekilde kurgulanıp romantik ve dramatik bir hikâyeye yedirildiğini düşünüyorum. Gwangju Ayaklanması’nı hazırlayan dönemin politik ve toplumsal durumunun altından dizi başarılı bir şekilde kalkabilmiş. Yansıtılan protesto sahneleri, polis/asker şiddeti ve toplumun kararlılığı gibi unsurlar, dönemin gerçekçi bir tablosunu bize sunmuş. Döneminin görüntülerini ve haberlerini gördüğümde benzerliğin/gerçeğe uygunluğun dikkat çekici olduğunu söyleyebilirim. Buradaki tek gerçekçi anlatım, ayaklanmanın getirdiği bir durum da değildi. O dönemin sosyo-politik ve ekonomik ikliminin, dizinin geneline sirayet ettiğini görebiliyoruz. Fakir aile kızı Myung-hee’nin kendi ayakları üzerinde durabilip, yurtdışına gitme çabasında olmasını belki bu ağır ve umutsuz koşullar nedeniyle çok daha şiddetli destekledim. Aynı şekilde Hee-tae’nin de yaşadığı ikilemlerin önemi büyük. Dizinin ana çatışmalarından birisini bu oluşturuyor sonuçta. Geldiğimiz noktada esas kız ve oğlanın aşkı imkânsız görünse de, karakterlerin buna karşı gösterdiği direnç bu dizinin özünü oluşturuyor diyebilirim. Romantizm bazlı olsa da bu idealizmin, umudun ve direnişin bıraktığı tattan nasipleniyoruz aslında biz de. Belki bu yüzden de bir dram haline dönüşüyor bu dizi. Dizinin sonu bana Teoman’ın “Çobanyıldızı” isimli parçasını o kadar anımsattı ki, dizinin gerçekten büyük bir fanı olsaydım, bu müzikle mutlaka fan videosu hazırlayabilirdim. Tanıtım videosu aşağıda. IMDb’deki 8.4’lük puanını hak ettiğini düşünüyorum ve üstüne biraz koyarak 8.9 veriyorum. Emeklere sağlık. KBS2’de yayınlanan dizinin resmi tanıtım videosunu buradan izleyebilirsiniz. Keyifli seyirler.
Be Melodramatic (2019)
Diğer iki dram ağırlıklı ciddi işin aksine biraz daha nefes alan ve komedi öğelerine sahip olan “Be Melodramatic”, otuzlarında üç kadının ve çevresinin hikâyesini anlatan, internette romantik-komedi olarak etiketlense de bana kalırsa hayatın tüm gerçekliğinin bir yorumu olduğunu düşündüğüm feminen bir iş. Dizinin romantik-komedisi kendi tarzına göre biçimlendirilmiş. Böylesi gerçekçi işleri seviyorum ancak bu diziye hem karakter hem de akıcılık bakımından bir noktaya kadar sabırla yaklaşmak gerektiği de aşikâr. Özellikle bu üç hanım ablamızın her biriyle empati yapabilmiş olsam da, damarıma bastıkları çok yer oldu. Özetle bu iş, karakter yazımlarıyla öne çıkan bir proje. Benim için bu öneri listesine eklenebilecek güçteki en çekici yanı ise dramatik yönüydü. Bunu destekleyen oyuncu performansları da işin ekstrası.
Dizi, 16 bölümden oluşuyor ve Netflix yapımı. Ana karakterleri tanıyacak olursak, ilk kızımız Chun Woo-hee’nin canlandırdığı junior senarist Lim Jin-joo. Buradaki bütün kadın karakterlerin meslekleriyle öne çıkmaları çok hoşuma gitti. Lim Jin-joo ise biraz nevi şahsına münhasır bir yazar olarak çevresiyle uyumsuz, vurdumduymaz, eğlenceli ve biraz da duygusuz diyebileceğim bir karakter çiziyor. Bu karakterinin işine de yansıdığı söylenebilir haliyle. Sektörün en iyi yazarıyla çalışıyor olsa da, reklam sahnelerini yazmak gibi yaptığı ayak işlerinin onu tatmin edemeyişiyle birlikte işten ayrılıyor. Senaryosunu, bir yarışmaya göndermesiyle birlikte ise sektörünün en başarılı yönetmeniyle çalışma imkânı buluyor. Bu yönetmenin de bir tahtasının eksik olduğunu belirtmekte fayda var. Ahn Jae-hong’nun canlandırdığı Son Beom-soo karakteri de ilgi çekici. Şöyle ki aynı anda kibir ve güvensizlik sergileyebiliyor. Yani işiyle öne çıkıyor ancak sosyal becerilerinin pek yüksek olmadığı anlaşılabiliyor. Karakterlerin çelişkileriyle birlikte portrelenmesi, bu projenin kendimce en gerçek ve sağlam tarafıydı. Çifti aslında uyumlu buldum ancak bu biraz da öznel bir yargı. Bu çifti yakıştırmazsanız da anlaşılabilir ancak insan sevdiğinin huyuna çekermiş malum, iki tuhaf çalışan kafanın hem iş hem aşk ilişkisi yürütmesi biçiminde yaklaşırsanız belki kendinizden de parçalar bulabilirsiniz.
İkinci anlatacağım ana kadın karakterimiz ise, Han Ji-eun’un canlandırdığı Hwang Han-joo. Han-joo, yakışıklı ve komik kurbağa prensi öpmesinin ardından terk edilmiş bir karakter. Yalnız bir anne olarak, çocuğu için gerçekten çok çalıştığını görüp ona sıkıca sarılma isteğiyle doldum. Bu karakter de işinde gerçekten başarılı bir kadın olarak çizilmiş. İşindeki hırsının ve çalışkanlığının, özel yaşamını bu kadar etkileyemeyişi gerçekten çok üzücü. Han Ji-eun’a “The Bride of Habaek”ten tanıdığımız oyuncu Gong Myung eşlik ediyor. Bu eşlik durumu, dizi içinde romantik partnerlik olarak anlaşılmasın. Gong Myung’un karakteri Chu Jae-hoon, Han-joo’nun astı olarak şirkete alınan bir genç. Han-joo ile başardığı her saçmalık dolu reklam çalışmasının sonunda onlarla birlikte mutlu olduğumu söyleyebilirim. Burada özel hayat yönünden çarşının karıştığı yer ise, Jae-hoon’un çıkmaza giren zor ilişkisiydi. Jae-hoon ve Han-joo bu konuda dertleşirken, Han-joo hayatı boyunca yaptığı hatalardan birisini daha tekrarlayarak bence Jae-hoon’u oldukça yanlış değerlendirmeye aldı. Bilmiyorum, bu konuda biraz çiğ yumurta hissi aldım Han-joo’dan. Seveni varsa kusuruma bakmasın. Bu yönden Han-joo’ya gösterdiğim anlayış düzeyinin alt sınırdan olduğunu söyleyebilirim. Han-joo’yu ve mücadelesini severim ve desteklerim ama dizinin sonunda ilişkim biraz konsolosluk seviyesinde kaldı.
Üçüncü ana kadın karakterimiz, dizinin dram yükünün %80’e yakınını yüklenen Jeon Yeo-been’in canlandırdığı Lee Eun-jung. Bu kızımız, belgesel yönetmeni. Ününü ve zenginliğini, dizide vefat eden erkek arkadaşı ile birlikte çektiği belgesele borçlu. Eski erkek arkadaşını Han Joon-woo’nun canlandırdığı Hong Dae karakteri, kansere yakalanmasının ardından kısa bir süre sonra ölüyor. Bu ölümün Eun-jung’daki tezahürü ise, ilk etapta intihar, ardından kalıcı kompleks yas bozukluğuna bağlı halüsinasyonlar ve rüyalar oluyor. Bu tepkileri sebebiyle arkadaşları ve ailesi Eun-jung’a güvenememiş olacak ki, erkek kardeşi, Han-joo ve Jin-joo ile yaşamaya başlıyorlar. Bu o kadar doğal bir süreçle gerçekleşiyor ki, bu üç kadın, doğrudan arkadaşlık bağının ötesinde bir ilişkiyle sarılıyorlar. Bu arada, Eun-jung hikâyesinin içinde The Liberation Notes’tan tanıdığımız Son Suk-ku’nun canlandırdığı yönetmen Kim Sang-soo ile karşılaşabiliyoruz. Son Suk-ku, diziye sonradan dâhil olduğu için sahneleri biraz kısıtlı.
Eun-jung’un halüsinatif olduğunu anlaması, Lee So-min (Lee Joo-bin) sayesinde gerçekleşiyor. Sanırım bu yolla dizinin bağlamı içinde en etkilendiğim sahneler ve replikler geliyor. Eun-jung’un, sert görünümüne karşın içi çok yumuşak bir karakter olarak resmedilmesi, yukarda bahsettiğim çelişkili karakter yazımının bir diğer yansıması. Eun-jun’un yaşadığı yıkılmışlığı ve sevdiği birini kaybetmesinin ağırlığını dizinin kalabalık kadrosuna rağmen çok doğru bir tonda ve yoğunlukta hissedebildim. Eun-jung’un bu aşamada en büyük şansı ise arkadaş/aile desteği oldu. Dizinin bu noktada vermek istediği mesaj, acı yerinde dursa da paylaşılarak hafifletilebileceğiydi. Bu mesajı aldıktan sonra, Eun-jung’a yaklaşımımda gözle görülür bir yumuşama ve anlayış gelişti. Aslında Eun-jung’a hep üzülüyordum ancak dizinin son bölümlerinde bu değişerek bir burukluk haline dönüştü. Bunun nedeni ise hayatına devam etme motivasyonunda kendi karakterinden güç almasına karşın bir yanının hep sevgilisinde kalmasıydı. Kavuşamayan âşıklar teması hep böyle yapıyormuşsa demek.
Lee Eun-jung: “Tükendim ben. Bana sarılın. Size söylüyorum. Mutsuzum.”
Eun-jung’un rakibi olarak karşımıza çıkan Lee So-min’in, Eun-jung’un hikâyesindeki destekleyici payı dışında ana konuda büyük bir payı bulunmadığını düşünüyorum. Yan rol tanımını tam anlamıyla karşılıyor anlayacağınız. Karakteri sivri köşelere sahip olmasına karşın Lee Min-joon (Kim Myung-joon) ile ekran kimyalarını uyumlu buldum ve bu yan hikâyenin diziye keyif ve romantizm kattığını söyleyebilirim.
Özetle dizinin geneli açısından olumlu görüşlere sahibim. Çekimler, montajlar, hayat dersleri, gerçeklik, replikler, kısacası her şey oldukça başarılıydı. Ancak dizinin yer yer durağanlaştığı ve sıkıcı bir hale büründüğü de doğru. Gerçekçi bir hikâye olmasından yola çıkarsak bu anlaşılabilir. 8’lik IMDb puanını ben de yeterli görüyorum. “Melo Suits Me” olarak da bilinen dizi Netflix’te mevcut. Dizinin teaser linki burada Emeklere sağlık. Keyifli seyirler.