Uzakdoğu’dan – Güney Kore’den Aşkın Üç Hali

 

Yaz mevsiminde televizyonda aradığını bulamayanlar için Uzakdoğu’dan Kore ‘ye uzanıyoruz; konuk yazarımız  Gülsüm  K-Drama’dan üç öneri sunuyor. Keyifli okumalar…

 

Bu dönemler Çincemi geliştirmek için başladığım yolculuğum biraz daha doğuya kayınca kendimi anlatımını daha güçlü olduğunu düşündüğüm Güney Kore dramalarında buldum. Yaz başından itibaren izlediğim ve beni hayal kırıklığına uğratmayan üç öneriyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bahsedeceğim üç dizinin esasında ortak noktası aşk ancak izlerken ve izledikten sonra her dizinin ağzımda bıraktığı tadın birbirinden bu denli farklı olması çok değerli bir şey bence. Aşkın birbirinden farklı sayılabilecek üç halini sembolize ettiğinden bu üç yapımı sizler için yoruma hazırladım. Yazıda diziler hakkında kısa ve yüzeysel yorumlar geçebilmem için küçük sürpriz bozanlar da mevcut. Aman diyeyim.^^

 

Crash Landing on You

 

İlk sıramda Crash Landing on You (사랑의 불시착) isimli yapım var. Başrollerinde evlenen ve şimdilerde çocuk bekleyen Hyun Bin ve Son Ye-jin bulunuyor. Hikâye açılışını zengin bir hayat süren Güney Koreli kadın karakterimiz Yoon Se-ri ile yapıyor. Kendi kurduğu moda şirketi sahibi olan bu hanım ablamız paraşütünün onu Kuzey Kore sınırlarına sürüklemesiyle aşkı tadacağı asker karakterimiz Ri Jeong-Hyeok ile karşılaştırıyor. Sanırım karşılaştığım ayakları yere en sağlam basan imkânsız aşk temasına sahip kurguya sahip olduğu için ilk sırada belirtmek istiyorum bu yapımı. Kuzey Kore hakkında gerçekten de hiçbir bilgi sahibi olamadığım için bir bakıma aktarımını merak ediyordum. Malum ülkenin kendisi bir kale gibi çok içine kapalı. Dizinin içine yerleştirilmiş komedi unsurlarının ise yapımdaki imkânsız aşk olgusunu birazcık daha yumuşattığını ve esasında pek de bilinemeyen kenarları silikleştirdiğini söylemem mümkün. Belki biraz da güneyli etkisiyle bir yumuşatma söz konusuydu. Bunun yanında ‘kader’ etiketi de neredeyse tüm izlediğim Kore dramalarında olduğu gibi bu dizide de fazlasıyla ön plandaydı. Bu noktada Kore dramlarında biraz kopyala & yapıştır hikâye yazıcılığı hâkim bence. Bu dizideyse her iki karakterin de before & after (öncesi & sonrası) diyebileceğimiz hayat akışlarında ve karakter kırılımlarında birbirlerinin önceki hayatlarına ve hatta sonrakine de dokunmalarından gerçekten etkilendim. Burada başkarakterlerin birbirlerinin kaderleri olduğu üzerindeki anlatım beni çok rahatsız etmedi. En azından çocukluk aşkı gibi bir şey son dakikada tercih edilmemiş. Bir noktada artık kimse kimsenin çocukluk aşkı çıkmasın diye isyan edeceğim bir yerdeydim zira.

Bazen yanlış tren sizi doğru durağa götürür.

 Dizi hakkında biraz daha fazla bilgi almak isterseniz Youtube’da Swoon kanalındaki highlightları izlemenizi önerebilirim. Dizinin 16 bölüme uzadığı çok anlaşıldığı ve yer yer sıkıldığım için IMDb’de aldığı 8.7’lik puanını bir tık abartılı buluyorum ancak benden net 8 alabilecek güçte bir konuya parmak basılmış ve evren de böyle kurgulanmış. Ayrıca romantik kaynaklı dram sahnelerinde oyuncu performanslarını tatmin edici buldum.

 

 

Bazı sahne kurguları öylesine başarılıydı ki çift arasındaki detayların aktarımı konusunda oldukça çalışmış olduklarını ve bunların övgüye değer olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bunun yanında dizide sahneler aktıktan sonra, seçilen bir sahnenin öncesinde veya sonrasında gerçekleşen küçük pasajları bölümlerin finalinde bahsederek konuya yedirmek çok hoş bir tarz. Bölüm sürprizi olduklarından başrollerin aşkına biraz daha hayranlık ve saygı duymama yaradı. Keyifle izleyiniz. Buyurunuz bu da Swoon’daki linki:

 

 

It’s OK to not be OK

 

İkinci sıramda izlemekten en keyif aldığım ve en fazla eğlendiğim romantik komedi dizisi var: It’s OK to not be OK (사이코지만 괜찮아). Dizinin başrollerinde Kim Soo-hyun, Seo Yea-ji ve Oh Jung-se yer alıyor. Dizinin senaryosuna gerçekten masalsı bir anlatımın egemen olması, her bölümde doğrudan masallara ve kıssadan hisselere atıflar yapılması ise diziyi kendi adıma daha tercih edilebilir yaptı. Bir tür korku masalı atmosferini yansıtırken aynı anda eğlendiren bir dünya sunması çok keyifliydi. Bunun yanında dizide çocuksu bir tavrın hâkim olması sebebiyle karabasan gibi bir figürün aktarılma çabasını da görmemle birlikte notum olumlu yöne kaymaya başladı diyebilirim.

 

Hans Christian Andersen’in Kırmızı Ayakkabılar kitabını biliyor musun? Küçük kız her yere kırmızı ayakkabılarıyla gidermiş. Mütedeyyin bir kiliseye bile. O ayakkabıları giydiğinde ayakları kendiliğinden dans etmeye başlarmış. Ve ne dans etmeyi kesebilirmişsin ne de ayakkabıları çıkarabilirmişsin. Böyle olmasına rağmen küçük kız kırmızı ayakkabılarından asla vazgeçmemiş. En sonunda cellat, kızın ayaklarını kesmek zorunda kalmış. Ancak kesilen ayaklar kırmızı ayakkabıların içinde danslarına halen devam ediyormuş. Bazı şeyleri ne kadar uğraşırsan uğraş birbirinden ayıramazsın. O yüzden saplantı, asil ve güzeldir. Sonunda kırmızı ayakkabılarımı buldum.  

 

Dizide zaman ne kadar geçmiş olursa olsun üç küçük çocuğun hikâyesini izliyoruz. Bu anlamda çocukluk aşkı mevzusu ve kader hikâyesi kaçınılmaz. Ko Moon-young sanırım şimdiye kadar görebileceğim en baskın Güney Kore rom-kom kadın karakteriydi. Sesini çok karizmatik bulmam nedeniyle 16 bölümlük projeyi maraton yaparak hızlıca bitirdim. Bu ablamıza eşlik eden ağabeyimiz Moon Gang-tae ise hasta bakıcılık yapan, çok sakin yapıda, sabırlı ve özverili bir karakter. Annesi de öldükten sonra otizmli ağabeyine göz kulak olan tam bir görev adamı. Belli başlı sınırları olduğu için ve erken olgunlaşmak zorunda kaldığı için her bölüm kendisinden nasıl çıkacağını merakla bekledim. Her baktığımda ‘bu daha çocuk ki’ dediğim bir karakterdi. Her halinden anlaşılıyordu ve dizinin alt mesajlarından da biriydi. Ko Moon-young bu adama askıntı olduğunda da karşılıklı diyaloglarının altını çok sağlam doldurdular. İki karakterin birbirlerini anlaşılmaz bulmasını da oldukça oturaklı bir şekilde tersine çevirebildiler. Bu izlerken önem verdiğim şeylerin başındaydı. Aşk itiraflarındaki paralel kurguyu izleyip arka plan müziğini dinlemek ise hala çok hoşuma gidiyor. Moon-young masal kitabı yazarı olarak yazacağı kitabın konusunu Mang-tae’nin otizmli ağabeyi Sang-tae’nin çizimlerinden temel alarak hazırladığı için ve Sang-tae’yi illüstratör olarak işe alırken bir tür korku evinde birlikte yaşamaları şartı öne sürdüğü için başrollerin sahneleri olağan şekilde bölümlerde epey bir yer kaplıyor.

 

 

Moon Young’nun yazdığı ve göndermede bulunduğu masallar ve Sang Tae’nin çizdiği illüstrasyonları o kadar anlamlıydı ki finalde yazılan masalın tamamını bile görmek istedim. Bu illüstrasyonlar aynı zamanda dizinin asıl karakterlerinin resimlendirilmeleri olarak tanıtımlarda da kullanılmış. Bu illüstrasyonların karakterlerle uyumları o kadar başarılıydı ki masal kitabını edinmek isterdim sanırım. Sonu anlamında da final tatmin edici sayılırdı bence. Ancak bazı bölümlerin montajını tekdüze bulduğum için 1 puan kırıyorum. IMDb’deki 8.6’lık puanını hak ediyor olmasına rağmen ben bu yapıma sırf çocuksuluğundan olumlu kanaat kullanarak 9 veriyorum ve Swoon kanalındaki çift videosunu da buraya bırakıyorum.

 

 

The King: Eternal Monarch

 

Üçüncü sıramda BoF’dan tanıdığımız Lee Min-ho‘nun fantastik kurgu türündeki projesi The King: Eternal Monarch ( : 영원의 군주) yer alıyor. G. Kore dizileri içinde sanırım izlediğim en iyi bölüm açılışı yapan paralel evren temasına sahip dizi. Başlangıçta dizi kurgusunda 2 alternatif evren bize sunuluyor. Bir evrende İngiliz tipi bir monarşiyle yönetilen bir krallık var. Bu krallığa yapılan darbenin sonucunda paralel evrenlerde geçişler yapılabilecek güçteki Manpasikjeok denilen bir flüt iki parçaya bölünüyor ve herbir parçası hem dostta hem düşmanda kalıyor. Kral Lee Gon bu gücü fark ettiğinde bizim de alışageldiğimiz demokrasiyle yönetilen Güney Kore evrenine geçiyor ve esas kızla karşılaştığında açıklamalarıyla biraz deli hastanesinden kaçmış bir görünüm sergiliyor. Burada da esas kızımıza Kim Go-eun can veriyor. Lee Gon (Lee Min-ho) ile Jeong Tae-eul (Kim Go-eun) ilişkisinin derinleşmesi konusunda konuşmam gerekirse, kadın karakter yazımının birazcık eksik kalmasının dezavantajıyla birlikte çift yazımında maalesef bir tür acelecilik hissettim. Belki biraz da bu sebeple çift kimyasını bir tık etkisiz buldum. Bu dizinin sorunu bir şeyleri hızla romantize etmesi ve buna dönük net çabasıydı bence. Yazılan paralel evren ve zamanda yolculuk konuları üstüne biraz daha düşebilselerdi sanırım diziye ilişkin puanım biraz daha yüksek olabilirdi. 8.1’lik IMDb puanından azıcık kırarak diziye notumu 7.5 olarak belirliyorum. Bunun yanında kral muhafızı arkadaş Jo Yeong’a ve performanslarına bayıldığımı söylemeliyim. Paralel evrenler demiştim. Her karakterden en az iki tane var.^^ Keyifli seyirler. Buyurun bu da Swoon’daki çift linki:

 

 

Göz atmanızı öneririz: Uzakdoğu’dan (Kore KDrama Önerileri)

 

 

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

YALI ÇAPKINI – Sanki Yeniden Doğar Gibi

Yalı Çapkını 85. bölümde özlenen  Svl analizleri geri döndü. Keyifli okumalar…

2 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Taze Başlangıçlar

Yalı Çapkını 85. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

3 gün Önce

DEHA – Hayal Kırıklıkları

Deha 10.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

3 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Başka Bir Yalnızlık

Yalı Çapkını hep konuşuyoruz, biraz da Ferit'i konuşalım mı?  Özge (OZZY)‘nin kaleminden, keyifli okumalar…

1 hafta Önce

DEHA – Bu Savaşın Bir Kazanı Olacak mı?

Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

1 hafta Önce

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

2 hafta Önce