Hekimoğlu hak ettiği reytingleri bu hafta da alamadı. Total’de 2.39 reyting ile 19., AB’de 3.52 reyting ile 7. ve ABC1’de ise 2.69 reyting ile 16. oldu.
Konuk yazarım Buke ‘nin kaleminden Hekimoğlu 21. bölüm değerlendirme yazısına göz atmak ister misiniz? Keyifli okumalar ^^
Hekimoğlu 21.bölümü ile ekranlaydı bu hafta. Duygusal sahneler ile komik sahneler yine iyi harmanlanmıştı.
Yeni bölümü beklerken en merak ettiğim sahneler Ateş ve ailesi ile ilgili olanlardı.
Dizi başladığından beri zaman zaman karakterlerin geçmişlerine, ailelerine giriş yapılıyor. Şimdiye kadar Zeynep ve ölen kocası, Emre ve alkolik annesi ile birlikte onu da terk eden babası, Mehmet Ali’nin 16 yaşında hırsızlık yapması, eski sevgilisi ve boks-bahis geçmişi vasıtası ile eski hayatından kaçmak istediğini dile getirmesi, Orhan’ın kayıp ağabeyi, Ateş’in eski eşinin gelmesi aile bacağının sakat kalmasının hikayesi ile karakterler hakkında biraz bilgi sahibi olduk. Sanırım bir tek İpek konusu hala gizemini koruyor. Onun geçmişine yolculuk yapacağımız zamanında gelmesini de dört gözle bekliyorum.
Bu bölüm elimizde 3 tane baba-oğul hikayesi vardı. Birincisi ana vakamız olan 22 yaşındaki Çınar ve babası, ikincisi Emre ve babası, üçüncüsü Ateş ve babası…
Çınar annesini erken yaşta bir trafik kazasında kaybetmiş. Kendi deyimi ile kendine hem analık hem babalığı mükemmel bir şekilde yapmış babası. Hayatını oğluna adamış. Çocuk da bu yükün altında ezilmiş belli. Babasının yaptığı fedakarlığın karşılığını vermek için çalışmış durmuş. Üniversiteye yarı burslu olarak girmiş. Mezuniyet partisinde de aşırı elektrik yüklemesi ve elektrik çarpması hissi ile hastaneye getirilmiş.
Çınar’ın babası yalandan nefret eden bir adam ama oğlunun iyiliği için zamanında ona annesinin ölümü ile ilgili yalan söylemiş. Söylediği yalan Hekimoğlu’nun yönlendirmesi ile annenin yaptığı kazanın polis raporunun incelenmesi sonucu ortaya çıktı. Ateş çocukta kalıtımsal bir hastalığa bağlı gen bozukluğu olup olmadığının araştırılmasını istedi ve yapılması gereken tetkikleri sıraladı. Bu sayede çocuk da babasının ona söylediği yalanı öğrenmiş oldu. Tabi ailede tek yalan söyleyen baba değildi. Çınar’ın da babasından sakladıkları vardı. Bir kere zararlı madde kullandığını ve arkadaşları ile Fas’a gittiğini itiraf etti. Baba oğul Hekimoğlu’nun diline düştü tabi. Pinokyo Ailesi koydu onların adını.
Çınar mükemmel bir babanın oğlu olmanın ağırlığından Emre’ye bahsettiğinde, Emre’nin babasız olmaktan iyidir sözü, onun babasıyla ilgili yarasını bir daha gözler önüne serdi. Ardından da Mehmet Ali ile konuşması.
Mehmet Ali: Seninki ile muhabbet nasıl? O buraya gelip zeytin dalı uzatalı bayağı oldu.
Emre: Kendi bildiği gibi babalık yapmaya devam ediyor. Her hafta kesintisiz paramı gönderiyor.
Mehmet Ali: Hiç konuşmuyor musunuz?
Emre: Konuşuyoruz, konuşmaz mıyız? Sağ olsun her hafta mesaj atar bana. Banka dekontlarını…
Bölüm Emre’nin zengin olduğuna vurgu yapılması onun kadar beni de rahatsız etti doğrusu. Üstelik bu durumun onu üzdüğünü far etmediler bile. Önce Çınar’ın zengin arkadaşları söz konusu olduğunda, onlardan zengin bebesi şeklinde bahsedilmesi, ardından İpek Emre’yi tıp balosuna davet ettiğinde “Gardırobun doludur, kıyafet sıkıntısı yaşamazsın” demesi ve aynı sözleri Zeynep’ten de duyması üzerine sonunda Emre İpek’e gidip tıp balosuna gelmek istemediğini nedenleri ile anlattığında İpek de onun hissettiği rahatsızlığı anladı. Sadece bu da değil, babasıyla ilgili yaşadığı hayal kırıklığını çok iyi yansıttı Emre.
Emre: Benim smokinim yok, yani artık. Hiç beklediğiniz gibi değil biliyorum yani, benim de beklediğim gibi gitmiyor hayat. Başka bir yöne doğru gidiyor benim için. Babamın gönderdiği paraya dokunmuyorum artık. Hatta evimde onun parasıyla alınmış ne varsa verdim, dağıttım birilerine. Bundan üç ay önce buradan giderken görüşürüz demişti ama görüşmeyi her teklif ettiğimde bir bahane buldu, erteledi. Artık sormuyorum ben de. Yani artık üzerime yapışan bu algı rahatsız ediyor beni. Zengin değilim ben. Hastanedeki diğer doktorlardan bir farkım da yok.
Emre’den babasının hastalığının saklanmasını doğru bulmuyorum. Adam 3-6 ay kadar bir ömrü kalmış ama oğlunun bundan haberi yok. Zamanında Ateş bunu ona söyleyecekti ama Emre’nin babası buna karşı çıktı. Emre gerçekleri bilse son zamanlarında babasının yanında olmak ister belki ki babasının uzattığı zeytin dalını kabul edip, onu arayıp görüşmek istemiş. Zor gününde yanında olup olmama tercihini yapmayı da hak ediyor bu durumda. Bu durumda babasının görüşmeyi ertelemesi Emre’nin ondan nefret etmesine sebep oluyor. Mehmet Ali devlet okulunda öğrencilerine göre bile gelir düzeyinin çok düşük olduğunu, o öğrencilerin arasında kaynayamadığını anlatırken Emre’ye “Seninki gibi bir babam olsa fokur fokur kaynardım herhalde.” dediğinde, Emre’nin “O zamanda hayatında başka şeyler eksik kalırdı belki” sözü Emre’nin babasızlığından kaynaklı yaralarını hissettirdi bana.
Son baba-oğul ilişkisi Ateş ve babasınınki idi. Ateş ailesinin perşembe gecesi İstanbul’a gelecek olduğunu öğrendiği anda onlarla görüşmekten kaçmak için her şeyi yaptı. Bu durum en çok Zeynep’in dikkatini çekti ve Ateş’e sürekli ailesi ile ilgili sorular sordu. Ateş ailesine işi olduğunu söyleyerek yalan söylemediğini, Orhan’ın onu yemeğe davet ettiğini, aldığı borca karşılık onu ekemeyeceğini söyledi. Bunun üzerine Zeynep Orhan’a gitti ve ona Ateş’in ailesinin Perşembe günü geleceğini söyledi. Orhan da bu yemeği Ateş’in sırf ailesi ile görüşmemek için bu yemeğe gitmek için ısrar ettiğini sandı. Halbuki yemek için plan yaptıklarında ailesinin gelmesi durumu henüz yoktu. Ateş’in yeni motorunu kutlamak için çıkacaklardı yemeğe. Ailenin gelme durumu sonradan ortaya çıktı. Perşembe günü yapılacak tıp balosuna İpek ile birlikte gitmeyi bile reddettiler sırf bu yemek için.
Ateş İpek’e tıp balosuna gitme teklifini kabul ettiğini söylediğinde İpek, o anda henüz bir kavalyesi olmadığı halde, Ateş’in ailesi ile yemeğe gitmek istemediğini öğrendiği için, baloya başkası ile gideceğini söyledi. Ateş sonrasında Selin’e gidip perşembe gecesi için planları yoksa onlara yemeğe gelmek istediğini söyledi. Selin de ailesinden kaçmak istediğini bildiğini söyledi. Bu planı da tutmayınca Ateş, İpek’ten kendisine perşembe gecesi için poliklinikte gece mesaisi yazmasını bile istedi. Kapalı olan poliklinikte evrak işleri yapmaya, fotokopi çekmeye razıydı ama bu yöntem de işe yaramadı.
Ateş ve Orhan’ın yemek konusundaki atışmaları keyifliydi. Ateş ailesinin de yemeğe geleceğini öğrenince, Orhan’dan yemeği iptal etmesini istedi. Orhan kabul etmedi. Çok istiyorsa ailesini arayıp bunu onlara kendisinin söylemesi gerektiğini vurguladı. Ateş bu sahnede Orhan’ın yaptığı misillemeyi fazlasıyla hak etti.
Çınar’ın tedavisi için çalışmalar doludizgin devam ediyordu. Enfeksiyon ihtimali, zararlı madde kullanımına bağlı zehirlenme ihtimali, kısmi felç, mide kanaması derken en sonunda Çınar’ın Fas’a birlikte gittiği arkadaşlarından Baran’ın, Ateş’e Çınar’ın hafta sonları babasının hurdalığında çalıştığını söylemesiyle, baba ile konuşan Ateş adamın oğluna verdiği hediyenin yoğun radyoaktif içerdiğini tespit etmesi ile çocuğun rahatsızlanmasının sebebi anlaşıldı. Maruz kaldığı yoğun radyasyon çocuğun bağışıklık sistemini tamamen çökertmişti. Ayrıca çekilen pet sonucunda omurilikte tümörsel oluşuma rastlandı. Çocuk izole edilip radyasyon tedavisine başlanırken baba da tedavi altına alındı. Çocuğun omurilikteki tümörü alınabildiyse de radyasyon nedeniyle hayatta kalabilmesi için yapılabilecek fazla bir şey kalmadığı babasına açıklama süreci doktorlarımız için zor oldu.
Mehmet Ali’nin Çınar’da kendini görmüştü. Bunu daha önce Emre ile konuşurken de hissetmiştim, Orhan ile konuşurken de aynı hisse kapıldım. Tabi çocuğu iyileştirememenin ağırlığı da vardı sözlerinde.
“Çınar şanssız bir çocuk. Zor geçmiştir okul yılları. Bu çocuk burslu okumuş zenginlerin arasında. Yani hem derslerinde başarılı olmak için uğraşıyorsun. Hem de zengin bebelerine kendini kabul ettirmek için çırpınıyorsun. Judoya başlamış mesela neden? Kendini göstermek için.”
“Genç…Gençlik… Kulağa ne kadar eğlenceli geliyor. Bu çocuk hiç eğlenmemiş hocam. Bu çocuk hep koşmuş. Daha iyi notlar almak için koşmuş. Bursunu kaybetmemek için koşmuş. Babasının hayalini gerçekleştirmek için hep koşmuş. Haksızlık bu. Saçmalık hatta. Geçiyor mu? Bu yenilgi duygusu. Yıllar geçtikçe azalıyor mu?
Çınar’ın hastaneye yatması üzerine ziyaretine gelen okul arkadaşı Merve’nin ona hislerini açması ile yeni bir ilişkiye başladılar. Emre’ye göre -Emre’nin deyimi ile- bu boncuk kız Çınar’a tedavilerden daha iyi geldi. Her şey bu kadar yeniyken, birbirlerini daha yeni bulmuşken Çınar’ın öleceğini öğrenmek kızı yıktı.
Bölüm sonunda çocuğun ölüp ölmediği gösterilmedi ama babası ile olan sahnesi veda gibiydi.
Nihayet Ateş’in ailesi hastaneye oğullarını görmeye geldiler. Ateş’in annesiyle sarılırken babasından uzak durması dikkat çekiciydi. Zaten Ateş daha önce İpek ile konuşurken annesinden değil babasından nefret ettiğini söylemişti. Ateş ailesine meşgul olduğunu, çok zor bir vaka ile uğraştığını, yemeği ertelemelerinin mümkün olup olmadığını sordu. Annesi sitem etti babası kafeteryada bir şeyler atıştırmayı teklif etti. Sonunda Ateş bu teklifi kabul etmek zorunda kaldı. O sırada odaya gelen Zeynep de aileyle tanıştı.
Ateş daha önce annesi için, babasının sözünden çıkmadığını söylemişti. Anne baba oğul sohbetinde gördük ki annesi gerçeklere karşı gözlerini kapayan bir insan. Oğlu mükemmel biri ona göre. Tek derdi oğlunun mutlu olması. Selin ile çalışmanın onu mutsuz edip etmediğini sorması da bu yüzden. Onun mutlu olmadığı gerçeği ile yüzleşmekten kaçınıyor. Oğluna babasının ona çocukken aldığı uçağı getirmiş. Oğlu bu uçağı çok sevdiği için ona vermek istemiş. Ateş annesini kırmamak için alıyor uçağı. Babası ise gerçekçi, sivri dilli ve sözünü sakınmayan biri. Biraz da alaycı. Ateş motor aldığını söylediğinde, “Engelli parkında olan mı?” diye sormakta sakınca görmüyor. “Seni son gördüğümde iki bacaklıydın. Umarım öyle kalırsın.” demekte de. Hayatında biri olup olmadığını sorduğunda aldığı cevap babanın hoşuna gitmedi. Selin’in güzel ve akıllı biri olduğunu söylerken sanki Ateş’e ne kaybettiğini fark ettirmek ister gibiydi. Ateş annesine karşı tavrının aksine babasına karşı düşündüklerini söylemekten çekinmedi. Babaya tavırlarından dolayı biraz gıcık olmuş olsam da hava alanına gitmek için taksi beklediklerine karısına söylediklerinde haklılık payı vardı.
Orhan’ın Zeynep’e sözleri de hem babasının tavrını, hem Ateş’in ailesinden uzak durmaya çalışma sebebini özetler gibiydi.
Ateş ailesi gittikten sonra Çınar ile yaptığı konuşmadan bayağı etkilendi. Çocuğun babasının iyi olup olmayacağını sorması, ondan başka kimsesi olmadığını söylemesi, ona kızgın olmadığını, onun oğlu olmanın çok zor olduğunu, onu her gün zorladığını ama sonuçta babası olduğunu, babalara kızılmayacağını söylemesi Ateş’i babası ile ilgili düşünmeye sevk etti sanki. Belki de bu yüzden babasının çocukken ona getirdiği uçağın kırılmış olan diş takımlarını onarmaya çalışması da bundandı.
Nihayet tıp balosuna gitme vakti gelmişti. İpek Ateş’in deyimi ile Deniz Kızı gibi olmuşken- ki bunu söylerken ikilinin birbirinden bakışları gözümüzden kaçmadı- (tabi Ateş’in ateşliğini yapıp bu iltifatı zam almak için rüşvet niyetine söylediğini ima ettiğini hesaba katmıyoruz), Emre de Zeynep’in deyimi ile klasik bir romandan fırlamış yakışıklı ve çapkın kahraman gibiydi. Emre bu aralar sadece kendi hikayesinin kahramanı olmaya çalıştığını söyledi Zeynep’e. Belki de Emre yaşadıklarını, hissettiklerini Mehmet Ali ve Zeynep’e anlatsa, paylaşsa onlarla, daha iyi anlarlar onu ve zenginliğine vurgu yapmaktan vazgeçerler. Yoksa bu mevzu bitmez.
Ana vaka ve baba oğul ilişkileri ve tıp balosu dışında bölümde yaşanan diğer olaylara göz atalım.
Genç bir anne olan poliklinik hastamızın domates suyuna alerjisi olduğunun tespit edilmesi ile Ateş’ten ona güzel nasihat verdi. Bir domates suyunu hayatından çıkaracak, iki annesini hayatından çıkaracak. Tabi ki ikinci durup dururken ortaya çıkmadı. Ateş annemizin çocuğuna kendisinden çok annesinin annelik yaptığını görünce, kadından bebeğine kendisinin bakmasını, kendisini annesine muhtaç hissetmemesini istedi.
Ateş’in havalı sıcak ve ateşli montunun sırrı olan, Orhan’dan aldığı 25 bin TL (Orhan o parayla aldığını sanıyordu) ile aldığı motor ekip tarafından beğenilirken ve takdir edilirken, Orhan, İpek ve Selin tarafından tepki gördü. Ateş için endişelendiler.
Ateş Muzo’ya motorun anahtarını verip Aysel hemşire ile bir tur atabileceğini söylediğinde çok sevindi m Muzo. Ama sonraki sahnelerde anladık ki, hevesi kursağında kalmış. Motoru yerinden hareket ettirmeyi bile başaramamış. Muzo’nun bunun üzerine motor hakkındaki yorumu çok iyiydi: Motor değil Gulyabani…
Orhan eşinin babasını muayene etmemek için tüm randevularının dolu olduğunu söylerken, yalanının ortaya çıkacağı aklının ucundan geçmezdi. Ama şanssızlık bu ya Orhan odasında değilken bir dosya almak için odaya gelen Aysel hemşirenin kırdığı pot yüzünden zaten araları limoni olan çiftin arası biraz daha açıldı. Durumunu İpek’e anlatırken yaptığı benzetme güzeldi:
“Şöyle acı bir kahve içelim mi son kez? Ben darağacına gitmeden”
Gerçi sonra Ateş’in verdiği kıskandırma tüyosu işe yaradı ve durumu biraz toparladı Orhan. Herhalde hiçbir yalanın gizli kalmayacağını öğrenmiştir.
Orhan ve Ateş çaya bisküvi batırıp yeme sahnesi bana olduğu gibi pek çok izleyicimize de yabancı değildir eminim. Hemen hemen herkes hayatında en az bir kere bisküviyi böyle yemiştir.
Fragmanlarda gördüğümüz kadarıyla Ateş için Selin konusu kapanmamış ama artık kapanması gerekiyor. İpek’in de dediği gibi sürekli karı kocanın ilişkisi ile ilgili bir sorun araması yanlış. Selin tepkisinde haklı ama fırsat buldukça Ateş’i hala sevdiğini söylemesi doğru değil bence. Tam anlamı ile yüzleşmeyeceklerse artık Selin gitmeli.
Yeni bölümde görüşmek dileğiyle…
Tweetleri, gifleri ve fotoları ile yazımı renklendiren E’ bells ℳ, ????? , şevvαl° adlı kullanıcılara teşekkür ederim.
Hekimoğlu dizi yorumlara göz atmak isterseniz tıklayınız
Hekimoğlu 22.Bölüm Fragmanları
Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.