Kanunsuz Topraklar bir haftalık aradan sonra dolu dolu iki bölümlük yazı ile yayında. Son bölüm reytingleri ile Total’de 4,46 reyting ile 9. ve AB’de 2,51 reyting ile 12. ve ABC1’de 4,00 reyting ile yine 9. oldu. Bölüm yazısı Gözde‘den… Keyifli okumalar ^^
Üç ismin vedasının ardından iki bölümdür dizinin girdiği yol oldukça heyecanlı ve seyir zevki yüksek. Varsın reytinglerde ve sosyal medyada hak ettiği ilgiyi görmesin, Kanunsuz Topraklar Türk dizi tarihinin seçkin ve farklı işlerinden biri olarak benim ve sevenlerinin gönlünde yerini aldı.
9. Bölümü Malik Bey’in ölümünün ardından onu kimin öldürdüğü bilen Murtaza’nın bu ismi Gülfem’e açıklayacağını söylediği anda noktalamıştık. Murtaza’nın Gülfem’e Yavuz ismini vermesini elbette beklemiyordum. Madencilerden Yusuf ile Davut’a iftira attı. Onun iftirası karşısında benim için önemli olan şey Gülfem’in tepkisiydi. Gülfem ilk anda yaşadığı şok, babasının üzerindeki yazı ve kırmızı kurdele nedeniyle Davut’tan şüphe duymuş olsa da onun suçsuzluğuna inanıyordu ve Murtaza’nın söylediklerini kaale almadı. Eğer Gülfem de bu suçlamaya inanmaya dünden razı Behice gibi Murtaza’ya inansaydı buna şaşırmaz ve ona kızmazdım, sadece üzülürdüm. Ancak Gülfem gözüyle görmese de kalbiyle Davut’a inandı, en azından inanmak istedi. Çünkü aşık olan sevdiğine inanır. Ben aslında Yavuz ile Murtaza’nın konaktan çıkarkenki tavırlarından dolayı Gülfem’in Yavuz’dan şüphelenmesini de beklerdim. Belki de Yavuz’da Malik’i öldürecek bir kapasite görmemiştir. Zaten o da kendisi öldürmedi, adam sakladığı yerde kendiliğinden öldü yahu.
Son iki bölümde hikayenin girdiği yollardan biri Göksel’in gelişiyle Davut’un vazifesi için yaşadığı değişim. Hem bu haliyle daha belirgin bir maden ortağı, işletmecisi imajı çizdi. Davut artık zengin. Özel dikim takım elbiseler, kabanlar giyiyor; at ile değil arabayla geziyor. Ama tüm bunların tek bir gayesi var: Madenlerin millileşmesinin önündeki engelleri ortadan kaldırmak. O yüzden Davut’ta asla zenginleşmesine dair bir şımarıklık yok. Arada azıcık hava atmasını mazur görebiliriz. Davut ile Celal Göksel’in talimatıyla maden kulübünün işletmecisi oldular. Yalnız Celal bu işi pek kıvıramıyor gibi. Hem orayı idare etme hem de istihbarat toplama işi Celal ile nasıl yürüyecek emin değilim. Gerçi Ali Gelik’in buranın işletmesini nasıl aldıklarına dair sorusuna verdiği cevap ile umut vaat etmeye başladı. Doğrusu Ali’ye güzel laf çarptı. Hem kendisiyle yaptığı iğrenç ortaklığı hem Ali’nin işlediği bu suçu yüzüne tek bir cümle ile çarpmış oldu.
“Silah kaçırıyoruz.”
Diziye yeni katılan Bahar ve Göksel’i hemen benimsedim. İki karakter de dizinin dünyasında hiç eğreti durmamış, aksine diziye beklediğimden daha fazla yakışmışlar. Rafet Bey’in yerine Zonguldak’a gelen Sinan Albayrak’ın canlandırdığı Göksel Bey tam bir görev adamı. Görevini yerine getirirken çok daha disiplinli, çok daha titiz, çok daha hesapçı. Rafet Bey daha babacan bir görünümdeydi, bana hiç korkutucu gelmiyordu. Ancak Göksel cidden tehlikeli duruyor. Haklı olarak Davut da Sezai de ondan bayağı çekiniyorlar. Davut bence önce Rafet Bey’in ölümüİ sonra da Göksel’in gelişiyle ne kadar önemli ve tehlikeli bir görev üstlendiğini fark etti. Artık eskisi gibi fevri davranma, kafasına göre hareket etme lüksü yok. Şu an vazifeli, Göksel’in emrinde çalıştığının bilincinde davranmalı. Ben hiç sevmesem de Göksel’in Davut’tan Bahar ile yakınlaşıp onu kendine aşık etme isteği görev nedeniyle anlaşılabilir. Benim tek derdim görev yüzünden GülDav’ın arasının bir daha açılmaması. Onlar her zorlukla, her düşmanla omuz omuza, el ele mücadele etmeli. İlla her dizideki gibi araya giren başka kişilerden dolayı ayrılan, küsen çiftler seyretmek zorunda değiliz.
Başak Parlak’ın canlandırdığı Bahar oldukça güzel ve besbelli akıllı bir kadın. Görev odaklı biri, oldukça ciddi bir duruşu var. Açıkçası Ali ile enerjilerini yakıştırdım, Gülfem’i ve bizi Ali’den kurtarabilir. Ancak Ali bu tavırlarıyla bu kadını kendine çekeceğine ancak iter. Umarım Bahar geçtiğimiz bölümde Davut’a da onu beğendiğinden falan değil amaçları uğruna yaklaşmıştır. Bir zahmet gitsin Ali’ye falan aşık olsun ya da hiç kimseye olmasın.
Gülfem’in babası Malik gibi sadece kendi cebini doldurmaya odaklı değil hakkaniyetli bir patron olması tam da ondan beklediğim şey. İnsanlara hak ettikleri şekilde davranmazsan işte böyle Malik gibi aldığı ahların altında kalıp mezarı boylarsın. Ancak buna rağmen yine de işçilerin hem cenaze sahiplerine hem ekmek yedikleri rahmetli Malik’e saygılarından cenazeye gelip mezara alışılagelen şekilde çiçek değil de kömür bırakmaları çok insanca bir hareketti. Malum cenazelerde kötülükler bir süreliğine de olsa unutulur, küsler bir araya gelir, geride kalanların acısına saygı duyulur. Davut’un da suçlamalara rağmen cenazeye gelmesi, kaçmaması suçsuz olduğunu aksini düşünenlerin yüzüne vurması açısından gerekliydi. Kim ne düşünürse düşünsün Davut eski patronuna saygısından son görevini yerine getirdi.
Gülfem işçilerine hak ettikleri değeri gösterdiği için onlar tarafından değer görüyor. Eğer Malik veya Yavuz gibi davransaydı Ali’nin teklifini kabul etmeyi düşünen işçiler Gülfem’in ricasıyla bir gün daha beklemeye karar vermezlerdi. O işçiler olmazsa maden nasıl çalışacak? Eline kazma alıp Yavuz mu madeni kazacak? Elbette o işçiler madenin olmazsa olmazı. Bu açıdan Yavuz’a söyledikleri son derece yerindeydi. Ancak bu gidişle Behice yüzünden Gülfem madeni yönetirken zorlanacak. Konağı sattırmayan Behice, diğer mülkleri, arabaları da sattırmaz. Bir de şimdi yeni bir ortak var. Gülfem karar alırken serbest olamayacak.
“Ben yaşadığım müddetçe o mahalleye kimse dokunamaz!”
Davut ile Ali’nin savaşının artık Gülfem üzerinden değil de maden üzerinden olmasının daha etkileyici olduğunu düşünüyorum. İki erkeğin bir kadın için değil memleket meselesi için çatışması çok daha mantıklı. Hele ki Cumhuriyet ilan edileli henüz 16 yıl olmuş ve 2. Dünya Savaşı kapıdayken. Ancak görünen o ki mücadele benim arzu ettiğim gibi sadece maden üzerinden devam etmeyecek. Ali’nin Gülfem’e olan takıntısı bitmemiş. Maddi durumlardan dolayı Ali’nin eli maden mücadelesinde daha güçlü görünüyor. O yüzden Davut’un Ali’nin Fransızlarla iş birliği içinde olduğunu ispat etmesi gerekiyor. Öyle sadece şehrin ileri gelenlerinin yanında bir duyum olarak Ali’nin yüzüne vurmak yeterli değil. Yine de bu insanların kulağına kar suyu kaçırmak da oldukça önemli.
Patlama öncesinde Gülfem ile Davut’un iç sesleri olan cümleler onların aşkının ölüme karşı gelebilecek kadar büyük, ancak ölseler bile öbür tarafta devam edecek bir aşk olduğunu vurguluyordu bize. Yani patlamada ölselerdi bile onlar yine de ayrılmamış olacaktı. Yalnız madende öpüşmek de deli işi. İnsan oraya öpüşmeye korkar. Gülfem ile Davut’unki ne büyük bir aşk ve arzuysa artık. ^^
Gülfem: “Biliyor musun Davut, demişler ki gerçekten sevenleri ölüm bile ayıramazmış.”
Davut: “Biliyor musun Gülfem, demişler ki gerçekten sevenler hiç ama hiç ölmezmiş.”
Madendeki patlama sonrası Gülfem ile Davut’un kurtulmasına kadar geçen zamandaki sahneleri açıkçası uzun buldum. Ancak ortada öyle büyük bir emek, öyle zor sahneler var ki bu uzunluğa değmiş. Gülfem ile Davut madende göçük altında neredeyse on iki saatten fazla kaldılar. Ölmemiş olmaları gerçekten bir mucize. Aşkın mucizesi onları hayatta tuttu. Bu patlama, birbirlerinden başka kimseyi görmeden geçen saatler onları birbirine daha fazla yaklaştırdı. Bölüm içinde hep bir olay sonucu aynı ortamda karşı karşıya gelip doğru düzgün konuşmuyorlar, onun yerine öpüşüp koklaşıyorlar diye eleştireceğim çift bol bol konuştu. Davut acaba neden Gülfem’e onu sevdiğini hep ölüm kalım halindeyken söylüyorsun? Bir kere de ikiniz de iyiyken yüzüne söyler misin? Ayrıca Gülfem’e katılıyorum sen son zamanlarda çok şairane konuşmaya başladın. Boş vakitlerinde Celal gibi sen de aşk romanları, şiir kitapları mu okuyorsun yoksa? ^^ Gülfem hala evli olsalar nasıl bir hayatları olacağını sorduğunda yeniden ve bu defa resmi nikahla ne zaman evleneceğinizi merak ettim. Bu defa acele etmeyip sevgililiğin tadını çıkarmayı mı düşünüyorsunuz? Yoksa Davut vazifesinden dolayı bunu pek düşünemiyor mu?
Eyüp bir kere babasını madende bırakıp korkup kaçtı. Gerçekten pişman olan adam elbette aynı hatayı bir kez daha yapmayıp ağabeyini kurtarmak için canla başla çalışacaktı. En azından bu defa başarılı olamayacak dahi olsa Davut’u kurtarmayı denemiş, karındaşına karşı görevini yerine getirmiş olurdu. Davut’u aşkın mucizesi kadar başta Eyüp olmak üzere tüm madencilerin dirayeti kurtardı. Onların ve Teğmen Sezai’nin ısrarları kurtulmalarından önemli rol oynadı. Aklıma gelmişken Teğmen Sezai ile Davut’u sadece görev icabı değil dost olarak ne zaman bir arada görebileceğiz acaba?
Gülfem ile Davut’un saatler sonra madenden çıkıp sevdiklerine kavuşma anında her detay düşünülmüştü. Saatlerce karanlıkta kalan Gülfem gözleri Güneş ışığından rahatsız olduğu için eliyle ışığı kesmeye çalışıyordu. Fatma Ana tam bir anne gibi kızı gibi gördüğü Gülfem’e ilk sarılan oldu. Behice bile madencilerin çabasından ve Gülfem’e sevgisinden etkilenmiş görüyordu. Gülfem ile Davut, boşanmalarının ardından ikinci kez birbirlerine kavuşmuş oldular. Celal’in madenci türküsüyle ortalığı coşturmasıysa saatler süren yorucu, endişeli, üzüntülü bekleyişin ardından ilaç gibiydi. Bazen Celal’i değil Doğaç Yıldız’ı seyrettiğimizi düşünüyorum. Malum Doğaç Yıldız çok esprili, eğlenceli bir oyuncumuz. ^^
Fatma’nın yanında midesi bulanınca herkes gibi benim de Fatma gibi aklımdan “Gülfem hamile mi?” sorusu geçti. Davut ile evlenip birlikte oldukları gecenin üzerinden öyle hamilelik belli olmayacak kadar az bir zaman geçmedi. En azından birkaç hafta oldu. O yüzden bu mide bulantısı hamilelik kaynaklı olabilir. Eğer Gülfem hamileyse sakın bunu Davut’tan gizlemesi, Ali ile bebek için evlenmesi, çocuğun Ali’yi babası bilmesi gibi bilindik bir senaryo yazılmasın. Davut’un hayalindeki dört çocuktan muhtemelen kız olan ilki başkasına baba dememeli. Birbirlerine söyledikleri şu cümledeki gibi ilerlemeli ilişkileri:
“Biz beraber olduğumuz sürece her şeyin üstesinden geliriz.”
Davut bir şekilde fazla detay vermeden de olabilir Gülfem’e göreviyle ilgili gerçeği söylemeli. Tamam Celal’de boşboğaz imajı var ancak Gülfem ile aralarının bozulmaması için bu gerçek ona söylenmeli. Ayrıca madende uzun uzun konuştular iyi hoş da kurtulduktan sonra madenin durumu hakkındakilerden başka bir konuda konuştukları yok. Ya iş konuşuyorlar ya da iki cilveleşir öpüşüp koklaşıyorlar. Onlar ne kadar bir araya gelir ve fiziki değil duygusal yakınlaşırsa bağları o kadar kopmaz olur. Davut’un madendeyken hayal ettiği sahneler gibi sahnelere ihtiyacımız var.
Yavuz’un iyi bir manipülatör olduğunu yazılarımda sık sık belirtiyorum. Behice’nin kardeşlerinin mutluluklarına duyduğu kıskançlığı ve babasının acısından dolayı sağlıklı düşünemiyor oluşunu kendi lehine çok güzel kullandı. Biri devamlı tepemde Davut ve madencilere suç atsa ben de Davut hapisten salınmasına rağmen babamı onun öldürdüğünü düşünmeye devam ederdim. Tabii Gülfem ile Fikriye’nin Yavuz’un aleyhindeki konuşmaları da Behice’nin onlara karşı gelmesine neden oldu. Behice, Yavuz ile evlendiği için başını çok taşa vuracak ama o zamana kadar iş işten geçmese bari. Dileğim madendeki hissesinin kalanını ona kaptırmaması, bu iğrenç heriften bir çocuk yapmaması. Yoksa Behice için bu evlilik geri dönüşü olmaz bir yola girecek. Davut’un Gülfem ve Fikriye’ye Behice’yi yalnız bırakmamaları konusundaki tavsiyesi de çok yerinde. Çünkü Behice yalnız kaldıkça Yavuz’a tutunuyor, onun etkisi altına giriyor. Kesinlikle üç kardeş fikir ayrılıkları da yaşasalar bir arada olmalılar.
Yavuz’a kalsa Gülfem ve Davut ölmeli ve maden ona kalmalıydı. Ali’nin hiç hazzetmediğim Gülfem takıntısı işe yaradı da Yavuz madendeki arama kurtarma çalışmalarına engel olamadı. Zaten engel olmaması Behice ile evliliği açısından da önemliydi. Ama kurnaz Yavuz’da bunu akıl edecek kafa nerede?
CelFik çifti çok tatlı değiller mi? ^^ Temelde GülDav’ın bir kopyası gibi görünseler de onların belki gençliklerinin, belki Celal’in enerjisiyle daha minnoş bir çift olduğunu düşünüyorum. Fikriye kitap okuyan, siyaset konuşan, biraz daha ciddi duruşlu bir kızdı. Celal ile onun da enerjisi yükseldi. GülDav özellikle Davut yüzünden daha olgun bir duruşa sahip. Celal’in Hatçe’ye olan aşkı bu kadar inandırıcı yazılmıyordu? Celal Hatçe’nin yanında değilken ondan bu kadar çok bahsetmiyordu. Şimdi Fikriye aşağı Fikriye yukarı. On lafından yedisi Fikriye. Ve asla Fikriye’ye zenginliği için yanaşıyormuş gibi bir hali yok. Bunu bir an bile dile getirmedi. Bu ilişkide Celal’e dair en büyük endişem bu yöndeydi. Yalnız meşhur “Kemal’im yapmaz” diyen ablamız gibi sen de “Fikriye’m yapmaz.” deyip durdun ancak Fikriye ortaklık anlaşmasını imzaladı be Celal’im, onu ne yapacağız? ^^ Unutmadan, babasını Davut’un öldürmediğine Gülfem’den daha kesin olarak inanan ve hisselerinin yönetimini ona vermeye karar veren Fikriye’ye benden çok kalp.
Kasapoğlu’nun bu kadar erken ölüp diziye veda etmesini beklemiyordum. Ama insan önemli bir sırrı duyup da perdenin arkasından dinlemeye devam edeceğine kalkıp odaya dalarsa başına bir şey geleceği aşikar. Hayır ne diye kendi kendine Asude ile Yavuz’a dikleniyorsun? Gidip Davut’a durumu anlatsaydın da yine Yavuz’u beraber basıp sorgulasanız daha iyi olmaz mıydı? Bu kadar tehlikeli durumlarda birlik hep daha iyidir.
Davut şimdi ikinci kez babasız kaldı. Ancak Kasapoğlu Davut’a göre özünde iyi olsa da elinde bir masumun, Hasan’ın kanı vardı, silahları teslim edene kadar silah kaçakçısıydı. Kasapoğlu’nun ölümüyle Davut’un intikam hırsı katlanacak ve görevine daha sıkı sarılacaktır. İki bölümdür pasif olduğunu düşündüğüm Hatçe’yi de daha aktif görebiliriz, aşkını bir kenara koyup Davut ile Gülfem’in yanında mücadele edecektir.
Ben tanımadığı bir kadın ile ortaklık sözleşmesi imzaladığı için Gülfem’e kızamıyorum. Madenin geleceği, işçilerin Ali Gelik’in madenine gitmemesi, durumun düzelmesi buna bağlıydı. Yalnız Gülfem neden Davut’a yeterince akıl danışmadı? Başta Bahar’ın para getirdiğini ve yaptığı tekliften bahsetti ancak imza atmaya karar verdiğini söylemedi. Davut’a söylese belki de Davut Göksel’den yardım isteyecekti. Belki de Gülfem Bahar ile ortak olduğunu sanırken Ali Gelik ile ortak olmayacaktı. Bakalım Ali ile ortaklık Paşazadelerin başına ne işler açacak?
Emeği geçen herkesin ellerine sağlık. Peki sizler bu bölümü nasıl buldunuz?
*Kapak fotoğrafı için Zana’ya çok teşekkürler.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.