Kanunsuz Topraklar iki haftadır, iyi bölümlerle benzer sıralamada… 12. Bölümde reytingler Total’de 4,40 reyting ile 9. ve AB’de 3,24 reyting ile 9. ve ABC1’de 4,16 reyting ile yine 10.’luk. Bölüm yazısı Gözde‘den… Keyifli okumalar ^^
Bu haftaki bölümü GülDav ayrılığının yazılış şekli haricinde bayağı beğendim. Bütüne baktığımda oldukça akıcı bir bölümdü. Yer yer, özellikle son dakikalarda oldukça heyecanlı sahneler vardı. Son yirmi dakika tempo ve heyecan hiç düşmedi. Yeni müziklerin de diziye ve bu tempoya oldukça yakıştığını da belirtmeliyim. Aytekin Ataş dizinin müziklerini bir an önce resmi platformlarda paylaşsa da dinleyiversek.
Geçtiğimiz bölümü Paşazade kardeşlerin maden için Bahar ile ortak olduklarını zannederken aslında Ali ile ortak olduklarını öğrenmeleriyle noktalamıştık. Gülfem’in Ali’ye gösterdiği sert tepki bana yine 6. Bölümde Ali kendisine onca eziyeti yaparken neden böyle davranmadığını, neden boyun eğdiğini sorgulattı. Evet, o sahneleri yazan senarist başkasıydı ancak bize o dönemde Gülfem güçlü ve kolay kolay boyun eğmeyen bir kadın olarak gösterilmişti. Gülfem sadece Ali’ye değil Yavuz’a da tepki gösterdi. Çünkü Yavuz Behice’nin aklına girmeseydi ve Behice çok ısrarcı olmasaydı Gülfem Davut’tan haber gelmeden Bahar ile anlaşma imzalamayabilirdi. Ayrıca madendeki iyileştirmeleri vaktinde yapmayıp patlamadan sorumlu olan esas kişi de Yavuz. Ben Gülfem’in yerinde olsam Behice’ye rağmen Yavuz’u çoktan kovardım. Yusuf bile Yavuz’un görevini ondan çok daha iyi yapar.
Gülfem, Bahar aracılığıyla Ali ile ortak olduğunu Davut’a söylerken ondan uzun süre haber beklediğini söyledi. Peki neden haber gelmeyince Davut’u merak eden ve onu arayan bir Gülfem göremedik? Davut konağa gelecek diye anlaşmış bile olsalar onca saat gelmediği için meraklanıp onu soruşturmaya giden bir Gülfem görsek çaresizliğini daha iyi anlardık. Davut bu durumu duyunca Gülfem’e kızamadı. Ben Davut’un büyük bir tepki vereceğini zaten beklemiyordum. Madenin çalışması gerek, işçilerin kaybedilmemesi gerek ve Davut’un elinde öyle bir para yok. Evet devlet bazı şeyler için para verdi ancak maden ortaklığı için gerekecek para o verdiği paranın kim bilir kaç katıdır. Bu sahnede Davut’u Kasapoğlu’nun hastanede can çekişiyor olmasından kaynaklı çok yorgun, bitkin, hatta hayata küskün buldum; Gülfem’in yaptığına zerre sert tepki göstermeye zaten mecali yok gibiydi.
Gülfem: “Sen bu hayatta benim başıma gelen en güzel şeysin Davut.”
Davut: “Benim için hayat sensin.”
Yalnız birbirlerini hakkında böyle hisseden çiftin ertesi gün aldatma şüphesi yüzünden ayrılacağı kimin aklına gelirdi. Bunlar laf olsun diye, karşısındaki aşkına inandırmak için yalandan değil, hissederek söylenmiş cümlelerdi…
Gülfem başta Ali’nin söyledikleriyle şüpheye düşse de otele gitmeyecek, Davut’a koşulsuz şartsız inanmaya devam edecek diye düşünmüştüm. Ama otele gittiği için de ona kızamıyorum. Daha önce Bahar’ın Davut’a kur yaptığına da tanık olmuştu, pekala Davut bu güzel kadının etkisi altına girmiş olabilirdi. Gülfem’in yerinde olsam ben de içimde beni kemiren o kurttan kurtulmak ister ve o otele giderdim. Çünkü şüphe zehirli bir ok gibidir, o oku kalbinizden çıkartmazsanız zehir tüm vücudunuza yayılır, can çekişerek ölürsünüz.
Gülfem: “Merhaba Bahar Hanım.”
Bahar: “Merhaba.”
Gülfem: “Acaba Davut sizinle mi birlikte?”
Bahar: “Evet içeride. Ama Gülfem Hanım bakın…”
Gülfem: “Açıklamaya lüzum yok. Siz bunu kendisine verin o anlayacaktır.”
Bahar: “Gülfem Hanım!”
Gülfem, Davut’un koluna taktığı kırmızı kurdeleyi koridorda karşılaştığı Bahar’a verip “O anlayacaktır.” dedi. Çünkü o kırmızı kurdeleyi çıkartmak, kurdelenin ifade ettiği tüm anlamların yıkıldığı anlamına geliyor. Kırmızı kurdele umut demek, Davut’a güvenmek demek. Sözlerin benim için kıymetli, sana inanıyorum, senin arkandayım demek. İşte bu yüzden Davut da kırmızı kurdeleyi aldığında bu mesajı hemen anladı ve onu hiç yanından ayırmadı. Çünkü kırmızı kurdele yanında oldukça sanki Gülfem hala yanındaydı, hala ona güç verendi. O yüzden bundan böyle Davut’un görevi bitene kadar onun en yakın arkadaşları bu kırmızı kurdele ve silahı olacak.
Gülfem’in Davut ile Bahar gece vakti otel odasında diye bu durumu yanlış yorumlamasını anlayabiliyor ve ona hak veriyorum. Kim olsa sevdiğinin onu aldattığına dair istemsizce şüphe duyar. Üstelik o yıllarda kadın ile erkeğin arkadaşlığı, dostluğu günümüzdeki kadar normal karşılanmıyordu, bunu es geçmemek lazım.
Ancak Gülfem’in daha sonra Davut kendini açıklamaya çalıştığında da ona inanmayıp mevzuyu tabiri caizse kestirip atması yanlıştı. Davut’a bu kadar aşıkken ondan bu kadar çabuk nasıl vazgeçebiliyorsun Gülfem? Davut sana “İnanmak sevmek demektir.” derken haksız mı? Üzerindeki sorumlukların, ailende yaşadığın tatsızlıkların acısınını da ihanet şüphene ekleyerek Davut’tan çıkaramazsın. Üstelik o sana her güçlükte var gücüyle yardımcı oluyorken, seninle omuz omuza, el ele mücadele ediyorken, yorgunluğunu paylaşıyorken ona “Yoruldum.” demek büyük haksızlık. Gülfem’in Davut’a neden yeterince güvenmediğini anlayamıyorum. Sadece bu konuda değil, daha önce evliliklerinin ertesi günü babasının evine dönüp Ali ile görüştüğü dönemde de Davut’a resmen güvenmemiş, içinde bulunduğu durumu onunla paylaşmamıştı. Gülfem’in genel anlamda çevresine karşı bir güven problemi varsa dümdüz nedenleriyle söyleyin biz de bilelim. Yoksa bu güven sorunu sadece Davut’a özgü ve ilişkilerinin en başından çok hızlı başlamasından, aralarında neredeyse hiçbir şey paylaşılmadan evlenme aşamasına gelmelerinden mi kaynaklanıyor? Bu defa GülDav barışacaksa öyle üç beş cümle konuşarak değil eksiksiz her şeyi paylaşmalı, birbirine tam anlamıyla güvenmeli yoksa böyle bir ayrıl bir barış durumu seyirci olarak aşklarına ve karakterlere olan güvenim zedeliyor.
Davut: “Gülfem peşin hükümlü davranmayacaksın, beni dinleyeceksin değil mi?”
Gülfem: “Bu vakitten sonra kelimelerin benim için hiçbir manası yok.”
Davut: “Gülfem yapma böyle.”
Gülfem: “Ben bugüne kadar hep sana inandım. Şu madenden benim babamın ölüsü çıktı boynunda kurdele göğsünde yaftayla ben yine de sana inandım Davut. Şimdi bana diyeceksin ki Gülfem o kadınla hiçbir şey geçmedi, bilmediğin meseleler var. Ama bu sefer ben sana inanmayacağım. Çünkü yoruldum. Artık çok yoruldum Davut.”
Davut: “Gülfem. Gülfem. Dur.”
Gülfem: “Bırak.”
Davut: “Bana inanmak zorundasın. İnanmaya devam etmek zorundasın. İnanmak sevmek demektir.”
Gülfem: “Belki de artık birbirimizi sevmemeliyiz. Belki de artık birbirimizi sevmemeyi öğrenmeliyiz Davut. Bak üstümde yeterince mesuliyet var. Ailemi bir araya getirmem lazım. Madeni ayağa kaldırmam lazım. Bana müsaade et artık.”
Davut, Gülfem’in otele geldiğini, kırmızı kurdeleyi bıraktığını öğrendikten sonra yolda ona giderken neden vazgeçti? Neden Gülfem ile yüzleşmeyi ertesi güne bıraktı? Çünkü Gülfem’e gitse, kapısına dayansa ona ertesi gün madende söylediklerinden daha fazla bir şey söyleyemeyecekti. Yine sadece durumu açıklayamadan ona inanmasını isteyebilirdi o kadar. Ne yazık ki Davut’un ona görevini açıklamak gibi bir lüksü yok. Yanında görevlendirdiği Celal’e bile detay veremedi. Maalesef Davut’un Gülfem’e gerçeği açıklaması ve barışmaları beklediğimizden uzun sürebilir, buna hazırlıklı olmalıyız. Vatanım Sensin dizisinde Azize’nin Cevdet’in görevini tesadüfen kendi kendine öğrenmesi gibi Gülfem’in de Davut’un görevini kendi kendine öğrenmesi ihtimal dahilinde.
Madem GülDav ayrılacaktı neden bunu bizim seyirci olarak seyretmekten kustuğumuz klişe bir yöntemle yaptınız? Üstelik karakterlerin aşkına inancımıza da zarar verecek bir yol seçtiniz. Madem ayrılık sonrasında Davut gibi istihbaratçılar yalnızdır, aile kuramazlar gerekçesiyle ayrılığı bu açıdan da tasdikleyecektiniz, Davut Gülfem’den görevi gereği bir bahane uydurup ayrılsaydı. Biz de seyirci olarak her iki karaktere, özellikle de Gülfem’e böyle kızmamış olurduk. Hem de ayrılık daha iyi temellendirilmiş olurdu. Göksel’in Davut’a bu durumu hatırlattığı sahnede Davut’un tarzına bayılmış olduğumu da söylemeden edemeyeceğim. Ekran karşısında erimemek imkansızdı. Uğur Güneş kesinlikle dönem işlerinde oynamak için yaratılmışsın. ^^
Gülfem, Davut’un İsmail’i öldürüp bunu gayet normal bir şeymiş gibi rahatça dile getirmesinden bir hayli ürktü ve üzerine Behice’nin sözleri onun daha önce sorgulamadığı durumları fark etmesini sağladı. Acaba Gülfem’in Davut’u terk edip bir de üzerine onu dinlemek istemeyip barışmamasında bu durum da etken olmuş olabilir mi?
Behice’ye bölüm boyunca tek hak verdiğim nokta Davut’un şüpheli değişimi hakkındaki söylemleriydi. Gülfem sözde Davut’un sevgilisi olacaktı neden hiç sormadı bu değirmenin suyu nereden geliyor diye? Bu kıyafetlerin, arabanın hangi parayla alındığını, kulüp işletmesi için gereken paranın nereden sağlandığını insan hiç mi merak etmez. Kasapoğlu’nun parasıdır diye düşünse bile yine de sorması gerekmez miydi? İşte çift adam akıllı bir araya gelip konuşmazsa böyle her şey eksik kalır. Ancak Davut Behice’ye öz kardeşi gibi değer veriyorken ve jandarma tarafından aklanmışken Behice’nin Davut’a devamlı katil muamelesi yapması da çok sinir bozucu. Eminim Yavuz ile Asude’nin Malik’in ölümünden sorumlu oldukları kesinleştiğinde Malik kalp krizi geçirdiği, yani kendiliğinden öldüğü için sevgili kocası Yavuz’u aklar ve bu defa Davut’un da Yavuz’a iftira attığını düşünüp devamlı onu gördüğünde yüzüne bunu söyler.
Göksel, Davut’a Bahar’ı kendine aşık etme görevi veriyorsun da Davut ne anlar bir kadını kendine aşık etmekten? Kadının yanında gazozuna ilaç atılacak ürkek ceylan gibi oturuyordu. ^^ Ama bu çapkınlıktan uzak, saf, mert hallerinin Bahar’ın ilgisini daha fazla cezbettiği aşikâr. Zaten en başından Davut’u beğenmişti. Bahar’ın anne ve babasıyla ilgili hikayesine, döktüğü gözyaşlarını sahici buldum. Üst üste iki büyük kayıptan sonra neden Fransızlarla böyle bir iş birliğine girdiğini de merak ettim. Bir insan babasını öldüren bir millet için neden çalışır ki? Ve açıkçası onun yalnızlığından, Davut’a ilgisinden dolayı Fransızlara ihanet edebileceğini ve kendi vatanı için çalışabileceğini düşünüyorum. Hatta bunun samimi bir pişmanlık sonucu gerçekleşebileceği beklentim de yüksek. O Ali gibi saf kötü değil, kötü olmak zorunda kalmış gibi. Derinlikli bir karakter.
Davut’un İsmail ile karşı karşıya gelip onu tek kurşunla alnının ortasından öldürmesine hiç şaşırmadım. Davut sevdiklerine zarar vermiş ve vermeye de devam etmeyi planlayan bir adamın karşısında kendini çok iyi tuttu. Göksel de onun böyle bir şey yapabileceğini pekala gayet iyi biliyordu. Davut’a dışarıda Sezai ve diğer askerlerin beklediğini, bir plan yaptıklarını söyleyebilirdi. Yine de Göksel ona bu bilgiyi vermese de Davut’un kendini frenlemeyi öğrenmesi gerekiyor. Ona verilen vazifede başarılı olabilmek için otokontrolünü sağlamayı öğrenmeli. Celal’e, Gülfem’e ne olursa olsun görevini söylemezken sağlayabildiği otokontrolünü her daim sağlayabilmeli. Kural tanımaz, fevri hallerine son vermek zorunda. Ayrıca istihbaratın işinin bir parçası olarak Göksel’e her şeyi sorma hakkı da yok ve ona bu şekilde bağıra bağıra hesap soramaz. Dua etsin Göksel’in ona ihtiyacı var yoksa çoktan kendisi için açılan mezarı boylamıştı. Benim istihbaratçı olarak görmek istediğim Davut Göksel’in deyimiyle bir çuval inciri berbat eden biri değil, başarı üzerine başarı ekleyen biri. Bir de mümkünse derdini paylaşabileceği, onun görevini bilen yaşıtı bir dostu olsun. Daha önce de yazdığım gibi Davut – Teğmen Sezai dostluğu pekala çok iyi olacak. Davut’un ne hissettiğini anlamaya çalışmak dışında duymaya da ihtiyacımız var.
Behice’nin saflık seviyesi beni gerçekten çok üzüyor. Yavuz’a bu denli takıntılı olması, gerçekleri görmek istemeyişi, her şeyi sineye çekmeye hazır haline acıyorum. Yavuz’u orada bulacağını düşünerek Asude’nin evini bastı ama eminim ki onu orada bulsa yine de affederdi. Behice bu rezil adama bağımlı hale gelmiş. Yavuz giderse kendinin yetersiz biri olarak görüleceğine inanıyor. Halbuki Yavuz yüzünden gerçek mutluluğu ıskaladığının farkında bile değil. Gülfem’e de devamlı nefesini ensesinde hissetmekten, onun tarafından koruyup kollanılmaktan şikayetçi olduğunu söylüyor ama eminim Gülfem onun gibi düşünse, Yavuz ile birlikte olmasına destek olsa bundan hiç şikayetçi olmayacaktı. Gülfem de artık Behice’ye bir şey demeden, sadece sevgi ve şefkat göstermeye devam etsin. Böyle sabit fikirli insanlarla uğraşılmaz.
Bu hafta Fikriye neden pasifti? Hep kenardan köşeden olayları seyreden, gözlemci, arada durumlar karşısında ya kafa sallayan ya da gerektiği kadar yorum yapan bir tavrı vardı. Onu Celal ile de bir arada göremedik. Fikriye sen sakın Behice’nin emirlerini dinleyip Celal’den vazgeçme olur mu?
Madenci kulübünde Gülfem Ali ile görüşürken az ötedeki masadaki Davut ve Bahar’ın oturduğu, ortamdaki gerginlik ve kıskançlık seviyesinin tavan yaptığı anları Celal gibi seyrettim. Bizim seyretmemiz gereken bu eşleşmeler değildi. E siz ayrılır mısınız kıskanın durun birbirinizi ne diyeyim. Gülfemciğim adama inanmayıp onu hayatından çıkartırsan bu manzarayı görüp de kıskanmaya hakkın yok. Davutçuğum sen de ne yazık ki görevinle aşkın arasında kaldığın için bu tip manzaralarla karşılaşman olası, senin de kıskanmaya bir de üzerine silahına sarılmaya hakkın yok.
Halbuki bir önce ne güzel bir yuvarlak masa toplantısı yapmıştınız. GülDav el ele, omuz omuza Bahar ile Ali’ye karşı iş birliği içindeydi. Bari maden için, işçilerin geleceği için yan yana durmaya devam etseydiniz. Bence Fikriye Davut’a inanmaktan vazgeçmeyecek ve Gülfem Davut ile bir arada bulunmak zorunda kalacak. Sana güveniyorum Fiko, GülDav’ı sen yan yana getirebilirsin.
Yavuz’un Ali ile Bahar istiyor diye madenci mahallesine gidip evlerde oturanlara tebligat dağıtmaya hakkı yoktu. Ortak bir karar alınması gerekiyordu. Ali’nin Gülfem’e olan aşk adlı takıntısı işe yaradı da bu mevzu şimdilik rafa kalktı. Yalnız Ali senin istediklerini her zaman kabul edemez Gülfem. Fransızlar bir şekilde onun bunu yapmasına engel olacaklardır. Ali de Bahar da madenciliği ticaret olarak gören insanlar. Ali senin “İşçi arkadaşlarım.” dediğin insanlara ameleler diyor, oksijen israfı diyor. Siz asla daimi olarak aynı pencereden bakamazsınız. Gülfem sakın Ali’nin bu kibar, güler yüzlü, senin isteklerini yerine getiren cici patron hallerine, güzel sözlerine kanma. Onun sana yaptıklarını, kolundaki yarayı unutma. Hele hele hamileliğin ortaya çıktığında bunu Davut’tan saklamaya kalkıp bebek için Ali ile evlenmeye kalkarsan en büyük anti Gülfemci olurum bilesin. Bin kere seyrettiğimiz bu klişe yerine bebek için Davut ile bir araya gelmek zorunda kalmanızı yeğlerim.
Göksel ile Ali’nin bir araya geldiği sahne şüphesiz bölümün en dikkat çekici sahnelerinden biriydi. Başka kısa bir süre için “Yoksa Göksel hain mi? Vatanına ihanet edip silahları kendi cebini doldurmak için mi satacak?” diye aklımdan geçirmedim değil. Ancak hemen onun Ali’ye tuzak kurmak amacıyla orada bulunduğunu anladım. Geçen hafta onun için tam bir görev adamı diye boşuna dememişim. Baksanıza maşallah işini layıkıyla yerine getirmek için peş peşe birçok farklı yoldan gidiyor. Görünen o ki Göksel Ali’yi silah satın alırken suçüstü yapmayı planlıyor olmalı.
Geçen hafta öyle bir hava yaratılmıştı ki Kasapoğlu öldü sanmıştım. Vallahi ölmemiş olmasına ne kadar sevindim anlatamam. Onun ölmediğine sadece Malik’in ölümüne dair bildiği sırdan dolayı değil, asıl vatanperver olması ve Davut’a babalık yapmasından dolayı sevindim. Davut, babasını, Elif’i, şimdi de Gülfem’i bir kez daha kaybetmişken üstüne Kasapoğlu’nu da kaybetseydi yaşama tutunacak bir dalı daha kırılacaktı.
Davut, Kasapoğlu’nun verdiği bilgiyi Gülfem, Behice ve Fikriye ile paylaştı ancak yüzde yüz eminim Behice onun bu söylediklerine inanmadı. Onun kendisini terk edip giden Yavuz için bile yapmaz demesine artık diyecek bir şey bulamıyorum. ^^ Yavuz sadece evden kaçsa neyse de giderken “Düş artık yakamdan.” diyerek onu aslında istemediğini de belli etmedi mi? Behice biraz kadınlık gururun olsun artık. Resmen kocası kendisini ölesiye dövse de aldatsa da yanında duran kadınlar gibisin. Kocamdır sever de döver de diyecek bir kadın değilsin sen, koskoca Behice Paşazade’sin. (Gerçek bir evliliğiniz olmadığı için Yavuz’un gereksiz soyadını kaale almıyorum.)
Davut da devamlı silahına sarılmayı bıraksa mı? Sonunda seri katile bağlayıp Zonguldak’taki tüm kötüleri sırayla öldürecek gibi bir hali var. Savaşta değiliz yiğidim. Ben Davut’un Yavuz’u öldüreceğini sanmıyorum. Yavuz bir şekilde bu olaydan sıyrılıp sevgili karıcığı Behice’nin yanına, konağa dönecektir. Bir şekilde olaya Gülfem’in dahil olduğunu ve patlayan silahın onunki olduğunu düşünüyorum. Asude de bir şekilde Zonguldak’tan gitmemenin yolunu bulacaktır. Kevser Yavuz’dan para alıp memleketine gitti, bir de Asude gitmesin. Açıkçası keşke Kevser de sadece paraları cebine indirip Zarife gibi konaktan ayrılmayı kabul etmeseydi. Onuryay Evrentan’ı özleyeceğiz.
Ne yazık ki oyuncularımızdan Doğaç Yıldız ve Başak Parlak covid pozitif oldukları için set durdu ve dizimiz bu hafta yayınlanamayacak. Yeni yılda yeni bölüm yorumlarında görüşmek üzere.
*Kapak fotoğrafı için esra @esra4s ‘ya çok teşekkürler.
Kanunsuz Topraklar 12. Bölümde çalan şarkı: Gide Gide Bir Söğüde Dayandım – Ceren Gündoğdu