KIZIL GONCALAR – Geçmişten Gelen, Geleceğe Giden bir Yol Bulmak Mümkün mü?

Kızıl Goncalar  yeni bölüm öncesi, hem nerede kalmıştık hatırlamak hem de geride bıraktığımız bölümü derinlemesine anlamak için bölümün analizi  Maria‘nın kaleminden. Keyifli okumalar.

 

İş yoğunluğu sebebiyle yazı yazmaya fırsatım olmadı. Dizinin dördüncü bölümünden başlamak gerekirse, işlenen temalar oldukça etkileyiciydi. Özellikle aynı anne-babadan gelen iki kardeşin farklı yetiştirilme şekillerine rağmen özgüvenlerini kazanmak için anne sevgisine ihtiyaç duymaları önemliydi. Zeynep kendine güvenli iken, Mira’nın iç dünyasında derin boşluklar olduğunu görebiliyoruz. Senaristler, bu dinamikleri izleyiciye başarılı bir şekilde aktarmıştı.

Zeynep’in “dünya neden yuvarlak ve döner?” sorusuna verdiği cevap, Naim’in kahvaltıda tabiat ana sözlerinden ve Cüneyd’in haplar ile durdurması ile bağlantısından ilham alması dikkat çekiciydi. Zeynep’in cevabı, dizinin dengelerinden birini temsil ediyordu: bilim ile dinin birbirini tamamlayan, karşı olmayan iki olgu olduğunu göstermek. Hem Meryem’in hem de Zeynep’in video konferans konuşmalarında mantık hataları olmasına rağmen ifade ettikleri anlamlıydı.

Cüneyd’in travmaları ve aile geçmişi de dizinin merkezindeki önemli konular arasındaydı. Annesinin neden kapatıldığı, Cüneyd’in neye maruz kaldığı ve hatta Cüneyd’in bileğinden çekilerek nereye götürüldüğünü merak ediyoruz. Bu travma Zeynep tarafından tetiklenmişti. İlk bölümlerde Cüneyd’in karakola düştüğünde ve oradan psikoloğa yönlendirildiğinde Arif, Sadi’ye “Cüneyd efendiyi ya kapatırlarsa” ya cevap olarak “yahu kapatsalar iyi kötüsü konuştururlarsa” demesi dikkat çekiciydi. Cüneyt’in kendini kaybettiği sahnede doktorun ayna tutmasıyla Mevlana’nın şiirine atıf yapılması da derin bir anlam taşıyordu.

Meryem daha cesaretlendi ve belki ileride tarikat normlarına karşı çıkacak ve belki bundan dolayı cezalandırılacak. Ancak bunun etkileri yıkıcı olabilir. Hasna, gücü elinde tutmak isteyen biri olarak planlar yapabilir, ancak her seferinde bu planların bozulacağını göreceğiz gibi hissediyorum.

Müyesser ‘in “erkekler gerekli gördükleri kadarını bize anlatırlar” sözüne verdiği “ben o yüzden evlenmedim” cevabı kafa karıştırıcıydı. Tarikat gibi bir yapıda yaşına rağmen bekar kalması, Müyesser ‘in hikayesini daha da merak uyandırıyor. Müyesser adaletli bir insan portresi çiziyor. Zeynep’in evlilikle ilgili korkuları da oldukça gerçekçi bir şekilde işlenmişti. Karakterlerin içsel çatışmaları ve dizinin temel mesajları her zamanki gibi güçlüydü. Her geçen gün Suavi’nin neden Zeynep’e değer verdiğini daha iyi anlıyoruz. Suavi ve arkadaşları, inandıkları değerleri koruma adına kendi inançlarına yakın olan çocukların öne çıkmasını sağlamış, diğer çocukların fırsatlarını ellerinden almış olabilirler. Suavi’nin Zeynep’e değer vermesi ve onun potansiyeline inanması, bir nevi yanlışını düzeltmesi olarak görülebilir. Bu dinamiklerin ilerleyen bölümlerde nasıl şekilleneceğini merakla bekliyorum.

Bu arada battaniye de geçmişe dair ilk izdi. Ayni battaniyeden hem Meryemlerin evinde hem Levent’lerin evinde çıkması. Bu daha sonra kullanılacaktır.

 

 

Gelelim 5. Bölüme…

 

 

Levent ve Naim arasındaki gerginlikle başladı bölüm. Levent, Naim’i tahrik ederek “yobaz” dedi ve amacına ulaştı. Naim, kendi deyimiyle koskoca İstanbul’da tanıdığı tek insanla karakolluk oldu. İkisi arasındaki sahneler gerginlikten çok komikti. Levent, polislere devlet hastanesinde doktor olduğunu ve ihtiyaçları olursa kartını verdi. Altta kalmak istemeyen Naim de dergaha yemek ve sohbete davet etti.

Mira ve Can’ın mafya ile olan problemlerinin nereye bağlanacağını merak ediyorum. İşi babasının kaşesini çalmaya kadar götürdüler (önce yapamadılar ama bölüm sonunda bazı tetikleyiciler ile çaldılar). Eve gelmesinin saçmalığının üzerine bir de Zeynep onları gördü. Şimdi artık ikisinin arasında bir de sır var. Bölüm içerisinde Seçkin de Can’ı fark etti, hatta tanır gibi tuhaf bir tavrı vardı. Can ve Mira arasındaki “abi” deme lazım olur, “kızım” deme lazım olur lafları da sürekli tekrarlanıyor.

Hande ve Birgül gibi iki zıt karakterin diyaloglarını çok seviyorum. Hande, Birgül’le konuşacağı cümleleri seçerken çok dikkatli davranıyor. Birgül ise tam tersi. Hatta Hande’yi “haberleri yumuşatma, gazetecisin sen” diye bile uyardı. Birgül’ün ara ara sarkastik ve sert olmasının sebebi yaşadıklarından ve yalnız kaldığında kendini koruma içgüdüsünden. Hande’ye “Kategorik olarak kendini üstün görüyorsun. Öyle düşünmemeye çalışıyorsun ama öyle doğdun, öyle büyüdün” dedi. Hatta bunun için verdiği örnek, Hande’nin telefonunu nereden bulduğunu açıklamaksızın akşam 10:30’da aramasıydı. “Cemiyetten veya ünlü birisini bu şekilde arayamazdın” dedi. Birgül, gül suyu ile hastaneye geldiğinde Hande’ye yardım etmeyi kabul etti ama tek şartı Zeynep’in zarar görmemesi. Hande, Zeynep gidince haberi yapacağım sözü verdi ama bence bu olmayacak. Editör baskısı var ki bunu da bölüm içinde gördük. O yazı bence Hande’ye rağmen basılacak.

 

 

Meryem ve Mira’nın hastanedeki sahneleri duygusal açıdan etkileyiciydi. Mira, dedesinin durumundan dolayı kendini suçlarken Meryem onu sarılıp sakinleştirdi. Mira, ailesinin ondan esirgediği ilgiyi Zeynep’e göstermesine içerliyor. Bu nedenle hastanede tüm öfkesini Meryem ve Zeynep’e çıkardı. Zeynep de Mira’ya mesafeli davranıyor. Daha önce evde “Dedeye de eziyet ediyor, edepsiz” demişti.

Başhekimin Gizemi – Hastanedeki bir diğer dikkat çekici detay ise Başhekim’in Fanilerin veya başka birinin adamı olduğunun belli olmasıydı. Bu durum diğer doktorların da dikkatini çekmiş gibiydi.

Mira ve Cüneyd, bu sefer madde bağımlısı bir gencin “Anne” feryatlarına tanıklık ettiler. Madde kullanımı nedeniyle görme yeteneğini kaybetme noktasına gelen bu gencin feryatları, Mira ve Cüneyd’i derinden etkiledi. O sahnede, uyuşturucu satıcılarıyla bağlantılı ve kendisi de uyuşturucu kullanan bir genç ve ilaçla kendi şeytanlarıyla savaşan bir genç daha vardı. Bu ikilinin ilerleyen bölümlerde daha uzun sohbetler için bir araya gelme ihtimalleri yüksek gibi.

 

 

Cüneyd ve Sadi sahnesinde, Sadi Cüneyd’e gitti çünkü Mürşit Efendi, Cüneyd’in bir sıkıntısı mı var, evliliği ne durumda diye sormuş dedi. Yüzünü görmüyoruz ama galiba o tarikatta neler oluyor, her şeyi görüyor, biliyor. Sadi odaya girmeden önce Cüneyd’i hapları çöpe atma girişimindeyken gördük. Muhtemelen kendisinde yarattığı etkilerden rahatsız oldu. Sadi piknik fikrini de Cüneyd’in çocukken sevmesine bağladı. Amca olarak ilgi gösteren ve seven biri gibi çoğunlukla ama iş post kavgasına gelince rengi değişiyor. Burada Cüneyd net bir şekilde Zeynep’in gelmesini istemedi. Daha sonra yaptığı açıklamada nedeni öğrendik. Zeynep’in onu ağlarken görmesi ve ağlamanın kendisine yasak olduğunu düşünmesi. Bu tepkisine kızan Sadi’nin gözü masadaki haplardaydı.

 

 

Levent Mira’ya Meryem ve Zeynep’e gösterdiği ilgiyi göstermiyor. Hastanede Mira’nın kendini daha fazla suçlamasına sebep olacak sorular sordu, nasılsın diye anlamaya çalışmadı. Levent bunun farkında. Babası ile hasta yatağında konuşurken. Herkesten ve her şeyden özür diledi. Kimse yanımda değildi, belki de bu yüzden herkesten özür dileyip duruyorum, sence bu yüzden mi Meryem’in bütün yükünü yükledim (ödünleme yani psikolojide bireyin bir alandaki eksikliği başka bir şeyle telafi etmesi). Ben senin gibi olamıyorum. Kusursuz. Yetişemiyorum baba. Aynı anda her yerde olamıyorum diye içini döktü. Herkese travmaları ile yüzleşmeyi öneren Levent, kendi için çıkış bulanıyor gibi.

Suavi ve Hande’nin hastanede durumu değişmedi. Hande, babasıyla ilişkisini sorguladı. Seçkin’in “Baban böyle olunca aşkı da acı veren adamlarda arıyorsun” dediği, dizinin çocukların babaları ile olan sınavına gönderme yaptığı bir ifade. Yetmez ama Evetçilerin Türkiye’nin batılılaşacağına ve bir şeyleri değiştireceğine inanan, ancak liberal solcular tarafından suçlanan bir kesim. Ekonomist Seyfettin Gürsel bir panelde “AB’ye girerek, acı çekmeden, hızlı bir şekilde demokratikleşeceğimize inandık. Ama yanıldık”. Hande de kumar oynadıklarını, kaybettiklerinin kendi gelecekleri olduğunu ve yalnız kaldıklarını söyledi. Asıl acı olan, babasıyla bu konuyu hiç konuşamamış olmalarıydı. Seçkin, “Baban böyle olunca aşkı da acı veren adamlarda arıyorsun” dedi. Hande, “Babamla konuşsam ne işe yarayacak?” diye sordu. Seçkin, “Baban gittiğinde anlarsın ne işe yarayacağını” diye cevap verdi. Suavi eve döndüğünde Hande ile kısa bir diyalog ve hafif bir tebessüm oldu. Ama ilişkileri, baba kız detaylı konuşmadan iyileşmeyecek.”

 

 

Levent ve Cüneyd arasındaki terapi sahneleri en sevdiğimiz sahneler. Bu sefer sanki bir düello vardı. Konu da uyuşturucu bağımlılığı, aile, kimlik karmaşası ve iyilik/kötülük kavramlarıydı.

 

  • Uyuşturucu bağımlısı çocuk ile başladılar. Levent’in uyuşturucu bağımlılığını ilaç ve aile desteğiyle tedavi edeceğini söylemesi, Cüneyd’de sorunların aileden gelip gelmediğini sorgulamasına neden oldu.
  • Cüneyd’in “kendimden kendime yeterince bahsediyorum” ve “anlaşamıyoruz” gibi ifadeleri ve Levent’in tamamladığı “bir ben var bende, benden içeri” sözü, Cüneyd’in kimlik karmaşası ve benlik algısının sorgulamalarının devam ettiğini gösterdi. Levent’in Yunus Emre’den alıntı yapması tasavvuf ve Sufi geleneğinde sıkça kullanılan “benlik” ve “kendini aşma” kavramlarını düşündürdü.
  • Levent’in “ancak aptal oyuncular seyirciye gösterir” sözü, Cüneyd’in duygularını gizleme konusunda bilinçli olduğunu ve bunu bir oyun gibi gördüğüne işaret ediyor olabilir.
  • Levent’in “psikolojide özgüvenini çok göstermek isteyen birinde önce aşağılık kompleksi ararız” sözü, Cüneyd’in özgüven eksikliği yaşadığını ima etti.
  • Cüneyd Hristiyanlık ve Psikiyatri “insan kötü doğar” kavramını başlangıç noktası kabul eder “İslam insanı iyi varsayar” diyerek iyilik ve kötülük kavramları hakkında görüşlerini çarpıştırdılar. Maslow’un hümanist psikoloji teorisindeki “ihtiyaçlar hiyerarşisi” ve Rogers’ın “kişi merkezli terapi” yaklaşımı bu iki kavramı biraz açıklar. Levent’in “iyi ve kötülük… orası büyük bir bataklık” sözü ile bu kavramların göreceli olduğunu ve kesin bir şekilde tanımlanamayacağını söylemeye çalıştı. İyilik ve kötülük daha sonra Zeynep ve Suavi arasında da geçti.
  • Cüneyd “travmalar insanı bir bütünü oluşturur” ve “geçmişe bakmak bir şey ifade etmez” derken, Levent “geçmişe bakmak ve travmalarla yüzleşmek önemlidir” diyerek travma tedavisinde geçmişle yüzleşmenin önemini vurguladı. Bu da Bilişsel Davranışçı Terapinin temel ilkelerinden biri, yani geçmiş deneyimlerin bugünkü davranışları nasıl etkilediğini anlamaya ve bu deneyimlerin olumsuz etkilerini düzeltmeye odaklanma.
  • Cüneyd “tövbe geçmişi geride bırakmaya yönelik bir eylemdir” ve “Allah günahları affeder” diyerek dini inancının ona geçmişle barışık olma konusunda yardımcı olduğunu gösterdi.
  • Levent “dünyanın eziyeti bitmez ama eziyet azaltılabilir” sözleri ile hayatın zorluklarının kaçınılmaz olduğunu, ancak terapi ile bunlarla başa çıkmanın mümkün olduğunu söyledi.
  • Cüneyd “geleceğe bakmayı tercih ederim” diyerek geçmişten kaçınma eğiliminde olduğunu ve iyileşmek için adım atmaya hazır olmadığını gösterdi.
  • Levent “geçmişten gelen geleceğe giden bir yol bulmak” sözü ile Cüneyd’in geçmişle yüzleşmesine ve travmalarını iyileştirmesine yardımcı olacağını söyledi.

 

Naim, Meryem ve Zeynep’i evde ezerken yine tehditler savurdu. Memlekette dede hepsinin korkulu rüyası oldu. Meryem, zekasını kullanarak Naim’i oyalamayı başardı. Kızına hasret kalacağı için fotoğraf çektirdim dedi. Naim gibilere göre fotoğraf çektirmek caiz değil. Kimse gördü mü diye defalarca sordu. Meryem, Müyesser ile ilgili bir yalan uydurmasaydı daha iyi olurdu. Daha sonraki sahnede Naim, Müyesser’e bu konuda hesap sordu ve Müyesser’in içine kurt düşmesine sebep oldu. Piknikte de Müyesser, tarikat çatısının iki tutkalı olduğunu söyledi: İbadet ve dürüstlük. İkisini de eksik edenin hali İlyas Efendi gibi olur diye dürüstlük üzerine bir konuşma yaptı. Bu durum Meryem’in evden börek yapmasına kadar gidecek mi bilinmiyor. Bu arada Meryem’in merhem yerine patates intikamı da çok iyiydi.

Meryem ve Zeynep’in konuşmasında Zeynep, sınavı kazansa da dedeye bir şey olursa gidemeyeceğinden endişeli. Hem Levent hem de Suavi’yi seviyor ve onları sert ama iyi insanlar olarak görüyor. Hatta dede ölürse cehenneme gider diye bile üzülmüş. Annesi “Allah bilir” deyince de “Allah’a inanmıyor ki” dedi. Meryem’in yapıcı yaklaşımları can simidi gibi. “Hidayete ersin diye dua edersin, başkasına kafir diye parmak sallamak Müslümana yakışmaz” dedi. Zeynep o kadar iyi kalpli ki “Dede ölürse ablamla tanışsın isterim, belki benim gibi olacaktı” dedi. Meryem saati geldiğinde Allah’ın izniyle tanışırlar dedi ki aslında hepsi çoktan tanıştılar ama haberleri yok.

 

 

Birgül, “İslam’da Kadının Yeri” panelinde yaptığı konuşmada, İslam’ın çağa uyum sağlaması gerektiğini savundu. Önemli bir sahneydi. Kadın-erkek dengesizliğinin değişmediğine vurgu yapan Birgül’e karşı çıkan paneldeki adam, “Kadın erkeğin eşidir” „Sizin yaptığınızı biliyoruz. Kökü dışarıda ser odakları“ diye devam etti. Zaten tartışmaya da kapalı bir adamdı. Birgül ise “Ekonomi değişince her şey değişmiyor mu? Para sistemi değişiyor, ticaret değişiyor, sizin kılık kıyafetiniz değişiyor ama kadına gelince İslam evrensel. Kadının yeri dünyada değişti. Ekonomik koşullara değişti.” diye yanıt verdi. 90’larda berabere yürüyüşlere katılan erkeklerin nerede olduğunu sorguladı ve kadın cinayetlerine değindi. “Kadın cinayeti diye bir şey yoktur” diyen adama karşı Birgül, “İslam’ın hoşgörüsü çare olacaktır” dedi ve Tevbe Suresi 71. Ayet’ten alıntı yaptı: “Mü’min erkekler de mü’min kadınlar da birbirinin velîleri (dostları ve yardımcıları)dir.” Birgül, “Siz gözlerinizi kapatırsanız biri gelip ateşin içinden çıkarır” diyerek sözlerini bitirdi.

 

 

Arif ve Birgül’ün ilişkisi başta Sadi Hudayi olmak üzere engellenmiş. “Kulluk ettiğin kullar seni azarlayacak mı? Hala gözlerinin sırtında biri gördü mü, görecek mi?” sözlerinden bunu anlıyoruz. Arif, Birgül’ü merak etse de sevse de prangalarından kurtulamıyor ve harekete geçemiyor. Bu durumun acısını da ara ara Naim’den çıkarıyor. En etkileyici sahnelerden biri, Arif’in “Ben evlenmedim” dediğinde Birgül’ün verdiği cevaptı: “Beni ortada bıraktığında… Başıma gelen onca şey. Sen evlenmedin ya ben evlenemedim. Kimse benim gibi biriyle evlenmek istemez. Onlar için yobaz, sizin için günahkar. Ama el kadar kızını evlendirmekte hiç beis (sakınca) yok maşallah.” Birgül’ün tokat gibi sözleri hoşuma gidiyor. Bu arada, Arif karakterini canlandıran Yakup Turgut’u da tebrik etmek gerekiyor. Gerçek bir tarikat müridi gibi rolünü mükemmel bir şekilde yansıtıyor.

 

Zeynep, Feyza’dan rahatsız. Feyza da Zeynep’i sevmediği için, aynı zamanda zekice cevaplarını kibirlilik olarak görüyor. Anne ve kız, gitmeye az kaldığı için katlanıyorlar ve bunu sürekli tekrarlıyorlar. Bu gerçekleşmezse büyük bir felaket olacak. Dizide iki farklı amaçla kullanılan eşarp sahnesi vardı. İlk sahnede Feyza, Zeynep’in eşarbını çok sıkı bağlarken, “Çok hırslı olmayacaksın. Hırs, edebin düşmanıdır. Bu benim olsun… Bu makam, mevki, dünya malı, vs.” derken Zeynep haset ve kıskançlık da kötüdür diyerek Feyza’ya gönderme yaptı. Feyza kıskanma sebebinin bölümde herkesten duyduğumuz gibi Cüneyt Efendi’nin değerli ve hassas olması olduğunu ve fanilerin istikbali olduğunu belirtti. Zeynep’e bir tel saçın bile görünmeyecek. Eşarp bir daha kaymayacak. Tövbe gözün zinası harama bakmaktır dedi. Evlenmeden helal olarak kabul edilmiyor. Bu konunun neden konuşulduğu bölümün devamında ortaya çıktı. Hande ve Birgül de diğer eşarp sahnesinin kahramanlarıydı. Hande çalışmış, videolar izlemiş. Feyza’nın yaptığı gibi sıkı sıkı bağlamış. Bu sefer Birgül, eşarbı açıp tekrar bağlayarak rahatlattı. Hande, “Hiç ben gibi değil” dediğinde, laik atak mı geçiriyorsun esprisini yaptı.

Naim ve Nadire arasındaki ilişki iyice ilerledi. Nadire’nin Naim’i kullanmaya çalıştığı açık. “Naim Bey”den “Naim”e, “siz”den “sen” diye hitap etmeye geçti bile. Gözüne merhemli buz getirmesi ve ona gösterdiği ilgi de bu niyetini gösteriyor. Naim, Nadire’ye yalan söyleyerek başvurusunun kabul edildiğini söyledi. Daha sonra ise “Mülk Allah’ındır” yazısını görünce kutu çalma fikrinden vazgeçti. Bölümün sonunda Nadire, Naim’in karşısına çıktı ve ona “Bize söz veren çok oldu, tutmayan da kullanan da. Ben bu zamana kadar bize nasıl baktıysam bakmasını bilirim. Tutamayacağın sözü verme, çocuğu da umutlandırma” dedi. Sen daha kendini çok döveceksin zati Naim Efendi.

 

 

Suavi ve Zeynep arasındaki iyi ve kötü kavramları üzerine geçen konuşma, Cüneyd ve Levent’in terapisinde de gündeme geldi. Suavi, Zeynep’e “Sen hiçbir şeyden korkmazsın” dediğinde Zeynep “Evlenmekten korkuyorum” cevabını verdi. Suavi, kuantum fiziğinden örnek vererek ihtimallerin ihtimalleri getirdiğini ve iyi ya da kötü diye bir şeyin olmadığını savundu. Zeynep ise Bakara Suresi 216. ayetinden alıntı yaparak “Olur ki bir şey sizin için hayırlı iken siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki bir şey sizin için kötü iken siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz” dedi. Bu diyalog, yazının başında bahsettiğim din ve bilim arasındaki dengeyi de yansıtıyor. Zeynep, evlilik olmasaydı Suavi ile tanışmayacaktı. Hikayede her şeyin bir sebebi var. Beste’nin gidişi bile Levent’in Meryem’e yardım etmesine vesile oldu. Bakalım bu olasılıklar Cüneyd, Mira, Hande ve diğerlerinin hayatlarında hangi kapıları açacak?

 

Müyesser ve Sadi arasındaki olayda, Sadi Hüdayi’nin Müyesser’e talip olduğunu veya onunla evlenmeyi düşündüğünü, ancak daha sonra Hasna’nın aklını çeldiğini anlıyoruz. Müyesser, Zeynep konusunda “Bu defa isabetli bir seçim yapabilmişsin” diyerek bu konuya atıfta bulundu. Kadınlara verilecek vaaz öncesinde de “Doğru insan, doğru insanla evlenirse dünyası da ahireti de gül bahçesine döner. Aksi takdirde diken üstünde diken yaşar” diyerek kardeşine gönderme yaptı.

Bu bölümde arazi, kazanılmış ihale, imar izni ve inşaat gibi mevzular da işlendi. Bu hassas konuya ne kadar girileceğini bilmiyorum. İdris, kadınlara sigorta yapmadığı için ve oradan buradan kıstığı için börekçiden haftalık 70 bin kazanırken şimdi 36 bine düştü. Sadi “Bu duruma bir çare bulmamız lazım. İnşaat var, imar var” dedi. Piknikte de katılımcılara “Size akıtılan bolluğu bereketi siz de biraz buraya akıtın” mesajı verildi. Bakalım buradan ne çıkacak?

 

 

Zeynep ve Cüneyd’den hala korkuyor. Cüneyd, kızı karşısında görünce kızmaya bahane aradı. Önce “Mahremiyete dikkat etmedin, sen hiçbir şey bilmezsin” diye azarladı. Zavallı Zeynep “Sen istedin diye geldim. Neden böyle yapıyorsun, ben sana ne yaptım?” deyince de dümdüz “ağlattın” dedi kıza. Ne yalan söyleyeyim, bu cevabı beklemiyordum. Ağlamanın Cüneyd’e yasak olduğunu da öğrendik.

Aralarındaki diyalog çok güzeldi:

“Sen ne isterdin?”

“Allah’ın gücüne gitmesin ama erkek olmayı isterdim… O zaman bir şey istememe gerek yok, ne istersem onu yapardım… Her istediğimde kütüphaneye girerdim mesela. Gece sokakta yürürdüm. Ya piknikte salıncağa binerdim, salıncağa…”

(Çocuklara da hasretle bakıyordu zaten)

 

 

Cüneyd, Zeynep’i gözlerden uzak bir yere salıncağa götürürken “Görünme” diye tembih etti. Bunun sorun olacağını bildiğini gösterir. Salıncak sahnesinde “Niye?” diye soran Zeynep’i Ömer Hayyam’dan bir rubai ile cevapladı:

“Yeryüzünü gül bahçesine çevirmekten,

Daha güzeldir bir insanı sevindirmen.

Bin kulu azat edenden daha büyüktür,

Bir hür insanı iyilikle kul edebilen.”

 

Bu, Cüneyd’den duyduğumuz ikinci Hayyam rubaisi. Kütüphanede Zeynep’in Hayyam’ın cebir kitabına dokunması aralarında bağ oluşturdu. Hayyam’ın seçilmesi çok doğru olmuş. Hayyam hem ruhani hem de birçok bilim alanında, özellikle cebirde önemli bir alimdir. Hikayenin din ve bilim yaklaşımına da uygun.

 

“Madem erkeksin, kendin sallanacaksın” diyerek Zeynep’in bu cevabını beğendiğini de anladık. “Özgürlük buysa al iste, ben nöbetini tutarım” dedi. Belki ilerde Zeynep’in özgürlük adına atacağı adımlarda da nöbet tutan Cüneyd olacak. Kendisinin de hiç olma, rüzgar gibi görünmez, tasasız olmak istediğini söyledi. Bu da terapideki benlik karmaşasını destekliyor.

Çok sanatsal bir sahneydi. Bu sahneye çok emek harcandığı belli. Zeynep’in saçlarını rüzgara doğru savurması, güneşi yüzünde hissetmesi, Cüneyd’in ellerinin arasından süzülen rüzgar… İkisinin de özgürleştiği anlardı. O sahnede Feyza’nın sıkı sıkıya bağladığı eşarbını çıkarması, kendisine dikte edilenlerden özgürleşmesinin ve tasasız, kaygısız çocuk olmanın sembolüydü, başka bir mesaj vermeye çalışmıyordu.

Feyza ve Meryem’in aklı gözü Zeynep ve Cüneyd’de kaldı. Feyza kendini kaybedip rezil etme derdindeyken annesi kendine getirdi. “Nikah olmamış, bütün düzen bozulur. Ben bu işin aslını öğreneceğim” dedi. Feyza’nın kimseyi dinleyeceğini sanmıyorum. Cüneyd sevgisi takıntı haline gelmiş. Müyesser de Feyza’nın Cüneyd’in peşinde olduğunu biliyor. Eline diken battığını görünce “Kaşıma kaşıdıkça acır” diye mesaj vermeye çalıştı. Meryem ise kızına “Genç kızlık halleri mi? Erkekler yeminler eder, diller döker, kandırır. Aklını başına al” diye nasihat de bulundu. Zeynep’in etkilenmeye başladığını gördü, endişeli.

 

Cüneyd ve Levent’in paralel söyleşileri de güzel kurgulanmış. Mürşit Efendi, Cüneyd’in vaaz vermesini isteyince Sadi’nin tüm hazırlığı, ayna önündeki pratikleri ve Hasna’nın kıskançlığı boşa gitti. İkisi de tarikatın başına geçme derdindeler ve bu durum onları oldukça bozdu.

Levent, öğrencilerle stres ve onunla nasıl başa çıkılacağı hakkında konuşma yaptı. Basında Gülseren Budayıcıoğlu’na ufak bir gönderme yaparak “Ben bir psikiyatrım. Okurken çok havalı bir şey değildi ama şu dizilerden dolayı sağ olsunlar şimdi iyi” diyerek söze başladı. Sağlıklı yaşam tarzı, spor, meditasyon ve olumlu iç konuşmalar gibi yöntemler önerdi. Sınav stresinden bahsederken Can “Bütün sorunlar bizde mi? Anne babaların suçu yok mu? (Mirayı kastederek) babası tatmin olacak diye delirecek… Onlara da baba denirse.” Sözlerini Levent, “Gençlerle konuşuyoruz, velilerle değil” diyerek geçiştirdi. Yanlış yönetilen stresin bağımlılıklara yol açabileceği konusunda uyardı. Bunun içine çekilmiş bir arkadaşınızı nasıl tespit edersiniz örneğini Can üzerinde vermesi Can’ı sinirlendirdi. Levent “Siz bu durumda değilsiniz. Hepinizin çantaları yanında. İyisiniz” deyip Can’a “Çantanı görmedim” dedi. Bir şey sezdiği çok belli. Mira babam kibirlidir. Sen meydan okudun onun için dese de sakinleştirmedi.

 

 

Cüneyd’in vaazı daha önce Birgül’ün vurguladığı kadın-erkek dayanışması ile ilgiliydi: “Fazla noksandır, fazla noksandır, fazlaysa noksandır, her ne ki fazlaysa noksandır. Açalım ellerimizi, dua edelim Allah’ım altıncı yedinci parmağı nasip eyle diye. Var mı amin diyen, tövbe estağfurullah. Niye yer insan afiyet olsun, şifa olsun diye. Fazla yerse afiyet noksandır. Çok çalıştım, çok kazandın, fazla fazla kazandın. Kazanmadın; noksansın. Ailene ayırdığın zamanda noksansın, Allah’a ayırdığın zamanda noksansın. İmanda da aynı. Fazla noksandır. Olmaz değil mi? İmanda olmaz. Ne kadar fazla o kadar münasip. Değil! Çünkü sen eğer imanını ölçüştürüyorsan; kiminle? Başka birisiyle. Bir başkasıyla iman ölçüştürüyorsan, imanda noksansın. Erkek kadından fazladır diye düşünüyor olabilirsiniz belki. Kadın erkekten noksandır. Öyle midir? Fazla noksandır dediysek en başında, bir oturup düşünmek icap eder. Eğer erkek kadına ondan fazlaymış gibi muamele ediyorsa, o erkek noksandır. Oysa erkekten noksan olan şey kadındır. Allah onları birbirine noksan yarattığı için etrafınızda her şey er ve dişiden ibarettir. Zira er de dişi de aşka noksandır. Allah rızası için el Fatiha.”

 

 

Zeynep, Cüneyd’in konuşmasından etkilendi. Annesi de bunu fark etti. Müyesser Hande’yi, Arif de Birgül’ü gördü. Asıl bomba ise Hande’nin Sadi ve Hasna’nın konuşmasını kaydetmesi. Sadi, bu evliliğe sesini çıkarmamasının sebebini itiraf etti: Bu evlilik Cüneyd’in 3-4 sene, Zeynep reşit olana kadar ortada olmaması demek. Zeynep’in yaşı küçük olduğu için etrafın “Dikkatli ol” baskısıyla dışarıya çıkamayacak. Gelin alışverişinde Feyza ve Hasna’nın dehşet ifadesi boşuna gösterilmedi. O yüzden Feyza’yı da umutlandırmayalım dedi. Zaten Naim’leri Sadi’nin getirdiği ortaya çıkmıştı. Dizide herkes bir oyun peşinde: Sadi Cüneyd’i küçük yaşta kızla evlendirip insan içine çıkamaz duruma getirmek, Hasna Zeynep’i Cüneyd’in gözüne sokarak Cüneyd’ten soğutmaya çalışmak, Feyza Zeynep’in acısını yakalayıp Cüneyd’le nişanı bozma, Naim itibar peşinde. Bu arada videonun olduğu cep telefonu rafların altında kaldı. Bakalım kim bulacak?

Son sahnede Suavi eve geldi ve gelir gelmez börek istedi… Yine Meryem ve bağımlılık yapan börekleri. Bir takım derin güçlerin adamı olan İrfan adındaki arkadaşıyla tanıştık. İrfan, Zeynep küçük yaşta olduğu ve hukuki yollardan gitmesi mümkün olmadığı için yardımcı olacak. Çıktığında birini arayıp “kızı gördüm, hazırlıkları yapın” dedi. “Ülkemizi sen gururlandıracaksın, büyüyünce, her Türk evladı gibi” derken, başka bir Türk evladı olan Mira’nın babasından reçete çalması gösterildi.

Meryem evi sıcak bir yuvaya çevirdi. Hiç birlikte sofraya oturmuyorsunuz. Mürşit hazretlerini de anarak en azından bir öğün aile olarak beraber yemek yiyin dedi. Babası kilometrelerce yürürmüş aile sofrasında oturmak için. Akrabaları yetim diye ezmişler. Yediği içtiği gözlerine batmış. Evlendirip atmışlar başlarından. Hande bunları duyunca kötü hissetti. Yazdığı “Meryem’le Zeynepler, Sandalyeye oturunca ayakları yere değenler.” satırlarına devam edemedi. Bu başlığın sebebi kimi yörelerde kız çocukları için “evlenme vakti gelmiş” anlamında kullanılır. İlk bölümde ayakları yere değmeyen kız çocukları da gösterilmişti.

 

 

Meryem Suavi için sıcak bir aile sofrası hazırladı. Bölümün en etkileyici anlarından biriydi. Sonu kötü bitti. Herkesi üzen o sahne gerçekleşti. Meryem’i Beste sanıp “sen nasıl kapatırsın başını” diyerek o da bir atak geçirdi. Zeynep’in “anneme bakmayın çabası” duygulandırdı. Bu sahne olmasa Meryem’in aileyi nasıl bir araya getirdiğini ve yapıcı yanını sonuna kadar izleyecektik.

Suavi hastalığı ile birlikte 28 Şubatçı özüne döndü. Üzüldüğümüz ve provokatif bir sahne oldu. Müyesser çıkışta gördü ve Meryem’in bir şeyler karıştırdığını anladı. Defalarca değindiği kıymetlileri Cüneyd’in nasıl bir aile ile bağ kuracağı onlar için önemli. Müyesser Meryem’e “kızın Cüneyd için hayırlı kısmet ve kıymetlimiz” demişti. Hasna konusunda uyarıp bu izdivaç gerçekleşecek diye de üzerine bastırmıştı. O yüzden vereceği tepkiyi bilmiyorum. Geçmişini bilmiyoruz. Kendisi de zamanında Almanya’ya gönderilmiş. Zaten tarikat içinde müthiş bir güvensizlik sorunu var. Yasaklar, ritüeller, inanışlardan dolayı kimse kimseyle konuşmuyor. Sürekli birbirlerine hain gözüyle bakıyorlar. Diğer tarafta Levent evindeki çalışma odada bir şey fark etti ama üzerinde durmadı. Mira’nın bir şey yaptığını anlayacaktır. Meryem’e bir telefon verdi. Bakalım bu başlarına bir iş açacak mı? 6. Bölümde yine bir Vakti Mekat var. Bu sefer saçlar kesilecek. Sadi Naim’i yanına çağırdı ve orada bıraktık.

Son değinmek istediğim konu ise Suavi’nin demans hastalığı ilerliyor. Hastanede de hafızası gidip geldi. Anne babası bu hastalığı yaşayan birçok kişi var. İlerleyen bölümlerde bu konuya değinirlerse çok yararlı olur. O kişilere de nasıl yaklaşmaları konusunda ışık tutar. Dizide her detay çok ince işleniyor. Bu konuda bilinçlendirme çok olumlu tepki alacaktır.

 

Göz atmanızı öneririz: Kızıl Goncalar Bölüm Yorumları

 

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

YALI ÇAPKINI – Sanki Yeniden Doğar Gibi

Yalı Çapkını 85. bölümde özlenen  Svl analizleri geri döndü. Keyifli okumalar…

2 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Taze Başlangıçlar

Yalı Çapkını 85. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

3 gün Önce

DEHA – Hayal Kırıklıkları

Deha 10.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

3 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Başka Bir Yalnızlık

Yalı Çapkını hep konuşuyoruz, biraz da Ferit'i konuşalım mı?  Özge (OZZY)‘nin kaleminden, keyifli okumalar…

1 hafta Önce

DEHA – Bu Savaşın Bir Kazanı Olacak mı?

Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

1 hafta Önce

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

2 hafta Önce