Kızıl Goncalar yeni bölüm öncesi, hem nerede kalmıştık hatırlamak hem de geride bıraktığımız bölümü derinlemesine anlamak için bölümün analizi Maria‘nın kaleminden. Keyifli okumalar.
Gerçek yaşanmış hikayelerin her zaman bende özel bir yeri vardır. “Kızıl Goncalar” dizisi de tam bu noktada izleyiciyi yakalıyor ve gerçekçi bakış açısıyla her karakterin derinliklerine inerek etkileyici bir hikaye sunuyor. Dizinin en dikkat çekici yönü, her karaktere ve onun iç dünyasına dair ayrı bir pencere açılması. Mekanların ve görsellerin çarpıcılığı da hikayeye derinlik katıyor. Her sahne, karakterlerin ruh halini yansıtan bir ışıkla aydınlatılmış gibi ve bu da izleyicinin duygusal bağ kurmasını kolaylaştırıyor. Zeynep karakterinin duyguları, diyaloglara ihtiyaç duymadan izleyiciye derinden dokunuyor. Cüneyd kaybolduğunda ise izleyici de onunla birlikte kayboluyor ve hikayenin içine çekiliyor. Işık ve hikayenin mükemmel uyumu, büyüleyici bir atmosfer yaratıyor. Yönetmenler Omur Atay ve Özge Sevimli ile görüntü yönetmeni Ercan Özkan’ın bu etkileyici atmosferi yaratmadaki başarısı takdire şayan.
“Kızıl Goncalar”ın 8. bölümü, maneviyat ve bilime inanan iki grup arasındaki olaylarla devam etti. Bu yazıda, bölümdeki düşündürücü noktalardan bahsedeceğim. Bölüm, “Çözülen her problem yeni problemler doğurur” sözüyle başlıyor. Bu söz, çözüm arayışlarının her zaman yeni sorunlara yol açabileceğini ve problemlerin katmanlı bir yapıya sahip olduğunu vurguluyor.
Meryem’in kızı Zeynep’i kurtarma çabaları, bölümün ana temasıydı. Meryem, kendi yaşadığı travmatik deneyimlerden dolayı Zeynep’i korumaya çalışıyor. Kendi çocuk yaşta gelin olma hikayesini Zeynep’te tekrar görmemek için mücadele ediyor. Aslında bu mücadeleyle, kendi geçmişini de iyileştirmeye çalışıyor. Meryem’in hayattaki tek amacı, bu döngüyü kırmak ve Zeynep’e daha iyi bir gelecek sunmak.
Bölümün en çarpıcı diyaloglarından biri İrfan ve Levent arasında yaşanıyor. İrfan ve Levent, “yolda öğrendikleri” bilgiler ışığında Zeynep’i yurtdışına gönderme planlarından vazgeçiyorlar. Bu değişimin arkasında yatan sebep ise Cüneyd’in tarikat içinde etkin bir lider konumuna yükselmesi. İrfan, “Bazı şeylerin doğrusu sade vatandaşa ağır gelir” sözleriyle, Zeynep’i evlilik içinde tutmanın kendileri için daha faydalı olacağını ima etti. Özellikle son cümlesi oldukça dikkat çekiciydi. “Biz sizi siz, onları onlar yapanlarız.” Bu noktaya ileride geri döneceğiz.
Cüneyd ve Zeynep sahneleri benim için özellikle değerli. Bu bölümde, Cüneyd’in Zeynep’i rahatlatmaya ve korumaya çalıştığını gördük. Naim’e yönelik “Elbet aile hayatıdır ancak gönül kırmamak gerekir değil mi?” gibi sözleri ve “Suya anlatırsın, su ile bölüşürsün, iyiliği alır hafızasında tutar doğru yere ulaştırır, kötülüğü alır götürüp uzağa atar…” gibi. Zeynep olgun ve merhametli bir karakter. Zeynep’in Cüneyd’den korktuğunu, ancak onu anlamaya çalıştığını ve her geçen gün ona daha fazla güvendiğini görüyoruz. Su başındaki konuşmalarında, karşımızda ne Cüneyd Efendi ne de Zeynep vardı, sadece baskılar altında kendi yollarını çizmeye çalışan iki genç insan vardı.
Cüneyd, Zeynep’i darladıklarını anlayınca, “Darlanma, hazırlanmazsın olur biter. Bırak bildikleri gibi yapsınlar. Eninde sonunda ayakları çekilecek. O zaman sen bildiğin gibi yaparsın. Ben öyle yapıyorum” diyerek kendi bakış açısıyla ilgili bir ipucu verdi. Cüneyd, Efendi Hazretlerinin torunu olarak görevlerini yerine getirirken, kendisine uymayan kurallara karşı kendi çözüm yolunu bulmuş.
Cüneyd ve Zeynep’in yakınlaşmasından rahatsız olanlar var. Cüneyd 23/24 yaşında, Zeynep ise 15 yaşında. Bu yaşlar evlilik veya birlikte yaşamak için uygun değil, ancak birbirlerini tanımaya çalışmalarını, sohbet etmelerini ve arkadaşlıklarını, o yaşta flört eden diğer gençlerden farklı görmüyorum. Mira ve Can sahnelerini veya ekranlarda gördüğümüz birçok gençlik dizisindeki genç yaşta aşık olanları yadırgamadığım gibi, özellikle Zeynep’in yaşında bir erkeğe hayran olması çok normal.
Ancak elbette evlenmek veya birliktelik kabul edilemez. Zaten hem Zeynep’in yaşı çok küçük, kendisi de evlenmek istemiyor, hatta düşüncesi bile doğal olarak midesini bulandırıyor. Aralarında şu anda bir aşk veya sevgi olduğunu düşünmüyorum. Birbirlerini anlamaya çalışıyorlar. Belki ileride bir aşk olursa, o zaman birbirlerine iyi geleceklerini, Cüneyd’in vaazında dediği gibi birbirlerinin noksanlarını tamamlayacaklarını düşünüyorum. Gerçek bir evlilik olursa da çok ileride olacağını düşünüyorum.
5.Bölümde Cüneyd’in Zeynep’e söylediği “Özgürlük buysa al işte… ben nöbetini tutarım” repliğinin bir anlamı olmalı. ilerleyen bölümlerde Cüneyd’in Zeynep’e karşı duygularının gelişmesine ve onu korumak için her şeyi yapmaya hazır olacağını göreceğiz gibi.
Beste’nin, Levent’in çocuk sahibi olamayacağını bildiği halde saklaması ve birbirlerini sevgi konusunda sorgulaması kısımları biraz uzun gelse de Nükhet Duru’nun “Ben Sana Vurgunum” şarkısı çok iyi geldi o sahneye. Bu şarkı seçimi için ayrıca teşekkür etmek istiyorum. (Bu arada Levent, “Birini sevdin mi… insanlığın gereği olmadan” sözünü daha önce Cüneyd’den de duymuştu. Levent’in çıkmazı da bu.) Beste, şu an için tam olarak çözemediğimiz bir karakter. Karakteri derinlik kazanmazsa, Mira’nın arkadaşı Can veya Nadire gibi, izleyicinin sempati kuramayacağı bir karakter olur.
“Kızıl Goncalar”ın en etkileyici yönlerinden biri de terapi seansları. Psikiyatri, felsefe, bilim ve dinin kesiştiği bu seanslarda, Cüneyd’in geçmişi ve travmaları katman katman açığa çıkıyor. Levent’in koyduğu Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) ve temas fobisi teşhisi, Cüneyd’in annesinin intiharına tanık olmasının ve belki de babasının orada olmasının travmatik etkisini gözler önüne seriyor. “Elini bırakmasaydım ölmezdi” sözleri, Cüneyd’in yoğun suçluluk duygusunu yansıtıyor.
Cüneyd’in çocukluğu, annesinin ölümünden önce yaşanan bilinmeyen acılarla dolu. Annesinin ölümünden sonra ise yalnızlık duygusuyla boğuşurken, kendini kitaplara, ilim ve dine adıyor. Hayatın anlamını ve kafasındaki soruların cevabını kitaplarda arıyor. “Tek sorunun cevabı yoktu. Cüneyd nerede?” sözleri, Cüneyd’in varoluşsal arayışının derinliğini ve karmaşıklığını gösteriyor. Terk edilmişlik ve istenmeme duygusu da var. Zeynep’in onu istemediğini düşünmesi bile, Cüneyd’de büyük bir tepkiye yol açmıştı. Kendi anlattıkları ve hatırladıkları, çocukluk travmalarının boyutlarının çok ağır olduğunu gösteriyor. Bu travmalar, Cüneyd’i ya surların üstünde ya da morgda ölülerin arasında bulmaya itiyor. Kaybolduğu anlarda annesinin peşinden koşarken, onu surların üstünde kaybediyor. Annesinin sözleri kulaklarında yankılanıyor: “Cüneyd nerede?” Kendini bu döngü içinde hapsolmuş hissediyor.
Cüneyd’in hikayesi, travmanın insan ruhu üzerindeki derin etkisine dair çarpıcı bir örnek. Terapi seansları ve Cüneyd’in iç dünyasına dair anlar, izleyiciyi karakterle empati kurmaya ve onunla birlikte iyileşme yolculuğuna çıkarıyor.
Birgül ve Arif’in hikayesi, tıpkı bir tomurcuk gibi yavaş yavaş açılıyor. Hikayenin nasıl devam edeceğini ve karakterlerin hangi yollardan geçeceğini merakla bekliyorum. Naim’in Nadire ile olan ilişkisi ise hikayenin üzerinde karanlık bir gölge gibi süzülüyor. Kızını evlendirerek Meryem’den kurtulup diğer kadınla rahat rahat yaşayacağını sanan Naim, kendine hakim olamıyor ve kendini kırbaçlatmaktan başka çare bulamıyor. Gerçekten sabır sınırlarını zorlayan bir adam…
Hikayenin satın almadığım yanları da var. Örneğin, kaçak göçmen gemisiyle kaçma teşebbüsü pek de mantıklı görünmüyor. Tüm ekibin emeğine sonsuz saygı duymakla birlikte, aksiyon katarak diziyi öne çıkarma isteği olabilir, ancak bana bu ikinci kaçış gereksiz ve zorlama geldi.
Suavi ile birlikte ötenazi tartışması da gündeme gelecek gibi görünüyor. Suavi’nin intihar edemeyişinin ve bunun sonuçlarının ilerleyen bölümlerde nasıl ele alınacağını merakla bekliyorum.
Bu arada, dizinin oyuncu kadrosuna hayranlığımı tekrar dile getirmek istiyorum. Özgü Namal, Özcan Deniz, Mert Yazıcıoğlu, Mert Turak, Şerif Erol, Mina Demirtaş, Yakup Turgut ve Erkan Avcı’dan bahsetmiştim. Bu yazıda, Müyesser rolündeki Asiye Dinçsoy, Mira Esma Yılmaz ve Hasna rolünü oynayan Selen Öztürk’e de ayrı bir parantez açmak istiyorum. Oyuncuların doğallığı ve performansları takdire şayan. Makyaj ve kostüm ekibini de tebrik etmek gerekir, çünkü karakterler doğal ve inandırıcı bir şekilde tasvir ediliyor.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.