KIZIL GONCALAR – Kaçtığımız Savaşlardan Güçlü ve İyileşmiş Olarak Çıkmak Mümkün mü?

Kızıl Goncalar  yeni bölüm öncesi, hem nerede kalmıştık hatırlamak hem de geride bıraktığımız bölümü derinlemesine anlamak için 10. bölümün analizi  Maria‘nın kaleminden. Keyifli okumalar.

Mira’nın ailesini sorgulaması Levent ve Beste’yi zor bir duruma soktu. Kendi kafalarında tasarladıkları zaman dilimi henüz gelmediği için, yalan söylemeyi tercih ettiler. Levent, Mira gerçeği öğrendiğinde onu tamamen terk edeceğinin farkında. Beste ise bu gerçeği paylaşmaya hazır değil, ancak ertelemek de sorunu çözmeyecek. Mira, annesi tarafından ani şekilde terk edilmiş ve tüm inandıklarını yitirmiş bir çocuk. Suavi’nin konuşmaları da kafasında soru işaretleri yarattı. Gerçeği öğrendiğinde ise, bu yalandan dolayı Meryem dahil herkese daha da kızgın ve üzgün olacağını tahmin etmek zor değil.

Beste, Meryem’e Birgül üzerinden ulaştı. Meryem-Mira bağlantısını ne kadar biliyor? Bu sorunun cevabı henüz belirsiz.

 

Meryem, Suavi’nin ötanazi kararına karşı çıktı. Suavi’nin sırrını saklamak zorunda kalmasına rağmen, onu bu ölümcül karardan vazgeçirmeye çalıştı. Bu sahnede, bir kez daha akıl ve duygu arasındaki çatışmaya tanık olduk. Meryem, Suavi’yi ikna edemedi, ancak onun duyguları hakkında daha fazla bilgi sahibi olduk. Dizinin son sahnesi oldukça duygusaldı. Suavi’nin en mutlu anısı, bacakları tutmadığı için yürüdüğü son günmüş. Bu anı, “Kaybettiğim her şeyden sonra dedim ki sen iyimişsin öncesinde” sözleriyle dile getirdi. Bu sözler, hayattaki güzellikleri ancak kaybettikten sonra anladığımızı hatırlatan bir ders niteliğindeydi. Meryem ve Suavi arasındaki bazı diyaloglar da çok samimi ve eğlenceliydi. Örneğin, Suavi’nin “Bir şey yapacağım yoksa da yapacağım, senin dırdırın yüzünden” demesi veya Meryem’in “Yaktın beni, Suavi bey” demesi gibi.

Cüneyd, Zeynep’e “Tuzak kurulan benim, sen o tuzağın yemi oldun” derken, Zeynep’in ona bilerek zarar vermek istemediğini biliyordu. Fakat Zeynep’in saflığından dolayı en yakınlarının bile girmesine izin vermediği mahremine, özel alanına girildiğini hissediyordu. Bu durum Cüneyd’i öfkelendirdi ve Zeynep’i hayatından çıkarma kararına itti. Yine de bu karar Cüneyd’e huzur vermedi.

Zeynep ise evden atılmasına rağmen, annesi dışında kimseye maçun olayından bahsetmedi. Tüm gerilimi Sadi Hüdayi’nin gelişine bağladı ki bu da Cüneyd’i koruma mekanizması olarak yorumlanabilir.

Cüneyd öfke, kızgınlık ve utanç duygularıyla inzivaya çekilirken, Bahadır’dan Taha Suresi 7. Ayeti hatırlatarak “Sen sözü açıktan söylemiş olsan da gizli söylemiş olsan da Allah için birdir; çünkü o gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir” bu olayı sır olarak tutmasını istedi. Cüneyd’in çilehaneye girerken okuduğu dizeler, Galata Mevlevihanesi şeyhi Şeyh Galip’in hem dostu hem de dergahında mevlevilik yapan bir tasavvuf ustaı Esrar Dede’ye vefatından dolayı yazılmış dizelerdi. “Ağyârım ağlasın bana hem yârım ağlasın Gûş eyleyen hikâyet-i Esrâr’ım ağlasın” Bu dizeler Cüneyd’in hayal kırıklığı ve üzüntüsünü dile getiriyor. Aslında Cüneyd’in kaçtığı kişi kendisiydi.

Arada anlaşılmayan tarafları da tercüme etmeye çalışıyorum. Sadi Hüdayi’nin “Ramazan olmasa itikaf derdik” sözü ise Allah’a yakınlık olma niyetiyle bir süre camide ya da ibadet edilen yerde kalma eylemini kastediyordu.

Bu bölümde Faniler tarikatının örtülü etki alanı ve gücü, gizemli perdesini az da olsa araladık. Sadi Hüdayi’nin gazeteciyle olan konuşmasında haber yapılmamasını istemesi ve bu ülkenin dirliğe ihtiyacı olduğunu söylemesi, tarikatın siyasi ve toplumsal alanda nüfuz sahibi olduğunu gösteriyor. Hasna’nın “Yok artık, öyle itip kakılmak… Bizler bu memleketin harcıyız. O zaman bizi kabul edecekler. Bizi de, usullerimizi de” sözleri ise kendilerine olan güveni ve yaşantılarından taviz vermeyi reddettiklerini net bir şekilde ifade ediyor. Sadi Hüdayi’nin Londra’ya gitmiş olması tarikatın uluslararası bağlantıları olduğunu gösteriyor. „Biz kahveye alışırız, siz bize alışın” sözleri tarikatın toplumsal hayatta etkin rol oynamak isteğini işaret ediyor. Tüm bu bilgiler bize tarikatın imkanları geniş, siyasi ve toplumsal alanda etkin rol oynayabilen bir güç merkezi olduğu izlenimini veriyor

Zeynep’in Dönüşümü

Zeynep, kaderinin mahkumu olmaktan bıkarak, artık kendi hayatının kontrolünü ele almaya kararlı verdi. Artık bir çocuk olmadığını, okuyacağını, ama bunun için bambaşka bir yol izleyeceğini açıkça dile getirdi. “Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” sözüyle kaçmayı değil, kalarak mücadele etmeyi ve bu mücadeleyi verirken tarikat içindeki tüm kızlara da bu yolu açacağını ima etti. Bunu başarabilmek için güçlü olması gerektiğini ve Cüneyd’in desteğine ihtiyacı olduğunu düşünüyor.

 

 

Dizide, kadınlara bakış açısını gösteren ve üzerinde düşünmeye değer birkaç sahne vardı. Bunlardan ilki, Naim’in Zeynep’i “Eşikten gelinlikle çıkan ancak kefenle döner” sözleriyle eve almaması. İkinci sahnede ise Sadi Hüdayi’nin Meryem’e söz hakkı vermemesi ve onu uzaklaştırması. Üçüncü sahnede ise Müyesser’in Zeynep’e söylediği “Cüneyd o sofradan üstünü silker kalkar. Sen alnının karası ile öylece kalırsın. Bir kusur varsa senindir” sözleri, ortada bir hata varsa bedelini yine kadının ödeyeceği fikrini empoze ediyor. Umarım dizinin ilerleyen bölümlerinde bu algının değiştiğini görürüz.

 

Cüneyd’in Kaçışı: Gerçeklerden Uzakta Bir Sığınak

Levent’in çilehane önündeki konuşmasının tam metni şöyleydi: “Kimseyle konuşmamak için kendini kapattın. Peygamberimizin mağarada zaman geçirdiğini biliyorum. Diğer dinlerde de var böyle usuller. Mesela Hz. İsa’nın çöle gidişi, Hz. Musa’nın Tur Dağı’na çıkışı, Buda’nın yolculuğu falan. Aslında modern zamanda da insanlara öneriyoruz bunu. Kendileriyle baş başa kalmalarını. Ama bir psikiyatr olarak bana soracak olursan, hatta buna senin cümlenle cevap vereyim: Bir şey yanlış sebeplerle doğru olmaz! Cüneyd, eğer daha önce dışarıda yaşadığın sebeplerden dolayı kendini buraya kapattıysan, öfkenin burada ya da dışarıda olmanın ne farkı var? Kendinde dünyayı dışarıda bırakacak güç var zannedersin? Ama bir gün gelir dünyanın seni dışarıda bıraktığı ile yüzleşirsin! Fernando Pessoa şöyle söylemiş: ‘Kaçtığım bütün savaşların yaralarını taşıyorum.’ Aslında bazen ne düşünüyorum biliyor musun, seninle her konuştuğumda kendimle konuşuyorum. Biz psikiyatrlar kendimizden çok bahsetmeyiz. Bunun için bir usul var. Başka psikiyatrlara anlatırız ama bugüne kadar hiç kimseyle konuşmadım. Neden konuşmadım? Çünkü gerçek bir şey söyleyecekler sana ya da söyletecekler. Asla konuşmak istemediğin gerçekler. Ya da soru soracaklar. Asla cevaplarını duymak istemediğin sorular. Bana demiştin ki benim sende arızalı bulduğum şeyler insanlara eğlenceli geliyor. Bence öyle değil, bence onlar sende kendileri ile ilgili farklı vizyon ve versiyon görüyorlar. Bu çok büyük bir şey biliyor musun? İnsanlara bazı şeyleri tekrar tekrar hatırlatmak. Bu çok değerli bir şey. Cüneyd, insanı tekrar etmeyen tek şey değerli düşünceleri. Değil mi?”

 

 

Cüneyd, öfkesi ve zorluklar nedeniyle çilehaneye sığınıyor. Travmalar ve tarikattaki sorumluluk onu gerçeklerden kaçmaya ve yalnız kalmaya itiyor. Hata yapmaktan korkuyor ve eleştirilmekten çekiniyor. Bu korku onu daha da izole olmaya sürüklüyor. Levent, Cüneyd’e insanların onu değerli bulduğunu ve düşüncelerine önem verdiğini hatırlattı. Kaçış Cüneyd’i iyileştirmeyecek, aksine onu daha da kötüleştirecek. İyileşmesi için duygularıyla yüzleşmesi ve dış dünyayla iletişim kurması şart. Levent’in de dediği gibi “Cüneyd, bunca yük… Sen çok iyi bir çocuksun ama çocuksun. Sana büyüklerin oyunlarını oynatıyorlar“ Cüneyd’in üzerinde çok büyük bir sorumluluk var. O iyi bir insan, ancak hala bir çocuk. Tarikattaki insanlardan sorumlu olmanın baskısını hissediyor, ama aslında hala annesinin ölümüyle başa çıkamamış ve duygularını yönetememiş bir çocuk.

Cüneyd, çilehaneden çıkmak üzereyken, Levent’in en son söylediği “insanı tekrar etmeyen tek şey değerli düşünceleri” sözleri aklına, Küçükken annesinin terk etmesini sorgularken amcasının söylediği sözler de yankılandı zihninde: “Bizi terk etmeyecek bir şey var sadece, o da Rabbimiz.” Bu sözler, Cüneyd’in travmalarını hatırlatmasına neden oldu. Allah’a sığınmak için çilehanede kalmaya karar verdi.

 

 

Sadi Hüdayi, Mürşit Efendi ile konuşmaya gittiğinde Cüneyd’in okuduğu şiir ise Niyazi Mısri’ye aittir. Şair bu şiirde Allah’ı aramakta ve onun nerede olduğunu, nasıl bulunacağını sorgulamakta. Tasavvuf pîrlerinden ona yol göstermelerini ister. Cüneyd’in durumunu düşününce, bir iz arayıp bulamadığını ve bir işaret beklediğini anlıyoruz.

 

“Ey tarikat erleri, ey tarikat pîrleri

Bir nişan verin bana, ol bînişan kandedir?

Kandedir dostun yolu, kande açılır gülü

Dost bağçesi bülbülü, gül-i handan kandedir?

Aradım bahr ü berr’i bulmadım ben bu sırrı

Cism ü candan içeru gizli sultan kandedir?

Bildim ki can tendedir, ten can ile zindedir

Amma nidem bilmedim, câne cânân kandedir?

Niyâzî’ye cân olan, sırrında sultân olan

Dîn ü hem îmân olan ol bîmekân kandedir?”

 

Aradığı işareti Feyza’nın yalanında buldu. Zeynep, akıllıca bir planla Sadi Hüdayi’nin evine girerek Feyza ile yakınlaştı ve ona büyü fikrini aşıladı. Aslında Feyza’ya vazgeçmesi için birkaç kez şans verdi, ancak Feyza hırslarına yenik düşerek oyuna geldi. Feyza Cüneyd konuşmasından önce Zeynep’in kurguladığı oyunu Cüneyd’e haber verdiğini düşünüyorum. Zeynep’in planı sayesinde Feyza‘nin, Zeynep’e iftira attığı ortaya çıktı. Bu konuşma, Zeynep’i temize çıkardı ve Cüneyd için de çile döneminin sonu oldu. Cüneyd, kimseye kolay güven duymayan biri. Zeynep’in zeki ve güçlü olduğuna ve mahremini koruyacağına emin oldu. Başta Cüneyd’e tuzak kuranların yemi iken, sonra onları yem etti.

Cüneyd, annesinin mezarı başında Zeynep’e annesinin eşarbını hediye etmek istedi. Fakat Zeynep, bu hediyeyi kabul etmedi. Hz. Ayşe’yi hatırlattı; iftiraya uğrayıp Peygamberimizin (SAV) güvenini sarsmakla suçlandığında ailesinin yanına gidip, doğruların çıkması için Allah’a sığınmıştı. Zeynep de benzer şekilde, güvenilmediği için kırılmış olduğunu ima etti. Cüneyd’den, iftara katılması halinde onu affedeceğini söyledi. Çünkü bu olay, Zeynep’i herkesin gözünde aklayacak ve itibarını geri kazandıracak bir hamle olacaktı.

 

Sadi Hüdayi, tarikatın zenginliğini ve nüfuzunu göstermek için görkemli bir sofra hazırlamıştı. Ama Cüneyd, gösterişten uzak bir şekilde tuz, biber ve ekmekten oluşan sade bir sofra kurdu ve asıl yemekleri yoksullara dağıttı. Bu, Zeynep’in Cüneyd’e “sen ne yersen, onlar da onu yer” sözünü hatırlattı. Cüneyd’in iftar konuşması çok etkileyiciydi. “Amcam sizlere mükellef bir sofra hazırlatmış ancak fani ne demek, yokluk demek. Size ikramımız yokluktur, sizin nasibinizde olana da her günü yokluk olanlar otursun. Allah vazgeçtiğiniz lokmaların sevabını size ulaştırsın.” Ramazan ve orucun anlamını hatırlatan çok güzel bir konuşmaydı.

Zeynep, sofrada kendisine “hanım anne” diye hitap edenlere saygıyla karşılık verdi, yani bu yeni konumu kabul etti, fakat büyüklerine saygısını da göstermeyi ihmal etmedi. Hasna’nın yerine Müyesser’i işaret ederek Hasna’ya da bir ceza verdi. Aslında mutfaktakilerin Zeynep’i sorması, Zeynep’in Fanilerde bir yer edinmeye başladığının ilk işaretiydi.

Son olarak, bölümde işlenen diğer konulara kısaca göz atarsak, Birgül’ün Arif tarafından yarı yolda bırakıldığı ve intikam almak için tekkeye döndüğünü anladık. Saç uzuyor ama gönül yarası geçmiyor dedi. Hedeflerine ulaşabilecek mi yoksa aşkı yeniden alevlenecek mi?

Komik Anlar: Hz. Davud’un orucu (bir gün oruç tutup bir gün tutmama) modası, Sadi Hüdayi Efendi’nin Levent’e Cüneyd için “Hocam, teraviye yetişecek mi? Peki yarın iftara?” diye sorduğunda Levent’in “Sadi Bey, siz böyle yaparsanız hiçbir yere yetişmez, pide mi bu?” çıkışı, Sadi Hüdayi’nin pumpkin latte deneyimi. Bu arada Erkan Avci bölümün neredeyse her yerindeydi. Gerçekten seyir zevki çok üst düzeyde bir oyuncu.

 

 

Meryem’in Rüyaları: Meryem sürekli aynı rüyayı görüyor. Sabahında Mürşit Efendi’ye anlattığı rüya bana Aesop masalını hatırlattı. Kurt, kuzuyu yakaladığında, bir güneş tutulması meydana gelir. Kurt, güneş tutulmasını Tanrı’nın bir işareti olarak yorumlar ve yaptığı hatadan dolayı pişman olur. Kuzuyu serbest bırakır ve bir daha ona asla zarar vermeyeceğine söz verir. Buradaki mesaj “Güçlü zayıfı her zaman yener, ama adalet her zaman yerini bulur.”

Nadire’nin sahneleri hala en sevmediğim sahneler. Oğlu Efe de artık dini kurallar çerçevesinde büyüyor. Efe’den Naim’e karşı ilerde bir hamle bekliyorum.

 

 

Müyesser’in Hasna’ya söylediği “olay evin dışına taşarsa bu kızın başına neler gelir onu senden iyi biliyorum” sözleri, Müyesser’in henüz öğrenmediğimiz geçmişi ile ilgili ipuçları veriyor.

Seçkin’in nereye kaybolduğunu anlamadık. Başhekim’in Levent’i iftar sofrasında görmesi ve “Oooo maşallah Levent hocam, yakında mescitte de görür müyüz sizi?” diye sorması, Levent’in “Görünmek için mescide gidenlerden değilim” demesi düşündürücü bir söz.

Fragmanlardan anladığımız 11. bölüm yeni karakterler, Feyza’nın zor anları ve Suavi’nin ötenazi konusunun ortaya çıkması ile heyecan ve gerilim dolu bir bölüm olacak gibi görünüyor.

Göz atmanızı öneririz: Kızıl Goncalar Bölüm Yorumları

 

 

 

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

2 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Beni Sen Tutuyorsun

Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Seni Sevdiğimi Gizlemiyorum

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Korkma, Korkarsan Kaybedersin

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

5 gün Önce

DEHA – Bu Dünya Gücü Gücüne Yetenlerin Dünyası

Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Özünü Görmek İsteyen

Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

2 hafta Önce