Fragmanının gözlerini doldurduğu birçok kişi gibi konuk yazarım Gözde de Kızım ‘dan vazgeçemeyenlerden…
Bu yazı bir dizinin neden çok sevildiğine dair… Ya sizin sevme nedenleriniz neler? Öncelikle keyifli okumalar ^^ Ardından da yorumlarda buluşalım mı?
Bazı dizileri seyredersiniz, çünkü iyi bir iştir ve o akşam vakit geçirmek için güzel bir seçenektir. Hatta kimi zaman kaçırsanız “Haftaya özeti seyrederim.” dersiniz, tekrarını yakalamanın peşine düşmezsiniz. Ama bazı diziler vardır ki aranızda görünmez bir bağ vardır sanki. O akşam zorunlu olmadıkça bir plan yapmazsınız, eğer yapar da diziyi kaçırırsanız en kısa zamanda seyretmek için can atar, yoğun bile olsanız fırsat yaratırsınız. Kızım da benim için bu sezon ikinci kategoriye giren dizilerden oldu. İlk bölümünü seyrettiğim andan beri vazgeçilmez dizilerim arasında yerini aldı.
Çekileceğini ilk duyduğumda merak ettiğim, ilk tanıtımını seyrettiğimde kesinlikle seyretmeye karar verdiğim, en yakın arkadaşımın bile tutup tutmayacağı ve günü konusundaki endişelerine rağmen hep olumlu düşündüğüm bir iş oldu. İlk bölüm çarşamba yayınlanacak denildi, “Muhakkak yayında kalacak bir reyting alır.” dedim. İkinci bölümün cuma yayınlanacağı söylendi, ben hemen “Daha iyi olacak.” dedim. Hislerimde yanılmadım ve Kızım cuma akşamlarının en sevilen işlerinden biri olarak yoluna devam ediyor.
Elbette bunun en önemli nedeni iyi bir senaryo. Dizinin orijinalini seyretmedim, ne kadar sadık kalınarak yazıldığını bilmiyorum; ama hikayenin ilerleyişinden, anlatım dilinden çok memnunum. En çok sevdiğim şey aynı bölümde hem kahkahalarla güldürürken, hem de hüngür hüngür ağlatabilmesi ve bunun hiç sırıtmıyor oluşu. Dizinin senaristlerinden Banu Kiremitçi Bozkurt Bizim Hikaye’nin ilk sezon senaristlerindendi ve orda da aynı anlatım dili çok iyi kullanılmıştı. Ne dram sahneleri ajitasyon için, ne de komedi sahneleri boş yere güldürmek için yazılıyor. Karakterler ve davranışları da o kadar gerçekçi yazılıyor ki seyrederken “Benim babam da böyle yapardı.” diyorum mesela çoğu kez. Bu da dizideki karakterlerle empati yapabilmeyi sağlıyor.
Senaryoyla ilgili sevdiğim bir diğer nokta ise dizinin ana odağında baba – kız ilişkisinin yer alışı. Evet, Demir – Candan ve Uğur – Sevgi‘nin kalpleri de birbirleri için atıyor, dizide bunu da görüyoruz ama bu ilişkiler asla Demir – Öykü ilişkisinin önüne geçmiyor. O kadar da tadında ve olması gerektiği hızla ilerliyor ki onların sahneleri hiç sıkılmıyor ve merakla takip ediyorum.
Dizilerimiz haliyle çok uzun ve bu kadar uzun bir işi seyretmek için yan karakterlerin ve hikayelerinin de iyi yazılması gerekiyor. Kızım’da Uğur’un annesi Hacı Anne’den, Öykü’nün sınıf arkadaşı Mertcan’a kadar tüm yan karakterlerin sahnelerini de zevkle seyrediyorum.
Ve tabii flashbackler. Yerli yerinde ve gerektiği kadar olan bu geriye dönüş sahneleri sayesinde karakterlerin en derinlerine inebiliyor ve onları daha iyi anlayabiliyoruz. Tüm karakterlerin neden böyle insanlar olduklarını, davranışlarının sebeplerini iyice anlayabiliyoruz.
Demir ile Öykü öyle güzel bir baba kız profili çiziyorlar ki her hafta onları seyrederken içim gidiyor. Ne yazık ki babamı on dokuz yaşımda kaybettim ben. Öykü’nün hastalığından dolayı onların çok daha erkenden ayrılacaklarını düşününce bu bir dizi bile olsa üzülmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Dizinin en başında Demir hapisten kurtulmak Öykü’yü yanına almıştı. Tek gayesi en kısa zamanda ondan kurtulup yurda vermek ve kaldığı yerden dolandırıcılık yapmaya devam etmekti. Zaten yalnızlığı seven, dağınık, hiç yemek yapmayan, evde masada gezen böceği bile umursamayan biriydi. (Iyk!) Ama zamanla Öykü, Demir’in içindeki iyi kalpli, sevgi dolu, naif, çalışkan adamı ortaya çıkardı. Demir, Öykü’yü o kadar kalpten seviyor ki başlarda zorla O’nunla vakit geçirirken şimdi buna can atıyor. Öykü’ye bakabilmek için hiç anlamadığı inşaat işçiliğinde çalıştı, iki kere kaza bile geçirdi. O’nun için yapmayacağı fedakarlık yok. Böceği umursamayan o adam şimdi Öykü’ye süslü karyolalar alan, O’na her sabah kahvaltıda süt ısıtan adam oldu. Kim istemez böyle bir babası olsun? Şimdi sırf işsiz kaldığı ve Öykü’nün pahalı ilaçları için yeniden dolandırıcılık yaptığı için bile O’na kızmak elimden gelmiyor. Yine de dizi bunun çok yanlış olduğunu, kötü bir meslek olduğunu bize vurguluyor.
Öykü için ise Demir’in yanına gitmek yalnız kalmamak demekti, yurda gitmemek demekti sadece. Şimdi ise öyle candan seviyor ki babasını; en çok O’na kırılıyor, en çok O’nsuz kalmak endişelendiriyor O’nu. Onlar ilk bölümlerdeki gibi evsiz kalıp çadırda bile yatabilirler, yeter ki birlikte olsunlar.
[wp_ad_camp_1]
Öykü’nün yıllar sonra ortaya çıkan annesi Asu soruyor bazen O’na “Neden bana anne demiyorsun?” diye. Çünkü henüz Öykü O’nlar birbirlerine kalpten bağlanmadı. Demir’e ise baba dedi, çünkü O’na artık kalpten bağlandığını hissetmişti ve bunun karşılıklı olduğunu da. (O sahne eminim hepimiz için dizinin unutulmaz sahnelerinde ilk sıralarda yer alıyor. ) Asu, ilk baktığınızda kötü bir anne. Kızını bebekken bir başkasına bırakıp yurt dışına gitmiş. Ama O’nunla bile empati yapabiliyorsunuz çünkü bunun nedenleri de bize gösteriliyor ve Asu’nun isterse değişebileceği de. Bir de Asu üzerinden alkol bağımlılığının ne kadar kötü olduğunu da gösteriyor dizi bize.
Elbette dizinin çok sevdiğim karakteri Candan’dan bahsetmemek olmaz. Demir’in ilk görüşte aşık olduğu; Öykü’yle daha ilk tanıştıkları gün aralarında bir abla – kardeş bağı hissettiren. Candan’ın veteriner olması, mahalledeki kediler ve kedi evleri ile sokak hayvanlarına farkındalık yaratılması da sevdiğim detaylardan.
Demir’le ikisini çok yakıştırıyorum. Aralarındaki dile gelmeyen duygular ve söylenen büyük yalanlara rağmen bu ilişkinin nasıl başlayacağı, nasıl ilerleyeceği de en merak ettiklerimden. CanDem ve Öykü’nün çok güzel bir aile olacağını düşünüyorum. Tıpkı Öykü’nün hayallerindeki gibi bir düğün bekliyor olmalı bizleri: Aşk, mutluluk ve sevgili köpüş Gece’li. ^^
Naif, kırılgan, yaralı Candan. İçindeki ölen kardeşine dair sevgiyi, özlemi hayvanlara vermiş. Yaşanan her şeye rağmen baba – kızın varlığı Candan’ın yaralarını sardı. Candan’ın sevgisi ve desteği ise onlar için bulunmaz bir şans oldu. Dizinin bu ayağında da yalanın ne kadar yanlış ve kötü olduğunu görüyoruz. Er ya da geç yalanların ortaya çıkacağını da bir kez daha anlıyoruz. Hiçbir ilişkinin, ister aşk olsun, ister baba – kız, yalanlar üzerinden yürümeyeceğini görüyoruz.
Dizide Öykü’nün okul hayatı sayesinde kendi çocukluk günlerine dönmeyen var mı aranızda? Hepimizin muhakkak Mertcan gibi beğendiği biri olmuştur. Eminim çoğumuz aşkı ilk defa ilk okul sıralarında hissetmiştir. Ya da İlayda gibi sizi bir sebeple kıskanan bir arkadaşınız hiç olmadı mı? Benim bu yüzden ilk okul birinci sınıftan kalma bir yara izim var mesela alnımda. ^^ Onların sahnelerini seyrederken o yılların kaygısız, çok daha mutlu günlerini özlüyorum zaman zaman. Öykü’nün babasına İlayda’yı şikayet etmesi de, Demir’in Mertcan’ı Öykü’den kıskanması da beni o günlerime götürüyor.
Ve Kızım’da her dizinin olmazsa olmazı bir kötümüz de mevcut: Cemal. Zaten bir dizide hayat sadece finalde güllük gülistanlık olabilir. O ana kadar kötüler mutluluklarına engel olmaya çalışmazsa olmaz. Cemal de Demir ile Öykü’nün bayıldığımız ilişkisini bozmak için elinden geleni ardına koymuyor. Elbette her bölüm O’na sövmeden ekran başından kalkamıyoruz.
[wp_ad_camp_1]
Elbette senaryoda karakterler ve hikayeleri ne kadar iyi yazılırsa yazılsın onları oynayan iyi bir oyuncu olmazsa olmaz. Demir’i oynayan Buğra Gülsoy ve Öykü’yü oynayan Beren Gökyıldız başta olmak üzere tüm oyuncular rollerinin hakkını sonuna kadar veriyorlar. Yılbaşı gecesi O Ses Türkiye’de Beren Gökyıldız’ı seyrederken O’nu Öykü gibi görüp duygulandım, gözlerim doldu. Buğra Gülsoy – Beren Gökyıldız uyumu ekrandan bize geçiyor. Çift ödülleri sadece aşık oynayanlara verilmese en iyi çift ödülü alabilecek kadar iyi bir çift onlar. Serhat Teoman’ın imajı ve karizması oyun gücüyle birleşince çok iyi bir kötü adam portresi seyrettiriyor bize. Kesinlikle en ufak rolde bile imaj ve oyunculuk olarak göze batan tek bir oyuncu yok. Bu da cast direktörü, yapım ve yönetmenin başarısı. Üstelik dizinin karakter sayısı birçok diziye göre çok az olmasına rağmen bu seyir zevkinde en ufak bir sıkıntıya sebep olmuyor. Bu, normalde bir dizinin yayından kalkma sebebi bile olabiliyorken Kızım için asla böyle bir risk teşkil etmiyor. Bu da dizinin artılarından.
Dizinin müzikleri de zaman zaman o kadar hüzünlü, zaman zamansa bir çocuk şarkısı kadar keyifli. Diziyle tam bir bütünlük içindeler. Özel olarak hazırlanmayanlar bile sırıtmıyor. Mekanlar dizi için özel havasında değil, sanki gerçek hayatımızda bulunduğumuz yerler.
Son olarak bir dizinin ya da filmin içindeki tüm bu olumlu ve güzel şeylerin bize ulaşmasındaki en büyük pay sahibi yönetmen Gökçen Usta’dan bahsetmek istiyorum. Rejisindeki sade anlatım diliyle anlatılan hikaye en iyi şekilde geçiyor bize. Bu kadar tatlı ve naif bir öykü en iyi böyle anlatılabilirdi. Ekibiyle ve oyuncularıyla da çok uyumlu çalıştığı da apaçık. Kesinlikle Gökçen Usta bu dizinin şanslarından. Bundan evvelki işlerini hiç seyretmedim ama ilerdeki işlerinin muhakkak takipçisi olacağım.
Kızım özel kanallardaki tüm diğer diziler gibi yılbaşı sonrası uzun bir ara ermek zorunda kaldı. Bu ara sonrası yine çok seveceğim bölümlerle bizlerle olmaya devam edecektir eminim. Sevgiyle kalın.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.