Kategori: İzledimMaraşlı

MARAŞLI – Geçmişin Hatıraları Deler Geçer Yüreğini

Maraşlı bir hafta daha hak ettiği reytingleri alamadı, üzdü… Total’de 5,05 reytingle 2. AB’de 3,55 reytingle 3. ABC1’de 4,08 reytingle 4.oldu. Maraşlı gün değişikliği de üzdü. Ama en çok üzen de  Maraşlı final olacak mı? Maraşlı final tarihi ne zaman? sorularının yanıtını duymak. Maraşlı son üç bölüm…

Bölüm yazısı konuk yazar Gözde‘den… Keyifli okumalar ^^

 

“Öyle bir yerdeyim ki

ne karanfil ne kurbağa

Bir yanım mavi yosun

Dalgalanır sularda

Dostum dostum

Güzel dostum

Bu ne beter çizgidir bu

Bu ne çıldırtan denge

Yaprak döker bir yanımız

Bir yanımız bahar bahçe”

 

Hasan Hüseyin Korkmazgil

 

Maraşlı’nın bu bölümünden sonra kendine gelebilen var mı? Bölüm yayınlanalı kaç gün oldu, ama gördüğüm her paylaşımda tekrar acı kaplıyor içimi. Bu dizi resmen yüreklerimizi dağlamaya ant içmiş. Her bölümde senaristlerimiz dramın dozunu katlanarak arttırıyorlar. Buna muhteşem oyunculuklar da eklenince gözyaşlarımızın sel oluyor. Doğruyu söylemek gerekirse böyle kaliteli dram seyretmekten bir şikayetim yok. Maraşlı eğrisiyle doğrusuyla uzun zamandır seyrettiğim en iyi işlerden biri ve inanıyorum ki ondan yıllar sonra bile övgüyle söz edilecek.

 

 

Geçtiğimiz bölümü Maraşlı ile babası Hurdacı’nın yıllar sonra ilk kez karşılaştığı anda bırakmıştık. Maraşlı’nın gözleri dolsa da kontrolünü kaybedecek gibi hissettirse de güçlü duruşunu bozmayışı, hatta kendini kaybedip Mehmet gibi şivesiz konuşmayışı dikkat çekiciydi. Geçmişte yaptıkları yetmezmiş gibi bir de şimdi kendisini öldürmek isteyen babasına karşı kendi gerçeğini, Mehmet olduğunu inkar ediyordu. Evden kaçacak, geçmişini yaşanmamış saymak için görev için kullandığı kimliğine sığınacak kadar çok şey çekmiş birinin bu karşılaşmada daha fazla dağılacağını düşünmüştüm. Ama bu geçmişi geride bırakıp soğukkanlı bir istihbaratçı olmuş, iyi bir baba olabilmiş bir adamın dimdik ayakta durabilmesini de normal karşıladım. Eğer Kadir gelip onun Hurdacı’yı önüne katıp götürdüğünü görmese ve arkadan vurarak onu bayıltmasa Maraşlı babasını gözünü kırpmadan öldürürdü. Kızı için duyduğu intikam duygusu baskın olduğu için baba katili olması kaçınılmazdı.

Hurdacı’nın ne kadar kalpsiz, sevgisiz bir adam olduğu bu bölümde iyice ortaya çıktı. Geçmişte yaşadıklarından en ufak bir ders bile almamış, pişman olmamış bir adam.  “Oğlum, evladım, Mehmet’im.” deyip dursa kaç yazar? Baygın adamı çocukluğunun geçtiği, kaçarak ayrıldığı evlerine bıraktırmak da nedir? Geçmişi hatırlatınca eline ne geçecek? Seni hatırlayınca “Babacığım.” deyip boynuna mı sarılacak? Aksine gelip seni öldürecek olmasın? Hurdacı Savaş’a manyak deyip duruyor ama kim daha manyak tartışılır. Hurdacı, Savcı Tolga’nın karşısında istediği kadar şirinlikler yapsın, Savaş da mükemmel espriler yapıp dursun, ikisi de salt kötü.

 

Geçmişin hatıraları

 

Maraşlı’nın bırakıldığı eski evinde geçmişe gittiği anlar beni mahvetti. Yazı için bile tekrar seyretmesi çok zor sahneler. Resmen seyrederken duygulanmaktan insanın ruhu daralıyor. Lütfen her yazıda aynı şeyi yazıyorsunuz demeyin ama Burak Deniz’e muhteşem oyunculuğu için övgüler düzmezsem olmaz. Bir insan hatırladığı geçmişin sanki içindeymiş gibi, o anları yaşıyormuş gibi nasıl hissettirebilir böyle? Sanki zamanda yolculuk yapılan arabaya binip oraya gitmiş de o gün, o dakikalarda olan biteni seyrediyor gibiydi. Burak Deniz muhteşem bir oyuncu. Yapımcılar kapısında kuyruk olmalı. Gelen tekliflerden de görüyoruz ki cevheri keşfedilmeye başlanmış.

Seyrettiğimiz sahnelerde çocuk Mehmet’e, kardeşi İsmail’e, annelerine ayrı ayrı üzüldüm, Hurdacı’ya lanet okudum. Bu sahneler daha önce çokça seyrettiğimiz aile içi şiddet sahneleriydi ama bir fark vardı. Burak Deniz yetişkin Mehmet’i o kadar muazzam oynuyordu ki gördüklerim daha önce gördüğüm çoğu sahneden daha çok etkiledi beni. Maraşlı o evde olduğunu anlayıp geçmişin kokusunu içine çekince hemen o günlere ait en güzel şeyin sesi gelmeye başladı kulaklarına: Biricik kardeşi İsmail. Kumral, tertemiz yüzlü, tatlı mı tatlı bir erkek çocuk. Maraşlı’nın İsmail’in sesini duyar duymaz tüm benliğiyle irkilmesi, kendini kaybedip yere düşmesi, daha o andan hem çok büyük bir sevgi hem çok büyük bir travması olduğunu hissettirdi bize.

Sırtındaki yaraların kemerle dövülmek yüzünden olduğunu öğrendik. 2. Bölümde askeri operasyon yüzünden yaralı diye üzülmüştüm ben de Mahur gibi, gerçek çok daha ağır geldi, mahvetti beni. Acaba o yaralar en lanet günlerini hatırlattığı için mi Celal rolüne hazırlanırken “Yarası mı olsa mesela?” dediğinde sesi alaycıydı? Hurdacı’nın onu kemerle dövdüğü günü hatırlayınca her kemer vurulma sesinde Maraşlı’nın sanki şu an sırtına vuruluyormuş gibi hissetmesi, daha çok ağlaması, korkudan sinmesi muazzam bir mizansendi. Gördüklerimden sonra Mehmet’in on üç yaşında o evden kaçmak istemesine hak verdim. Kim olsa kaçıp umuda yolculuk etmek ister.

 

 

Elbette Maraşlı bir kez daha Hurdacı ile yüzleşmeye gidecekti. Hele hatırladıklarından, ona olan öfkesi katlandıktan sonra bu yüzleşme kaçınılmazdı. Hurdacı’nın oğlunun ölüm emrini vermekten, torununun vurulup çok uzun bir süre konuşamayışından zerre rahatsızlık duymayıp bunu küçük teferruat olarak görmesi beni kendisinden bir kez daha tiksindirdi. Bu ikinci yüzleşmede çocukluğuna dair bir gerçeği daha öğrendik. Aile travması besbelli bu olayla iyice tavan yapmış.

 

Maraşlı’nın Rüyasında Gördüğü Geyiğin Sırrı Çözüldü : Maraşlı Kardeşi İsmail’i mi Öldürdü?

 

Ah İsmail…

 

Çocuk Mehmet’in evden ilk kaçma girişiminde yanında o evden kurtarmak istediği İsmail de varmış. Onları takip eden Hurdacı’ya yakalanmamak için saatlerce ormanda koşmuşlar. Tıpkı Maraşlı’nın Mahur’un kollarında uyurken gördüğü rüyadaki gibiymiş her şey. Rüyasında ölen geyik meğer İsmail’i temsil ediyormuş. Çocuk Mehmet istemeden, kazayla İsmail’in başını taşa çarpmasına sebep olmuş. Ben geyiğin hep Maraşlı’nın kendisini temsil ettiğini düşünmüştüm. Meğer geyik İsmail’in yansımasıymış. Çünkü geyik İsmail’in çocukken en sevdiği, oyuncağını elinden düşürmediği hayvanmış. Ormandayken acaba geyik görür miyiz diye merak ediyormuş. Mehmet, İsmail’in öldüğünü düşündüğü ilk an ormanda geyik hayali görmeye başlamış. E insan öldürdüğü kardeşini temsil eden geyiği rüyalarında veya çok üzüldüğü anlarda görünce doğal olarak hüzün hisseder. Çünkü geyik ona ömrü boyunca unutamadığı o anı, derin bir vicdan azabını hatırlatıyor. Rüyaların ormanda geçmesi de İsmail’in başına gelenlerin ormanda yaşanmasındanmış. Sonralardan yavaş yavaş rüyalarda geyiğin yerini Mahur’un alması da kaybetme korkusunun Mahur’da yoğunlaşmasından kaynaklanıyor olmalı.

Sizce bu ölüm çocuk Mehmet mi, yoksa Hurdacı yüzünden mi olmuş? Ben Maraşlı gibi İsmail’in Hurdacı yüzünden öldüğünü düşünüyorum. Olaya baktığımızda bu bir kaza. Mehmet, İsmail’i omuzundan yere indirirken gerçekleşmiş. Bir de İsmail’i onunla kaçması için bir zorlama da söz konusu değil, İsmail de o evden uzaklaşmayı istemiş. Maraşlı, bu gerçeği de hatırladıktan sonra babasının karşısında sonunda kontrolü tamamen Maraşlı’ya bıraktı, çünkü yine gerçeği inkar yolunu seçti. Kardeşinin ölümüne dolaylı da olsa sebep olduğunu inkardı bu. Beklediğim gibi bu defa da Hurdacı’yı öldürmeye yeltendi ama Savaş’ın adamlarının mekanı basmasıyla mevzu yarım kaldı. Hurdacı şimdilik paçayı kurtardı ama bakalım ne zaman ve kimin eline düşüp ölecek? Ben ölümünün Savaş’ın elinden olmasından yanayım, Maraşlı’nın -iğrenç bir adam da olsa- baba katili olmasını asla istemiyorum. Onun Nevzat’a Hurdacı ile karşılaştığını söylemesini de çok iyi anlayabiliyorum. İnsanın kendisini öldürmek isteyen kişinin babası olduğunu öğrenmesi çocukluk travmaları olmasa bile çok ağır zaten.

Mehmet, çocukluğunda o kadar acı çekmiş ki Celal’i yaratırken ona bambaşka, kendisininkinin tam tersi mutlu bir çocukluk yazmış. Celal’i olmak istediği adam olarak, hayallerindeki adam olarak kurgulamış. Çocukluk oyuncağına benzer bir arabayı Celal’in arabası yapmış. Celal bir nevi onun çocukluğunun güzel, temiz yönlerini temsil ediyor. Ona görev icabı başka bir adama dönüştüğü için kızmıştım, ama görevi bahane ettiğini anladığımdan beri sadece acıyorum, ona sarılıp yaralarını hafifletmek istiyorum. Celal’i yaratırken sevmediği babasının değil, annesinin memleketi Kahramanmaraş’ı seçmesi de babasının soyundan gelmeyi inkar amaçlıymış. Mahur’u seven adamın sadece Celal olabileceğini düşünmesi de yine geçmişinden kaynaklı. Mehmet’in kimseyi sevemeyeceğini, sevilmeye hakkı olmadığını düşünmüş.

 

“Çocukluğum güzeldi. Annem babam iyi insanlardı. Babam dövmezdi, anneme bir kere bile sesini yükselttiğini hatırlamam.” 

 

Unutmadan aklıma takılan bir şey var: Maraşlı bu travmalarla dolu geçmişiyle nasıl istihbarata girebilmiş? Psikolojik değerlendirmelerden nasıl olumlu sonuç alınmış? Bence Hilal’in görüştüğü Başkan önayak olmuştur. Maraşlı’nın istihbarat için önemli olması için mutlaka ona çok kıymet veren ve gönül bağı olan üstleri olmalı.

Hilal’in Maraşlı için psikiyatra gidip tavsiye alması geç kalmış doğru bir davranış. Ama keşke başta rutin olarak kontrolleri yapılsaydı. Hilal, Maraşlı’nın bu durumunu sadece göreve bağlıyor. Demek ki onca yıllık evliliğe rağmen ailevi travmaları hakkında pek bir şey bilmiyor. Belki daha hafifletilmiş bir şekilde dayaktan falan haberdardır ancak İsmail’in ölümünü bildiğini sanmıyorum.

Acaba Maraşlı’nın annesi hala hayatta mı? İsmail kurtuldu mu, yaşıyor mu? Yaşıyorsa Maraşlı onun yaşadığını bilmiyor olmalı. İsmail yaşıyorsa kim olabileceğine dair anketlere rastladım. Ancak şu an dizideki kimse İsmail olamaz. Ben yaşıyor olmasını isterdim. Çünkü bu Maraşlı’nın kimlik karmaşası yaşamasını durdurabilir, Celal olma isteğini devre dışı bırakabilmesine yardımcı olabilir.

Maraşlı’nın çocukluğunu oynayan Arda Canikoğlu’nun ve İsmail’i oynayan Can Aydın’ın performanslarını çok beğendim. Çocuk Mehmet’in de Burak Deniz gibi uzun kirpikli olmasına dikkat edilmesi de gözümden kaçmadı. Dizinin içinde kullanılan müzikleri seçen kişiyi de tebrik etmek isterim, her seferinde nokta atışı şarkılar seçiyor. Maraşlı’nın geçmişini hatırladığı sahnelerde, Öyle Bir Yerdeyim şarkısıyla acımız katmerlendi.

Mahur, Zeliş sayesinde Maraşlı’nın aslında Mehmet İnce olduğunu öğrenecek diye bekliyordum, yine yanıldım. Zeliş de maşallah evlenmelerini istememe gerekçesi olarak öyle güzel bir bahane uydurdu ki inanmamak imkansız. Ebeveynleri boşanmış çoğu çocuk, cici anne adayını sevse de anne ve babasının yeniden bir araya gelmesini ister. Eğer anne ve babası Hilal ve Maraşlı gibi birbiriyle kanlı bıçaklı değilse bu olağan bir durumdur. Zeliş de Mahur’a bunu istediğini, umduğunu söyledi. Mahur’un onu anlayışla karşılaması, hak vermesi, içinde bir yerler paramparça olurken yine de şefkatle onu sarmalaması anlamlıydı. Zeliş böyle düşünüyor diye onu sevmekten hiç vazgeçilir mi?

 

 

Bu bölüm MahCel sahneleri süre olarak çok azdı. Sahneleri istediği kadar doyurucu olsun başrol çifte bu kadar az sahne yazılmamalı. Bölüm 2 saat ise en az 40 dakika onları yan yana görebilmeliyiz. İlk bölümlerde ne kadar çok sahneleri var diye seviniyorduk, resmen nazar değdi çiftime… Ancak seyrettiğim sahneler gerçekten güzeldi bunu da belirtmeliyim. Hava şartlarının da sahneye estetik açıdan güzelleştirdiği gerçek. Yağan yağmur nedeniyle ellerinde şemsiye tuttukları için birbirlerine mesafeli durmak zorunda kaldılar. Aralarındaki görünmez mesafe şemsiyelerden kaynaklı gibi yansıdı ekrana. Mahur’un Maraşlı’nın kötü durumda olduğu anlayıp neyi olduğunu sorması ve anlatmak istemediğinde onu sıkboğaz etmemesi beni rahatsız etmedi. Maraşlı’yı tanıyor, istemezse yalvarsan bir şey anlatmaz ki. Mahur’un Maraşlı’nın evlilik teklifini reddetmesi de bence bugüne kadar yaptığı en doğru şeylerden biriydi. Zeliş’in söylediklerinden sonra kabul etmek doğru olmazdı.

 

 

Sahnenin devamında Güneş açması aslında tesadüf de olsa onlar için de sahnenin devamının daha olumlu devam etmesiyle paralellik taşıyordu. Mahur’un Hilal ile ilgili imalı sorusuna ne güzel cevap verdin be Maraşlı. Hatırlarsanız 9. Bölümde ses kaydı alırken ”Onunla birlikte Dünya’nın en güzel gözleri de gitti.” demişti. Mahur’un gözlerinin yeşilini bu cümleye uygun öyle güzel tarif etti ki, dizideki repliklere bir kez daha hayran kaldım.

 

Maraşlı: “Çünkü benim gönlüm başkasında.”

Mahur: “Öyle mi?”

Maraşlı: “Öyle.”

Mahur: “Kimde peki?”

Maraşlı: “Güzeller güzeli bir bayan.”

Mahur: “Nasıl biri?”

Maraşlı: “Mesela gözlerinin rengini anlatmaya kelime yok. Yok öyle bir ton.”

Mahur: “Yakut yeşili belki?”

Maraşlı: “Yakut çok canlı. Biraz daha silik, hüzünlü bir yeşil.”

Mahur: “Pastel?”

Maraşlı: “O da değil. Şöyle düşün. Böyle uçsuz bucaksız bir deniz düşün. Sana masmavi görünür, arada yeşile çalar. O maviden yeşile dönerkenki renk var ya, o renk işte.”

 

Açıkçası Zeliş’in söylediklerinden sonra “Mahur Maraşlı’dan ayrılır mı?” diye endişe etmiştim ancak onun ayrılığı asla düşünmediğini duymak iyi geldi. Her an yanında olmak istediği adamın biricik kızı tarafından evliliğin onaylanmıyor olmasının yarattığı acının ne denli yakıcı olabileceğini bu sözlerle bir kez daha hissettirdi.

 

Maraşlı: “İçimden bir ses benden uzaklaşmak istediğini söylüyor.”

Mahur: “İçimizdeki sesleri dinlememiz gerektiğini öğrendik bence.”

Mahur: “Böyle elimde olsa cebinde falan yaşamak isterdim.”

Maraşlı: “Zaten gönlümün içinde yaşıyorsun ya.”

 

Ben Zeliş için çok üzülüyorum. Konuşmayınca, pek mimik yapmayınca ne hissettiğini anlamıyorduk, konuşamadığı için üzülüyordum. Şimdi ise o üzüldükçe ben daha çok üzülüyorum. Çocuk haklı olarak babasını kaybedeceğinden korkuyor. Babası hep o garip konuşan, başka zevkleri olan bir adam olarak kalacak diye endişe duyuyor ki haksız değil. Maraşlı, geçmişteki hatıralarını hatırladıktan sonra iyice kendinden kaçar hale geldi ve hafıza kaybı da yaşamaya başladı. Zeliş’in yanında, Mahur gibi onu Celal olarak tanıyan kimse yokken onunla Mehmet gibi konuşması gerektiğini unuttu, Celal gibi konuştu ve bunun farkında bile değildi. Kontrolünü Maraşlı’ya bıraktığını Hilal tokat atmasa anlayamazdı. Zeliş’e olması gerektiği gibi davrandığını, normal davrandığını sanıp ona yaklaşmak için sıkboğaz etmeye bile kalktı. Maraşlı’nın durumu gittikçe çok daha tehlikeli bir hal alıyor ve öyle psikiyatra seanslara gidip gelmekle değil, ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde yatarak tedavi olması gerekli gibi duruyor.

 

 

Savaş maşallah bu bölüm önüne geleni öldürmeye ant içmiş gibiydi. İstanbul’un tek kralı olmak istiyor şemsiyeli manyak. ^^ Zaten Savaş’ın önce Necati’den şimdi de Hurdacı’dan emir alması mizacına aykırıydı, resmen bu duruma sabreden bir hali vardı. Hurdacı ile arasının açılması onun için fırsat oldu.

Birkaç kez Savaş’ın adamlarının yetersizliğinden, her defasında bu yüzden Maraşlı’yı yenemediğinden bahsetmiştim. Aklın yolu bir, Savaş yeni adamlar kiraladı kendine. Adamlar gerçekten işlerinde iyi ama Maraşlı ile karşı karşıya geldikleri ilk seferde onu etkisiz hale getiremediler. Zaten Maraşlı bu bölüm o kadar hırpalandı ki bir de bu adamların onu etkisiz hale getirmesine katlanamazdım. Önüne gelen adama vurdu, itip kaktı ya…

Savaş’ın birdenbire gelişen Mehmet İnce merakı ve onun kim olduğunu anlamaya çalışması anormal değil. Sonuçta o Hurdacı’nın öldürmek istediği ve besbelli önemsediği iyi bir istihbaratçı, yani Savaş için de potansiyel tehlike. Savaş’ın Nevzat’taki Mehmet İnce olamama potansiyelini görüp onu teste tabii tutması ve onun Mehmet olmadığından emin olduktan sonra Maraşlı’dan şüphelenmesi mantıklı. Çünkü Nevzat, Maraşlı’yla birlikte çalışıyordu. Lütfen Savaş Mehmet’in İstanbul Türkçesini duymadan birinden birine ölüp gitmesin. O bayıldığını aksanın rol gereği olduğunu duymalı. Mehmet’e daha çok hayran olmalı. ^^

 

Bir kez daha sevdiğini koruyamamak…

 

Fuad’ın altından bir şey çıkmayacağını, misyonunun kendini yapayalnız hisseden Maraşlı’nın ihtiyacı olan dostluğu sağlamak olduğunu hep dile getirmiştim. Fuad, Maraşlı’nın sırrını ölmek pahasına Savaş’a söylemeyerek dostluğunu ispatlamış oldu. Can borcu olan adam için canını hiçe saydı. Keşke bu ölüm Dilara’nın gözlerinin önünde gerçekleşmeseydi. Savaş’ın alıştığımız klişelerin aksine Fuad’ı Dilara’nın ölümüyle değil, Dilara’nın onun ölümüne tanık olmasıyla tehdidi de Maraşlı dizisinin farkı oldu. Ben bu sahnelerde Burcu Karakaya’nın performansını beğendim.

Mehmet, besbelli zamanında geçmişini, çocukluğunu, yaşadıklarını ve yaşattıklarını reddetmiş; şimdi de Fuad’ın ölümüne sebep olduğunu reddetti. Reddetmek için de ikinci kimliği olan Maraşlı Celal Kün’e sığındı. Sen “Ben Mehmet İnce değilim.” deyince istemeden de olsa neden oldukların hayatından silinmiyor be Mehmet’im. Sadece sen gerçeği bir köşeye bırakıp üzerini örtüyorsun ta ki bir nedenle onu yeniden hatırlayana kadar.

Dilara şimdi Maraşlı’nın sırrını söylemediği için babasını kaybettiği için Maraşlı’ya çok tepkili. Eğer yanıp bitecek kadar aşıksa zamanla içi soğuyabilir. Şimdi Maraşlı ilk anda oradan uzaklaştı ancak ortalık sakinleyince Dilara’nın yanına emanetine sahip çıkmaya gelecektir. (Yazar notu: Gelme!)

 

Karizmam çizilmeden saniyeler önce

 

Savaş’ın peşindeki Tolga’dan sonsuza dek kurtulmak için adamlarını üzerine salıp arabasını taratması güzel plandı ama ne yazık ki adamlar salaktı. İnsan kontrol etmez mi vurulduktan sonra yoldaki dubalara çarpan adam yaşıyor mu yaşamıyor mu diye?

Ecem böyle yazıldığında, Mahur ile gerçekten empati yapıp ona doğru tavsiyeler verdiğinde onu seviyorum. Mahur’a Hilal ile konuşmasını tavsiye etmesi de çok yerindeydi. Sonuçta Mahur bu adamı seviyor, onu böyle kabul ediyorken Ecem’e de bu durumu kabullenip arkadaşının yanında olmak düşer.

 

Mahur, Hilal’in evini nereden buldu diye sormayıp onların ekranlarda görmeye alışık olmadığımız güzel sahnesine odaklanalım. Sonuçta Mahur, Maraşlı ile evlendiğinde ikisinin Zeliş için bir araya geldikleri zamanlar olacak, o yüzden böyle iki medeni insan olarak konuşabilmeleri çok kıymetli. Hilal’in Maraşlı’ya hala aşık, onu Mahur’dan kıskanan, Mahur’u üzmek isteyen kadından, eski eşinin şimdiki hayatına saygı duyan, onu önemseyen kadına evrilmesi çok yerinde oldu. Belki de bizler onun görev için Mahur’a davranış şeklini yanlış yorumladık. Yalnız erkek arkadaşını görene kadar içimden bir ses hep “Acaba yalan mı söylüyor?” diyordu.  Bölüm başlayana kadar “Hilal acaba Mahur’a Zeliş’in söylediklerine paralel şeyler söyler mi? diye endişeliydim. Hatta Mahur’un Maraşlı’nın gerçek kimliği hakkında şüpheye düşebileceği şeyler söyleyeceği ihtimali de yüksekti benim için. Ancak Hilal üzerine vazife olmayan bir şeyi yapmadı ve birbirine gerçekten aşık olduğunu düşündüğü iki insanın bir araya gelmesi için Mahur’u ikna etti.

 

 

Mahur, Maraşlı’ya romantik bir sürpriz hazırlamak için dağ evine gitti. Peki evin anahtarını nereden buldu? Bunu da önemsemeyip sahnenin tadını çıkarmayı seçiyorum. 3. Bölüm’de Maraşlı’nın sözünü dinlemeyip camı kırarak kaçtığı o eve kendi isteğiyle güle oynaya geldi. Dağ evi Mahur’un da sesli mesajında söylediği gibi her şeyin başladığı yer. MahCel için de bizim için de kıymeti büyük. Mahur sevdiği adama romantik bir akşam için sofra kurmuş. Yalnız sömelek köfte, mumbar dolma seven adama peynir tabağı hazırlamak da pek olmamış ama neyse. ^^ Mahur’un giydiği tulumun Maraşlı’nın sevdiği gözlerinin rengine yakın olması güzel bir detaydı, sofra da çok güzeldi tabii dışarıda Savaş’ın adamları olmasaydı…

 

Mahur: “Celal dur. Bak ben kaçmaktan çok yoruldum artık. O yüzden söyleyeceğimi söylemeden hiçbir yere gitmiyorum.”

Maraşlı: “Tamam, söyle o zaman.”

Mahur: “Evet. Sonsuza dek evet.”

 

Mahur’un, Maraşlı’nın Savaş peşlerinde olduğu için çıkmaları gerektiğini söylemesine rağmen aldığı kararı söylemek istemesini sevdim. Resmen “Seninle her şeye varım, öleceksek birlikte ölelim.” demiş oldu. Bölüm MahCel öpüşürken evin camları kurşunlarla patladığı anda son buldu. Böyle bir durumda Maraşlı’nın öpüşmeyi bırakmaması, yere yat dememesi çok garip olsa da estetik açıdan sahne çok güzeldi. Durum bana Ahmet Kaya’nın bir şarkısındaki “Şehirlere bombalar yağardı her gece, biz durmadan sevişirdik.” sözlerini hatırlattı.

Bakalım Mahur ve Maraşlı, Savaş’ın adamlarının elinden nasıl kurtulacak? Maraşlı evlilik teklifini kabul ettiği adamın gerçek kimliğini, Mehmet İnce olduğunu yeni bölümde öğrenebilecek mi? Mahur, sevdiği adamı bu gerçekle de kabul edip onun yaralarını iyileştirebilecek mi? Yoksa Maraşlı’nın aklına gelen başına mı gelecek?

 

“Bu aşk bize yâr olmazsa, dünya cehennem olur bize.”

 

Ben Maraşlı’nın, Mehmet olarak yeniden sevdiklerine zarar gelmesinden sonra Celal olarak kalmayı seçtiğini ve Mahur’a gerçeği hiç söylemeyebileceğini düşünüyorum. Sultanahmet’te oturup düşündüğü sahne, Ayasofya gibi kimlik çatışmasını temsil eden bir mekana bakıyor olması ve o gecenin ardından ertesi gün Hurdacı’ya üstüne basa basa “Sen hala anlayamadın galiba gardaş. Ben Mehmet değilim, Celal Kün’üm. Celal Kün.” demesi boşuna değildi.

Emeği geçen herkesin ellerine sağlık. Peki sizler bu bölümü nasıl buldunuz?

Göz atmanızı öneririz: Maraşlı Bölüm Yorumları

 

 

 

Aslı

Disqus Comments Loading...

Son Yazılar

DEHA – Bu Savaşın Bir Kazanı Olacak mı?

Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

16 saat Önce

YALI ÇAPKINI – Rüya

Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine  PSİKOLOGROZA…

4 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Beni Sen Tutuyorsun

Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…

6 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Seni Sevdiğimi Gizlemiyorum

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…

7 gün Önce

YALI ÇAPKINI – Korkma, Korkarsan Kaybedersin

Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine  PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.

1 hafta Önce

DEHA – Bu Dünya Gücü Gücüne Yetenlerin Dünyası

Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.

1 hafta Önce