Maraşlı final… Mükemmel bir senaryo, mükemmel bir uyum ve mükemmel kurgusal karakterlere 26. Bölüm ile veda ettik. Son bölüm yazısı konuk yazar Gözde‘den… Keyifli okumalar ^^
“Ölüm bazen sadece yeni bir başlangıçtır.”
11 Ocak 2021 Pazartesi akşamı hayatımıza giren ve ilk bölümden bugüne hiç usanmadan, büyük bir zevkle yazdığım Maraşlı bölüm izlenimlerinin sonuncusu geldi çattı. Çok sevdiğim Maraşlı’ya veda etmek, son bir yazı yazmak benim için oldukça zor. Ama her son yeni bir başlangıç değil midir? Tıpkı finalde Mahur ve Mehmet için yeni bir başlangıca yol alışımız gibi. O yüzden 26 bölümdür zaman zaman kusurları olsa da Maraşlı çok özel bir iş olarak hafızamda yerini aldı. Ethem Özışık, Ercan Uğur ve diğer senaristlerimiz keşke diziyi arzu ettikleri şekilde yazabilmiş olsalardı ve biz daha mükemmel bir iş seyredebilseydik. Yine de şu haliyle bile Maraşlı nadide bir inci gibi parlıyor ve yıllar geçtikçe değerleneceğinden hiç şüphem yok. Başta Burak Deniz olmak üzere, Alina Boz, Serhat Kılıç, Saygın Soysal’ın performanslarını hiç unutmayacağım ve ileriki işlerinde de takipçileri olacağım. Yazılarımı okuyan, paylaşan, olumlu veya olumsuz yorumlarını esirgemeyen, bazen karşıt fikirde olsa da bir şekilde orta yolu bulduğum tüm okuyucularıma çok teşekkürler.
Bölümü Burak Deniz’in İtalya’ya gitmek zorunda olmasından dolayı normalden hızlı çektikleri ve erken finalden dolayı senaryoda olabilecek eksiklerden dolayı yüksek bir toleransla seyrettim ve bence erken bir final için olabildiğince başarılı buldum. Evet yarım kalan şeyler oldu hikayemizde ancak ben bu finalden tatmin oldum.
Geçtiğimiz bölümü Mahur’un istihbarat ile iş birliği yapması sonucu Maraşlı’yı tedavi olabilmesi için onlara yakalatmasıyla noktalamıştık. Maraşlı, Mahur için içi kan ağlasa da bu gerçeği kabul etti ve gitti. Tabii ki tedavi süreci boyunca görüşmeleri mümkün olmayacaktı. Ancak Tolga’nın bitmeyen şüpheleri Maraşlı’nın kliniğe sevk edilirken kaçmasına ve beklenenin aksine ona iyi gelenin Mahur olmasına neden oldu. Mahur’a Mehmet’in derinliklerindeki sırlarını anlatmak, ona kendini Mehmet olarak ifade edebilmek, Mehmet’in de ona aşık olduğunu kanıtlamak onun Maraşlı’ya sığınmasının yanlışlığını iyice anlamasına ve kendi olabilmesine vesile oldu.
“Mahur ne olur yardım et bana. Bak benim kimsem kalmadı. Ben kimim, kim olacağım bilmiyorum artık. Deli miyim, divane miyim, hasta mıyım, akıllı mıyım bilmiyorum. Böyle ver elini, çıkar beni bu karanlık kuyudan. Konuşacak kimsem yok benim.”
Maraşlı’nın Mahur’u Mehmet’in çocukluğunun geçtiği o eve götürmesi zaten bunu istediğinin ilk işaretiydi. Sadece Mehmet olarak kabul edilmemekten, sevilmemekten korkuyordu. Ona göre Mehmet sevilmeye layık değildi. Çünkü o kimi sevse herkes ona düşman oluyor, zarar görüyordu. Mehmet kendini lanetli görüyordu. Geçmişini anlatırken bile Maraşlı şivesiyle konuşmaya devam etti. Mahur aksini istediğini söylemese, rest çekmese buna devam da edecekti. Maraşlı eski karısı Hilal’e bile hiç anlatamadığı geçmişini Mahur’a açtı. Çünkü düştüğü kuyudan çıkabilmek için Mahur’un da onu bu geçmiş ile kabullenmesi gerekiyordu. Mahur, bunları yaşayan yaralı Mehmet’i sevmez, ona şifa olmaz sanıyordu. Onca acıdan sonra, bir de hala acıları taze Mehmet’i istemeyebilirdi. Mahur’u Maraşlı’nın sırtındaki yaraların operasyonda değil de çocukken babası tarafından kemerle dövülmek yüzünden olduğunu anlaması onu çok etkiledi bence. Yaralarından öpme sahnesi göremedik, ama bunu duyar duymaz sırtına doğru sarılması benim bu beklentimi karşıladı.
Mehmet’in de tıpkı Celal gibi edebiyata, özellikle şiire düşkün olması önemliydi. Çünkü Celal’in şiir okuması Mahur’u en çok etkileyen şeylerden biriydi. Sadece beden ve aşkla dolu kalp ortaklığı değil, bu da Mahur’un onu hala sevebilmesini sağladı.
“Gittiğimizde bazı geceler ona giderdim, takılırdım. Şairleri, yazarları hep ondan öğrendim. Şiirleri… Sabaha kadar şiir konuşurduk, konusu açıldı bak. Cahit Külebi’yi ondan öğrendim mesela. Yaşar Kemal’i, Sabahattin Ali’yi. O Anlattıkça böyle başka başka hayatların hayalini kurardım. Çok etkilenirdim ondan. O zamanlar düşünmeye başladım acaba başka biri olmak nasıl olur diye.”
Mahur, Mehmet’in Celal’i kullanarak kırıklarını onarmaya, yaralarını sarmaya çalıştığını fark etti. Ama onun da belirttiği gibi önemli olan kendin olabilmek, kendinle barışabilmek. Mahur ona kendisi olarak da isterse mutlu olabileceğini anlatmaya çalıştı.
Maraşlı: “Sen anlıyorsun beni değil mi?”
Mahur: “Anlıyorum. Ama aslında anladığım tek bir şey var. Bu hayattaki en zor şey insanın kendisi olması.”
Mehmet o kadar kendi olmak istedi ki Mahur’un yanında ona İsmail’in ölümüne sebep olduğunu da anlatabildi. Yani ona karşı Celal’ken hiç olmadığı kadar dürüst oldu. Ancak Mahur da haklıydı. Bunları saklamayan Mehmet’in kendi gibi konuşması gerekiyordu artık. Hem Mahur’un da belirttiği gibi Mehmet aslında Mahur’un hayalindeki Maraşlı gibi bir adam. Mehmet’in Mahur gitmesin, onu terk etmesin diye kendisi gibi İstanbul Türkçesiyle konuşması ve Mahur’un hakkı olan özrü dilemesi çok güzeldi. Ha bence binlerce kez özür dilemeliydi, peşinde bayağı bir sürünmeliydi ama ben Mahur değilim. Mahur’un kalbindeki aşk o kadar başka, o kadar özel ki her şeye rağmen Mehmet’i sevmeye devam etmeyi, ona yeniden güvenmeyi istedi.
Mahur: “Maraşlı bırak artık şu oyunu.”
Maraşlı: “Bayan tamam.”
Mahur: “Bayan yok. Çalışılmış ezberlenmiş şeyler bunlar biliyorum ben bayan diye bir şey yok.”
Maraşlı: “Sen sevmezsin Mehmet’i.”
Mahur: “Ya seversem?”
Maraşlı: “Seversen Maraşlı kahrolur.”
Mahur: “Bak Maraşlı diye biri yok. Sadece sen varsın.”
Maraşlı: Sen Maraşlı’yı seviyorsun.”
Mahur: “Hayır, ben seni seviyorum. Hem belki Mehmet Maraşlı gibi hanzo değildir. Belki ben daha çok mutlu olurum onunla, nereden biliyorsun?”
Mahur: “Kim olursan ol ister Maraşlı ister Mehmet İnce ben hep senin yanında olacağım.”
Mahur’un Maraşlı’yı İsmail’in ve annesinin mezarına götürmesi de çok önemli bir adımdı. Maraşlı, orada bir kez daha İsmail’e karşı olan duygularıyla yüzleşti. İnsanlar öyle düşünüyor diye Mehmet İsmail’in katili değil ki. Annesinin ölümünden de o sorumlu değil. Onların mezarına gitmeye onun da hakkı var. Ama Mahur’un dediği gibi ikisi de Cennet’te huzurla uyuyorlardır. Çünkü ikisinin de o evde çektiği acılar ölümle de olsa son bulmuş.
Mahur’un Maraşlı’yı o gece stüdyoda saklaması ve ertesi gün şehirden uzaklaşma planı ne kadar doğruydu tartışılır. Tamam Maraşlı, Mahur’un yanında kendini bulabilmişti ama hala bir şey eksikti. Uzaklaşsa bile o eksik tamamlanamayacaktı. Ayrıca bir kadının aşk için böyle bir şeye kalkışması, Hilal’den bunu görmezden gelmesini istemesi de ilk anda çok tuhaf geldi. Ama Mahur’daki öyle bir aşk ki Maraşlı’yı günahlarıyla, sevaplarıyla, yalanlarıyla, doğrularıyla, ruhunun derinliklerindeki yaralarıyla, psikopat babasıyla, her şeyiyle kabul etti. Kimse Mahur gibi Maraşlı / Mehmet’i sevemez. Kimsenin kalbi Mahur’unki gibi uçsuz bucaksız okyanuslar gibi olamaz.
Stüdyodaki o hem çok yakın hem de sanki yabancılık çekiyormuş gibi halleri o anki durumlarını birebir yansıtıyordu. Açıkçası Mehmet korkusunda haksız değildi. Maraşlı’nın gerçekte Mehmet İnce olduğu ilk ortaya çıktığında onun kim olursa olsun Mahur’a aşık olduğunu, çünkü Mahur’a aşık olan kalbin aynı olduğunu yazmıştım. Mahur’un da aynı şeyi düşünüyor olması Maraşlı’nın aşkına aynı yerden baktığımızı gösterir. Üstelik bana göre Celal, Mehmet’in içinden biriydi, onun hep olmak istediği adamdı. Babasının sünepe dediği Mehmet’in ona başkaldırmış halinin yansımasıydı. Zeliş’in intikamı için ona zarar veren adamı öldüren de Mehmet’ti; Mahur için Acar’ı, Sami’yi öldüren de. O yüzden Mehmet’in de Mahur’u Maraşlı gibi sevebileceğini, sadece bu konuda boşuna endişelendiğini düşünüyorum. Elbette geçmişinden kurtulmak için Maraşlı olarak kalmayı istedi, ancak Mahur’un aşkını kaybetme korkusu da en az bu kurtulma istediği kadar büyüktü.
Maraşlı: “Mahur ben sana oyun oynamadım. Tamam mı? Sadece büyük bir aşkı kaybetmek istemedim bu yüzden.”
Maraşlı: “Hala bir yabancı gibi bakıyorsun bana.”
Mahur: “Hala yabancı geliyorsun çünkü. Ama alışacağım zamanla merak etme.”
Maraşlı: “Ya sadece alışırsan. Ya sevmezsen beni…”
Mahur: “Ne olursa olsun kalbin hala aynı. Bunu gördüm.”
Mahur ile Hilal’in bölüm boyu süren dostluğu yine o kadar güzel yazılmıştı ki Türk dizi senaristlerine örnek olmalı. Ben dizilerimizde birbiriyle iyi geçinen eski eş ve yeni eşe varsa bile hiç denk gelmedim. Genelde aynı adam için birbirlerini yerler. Bir de eski eş çocuğunu diğerinden uzak tutmak için elinden geleni yapar. Mahur ile Hilal’in, Maraşlı’nın iyi olması için ortak bir çaba içinde olmasını hayranlıkla seyrettim. Hilal zaten çocuğunun, Zeliş’in babasının iyi olmasını istemeli, normali bu.
Tolga finalde de bana saç baş yoldurmayı başardı. Kafayı öyle bir bozmuş ki Mehmet İnce ile, adamın kişilik bozukluğu yaşadığına bile numara gözüyle baktığı için Maraşlı’yı yalan makinesine bağlamak zorunda kaldılar. Bir de gitmiş sanki suç örgütünün başıymış gibi yazı tahtasının en üzerine onun fotoğrafını yapıştırmış. Asıl suçlular Savaş ile Hurdacı ise onun altında. Adam kafasında suçlamayı bırakamadı ki hiçbir zaman. Ve bunun kabak gibi Mahur’a olan duygularıyla alakalı olduğunu biliyoruz. Pabucumun idealist, etik savcısı. Bir de neden bu operasyonu o yönetiyor? İstihbarat ile neden baştan iş birliğini yaptığını görmüyoruz? Ne saçma iş bu?
Savaş’ın kendi elleriyle annesini ormana gömme sahnesi mahvedici bir sahneydi. Ben annemin cansız bedenine bile bakamamıştım. Ancak bu hayatta en sevdiği insan annesi olan Savaş o kadar güçlü bir adam ki buna dayanıp onu elleriyle o mezarın içine koyabildi. Bu kadar büyük bir acıdan sonra Savaş’ın yerinde kim olsa Hurdacı’dan intikamını almak için gerekirse tüm İstanbul’u yakardı. Savaş da bölümler boyu öldüremediği kadar adamı Hurdacı’yı ararken öldürmüş oldu. Özellikle bir tanesini aktif olduğu ilk bölümlerdeki gibi yakarak öldürmesi o bölümlere gönderme olmuş.
Hurdacı’nın kaçma temalı sahnelerinin gereğinden uzun olduğunu düşünüyorum. Önceden komikti kendisi, bu hafta güldürmedi de. Onları kısaltıp yerine daha fazla MahCel sahnesi olmalıydı. Maraşlı, Savaş’ın Mahur’u araması sonucu ondan yerini öğrendiği Hurdacı’yı bulmaya gitti. Çünkü Hurdacı ile olan meselesini geride bırakmadan tam olarak Celal’den kurtulup özüne, Mehmet’e dönmesi mümkün değildi. Mehmet’in geçmişiyle, kendisiyle tam olarak barışabilmesi için Hurdacı için adaletin bir şekilde yerini bulması, yani Hurdacı’nın cezasını çekmesi gerekiyordu. Açıkçası Maraşlı, Hurdacı’yı ne kadar öldürmek istese de bunu yapamayacağı belliydi. Çünkü ne kadar kötü olursa olsun, kendisine neler yaşatmış olursa olsun Maraşlı’nın içinde hala babasına karşı sevgi vardı. Tam olarak baba-oğul olamamanın özlemi vardı. Hurdacı söylediklerinde samimi değilse bile Maraşlı ona inanmak istedi, çünkü içinde o büyüyemeyen yaralı çocuğun inanmaya ihtiyacı vardı. Ancak Hurdacı’nın İsmail’in ölümüne gerçekten üzüldüğüne ben inandım, çünkü hem onun hem annesinin mezarı yaptırılmıştı ve oldukça bakımlıydı. Hurdacı bu ölümlerin sorumlusunun kendisi olduğunu biliyordu ve besbelli vicdanını böyle temizlemeye çalışıyordu.
Ben zaten Hurdacı’yı Maraşlı’nın değil, Savaş’ın öldürmesini istiyordum ve öyle de oldu. Hurdacı’yı Maraşlı öldürse baba katili olacaktı. Doğrusu onu istihbarata teslim etmesi olurdu. Belki Savaş gelip Hurdacı’yı öldürmese bunu yapabilecekti, belki de onun kaçmasına izin verecekti.
Savaş’ın annesi öldüren Yavuz İnce’den sonra bütün İnce ailesini öldürmek istemesi bana bir zamanlar Aziz Türel’e olan intikam duygusu yüzünden bütün Türellere düşman olmasını hatırlattı. Savaş Mehmet İnce’yi öldürmek isterken Mehmet, tıpkı Maraşlı’yken yaptığı gibi bir anda kendine Suat’ı siper etti ve Savaş onu vurdu. Gerçekten sevdiği bir diğer kişiyi vurmak Savaş’ı iyice zıvanadan çıkarttı ve Maraşlı’ya ateş etti. Ah benim Mahur’um. O olmasaydı Savaş Maraşlı’yı daha fazla delik deşik edecekti. Zaten İlhan ve Aziz’in katilini, ailesini parçalayan ve elini kolunu sallaya sallaya gezen insanı, Savaş’a ateş edip onu yaralamak Mahur’a düşerdi. Hem Mahur 15. Bölümde Maraşlı bıçaklandığında ne demişti: “Sana bunu yapanlar burada olsa ve benim silahım olsa hemen ateş ederdim.”
Maraşlı vurulduktan sonra Mahur’un onu yaşatmak için çırpınışları, Maraşlı’nın son sözleri, iki aşığın belki de son anları çok etkileyici yazılmıştı. Tekrar seyredildiği zaman finalde ne olacağının bilinmesine rağmen yüreklere dokunacak özel bir sahne olmuş. Maraşlı’nın gözleri kapatmadan önce İsmail’i görmesi anlamıydı. Normalde hep hüzünlü bir geyik görüyordu, şimdi ise mutlu İsmail’i gördü. İsmail ona yanına gelmesi için ellerini uzatmamıştı, sadece ona hoşça kal anlamında el sallıyordu. O yüzden ben bunu Maraşlı’nın ölüp onun yanına gitmeyeceği, Hurdacı cezasını çektiği için vicdanının rahatlaması olarak yorumladım.
Maraşlı’nın sadece görevini başarıyla yerine getirdiği için değil, Mahur’un kollarında olduğu için huzurla kapandı gözleri. Son anda bile içinde kalanları söylemek istedi.
Mahur: “Celal yaralanmışsın. Kanaman var.”
Maraşlı: “Kanasın. Ben asıl kanamayan yaradan korkarım.”
Maraşlı: “Mahur.”
Mahur: “Canım. Canım ne olur dayan.”
Maraşlı: “Ne bileyim ben seninle şöyle ormanların içinde bir üniversitede okurken karşılaşsaydık keşke. Dağların gizlediği böyle gizli bir yerde. Öpüşseydik. Çiçek olsaydık da hiç büyümeseydik keşke. Mahur. Benim güzelim. Korkma tamam mı? Ben hep yanında olacağım.”
Hastanede doktor ameliyathaneden çıkıp kara haberi verdiğinde ne dediğini duymasak da ne doktordan ne Hilal’den asla şüphelenmedim ve onlarla birlikte yıkıldım. Dedim MahCel’e mutluluk harammış…. Senaristlerimiz çiftimize mutsuzluğun kitabını yazdırmaya ant içmiş. Yine de Maraşlı’nın gerçekten öldüğünü düşündüğüm halde bir yanım “Dur daha sahaf ve araba sahnesi var.” diyordu.
Necati’ye yazılan son beni tam anlamıyla mutlu etmedi. Onca kötülüğe sebep olan Necati, çektiği vicdan azabıyla bu kötülüklerin cezasını çekmiş mi oldu? Bir de bu onca zaman deli numarası yapıp herkesi kandırmış mı? Umarım sadece iyileşmiştir. Üstüne ödül gibi Behiye ile nişanlandı. Senaristlerimiz Necati karakterini çok sevmişler belli. ^^ Nişanın mutfakta yani muhtemelen Necati’nin Behiye’yi fark edip aşık olduğu mekanda olması hoş bir detaydı. Behiye’yi üniforma dışında, güzelliğini belli eden çiçekli elbise içinde görmek de öyle. Yalnız Necati, salt kötü değildi, nevi şahsına münhasır çok özel bir karakterdi. Alkolik nihilist. ^^ Türellerin evinin mutfağında evin çalışanlarıyla yaptığı edebi sohbetler nasıl unutulabilir ki? Böyle bir karakteri Türk televizyonlarına kazandırdığı için senaristlerimizi tebrik ederim.
“Kim yanındakinin kalbine elini koyduğunda içindeki sevgiyi gerçekten hissediyor? Ya kim sevgisi içinden taşacak kadar sevebiliyor?”
Açıkçası Maraşlı’nın ölümünün ardından zaman atlamasıyla karşımıza iyileşmiş ve alkol bağımlılığından kurtulmuş bir Necati çıkıp birden bilgisayarda kitabının ilk cümlelerini yazmaya başlayınca Maraşlı’nın öldüğünü ve fragmanlardaki mutluluk dolu sahnelerin Necati’nin MahCel’e biçtiği mutlu son olduğunu düşünmeye başladım. Ancak Mahur’un Maraşlı’nın mezarının başında olduğu sahnede Nevzat yanına gelip onu sahafın olduğu sokağa yönlendirince fikrim değişti.
Mezardaki toprağın çökmüş ve mezarın yaptırılmış olmasına bakacak olursak en azından altı ay geçmiş olmalı Maraşlı’nın öldüğü günden bugüne. Peki Mehmet İnce, neden bilmesi gerekenler haricinde kendini Mahur’a bile ölü göstermiş olabilir? Mahur’umu gözünden yaş eksik olmayacak, her gün o mezarın başında o halde olmasına ses etmeyecek gerekçe ne olabilir? Aklıma gelen en mantıklı neden bu süreçte Tolga’nın üzerine yıkmak istediği suçlardan aklanmak. Bir diğeriyse bir şekilde Savaş’ın onu öldürtmeye çalışacağı ihtimali. Keşke bir iki cümleyle de olsa bu nedeni duysaydık.
Savaş’ın ölüm şekli çok iyi yazılmış. Dizide hastalığının öylesine değil işlevsel kullanılması çok önemli. Ölümü hapishanede kapatıldığı hücrede Güneş gelen yerde oturup intihar etmesiyle gerçekleşti. Savaş’ın hakkı olan son buydu. Onun gibi marjinal bir kötü marjinal bir sonla veda etti Maraşlı’ya.
Finalde sahaf sahnesine bayıldım. İlk bölümde Maraşlı, Mahur’un peşine takılan Şaşkın’ı ararken Mahur’un hayatını kurtarmıştı. Şimdiyse Mahur, Şaşkın’ın peşine takılıp kaybettiği Mehmet’e kavuştu. 15. Bölüm yazısında akıbetini sorduğum Şaşkın unutulmamış. Mahur ile Maraşlı Celal ilk olarak sahafta karşılaşmışlardı, şimdiyse Mahur ile Mehmet sahafta yeniden bir araya geldiler. İlk sahaf çok kasvetliydi, tuhaf bir soğukluğu vardı. Bu sahaf ise yaşayan, mutlu ve romantik bir yerdi. Sahnenin ilk karşılaşma sahnesinin repliklerine benzer repliklerle başlaması da çok iyi düşünülmüştü.
“Kaybolan yıllarınıza bakmıştınız sanırım. Ben sizin için bir tane ayırmıştım.”
Mahur’un Mehmet’in yaşadığını öğrenir öğrenmez ağlamaya başlaması, ona aslında çok kızması gerekirken hiç kızamaması çok doğaldı. Sevdiği yaşıyorken ona kavuşmanın mutluluğunu yaşayacakken o anda kızmanın manası yok ki. İstiyorsa sonradan kafasını kırsın, ama o ilk anın büyüsünü bozmamalı. ^^ Kavuşmaları o kadar güzeldi ki sahneye tepkim çektikleri selfie’ye bakan Zeliş gibiydi. Mutluluktan tıpkı Zeliş gibi gülümsüyordum. Zeliş haklı gençler: “Çok güzelsiniz.”Bu sahnelere beklediğim gibi onların aşklarına en çok yakışan hem hüzünlü hem mutlu “Mahur, Çok Güzel Bir İsim” tema müziğinin eşlik etmesi de doğru bir tercihti. Hiçbir şarkı bu müzik kadar onların aşklarını, özellikle Mehmet’in Mahur’a aşkını yansıtamaz.
MahCel çifti o kadar çok acı çektiler ki 26 bölüm boyunca, o kadar çok zorlukla sınandılar ki bu mutluluğu sonuna kadar hak ettiler. Kaç kez yaralandılar, sevdiklerini kaybettiler, hapislere girdiler, çekmedikleri çile, dökmedikleri gözyaşı kalmadı. Varsa günahlarının, işledikleri suçların cezasını da misliyle ödediler. Onlar için Maraşlı Celal’in ölümü yeni bir başlangıç oldu, Mahur ve Mehmet olarak Anka kuşu misali küllerinden doğdular. Maraşlı’yı ve ona ait her şeyi geride bıraktılar. Bu yeni hayatlarında Mehmet’in arabasının içinde bu defa aşklarını doya doya yaşayarak, aralarında yalanların, sırların görünmez perdesi olmadan aşktan ve mutluluktan sarhoş bir şekilde birbirlerini defalarca öperek uzaklara doğru yol aldılar. Bize de onları sevinç ve hüzünle uğurlamak düştü. Elveda Maraşlı. Seni unutmayacağız. Emeği geçen herkesin ellerine sağlık.
Maraşlı’da merak ettiklerimiz, aklımızda kalanlar:
-4649’un sırrı neydi?
-Maraşlı neden ses kaydı alıyordu?
-Mehmet İnce evden kaçtıktan sonra neler yaşadı, eğitiminde ve istihbarata girmesinde kim yardımcı oldu?
-Başkan’ın Mehmet İnce’nin hayatında bir etkisi var mıydı?
-Hilal’in Türellerin evinde bir ajanı var mıydı? Eğer varsa bu ajan Firuzan mıydı?
-İstihbarattaki köstebek kimdi? Köstebek Kemal miydi de zaman atlamasından sonra bu karakteri göremedik?
-İlhan’ın Ozan’ı öldürdüğü ortaya çıktı mı?
-Mahur’un gerçek babası Ömer Tokgöz müydü?
-Ömer Tokgöz yaşıyor muydu? Necati’nin telefonunda “Baba” diye kaydettiği o muydu?
-Dizi final yapmayacak olsaydı Maraşlı’nın hapse girdiği bölüm 1. Sezon finalimiz mi olacaktı?
Maraşlı 26. Bölümde çalan şarkılar:
Melekler – Burcu Bergiten & Onur Soydemir
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.