Martıların efendisi ilk olarak adı ile ilgimi çekti -efendileri olmasam da martılar simit kavgalarıyla vapur yolculuklarıma eşlik eden olmuştur hep, ardından da kadrosuyla: Mehmet Günsur, Timuçin Esen, Nejat İşler. En sevdiğim oyunculardan bir trio <3 Fragman ise tamamıyla içine çekti beni. Hikayesi de ilgi çekici, klasik ‘kopyala/yapıştır’ lardan olmadığı belli. Nereye kadar –festival odaklı çekilen filmler dışında, ağır komedi ve minnoş aşk filmlerine maruz kalacağız değil mi?
Martıların Efendisi (MEF) İstanbul’da deniz kıyısında sakin bir yaşam sürmekte olan bir adamdır. Yıllardır beklediği birisi vardır. En sonunda beklediği misafir çıkagelir. Beyazlar içinde, bir masaldan çıkmış gibi kıyıya vuran bir kadın MEF’in bütün hayatını değiştirecektir. Ancak MEF bu bütün umutlarını yüklediği misafir tarafından bir hayli sarsılacaktır. Zira bu kadın MEF’nin saf ve temiz dünyasından etkilense de onu gerçek dünyayla, acı bir tecrübeyle tanıştıracaktır…
İzlemeden önce beklentim epey yüksekti anlayacağınız… Filmi vizyona girişinin 2.haftasında küçük bir salonda ama koltukların yarısının dolu olduğu bir seansta izleme olanağı buldum.
Filmden çıktığımda bu yüksek beklentime karşın, oldukça tatmin olmuş bir şekilde ayrıldım sinema salonundan. İşte memnuniyet değerlendirmemin ‘tamamen’ yerine ‘oldukça’ olmasının nedenleri:
Keşke böyle güzel bir hikaye bazından, böyle efsane bir kadro için çok daha derin bir hikaye çıkarılsaydı.
Keşke film ilk yarıdan ve ikinci yarının yarısından ibaret olsaydı, son yirmi dakikanın büyük bir bölümü ilk yarıdaki olayların açıklaması için yazılmış gibiydi ve bana bağımsız sinemadan ticari sinemaya kayma duygusu verdi. Evet Ezel Akay’ı konuk olarak görmek büyük zevkti ama eli yüzü düzgün, kendince anlamlı cümleleri düzgün bir diksiyonla ifade eden ve belli ki bir koruyucusu olan bir adamın ağır şizofreniye yolculuğunun kronolojik detaylarını -anlık görüntülerle renklenmesi güzel olsa da, bilmesek de olurdu. Kaldı ki konukluğu zevk veren bir diğer oyuncu Sarp Akkaya’nın sahnesinde gereken ipucu elde edilmişti.
Keşke Birgül’ün bencil dünyasının üzerinde Martıların Efendisi’nin yarattığı etkiyi daha fazla hissedebilseydik. Martıların Efendisi onun varlığına sevinir ve onu ‘Rüya’ olarak adlandırırken, Birgül Şenol’un gelecek dört yıllık kabusuna neden olacaktı. Oysaki Tuzla’daki sahil hem Şenol hem de Birgül için ‘güvenli bölge’ idi.
Keşke Timuçin Esen ve Nejat İşler’in canlandırdığı karakterin hikayedeki payları daha fazla olsaydı, doyamadım.
Keşke dramın içine gömülmüşken -genel hikaye içerisinde sonunda bu sahne bir yere bağlanmadı dediğim, kız kardeşler sahnesindeki görsel efektlere gerek duyulmasaydı.
Ve keşke -zaman geçişlerindeki görselliğin güzelliğinin yanı sıra, Tuzla’da deniz kenarında Martıların Efendisi’nin dünyasında biraz daha masalsı bir atmosferle karşılaşsaydık.
Oyunculara gelirsek; Mehmet Günsur’a alkışlar… Dersini gerçekten iyi çalışmış ve karakteri öyle bir giymiş ki üzerine: Konuşurken başını yana doğru eğmesi, konuşurken bazı kelimeleri tekrarlaması, bazen suskunluğa teslim olması… Hele öyle bir sahnesi var ki; sesiyle, kanat çırpışıyla o an onu gökyüzünde hisseden yalnız ben olamam, değil mi? Ne yazık ki esas kızımız Bige Önal’ın performansını vasat buldum. İkili sahnelerinde ne Mehmet Günsur’la ne de Hakan Kurdaş’la enerjisi bir bütün olamadı benim için. Adaşı Hakan’ı canlandıran Hakan Kurtaş’ın performansı boyunca kambur durmasının makul bir nedeni olmalı, ben çözemedim. Barış Yıldız’ın hemen hemen her sahnesinde gülümsedim. Ve Nejat İşler ve Timuçin Esen sınırlı dakikalarda canlandırdıkları karakterlerin inandırıcılığını hissedebildim. Konuk oyuncuların varlığı ise kesinlikle güzel bir renk olmuştu: Aras Bulut İynemli, Sarp Akkaya ve Ezel Akay
[wp_ad_camp_1]
İnsanlardan uzak kurulan izole bir hayat, bu hayatın içinde martılardan (ve Suphi’den) yoldaş tutmak ve vaat edilen ütopik bir ülkeye ‘Özgür Ülke’ yolculuk planlayan ve asıl bu yolculuğu için yoldaş bekleyen bir adamın hikayesi Martıların Efendisi. Hayat onu elinden ‘Şenol’ u almış ama bambaşka, korunaklı yeni bir hayat vaat etmişken bu hayatının da elinden alınmasının hikayesi…
Günün sonunda bu hikayeden ve hikaye için yaratılan dünyadan inanılmaz etkilendim, kesinlikle kaçırılmaması gereken bir film diyemeyeceğim ama sırf Mehmet Günsur performansı için bile bütçenizden 15 TL (cadde sinemalarını destekleyelim! Bakın onlar bütçemizi destekliyorlar) ve zamanınızdan 2 saat ayırmaya kesinlikle değer.
İzleyin, yorumlarda buluşalım…
Yönetmen: Mehmet Ada Öztekin
Senaryo: Meriç Demiray
Görüntü: Sedat Yücel
Müzik: Toygar Işıklı
Oyuncular: Mehmet Günsür, Bige Önal, Timuçin Esen, Nejat İşler, Barış Yıldız, Hakan Kurtaş, Mehmet Esen, Ezgi Coşkun, Sarp Akkaya, Aras Bulut İynemli
Yapım: TMC Film
Deha 9.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.