Menajerimi Ara uzun zaman sonra en iyi bölümlerden biri ile ekrandaydı; dinamik ajans sahneleri, DicBar sahnelerinin doğallığı ile bölümün akışı izleyici mutlu etti. Böyle güzel bölüme bu reytingler hiç yakışmadı. Total 1,58 reyting ile 30. AB’de 2,45 reyting ile 13. ve ABC1’de 2,05 reyting ile 21. oldu. Bölüm izlenimleri konuk yazar Şölen‘den. Keyifli okumalar ^^
Bana bi’ sarıl, beni bi’ sars sevgili okuyucu zira son iki bölümde izlediklerimizden sonra dün akşam izlediğimiz rüya mıydı gerçek miydi ancak öyle anlayabileceğim sanırım. Şaka bir yana, Menajerimi Ara’nın 37. Bölümü sonrası tüm izleyiciler olarak televizyon karşısında içimizdeki çocuğa sımsıkı sarılmış mutluluk dansları yapıyor olabiliriz, çünkü 35. ve 36. bölümlerde bizi sinir eden malum meseleler tahminlerimizin de ötesinde bir ters manevrayla rayına girmiş oldu. Sevmediğimizi gömdüğümüz kadar, sevdiğimizi de övmeyi biliriz elbette; bu bölüm tek kelimeyle, şahaneydi! O halde birbirimize sarılmayacağız da kime sarılacağız sevgili okuyucu? 🙂
Şimdiii, övmelere nerden başlasak? O kadar dolu bir bölümdü ki, nerdeyse hiç boş sahne yoktu. İlk başta, Ceyda’nın menajer olarak ilk kez duvara toslamasına bayıldım sanırım. Elinde performans tablolarıyla yok aylık kota yok kar/zarar diye dolaşan Ceyda Hanım, bir oyuncusuna söz geçiremeyip ajanstan ayrılmasına sebep olunca, o aylık kotalar o performans karneleri bu sefer kendisine sorulmaya başlandı. Yönettiğiniz bir banka değil, bir oyunculuk ajansı ve dolayısıyla kaprisleri, oyuncu psikolojisini ve egoları yönetiyorsunuz Ceyda Hanım, oyuncunuzun halet-i ruhiyesinden anlamazsanız işte böyle kendi silahınızla vurulursunuz, oh olsun! (Dipnot: Yazar burada bankaların da aslında rakamlardan ibaret olmadığını kendi deneyiminden yakinen bilmekte olduğunun altını çizer)
Dahası, Ceyda’nın hoşuna gitmeyen her olayda önüne geleni kovmaya kalkması o kadar absürt bir hal aldı ki, artık kimse kendisini ciddiye almaz oldu. Bakınız Peride… Cüneytcik vakasından sonra hiçbir şey olmamış gibi ajansa işinin başına dönmesi komik olmadan komik olan keyifli sahnelerdendi…. Ara sıra gündeme gelip de bir türlü işlenmeyen Meral-Aydın ilişkisine de göz kırpıldı bu bölümde, kimyaları çok tutan çılgın Arzu ve ağırbaşlı Çınar aşkına da…. (özellikle Arzu-Çınar şap şahane oldular, çok kalp!)
Bu hafta menajerlerimiz, dünyaca ünlü İspanyol dizisi La Casa De Papel’de oynamak üzere kendi oyuncu portföylerinden en uygun “İstanbul” adayını ararlarken izlediğimiz sahnelerin tamamının enerjisi yüksek, tempolu ve eğlenceliydi. Depresif star Murat rolünde Çağrı Çıtanak, oyunculuk mu hanımcılık mı ikilemini iliklerinde hisseden ödüllü oyuncu Erdem rolünde Ruhi Sarı ve günde 125 tane ürünün sosyal medyasında reklamını yapmaktan bezmiş ama yine de yapmaya devam eden Onur Büyüktopçu rolünde Onur Büyüktopçu, menajerlerimizin İstanbul adayları olarak kıyasıya bir mücadeleye giriştiler. Influencerlık müessesine de sağlam çaktılar sayesinde. (Neden sadece Onur B. kendi adı ile oynamış merak etmedim değil, diğerlerinin menajerleri mi istemedi acaba?)
Onur Büyüktopçu’yu yarı Kiralık Aşk’daki unutulmaz karakteri Koriş, yarı da kendisinin tatlış bir karikatürize hali olarak izlemek iyi geldi. Tabii bir ara bu kulaklar Dicle’ye de “kuru kız” demesini aramadı değil…. Kıraç’ın da oyuncusuna audition çekerken “Ulan İstanbul!” diye replik vermesini fark etmedik sanılmasın. Severiz böyle göndermeleri… (Ulan İstanbul’u da Uğraş Güneş yazıyordu)
Meral’in ajansta işe başlayacağı tahmin ediliyordu zaten. Ego’ya hoş gelmiş. Emrah-Gülin-Meral asistan üçlüsünün Ceyda’nın Dicle’nin masasına koyduğu fotoğrafı önceden fark edip yok etmeleri, sonrasında Dicle’ye Barış-İrem mazisini pat diye anlatmaları da çok iyi oldu. Bu tarz bilindik Türk dizi klişelerinin uzatılmadan, gerçekte olması gerektiği gibi gösterilip sonuçlandırılması seyirciyi rahatlatması bir yana artık dizi yaratıcılarının da konuyu buralara getirmeden yaratıcılıklarını konuşturmaları açısından güzeldi. Bu arada Aydın bro Barış’a eski sevgiliyi anlatmama tavsiyesinde bulundu ama bölümün mükemmelliği hatırına bunu görmezden geleceğim. Yine de Barış abisinin tavsiyesine uymayıp konuyu kendisi anlatmaya karar verdi, ne var ki Dicle o noktada çoktan öğrenmişti.
Barış’ın “onu aylar sonra ilk gördüğünde neler hissettin?” sorusunu net bir “öfke…sadece öfke…” diye cevaplaması ve bu yanıtla Dicle’yi rahatlattığını düşünürken aslında Dicle’nin en çok bu cevap nedeniyle canının yandığını anlaması saliseler aldı. Çünkü, “insan sadece bir şeyler hissettiğine öfkelenir, sokakta gördüğümüz herhangi bir insana değil”, öyle değil mi Barış? Senin öfkelendiğin kadar Dicle de öfkeli, incinen gururun kadar Dicle’nin de gururu incindi… Sonrasında… Bizler Barış Dicle’yi düşünceleriyle yalnız bırakıp gidecek derken gidememesi ve kapıyı çalıp “bizden vazgeçmeyeceğim” diye Dicle’ye sarılmasıyla gözyaşları sel oldu aktı… Duygusu, gerilimi çok yüksek, tutkusu, elektriği çok yoğun yedi dakikalık bir resital izledik dostlar… bakın bu sahne kısa sürede klasikler arasında yerini alır, defalarca döne döne izlenir, adım kadar eminim. Yazana, çekene ama en çok da şahane oyunculuklarıyla tüm o duyguları bize yaşatan canım oyuncularımıza kocaman alkışlar, olağanüstü bir sahneydi!
Geçen haftaki yazımda DicBar aşkını katlettiniz diye çok kızdığımız, sayıp sövdüğümüz sayın senaristlerimiz bu bölüm itibariyle bu aşkı resmen ipten aldılar, ölmesine müsaade etmediler. Anlaşılan o ki bu geçmiş ilişki İrem’de biz birbirimize çok aşıktık hissi yaratmışken, Barış onun hislerini paylaşmamış hiç. Öfkesi de kendisini bir anda bırakıp çekip gitmesine olmuş. Bu noktadan sonra bizde artık peki, makul, kabulümüz, oyna devam diyeceğiz… 🙂 DicBarımız, fırtınadan alabora olmak üzereyken denizin aniden sakinleşmesiyle doğrulan gemi misali güneşli günlere yelken açıp, mum ışığında yemekler yer, pembeli odalarda tatlı sabahlara uyanırken artık tek dileğimiz bu aşkın daha fazla sınanmaması. Çünkü bu aşk karşılaştığı her testi geçti, her engelden daha da güçlenerek çıktı. Onları bu kadar özel, bu kadar farklı kılan da bu zaten; ne olursa olsun birlikte mücadele etmeleri…
Senaristlerimizle barışıp her şeyi yolumuza koyduğumuza göre kaç bölüm kaldıysa önümüze bakacağız artık. Menajerimi Ara’nın rating sonuçlarına bakıp üzülmekten vazgeçmek en iyisi. Rating anlamında yerinin asla bulunduğu yer olmadığını, çok daha iyisini hak ettiğini çok kişi söylüyor, ancak bunun için elden gelen bir şey yok. Sektörden bazı kişilerin sosyal medyada söylediği/yazdığına göre düşük ratinglere rağmen bölüm başı maliyetinin görece düşük, reklam/ürün yerleştirme gelirinin tatminkar olması ve en önemlisi kanal ve yapımın arkasında durması sonucunda bugünlere kadar geldi Menajerimi Ara. Yaz dönemine ait işlere dair tanıtımlardan da şimdiye kadar farklı, bugüne kadar yapılmamış türde bir iş çıkacakmış gibi de durmadığına ve Menajerimi Ara yaz sezonunda da non-stop devam edeceğine göre bence her şeye rağmen bu yazın en tatlı en izlenilesi işi olmaya devam edebilir.
Önümüzdeki hafta bayram tatili sebebiyle yeni bölüm olmayacak, çok hak edilmiş bu bir haftalık molada tüm ekibe iyi dinlenmeler, yeni bölüm gelene kadar bize defalarca izlenesi bir harika bir bölüm bıraktıkları için de ayrıca teşekkürler!
Yalı Çapkını 83. bölümdeki en önemli sahnelerden biri Ferit'in rüyası idi. Bu sahne üzerine PSİKOLOGROZA…
Yalı Çapkını'na dair analizlerini pek sevdiğimiz Özge (OZZY)'nin yazılarını siz de özlemiştiniz değil mi? 83.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine bir diğer yazı da śeviyoletta 'nın kaleminden taptaze bir analiz.…
Yalı Çapkını 83. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.
Deha 8.bölüm yorumu Büke ‘nin kaleminden. Keyifli okumalar.
Yalı Çapkını 82. bölüm üzerine PSİKOLOGROZA kaleminden taptaze bir analiz. Keyifli okumalar.